 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 2000/14515
K: 2000/14812
T: 27.11.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAPU İPTALİ VE TESCİL
- KADASTRO TESBİTİ
- HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
Karar Özeti: Yasaların öngördüğü askı ilanı ya da bizzat tebliğ gibi duyurma işlemleri yapılmaksızın; böylece ilgililerine hak arama olanağı tanınmaksızın usulsüz kesinleştirilen tutanak veya tutanaklar ve bu şekilde oluşturulan tapu sicili, 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesinde yazılı olan 10 yıllık hak düşürücü sürenin gerçekleşmesine engel teşkil eder. Diğer bir deyişle, usulsüz kesinleştirme işlemine karşı hak arama, on yıllık süreye tabi değildir.
(3402 s. Kadastro K. m. 1,12/3)
Taraflar arasındaki davadan dolayı (Gaziosmanpaşa 1. Asliye Hukuk Hakimliği)nden verilen 26.11.1999 gün ve 1219/966 sayılı hükmün onanmasına ilişkin olan 27.6.2000 gün ve 8236/8631 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde asli müdahiller vekilleri tarafından istenilmiş olmakla, dosya incelendi gereği görüşülüp düşünüldü:
Karar düzeltme yoluyla ortadan kaldırılması istenilen Dairenin 27.6.2000 tarih ve 8236/8631 sayılı kararı; yerel mahkemece "10 yıllık hak düşürücü sürenin gerçekleştiği" gerekçesiyle müdahil davacıların davalarının reddine yönelik olarak verilen hükmün onanmasına ilişkindir.
Somut olayın değerlendirilmesine geçmeden önce, değişik tarihlerde yürürlüğe giren yasal düzenlemelere ve düzenlemelerde yer alan temel kavramlar ile ilkelere değinmekte zorunluluk vardır.
Bilindiği üzere, 3402 sayılı Kadastro Kanununun 1. maddesinde "Bu kanunun amacı, memleketin kadastral topoğrafik haritasına dayalı olarak taşınmaz malların sınırlarını arazi ve harita üzerinde belirterek hukuki durumlarını tesbit etmek ve bu suretle Türk Medeni Kanununun öngördüğü tapu sicilini kurmaktır" denilmiştir; böylece, amacı belirleyen madde hükmü, "geometrik şekil" ve "taşınmaz malların hak durumlarını saptamak" gibi iki temel işlevi yerine getiren kadastroyuda tanımlamıştır. 3402 sayılı Kanunda deyimini bulan "amaç" ve "kadastro" tanımı, yürürlükten kaldırılan önceki 2613 ve 766 sayılı kanunlarda da benzeri ifadeler ile yer almıştır.
Hemen belirtilmelidir ki; kanunların düzenlediği geometrik şekil ve hak durumunu belli etme tesbitleri için, özel (kadastro) ve genel (asliye ve sulh hukuk) mahkemelerinde hak arama yolları açılmadan kadastronun tüm evreleriyle tamamlandığı ve kadastral bir sicilin ortaya çıktığı söylenemez. Diğer bir deyişle, hak arama imkanı tanınmadan; özellikle, kadastro tutanağı kanunlarında yazılı yöntemine uygun biçimde kesinleştirilmeden ortaya çıkan sicil yok hükmündedir.
Kuşkusuz, hak arama durumunda olan kişi yada kişiler yönünden yapılan kadastro tesbit işlemini öğrenme önem taşır. Öğrenme, kanunlarda ilanen tebliğ ve bizzat tebliğ şeklinde düzenlenmiştir. Nitekim; 2613 ve 766 sayılı Kanunlar, kadastro tutanaklarının ilanen; itiraz halinde de komisyon kararlarının bizzat tebliğlerini zorunlu kılmıştır. Bunun yanısıra, tasfiye niteliğindeki hak düşürücü süreler ile de dava ve talep hakları sınırlandırılmıştır. Genel mahkemelerde (asliye hukuk yada sulh hukuk mahkemelerinde) kadastro öncesi nedenlere dayanılarak açılacak tespitin iptali ve tescil davaları, 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü süre geçirilmeden açıldıklarının anlaşılması durumunda dinlenebilme olanağı kazanırlar.
Somut olaya gelince; 1957 yılı itibariyle 2613 sayılı Kanun hükümlerine göre gerçekleştirilen kadastro işlemi sırasında tespit dışı bırakılan arazinin bir bölümü için, 2981 sayılı Kanunun 3290 sayılı Kanunla değişik 10/b. maddesi gözetilerek kadastro ekiplerince tutanak düzenlendiği, tespit işleminin yapıldığı, malik sütununa davalı belediyenin yazıldığı, üzerindeki yapıların ve sahiplerinin beyanlar hanesinde gösterildiği sabittir ve tartışmasızdır. Nevarki, 1984 tarihli tutanağa askıya çıkarılmadan kesinleşme şerhi verildiği de; düzenlenme biçiminden ve dosyaya ibraz edilen diğer belgelerden açıkça anlaşılmaktadır.
Her ne kadar, sözü edilen maddede (... ıslah imar planlarının yapılıp yapılmadığına bakılmaksızın, onayların alınmasına ve ilanların yapılmasına, komisyonların kurulmasına lüzum kalmaksızın...) ifadelerine yer verilmiş isede; madde hükmü, (askı ilanları hariç) sözcükleriyle askı ilanları bakımından ayrıcalık getirmiş; dava ve talep haklarını etkilememeyi amaçlamış; askı ilanlarına gerek olduğunu vurgulamıştır.
Bu bağlamda, askı ilanını tamamlattırma ve tespite itiraz yollarını açma işlemlerine şu aşamada da başvurulabilir yolundaki görüşler elbette ileri sürülebilir. Ancak, komisyonlar oluşturulmadan gerçekleştirilen tespit işleminden dolayı bu tür görüşler ile uyuşmazlığı çözüme ulaştırmanın güçlüğü ortadadır. Bu itibarla, yok hükmünde sayılsa da sicile geçen kayıt hakkında açılmış iptal ve tescil davasının genel mahkemede (asliye hukuk mahkemesinde) dinlenilmesi ve temyizen incelemesinin de Dairece yapılması zarureti doğmuştur.
Yukarıda belirtilen ilke ve olgular gözetildiğinde, askı ilanı yapılmaksızın ve kadastro tutanağı usulünce kesinleştirilmeksizin tapu kütüğündeki tescile yönelik açılan eldeki davada, 3402 sayılı Kanunun 12/3. maddesinde yazılı on yıllık hak düşürücü sürenin gerçekleştiğini kabul etmek olanağı yoktur. Kanundaki süre, askı ilanı yapıldığının belgelenmesi halinde uygulama yeri bulur. Öyle ise, işin esası hakkında soruşturma yapılması ve gerçek hak sahibi yada sahiplerinin saptanması için hüküm bozulmalıdır. Anılan hususlar karar düzeltme incelemesi sonucu anlaşılmış olmakla; davaya bağımsız hak talebiyle katılan (müdahil davacı olan) kişilerin, karar düzeltme isteklerinin HUMK.nun 440. maddesi uyarınca kabulüne; Dairenin 27.6.2000 tarih 8236/8631 sayılı onama kararının ortadan kaldırılmasına; Gaziosmanpaşa Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 26.11.1999 gün ve 1219/966 sayılı hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.11.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.