 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 1989/13723
K: 1989/15212
T: 18.12.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, Yerel Mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacının vasisi tarafından yasal süre içerisinde temyiz edildiğinden dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı Osman, dava konusu 17 parça taşınmazını 2.8.1983 günü 728.000 TL. karşılığında ve vekili olan Cihat aracılığı ile vekilinin oğlu olan davalı Hüseyin'e satmıştır.
Adı geçen davacı, 21,5,1987 günü vesayet altına alınmış ve kendisine Havva, vasi atanmıştır. 17.7.1987 günü açılan temyize konu bu davada, davacının vasisi, Havva vekili Osman'ın satış için düzenlediği vekaletname tarihinde "hukuki ehliyetten yoksun olduğunu" ileri sürmüş, salt bu hukuksal nedene dayanarak iptal ve tescil istemiştir.
Adli Tıp Kurumu Başkanlığı 4. İhtisas Şubesi'nden alınan 21.7.1989 günlü raporda; davacı Osman'ın vekaletnamenin düzenlendiği tarihde "hukuki ehliyete sahip bulunduğu" bilimsel verilere dayanılarak açık ve kesin bir biçimde ortaya konmuştur. Böyle bir rapor karşısında olayın, anılan Başkanlığının Genel Kurulu'na götürülmesini gerektirecek ve Adli Tıp Yasasından öngördüğü koşullar oluşmamıştır.
SONUÇ : Hal böyle olunca, hukuki nedeni kanıtlanamayan davanın reddedilmesinde bir isabetsizlik yoktur. Davacı vekilinin temyiz itirazları yerinde değildir. Reddeyle hükmün ( ONANMASINA), oyçokluğu ile 18.12.1989 tarihinde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı, davasının dayanağını oluşturan tüm olayları (vakıaları) dava dilekçesinde bildirmekle yükümlüdür (HUMK.m.179/1). Hakim, davanın sınırlarını çizen bu olaylarla bağılıdır ve bunlar hakkında inceleme yapabilme durumundadır. Ancak, bildirilen olaylara uygulanacak hukuk kuralının (yasa hükmü) bulmak tamamen hakimin işidir. Diğer bir anlatımla, maddi olayları bildirmek yanlara, hukuksal nitelendirmeyi yapmak hakime aittir (HUMK.m.76) Hemen belirtmek gerekirki, davada ileri sürülen olaylar belirsiz (müphem) veya çelişik olmamalı, kendi içerisinde tutarlı bulunmalıdır. Aksi takdirde hakim belirsiz veya çelişik gördüğü iddia ve sebepler hakkında açıklama (izahat) isteyebilir (HUMK.m.75/II). Yasa hükmünde "isteyebilir" denilmekte isede; bunu yalnızca hakime tanınan bir yetki şeklinde değil, aynı zamanda hakime verilen bir ödev olarak anlamak gerekir. İzatah istenebilir. "Sebepler" denirken de "vakıaların" amaçlandığı açıktır. zira, "Hukuki sebepler" kavramı farklılık arzeder. Hukuki sebepler, davacının netice-i talebini (istem sonucunu) haklı göstermek iin dava dilekçesinde bildirdiği olayların hukuki niteliği veya hukuki tavsiidir. Elbette, dilekçede hukuki sebeplerdende sözedilecek ve bunlar özetlenecektir. Fakat, bunun yapılmamış olmasının bir müeyyideside yoktur. Yukarıda değinildiği üzere hakim, Türk Kanunlarını re'sen uygulamakla yükümlüdür. Türk Kanunlarını re'sen uygulamak ise; bidirilen olaylara göre uyuşmazlığı çözecek olan hukuk normunu, yani hukuk kuralının (kanun hükmünü) bulmak, başka bir deyişle, bu olayların hukuki sebebini tayin etmek demektir. Bilimsel görüşler ve yargısal kararlar bu doğrultutadır. Esasen, hüküm bildirilen hukuki sebeple bağlıda değildir.
Somut olayda davacı, (.... Ekim/1980 tarihinde kafasına isabet eden mermi çekirdeği ile akıl hastalığına duçar olduunu, bu durumdan yararlanan yakın akrabaları baba-oğul davalıların, kendisinden vekaletname alarak, çekişmeli 17 parça taşınmazlarını, davalı babanın "vekil Cihat'ın" diğer davalı oğlu Hüseyin'e satışlarının yapılmışcasına temlik ettiğini, bunun yolsuz bir tescil olduğunu....) ileri sürmüş; temlik işlemin iptali ile kayıtların eski hallerne getirilmesini (adına tescilini) istemiştir. Gerçekten, iptal istenirken ehliyetsizlikten sözedilmiş ve ehliyetsizlikte sabit olmamıştır. Nevarki, davacının davada ileri sürdüğü olaylarda belirsizlik veya çelişki yoktur. Aksine, dava dilekçesi maddi olaylar yönünden kendi içersinde tamamen tutarlıdır. Tartışmaya açık bulunan husus, böyle bir olayın vekaletin kullanılma biçimine yada aşamasına yansıtılık, yansıtılamayacağı noktasında odaklaşmaktadır. Görüşümüze göre buna olanak vardır. Çünkü, iddia temliki işlemde kullanılan vekaletnameyi geçersiz kılan neden (ehliyetsizlik) yanında, vekaletnamenin kullanılış biçmindeki yolsuzluğa içermektedir. Ehliyetsiz kişiden vekalet alındı ve onun bu durumundan yararlanılarak yolsuz bir tescil yapıldı iddiası; olayda kötüniyetli davranış içine girildi anlamını taşır. Kötüniyet iddiası da, vekaletin kullanılış biçimine de yansız ve bu aşamayı da kapsar.
Öte yandan, BK.nun gerek temsile, gerekse vekalet aktine yönelik hükümlerinden anlaşılacağı üzere, vekaleten temsil yetkisi kural olarak vekalet verenin yararına kullanılmalıdır. Eğer vekil, vekaletnameye dayalı temsil yetkisini kasten vekalet verinin zararına yada iş ve elbirliği yaptığı saptanır başka birinin yararına kullandığı takdirde, yapılan işlem, temsil yetkisinin sınırları içersinde kalmış olsa bile, vekalet verini (temsil olunanı) bağlamaz. Böyle bir davranışıyla vekil, vekalet görevini kötüye kullanmakta, yetkisini kötüye kullandığını bilerek vekil ile sözleşme yapanda hakkını kötüye kullanan kişi durumuna düşmektedir. Değinilen ilkeler, öğretide ifade edildiği gibi, (Prof.Dr.T. Esener, Temsil; 1961, Sahife; 85 ve Borçlar Hukuku; 1963, Sahife 255 vd.) Federal Mahkeme ve Yargıtay Kararlarında da vurgulanmış bulunmaktadır (Hukuk Genel Kurulu'nun 13.2.1974 tarih, 524/103 ve 16.11.1979 tarih, 582/1371 sayılı kararları).
O halde, olayda vekaletin kötüye kullanılmasına ilişkin hukuksal kuralların da yeni bir davaya gerek olmaksızın uygulama yeri bulabileceği gözetilerek, bu yolda da değerlendirme yapılması ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, iddianın salt ehliyetsizliğe dayandırıldığı ve bununda sabit olmadığı gerekçesiyle davanın reddedilmesi doğru değildir. Belirttiğimiz nedenlerden ötürü hükmün bozulması gerektiği görüşünü taşıdığımdan sayın çoğunluğun kararına katılamıyorum.