 |
T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
E: 1990/4379
K: 1991/1731
T: 21.02.1991
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Davacı Hazine tarafından, davalılar aleyhine 20.10.1987 ve Sefer tarafından da 20.10.1988 günlü dilekçeler ile karşılıklı olarak tescil istenmesi üzerine, davalar birleştirilerek yapılan duruşma sonunda; Hazinenin davasının reddine ve Sefer'in davasının kabulüne dair verilen 25.8.1989 günlü hükmün Yagrıtay'ca incelenmesi davacı-davalı Hazine tarafından istenilmekle; süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek, gereği düşünüldü:
KARAR : Dosya münderecatına, kararın dayandığı delil ve gerekçelere, Medeni Kanunun 639 ve 3402 sayılı Kanunun 14. maddesindeki koşulların davacı-davalı Sefer lehine gerçekleştiği belirlendiğine, dava konusu taşınmazlar için daha önce açılan ve atiye bırakılan davaya ait karar kesin hüküm teşkil etmediğinden 19.10.1990 gün ve 3/5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı aksine yorumlanamayacağına göre, Hazinenin davasının reddine ve karşılık davanın kabulünde isabetizlik görülmemiştir.
SONUÇ : Temyiz itirazlarının yukarıda gösterilen nedenlerle reddi ile hükmün ONANMASINA, Harçlar Kanununun 13/J maddesi gereğince harç alınmasına yer olmadığına, 21.2.1991 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Davacı Hazine temsilcisi, evvelce ölü Osman'ın tereke mümessili Sefer tarafından açılan tescil davası ile 18 parça taşınmazın tescilinin istendiğini, ancak 1617 sayılı Yasa ile değiştirilen 766 sayılı Yasanın 33. maddesi uyarınca getirilen kısıtlama nedeniyle 6 parça taşınmazın tescil isteminden zorunlu olarak dönüldüğünü ve böylece anılan yasalar uyarınca bu 6 parça taşınmazın Hazineye kaldığını ileri sürerek Hazine adına tesciline karar verilmesini istemiştir.
Yerel mahkeme davayı reddetmiş ve temyiz incelemesi sırasında Dairemizde çoğunluk kararının onanması görüşünde birleşmiş isede bu görüşe katılmak olanaksızdır.
Şöyleki; 1617 sayılı Yasanın 20. maddesi ile 766 sayılı Yasanın 33. maddesi değiştirilip zilyetlikle toprak edinmede sınırlama getirilmiştir. Getirilen sınırlama bir amacı vurgulamaktadır. Şöyleki, yasa yapıcı daha sonra, yani gelecek yıllarda artan nüfus nedeniyle topraksız çiftçi ailelerine verilebilecek bir rezervin Hazinede bulunmasının zorunlu olduğunu gözönüne alıp, toprakların mahdut ellerde birikmesinin sakıncalı olacağını bilerek ve bu nedeni esas alarak çıkardığı yasalarda kısıtlama yoluna gitmiştir. işte halen uygulanan 3402 sayılı Yasaya da aynı amaçla hüküm konulmuştur.
Bu Yasanın 14. maddesi, kuru toprakta 100 dönüm, sulu toprakta 40 dönüm olarak edinilebilecek miktarları belirlemiştir.
İşte, 1617 sayılı Yasanın 20. maddesi ile aynı amacın gerçekleşmesine çalışılmış ve bir tapulama bölgesinde tek parça olarak 20 dönüm ve toplam 50 dönüm olmak üzere zilyetlikle kazanılabilecek miktarı saptamıştır. Bu madde uyarınca açılmış tescil davalarında kişiler ve kurumlar bu miktarı aşan bölümler için zorunlu olarak davayı ya müracaata bırakmışlar veya vazgeçme açıklamasında bulunmuşlardır. Olayın özü şudur. Belgesiz olarak salt zilyetlikle kazanılabilecek miktarın ötesine geçilemeyeceğine göre, ister duruşmada vazgeçme yoluna gidilsin, ister müracaata bırakılsın bu hukuki olarak aynı yasa maddesinin gereği ve aynı nitelikte sonuç getiren bir olgudur.
Sonuç şudur; belli miktarın ötesindeki taşınmazlar zilyetlikle kazanılamaz ve bu fazla kısımlar bu yasa gereği Hazineye geçer. Eğer fazla kısımlar kesildiğinde Hazineye ait olmayacaksa, kısıtlama getiren yasa hükmünün anlamı nedir? Bu amir hüküm bu amacı gerçekleştirmek için konulmuştur. Aksi halde bu maddeler boşlukta kalır ve (abesle iştigal) edilmiş olur.
Demek ki, yasanın tanıdığı miktar aşılamaz, istenilipte verilmeyen ve kesilen kısımlar Hazineye kalır ve zilyetlik de o anda hukuken sona erer. Kişinin fiilen o yerlerde zilyetliğini sürdürmesi artık yasal değildir ve gelecek için BİR HAK OLUŞTURMAZ.
