 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E. 1995/7198
K. 1995/5382
T. 11.4.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
KÜLTÜR VE TABİAT VARLIKLARI
KORUMA ALANI
SİT ALANI
ÖZEL MÜLKİYET KONUSU
(Araştırma biçimi)
KARAR ÖZETİ Yasakoyucu; koruma alanlarının aksine olarak, sit alanlarında zilyetlikle veya diğer bir mülkiyet belgesiyle mülk edinilmesini yasaklamamıştır. Bunun için sit alanının, aynı zamanda kültür ve tabiat varlığı ve koruma alanı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması gerekir. Koruma alanı ise; zilyetliğe değer verilmemesi çekişmeli taşınmaz. koruma alanının dışında fakat sit alanının içerisinde kaldığı takdirde sit'in; tarihi arkeolojik, doğal veya kentsel sit niteliği üzerinde durulmas. Belirlenen sit çeşidine ve taşınmazın konumuna göre kişinin zilyetliğinin ve çekişmeli yerin özel mülkiyete geçmesinin sit açısından bir sakınca yaratıp yaratmadığının araştırılması; gerektiğinde bu yönde uzman bilirkişilerden rapor alınması, koşulların zilyet yararına gerçekleşmesi halinde MK. nun 639/1 ve 3402 sayılı Kadastro Yasasının 14. maddesinde öngörülen zilyetlikle mülk edinmeye ilişkin öteki hususların bulunup bulunmadığının saptanması zorunludur.
(2863 s.KTVK.m.3)
(743 s. MK. m. 618,639/1)
(3402 s. Kadastro K. m. 14)
Davacı tarafından, davalı aleyhine açılan tapu iptali ve tescil davasının yapılan yargılamasında, mahkemece davanın kabulüne dair verilen kararın davalı vekili tarafından duruşmalı temyiz edilmekle; dosya incelenerek gereği görülüşüp düşünüldü:
Bir ülkenin coğrafi zenginliklerinin, tarihi ve kültürel değerlerinin başında, kültür ve tabiat varlıkları gelir. Bunların korunması ve sonraki nesillere aktarılması için devletlere, özel ve tüzel kişilere büyük görevler düşmektedir. Bu amaçla, tüm çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi hukukumuzda da bu konu üzerinde gittikçe artan bir hassasiyetle durulmuş, birbirlerini izleyen çeşitli yasalar ve tüzükler çıkarılmıştır. Bunlardan ilki, 1O.4.1322 (29 Sefer 1324) tarihinde kabul edilen Asarı Atika Nizamnamesi'dir. Sözkonusu Nizamname'nin 4. maddesinde; her türlü abideler, menkul ve gayrimenkul asarı atika hükümet malı sayılmış, gayrimenkul niteliğindeki asarı atikaların kullanılmaları kesin olarak yasaklanmıştır. Ancak, sit alanları hakkında herhangi bir hüküm getirilmemiştir.
Adı geçen Nizamnameyi yürürlükten kaldıran 25.4.1973 tarih ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanununun 1. maddesi ise; "sit"leri taşınmaz eski eserler arasında saymış, 3. maddesinde; bütün taşınır ve taşınmaz eski eserlerin devletin malı olduğunu bildirmiştir. Aynı Yasanın 10. maddesi ile de "korunmaları lüzumu tesbit ve ilan olunan her çeşit eski eser tarihi ve tabii anıtlar ile bunlara ait korunma sınırları dahilindeki emlak ve araziye yeniden imar ihya hakkı tanınmaz ve tapu verilmez" kuralı kabul edilmiş, bu kurala paralel bir hüküm içeren 15. maddede ise önceki zilyetlik hakları korunmuştur.
Hemen belirtmek gerekirki, gerek Asarı Atika Nizamnamesi'nde, gerekse Eski Eserler Kanununda, kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanları ile sit alanlarının kesin bir ayrımı yapılmamış, statüleri belirlenmemiştir.
