 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 1990/2458
K: 1990/2735
T: 01.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece verilen davanın reddine ilişkin karar yasal süre içerisinde davacı idare vekili tarafından temyiz edilmekle; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı İdare vekili, tapunun 14.6.1950 tarih 39 numarasında Çay
dolması taşlık niteliği ile müvekkili idare adına kayıtlı bulunan ve kadastro sırasında önce demiryolu güzergahı olarak tahdit ve tesbite tabii tutulmayan
tesbit dışı kalan; ancak, sonradan 1118 sayı ile idare üzerine tapuya kaydedilen parsele katılması gerekli çekişmeli 3364 m2. lik yerin, davalı namına tesbiti kesinleşen 1790 sayılı parselin kapsamında bırakıldığını ileri sürmüş; iptal ve tescil istemiştir.
Gerçekten; davada dayanılan tapu kaydının 1947 senesinde (demir yolu
döşenmesi için) davacı idarece yapılan kamulaştırma işlemi esas alınarak oluşturulduğu ve haritaya bağlandığı; istimlak ve intifa hakkının idareye ait
olmakla üzere Çay dolması taşlık arazi niteliğiyle Hazine adına tapuya kaydedildiği, 1950 yılındada mülkiyet hakkının Hazine'ce intifa hak sahibi
davacı idareye devredildiği kayden sabittir. Bunun yanı sıra, tapu kapsamında
kalan arazinin önceden kamulaştırılmış olmasından ve kamulaştırılma amacından ötürü kamuya tahsisli hizmet malları arasına girdiği de anlaşılmaktadır. O halde, kamunun genel yararlanmasına tahsis edilmiş anılan türdeki arazinin, belli bir süre (on yıllık süre) geçtikten sonra kendiliğinden kişi yararına tasfiyeye tabii olacağı söylenemez. Zira böyle bir kamu malı tahsis biçimi
ortadan kalkmadıkça var olan ve süregelen niteliğini değiştirmez Her nasılsa,
kişi adına sicile geçmesi de onun (kişinin) yararına hukuksal sonuç doğuramaz. Nitekim, "demiryolu güzergahı" niteliğini koruyan arazinin, kadastro sırasında önce herhangi bir işleme tabii tutulmadığı idare adına dahi tesbit görmediği, ancak sonradan (muhtemelen güzergahı koruyabilme ve emniyete alabilmek için) sicile geçtiği de iddia edilmektedir.
Bu itibarla, olayda 3402 sayılı Kadastro Yasasının 1263. maddesinin
uygulanamıyacağı gözetilerek, işin esasının incelenmesi ve sonucuna göre bir
karar verilmesi gerekir.
SONUÇ : Davacı İdarenin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 1.3.1990 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, DDY. İdaresi, Tapulu taşınmazının bir kısmının davalıya ait 1790 sayılı parsele katılarak, kadastro tesbiti yapıldığını ileri sürmüş, iptal ve tescil istemiştir.
Davalı da, anılan parselinin tesbitine dayanak olan tapu ile savunmuştur.
Bu tutanak, 1971 yılında kesinleşip tescil edildiği ve temyize konu dava da 1989 yılında açıldığı için Mahkemece 3402 Yasanın 12/3. maddesine dayanılarak hak düşürücü süre yönünden dava reddedilmiştir.
Bize göre bu hüküm, yasanın diline ve yasa koyucunun amacına uygundur ve
doğrudur.
Sayın Çoğunluk, kanımızca Yüce Hukuk Genel Kurulu'nun "E:1988/825,
K:1988/964 sayı ve 23.11.1988 günlü" kararından esinlenmiştir (Yargıtay
Kararları Dergisi, Cilt: 15, Nisan- 1989, Sayı : 4, Sahife: 464'te
yayınlanmıştır).
Oysa, Yüce Genel Kurulun anılan kararı incelendiğinde, görülecektir ki; 3402 sayılı Yasanın 16/C maddesinde sayılan, "tescil ve sınırlandırmaya tabi olmayan" taşınmazlar hakkında on yıllık hak düşürücü sürenin sözkonusu olmayacağı "içtihat" edilmiş, Kadastro Yasasının 12/3. maddesinin ne tür taşınmazlar için uygulanacağı açıkca belirtilmiştir.
Somut olayda ise, dava konusu taşınmaz, istek davacı, ister davalı adına olsun kadastro tarihinden önce tapu siciline kayıtlıdır. Sözü edilen 16/c maddede sayılan taşınmazlarla ilgisi yada benzerliği yoktur.
