 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
Esas No : 1998/8149
Karar No : 1998/10470
Tarih : 6.10.1998
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Davacı tarafından,davalı aleyhine açılan tapu iptali, tescil davasının yapılan yargılamasında, Mahkemece davanın kısmen kabul,kısmen reddine dair verilen karar,davalılar tarafından duruşma istemli temyiz edilmekle;duruşma günü olarak saptanan 6.10.1998 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vs vekili Avukat Ertuğrul K.... ile temyiz edilen vekili Avukat Yusuf A... geldiler,duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare dosya incelenerek gereği düşünüldü;
KARAR
Davacı,ortak miras bırakanları Kazım'ın 1965, anne Fatma'nın 1988 tarihinde vefat ettiğini, intikal işlemleri için kendisinden 20.3.1995 tarihinde vekaletname alındığını; davacının
yeğeni vekil Selami'nin (davalılardan İbrahimin oğlu) 27.3.1995 günü azledilmesinden sonra ve azilname vekile ve Tapu Sicil Müdürlüğüne henüz ulaşmadan önce 9-41-42-108-113-138 parsellerin babası İbrahim'e ; l 85-231-235-269-286-291-308-313-350-391-456-457 parselleri de İbrahim ve Mustafa'ya 29.3.1995 tarihinde temlik ettiğini böylece vekaletin kötüye kullanıldığını ileri sürerek , iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Davalılar,davacının daha önce de davalılardan kardeşi İbrahime vekalet verdiğini anılan vekaletin halen geçerli olduğunu esasen,davacının miras hakkını aldığını savunmuşlardır. Mahkemece 456-457-350 parseller dışındaki taşınmazlar için davanın kabulüne karar verilmiştir.
Bilindiği üzere;borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.
Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.
öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme "geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz.
Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yaz ili dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır.
Eldeki davada toplanan deliller ve dosya kapsamına göre, 1975 yılında mirasçılar arasında harici taksim yapıldığı,davacı yana Keçiörende bir daire eşine araba ve ayrıca bir miktar para verildiği,davacının okur yazar sayılabilecek derecede öğrenim gördüğü,söz konusu vekaletnamede iptal konusu taşınmazların teker t; eker sayılarak özellikle bu parsellerin satışına yetki verildiği, vekaletnamenin davacıya okunduğu ayrıntılarıyla açıklandığı; davacının davalı İbrahim'e verdiği önceki vekaletnamenin halen geçerliliğini koruduğu anlaşılmaktadır.
Değinilen delillerin değerlendirilmesinden davacının hata,hileye düşürüldüğü ve vekaletin kötüye kullanıldığı sonucunu çıkarma olanağı yoktur.
Hal böyle olunca;kanıtlanmayan davanın reddine karar verilmesi gerekirken,aks ine düşüncelerle yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün belirtilen nedenlerden ötürü HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA,peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine 16.5.1997 tarihinde yürürlüğe giren Av.ücret tarifesinin 14.maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için; 20.000.000 lira duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına 6.10.1998 tarihinde oybirliğiyle karar, verildi.