21.7.1983 tarih ve 2863 sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu ise, bu yönde çıkarılan tüm kanunları yürürlükten kaldırmış, 3. maddesiyle yeni kavramlar ortaya koymuş, sit alanları ile kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarını tarif ederek kesin ayrımlarını yapmıştır. 5. maddesinde, taşınır ve taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarını Devlet malı saymış, 11. maddesinde, bu varlıklar ile koruma alanlarının zilyetlik yoluyla iktisap edilemeyeceklerini hükme bağlamıştır.
Değinilen Nizamname ve Yasa hükümleri bir arada ve topluca değerlendirildiğinde, Asarı Atika Nizamnamesi'nde ve 1710 sayılı Eski Eserler Kanununda, zilyetlikle mülk edinilmesi yasaklanan yerlerin, 2863 sayılı Yasada tanımı yapılan kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanlarına tekabül ettiğinin, öngörülen kurallarda bir paralellik bulunduğunun kabulü gerekir.
Bilindiği üzere Anadolu, tarih boyunca çok çeşitli medeniyetlere sahne olmuş, doğal, arkeolojik, jeolojik güzellikler ve zenginliklerle doludur. Bu nedenle "sit" alanları geniş sahaları kapsamakta, bazı bölgelerde oldukça uzun zaman önce kurulan yerleşim yerlerini hatta kentleri içerisine almaktadır. Kültür ve tabiat varlıkları ve bunların koruma alanları ise genellikle daha küçük alanlarda kalmaktadır. Bu itibarla "sit" alanlarında zilyetlikle mülk edinme yolunun kapanması, toplumun ihtiyaçlarına, yurdun gerçeklerine tamamen ters düşmektedir. O halde, bir yandan geçmişten günümüze intikal eden bizlerin de gelecek nesillere aynen devretmesi gereken ve yerine yenisinin konması imkansız olan bu doğal ve tarihi servetin, diğer yandan da bunlara zarar vermeyecek zilyetliğin korunması zorunluluğu vardır. Nitekim, bu hususları gözönünde bulunduran yasakoyucu koruma alanlarının aksine sit alanların da zilyetlikle mülk edinmeyi yasaklamamıştır. Yargıtay içtihatları, özellikle Hukuk Genel Kurulu'nur'ı30.6.1993 tarih, 1993/16-139 esas, 1993/487; yine 1995/7-211 E-31 8 sayılı kararlarında da sit, alanlarında kalan bir taşınmazın kazandırıcı zaman aşımı yoluyla veya diğer bir mülkiyet belgesi ile mülk edinilebileceği kural olarak benimsenmiş, ancak zilyetliğin sit alanının bütünlüğüne ve bünyesine zarar vermemesi gerektiğine işaret olunmuştur.
O halde; sit alanının aynı zamanda kültür ve tabiat varlığı ve koruma alanı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, koruma alanı ise zilyetliğe değer verilmemesi çekişmeli taşınmaz koruma alanının dışında sit alanının içerisinde kaldığı takdirde sit'in, tarihi arkeolojik, doğal veya kentsel sit yani niteliği üzerinde durulması, belirlenen sit çeşidine dava konusu taşınmazın konumuna göre kişinin zilyetliğinin Ve çekişmeli yerin özel mülkiyete geçmesinin sit açısından bir sakınca yaratıp yaratmadığının, onun bütünlüğünü, doğal ve önceki görünümünü bozup bozmadığının araştırılması, gerektiğin de bu yönde uzman bilirkişilerden. rapor alınması, koşulların zilyet yararına gerçekleşmesi halinde MK.nun 639/1 ve 3402 sayılı Yasanın 14. maddesinde öngörülen zilyetlikle mülk edinmeye ilişkin öteki hususların bulunup bulunmadığının saptanması zorunludur. Somut olayda, yukarda değinilen ilkelere uygun yeterli araştırma ve inceleme yapılmadan noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir. Davalı vekilinin temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine ve 16.5.1993 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekilleri için 750.000 lira duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 11.4.1995 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.