Çekişmeli yerin hangi tapu kapsamında bulunduğu henüz belli olmadığı için
her iki tarafın kadastro tesbitlerine dayanak tapularının, hak düşürücü süre
yönünden incelenip değerlendirilmesi gerekir.
Davalının tapusu 1299 yılından gelmektedir. Davacı İdarenin tapusu ise,
3.6.1947 yılında kurulmuş ve buna ilişkin taşınmaz önce Hazine'nin (ÖZEL MÜLKÜ) olmuş, önce intifa hakkı, sonra da tam mülkiyeti DDy.'na devredilmiştir. Kökeninin ise Sultan Hamit'ten özel yasa ile Haizneye geçen, ifraz edilerek dağıtıma tabi tutulan yerlerden bulunduğu güçlü bir olasılıktır. Cinsi hanesine (Çay dolması taşlık arazi) yazılması görüş aykırılığının kaynağını oluşturmuştur.
Davacı İdare, çekişmeli taşınmazın Devletin hüküm ve tasarrufu altında
bulunan yerlerden olduğu iddiası ile gelmiş değildir. Özel mülkiyetindeki tapulu yerinin davalı adına kadastro tesbiti yapıldığını ileri sürmektedir. Tapusunun ilk tesisinde (Çay dolmaası, taşlık arazi)den sözedilmesi demekki özel mülkiyeti engellememiş, önce Hazine sonra da DDY . adına tapu siciline özel mülk olarak geçmiştir. Onun içindir ki, taraflar arasında bu yön uyuşmazlık konusu yapılmamıştır.
Taraflar, tapu kayıtlarına dayandıklarına ve davada tapu ile oluşan kadastro kaydının iptali, (kadastrodan önceki bir nedene dayanılarak) istenildiğine göre dava niteliği bakımından hak düşürücü süreye bağlıdır.
Gerek Genel Kurul Kararı, gerekse, tapu sicilindeki sözcükler zorlanarak yasa koyucunun amacı ve 3402 sayılı Yasanın getirdiği kurallar gözden uzakta tutulamaz.
Yukardan beri sözünü ettiğimiz Hukuk Genel Kurulu kararına karşı olan
düşüncelerimizi açıklarken anlatmak istediğimiz gibi, Mahkeme önüne gelen
Vatandaşlarla Devletin eşit sayılması kuralı, insan dehasının yarattığı en görkemli bir hukuk abidesidir. Her ikisi de tapu ile gelmişler (Kişi için hak düşürücü bir süre var. Devlet için yok) düşüncesi bu ana kuralı yıkar, yok eder, Devlete, hukuka olan güveni sarsar. Yasa koyucunun (tasvfiye amacını/ bir tarafa iter.
Yürürlükten kaldırılan 766 sayılı Yasanın 31/2. maddesinde deyimini bulan
(sicilillerde belirtilen haklara) sözcüklerini, 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3. maddesine bu kez /tutanaklarda belirtilen haklara) olarak, değiştirilip alırken, yasa koyucu, hak arama özgürlüğünün kasıtlanması yönünden iradesini kamu ve özel mal ayırımı gözetilmeksizin, her türlü taşınmaz malları kapsar biçiminde ortaya koymuştur.
Yasa önünde vatandaşlarla Hazinenin eşit olacağı ilkesi 766 sayılı Yasada
korunmuş değildir. 3402 sayılı Yasa bu eşitsizliği ortadan kaldırmayı amaçlamış, gerekçesinde de aynen; (özellikle Devlet ve vatandaş arasında demokratik Hukuk Devleti fikrine uygun eşitlik getirildiği) açıklanmıştır.
SONUÇ : Dava, sınırlandırmaya yada tesbit dışı bırakma işlemine değil, 1299 tarihli bir tapuya dayanılarak yapılan ve 1971 yılında kesinleşen kadastro TESBİTİNE yöneliktir. İddianın dayanağı da özel mülk tapusudur.
Açılış tarihine ve kadastro öncesi nedenine göre dava hak düşürücü sürenin
geçmesinden ötürü dinlenemez. Bu yön kamu düzeni ve yasanın tasfiye amacı ile doğrudan bağlantılıdır. Davanın reddedilmesi saptanan hukuksal olgulara ve
yasaya uygundur. Hükmün onanması gerekceği düşüncesindeyim.