19.10.1990 tarih, 3/5 sayılı İnançları Birleştirme Kararı kesin hükmü esas almıştır. Kısıtlama konusunu içeren kesin hüküm kavramına göre, açılıp bitirilmiş bir davada ister vazgeçme beyanı ile ister müracaata bırakma yolu ile olsun bırakılan kesimin yani tesciline olanak bulunmayan ve yasa gereği Devlete geçen taşınmazların o davanın kapsamı içinde düşünülmesi gerekir. Yasa emri uyarınca alamıyacağı kesin olan bölümler için, bir davacının duruşmada vazgeçtim demesi ile, bir başkasının müracaata bırakıyorum demesi arasında getirdiği sonuç itibariyle bir fark yoktur. Eğer bu olgu farklı sonuç sağlıyacaksa, yasaya karşı hile yolunu uygulayan kişinin kazançlı çıkması diğerinin mağdur olması sonucu kendiliğinden oluşur. İnançları birleştirme kararını geniş yorumlamalı ve özellikle bu tür olayları da kapsamına aldığı düşünülmelidir.
Tarafı aynı, konusu aynı bir davada özellikle uygulanan kısıtlayıcı yasanın amir hükmü ve amacı gereğince zorunlu olarak terkedilmesi gereken toprak parçası için verilen kararda vazgeçmenin veya müracaata bırakmanın, değişik sonuç getireceğini düşünmek ve kabul etmek olanaksızdır.
Kaldıki, 3402 sayılı Yasanın 18. maddesinin 2. fıkrası açıkça; (kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmaz mallar tapuda kayıtlı olsun, olmasın kazandırıcı zamanaşımı ile iktisap edilemez) hükmünü getirmiştir.
1617 sayılı Yasanın 20. maddesi uyarınca kazanma sınırını aşan topraklar dava konusu olup kesildiğinde işte bu yasa gereği Devlete kalan taşınmaz mallar cümlesindedir. Zira, belli bir yasa gereği ayrılıp Hazineye bırakılmıştır.
Şöyleki, kısıntıyı sağlayan yasanın amacı belli bir miktarın dışındaki taşınmazları yukarıda açıkladığım nedenlerle Devlete kazandırmaktır, işte bunlar da yasa uyarınca Devlete kalan taşınmazlardır. Artık zilyetlikle kazanılamaz.
Eski davanın sonuçlandığı ve hükmün kesinleştiği anda edinme sınırı dışındaki taşınmazlarda zilyetlik sona erer ve bu toprakları Devlete geçer. Bu kesin olguya göre Hazine bu yerler için tescil istesede, istemesede artık bu toprak parçaları üzerinde kişilerin zilyetlik sürdürmeleri onlara edinme hakkı vermez.
766 ve 2613 sayılı Yasaları adeta birletiren ve tek yasa olarak genel kadastroyu içeren 3402 sayılı Yasa, 14. maddesi ile aynı amacı sürdürmüş ve taşınmaz edinmede belli bir miktar belirlemiş fazlasına izin vermemiştir. Demekki aynı amaç yaşatılmaktadır.
Bu uygulama, değinilen inançları birleştirme kararına uygun ve bu kararın içinde düşünülmesi gereken bir olgudur.
Aksine düşünce, yasa yapıcının ve yasanın amacına ters düşer. Kesin hüküm kavramını şekil olarak ele almak yetmez, bu konunun ayrık bir yönü ve şekilden öte içerdiği bir nüans vardır ki oda, kesin hüküm konusu olan davanın içeriği ve uygulanan kısıtlayıcı yasa hükmünün özelliği ile amacıdır. Müracaata bırakılan bölüm yasanın emredici hükmü nedeniyledir. Yoksa kişilerin fedakarlığı veya başka bir nedenle ilgili değildir. Yasanın emredici hükmü kişiler davada bir açıklama yapsada, yapmasada uygulanacaktır.
Uygulanan maddeye göre de o parçalar Hazineye bırakılmaktadır.
Dolayısıyle o davanın içeriğinde yer alan bu olgu sonucu, Hazineye geçen kesimle kişilerin ilgisi kesilir ve zilyetliğe dayalı bir sav artık dinlenmez.
Hazine ise kendisine yasa gereği verilen ilamla bırakılan yerler için tescil isteyebilir. Bu istek de bulunmasa dahi o yerlere sahiptir aksi söylenemez.
Bu sebeplerle, bu davanın kabulü gerekir ve reddedilemez.
SONUÇ : Yukarıda açıkladığım nedenlerle yerel mahkeme kararının bozulması gerektiği inancı ile sayın çoğunluğun onama yolunda oluşan düşüncesine karşıyım, karara katılmıyorum.