 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E. 1996/16152
K. 1997/631
T. 22.1.1997
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
KARAR ÖZETİ : Miras bırakan sağlığında, mirasçılarının tümünü kapsayan ve kabul edilebilir ölçüde hak dengesini gözeten bir paylaştırma yapmış ise; mal kaçırma kastından söz edilemez ve 1.4.1974 tarih ve 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararı uygulama yeri bulamaz.
(818 s. BK. m. 18, 213)
(743 s. MK. m. 634)
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan iptal ve tescil davasının yapılan yargılamasında, mahkemece davanın reddine dair verilen kararın, davacı vekilleri tarafından temyizi üzerine dosya incelendi, tebligat gideri verilmediğinden duruşma istemi reddedildi, gereği görüşülüp düşünüldü:
Uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliğin itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada, miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak; mirasçısını, miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.
Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1.4.1974 tarih, 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere, görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmeside Medeni Kanunun 634, Borçlar Kanununun 213 ve Tapu Kanununun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirascılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçensizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.
Hemen belirtmek gerekir ki, bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tesbiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan, bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun için de; ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.
Somut olayda davalı, miras bırakanın davacıya da iki parça taşınmazını temlik ettiğini savunmuştur. Gerçekten, miras bırakan sağlığında, hak dengesini gözeten kabul edilebilir ölçüde ve mirasçılarının tümünü kapsar bir paylaştırma yapmış ise; mal kaçırma kastından söz edilemeyeceği ve 1.4.1974 tarih, 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulama yeri bulamayacağı kuşkusuzdur.
Hal böyle olunca, davalının savunmasının incelenmesi, savunma kayden doğrulandığı takdirde davanın reddedilmesi, aksi halde, toplanan delillerin kabule elverişli bulunduğunun gözetilmesi suretiyle iptal ve tescile karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ve yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.1.1997 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.