 |
T.C.
YARGITAY
1. Hukuk Dairesi
E: 1988/6695
K: 1988/10273
T: 04.10.1988
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasında görülen davada; Davacı, davalıya satış suretiyle temlik edilen Heybeliada 72 ada, 4 parsel taşınmazdaki 3/4 pay kaydının yolsuz tescil hukusal nedeniyle illetli olduğunu ileri sürerek iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur. Davalı, davanın reddi gerektiğini savunmuştur.
Mahkemece, verilen iptal ve tescilen ilişkin karar yasal süresi içinde duruşmalı inceleme yapılması isteğiyle davalı vekili tarafından temyiz edilmekle; dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, hacir altındaki Gülseren'e vesayeten yapılmış olan pay temlikinde (satışında) Sulh Hukuk Mahkemesinde izin alınmış olmasına karşın, Asliye Hukuk Mahkemesinin onayının sağlanamadığını, bu yasal noksanlığın ise satışı yok hükmünde kıldığını ileri sürmüş, 3/4 paya hasren iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.
Mahkemece, uyuşmazlığın çözümünden salt MK.nun 388/2. maddesi hükmü esas alınmış ve (..Asliye Hakiminin tasvip kararı olmadıkça, mahcura ait bir gayrimenkul satışının mümkün bulunmadığı, bu unsuru taşımayan satışın yoklukla illetli olduğu..) gerekçesine dayanılıp, davanın kabulüne karar verilmiştir. Kuşkusuz, gerçek anlamda vesayetin sözkonusu olduğu hallerde değinilen gerekçe doğrudur ve yasaldır. Nevar ki, olayda Gülseren akıl hastalığından ötürü hacir altına alınınca, kendisine annesi Münevver'in vasi tayin edilmesi kararlaştırılmıştır. Bu durum karşısında, MK.nun 369. maddesi hükmünün gözardı edilemiyeceği açıktır. Başka bir deyişle uyuşmazlığın asıl çözüm maddesi, 369. madde olmak gerekir.
Bilindiği üzere, anılan maddenin son fıkrası (Reşit olan evlat hacredildikte, vesayet altına alınacak yerde aslolan velayet altına konulmaktır) şekliyle ifade edilmiş bulunmaktadır. Bu hükmün buyurucu nitelikte olduğu açıktır. Hal böyle olunca, vasi tayin kararı, velayet altına konulma anlamında değerlendirilmelidir. Nitekim, dosyaya örnekleri ibraz edilen Yargıtay özel daire kararları da bu doğrultuda yorum getirmişlerdir. Esasen, mehaz madde (Reşit çocuklar hacredildikte, vesayetin yerine kaldeten velayat kaim olur..) şeklinde dilimize çevrilmiştir. (Dr. A. Egger, Medeni Kanunun Şerhi, Volf Çernis Çevrisi, shf.302). Öte yandan, MK.nun 268 ve 269. maddeleri ile ilgili Türkiye büyük Millet Meclisi'nin 27.1.1929 tarih 542 sayılı yorumunda "Anılan maddelerinin açık hükmü karşısında velillerin, velayetleri altında bulunan küçüklere ait gayrimerlullerini satmak ve rehin etmek konularında önceden hakimden izin almalarına ihtiyaçları olmadığı, muamelenin yapılmasından sonrada hakime onatmak gibi bir işlemin gerekmediği" öngörülmüştür.
Kaldı ki, olayda, satış işlemini gerçekleştiren annenin velayet hakkını kullanmaya ehil ve müktedir bir kimse bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunun yanısıra, mahcur adına bankaya yatırılmış satış parasının, annesi tarafından çekilerek, tümü kızına ait olmak üzere yeni bir taşınmaz alımı için sarfedilmek istenildiği, yeni taşınmazın alımında satış vaadi sözleşmesine bağlandığı saptanmıştır.
SONUÇ : O halde, yukarıda belirtilen ilke ve olğular ve özellikle MK.nun 369/son maddesi hükmü gözetilmek suretiyle davanın reddedilmesi gerekirken, yazılı şekilde iptale karar verilmesi isabetsizdir. Davalının temyiz itirazı yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi gereğince (BOZULMASINA) ve peşin alınan harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.10.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.