 |
T.C.
YARGITAY
14. Hukuk Dairesi
E:1989/3155
K:1990/2983
T:23.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
- TAPU İPTALİ VE TESCİL
- HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
ÖZET: Dava konusu taşınmaz özel mülk niteliğinde olduğundan tapulama tespitinin kesinleşmesiyle davanın açıldığı tarih arasında on yıldan daha fazla bir süre geçmiş olduğundan hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddinde isabetsizlik yoktur.
(766 s. Tapulama K. m. 31/2)
(3402 s. Kadastro K. m. 12/3)
Davacı Hazine vekili tarafından, davalılar aleyhine 7.10.1988 gününde verilen dilekçe ile tapu iptali tescil istenmesi üzerine yapılan duruşma sonunda; hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine dair verilen 19.12.1988 günlü hükmün Yargıtay'ca incelenmesi davacı Hazine vekili tarafından istenilmekle süresinde olduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra dosya ve içerisindeki bütün kağıtlar incelenerek gereği düşünüldü:
Dava konusu taşınmazın kamu malı veya Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olmayıp özel mülk bulunduğu anlaşılmaktadır. Şu haliyle tapulama tespitinin kesinleşmesiyle davanın açıldığı tarih arasında 10 yıldan daha fazla bir süre geçtiğinden gerek yürürlükten kaldırılan 766 sayılı Tapulama Kanununun 31/2 ve 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 12/3 maddesi gereğince ve hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddinde isabetsizlik görülmemiştir.
Sonuç: Temyiz itirazlarının reddiyle yukarıda gösterilen nedenle hükmün (ONANMASINA), Harçlar Kanununun 13/J maddesi gereğince harç alınmasına yer olmadığına, 23.3.1990 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Hazine vekili, taşınmazın Hazine adına eski tapu ile kayıtlı olmasına rağmen tapulama yolu ile davalı adına saptandığını belirterek, davalı tapusunun iptalini Hazine adına tescilini istemiştir.
Yerel mahkeme, 766 sayılı Yasanın 31/2 maddesinde yer alan 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiğini ve 3402 sayılı Yasanın geçici 4. maddesinde yer alan 1 yıllık ek sürenin de burada uygulanamayacağını belirterek davayı reddetmiştir.
Temyiz incelemesi sırasında dairemizde çoğunluk taşınmazın özel mülk olduğundan bahisle 766 sayılı Yasanın 31/2. maddesi ile 3402 sayılı Yasanın 12/3. maddesindeki sürelerin geçmiş olduğundan bahisle davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik olmadığını vurgulayarak kararın onanması düşüncesini benimsemiş isede bu düşünceye katılmak olanaksızdır.
Şöyleki; Taşınmazın öncesi yitik kişilere aittir ve bunlardan Hazineye intikal etmiştir.
3402 sayılı Yasanın 18. maddesinde (Kanunlar uyarınca Devlete kalan taşınmazlar tapuda kayıtlı olsun olmasın kazandırıcı zamanaşımı iktisap edilemezler) denilmiştir.
Dava konusu taşınmaz, yasa gereği yitik kişilerden Devlete kalmış ve bu sebeple Hazine adına tapuya bağlanmıştır. Bu tür taşınmazlar için zilyetlikle kazanma olanağı yoktur, Değinilen yolla Hazineye geçen taşınmazın önceki kullanım biçimi (tarla-bağ-bahçe) olabilir. Bu kullanım şekli yitik kişiler zamanındaki yararlanma biçimini gösterir. Nevarki bu taşınmazlar yitik kişilerce nasıl kullanılırsa kullanılsın, Devlete intikal ettiği anda kamu malı niteliğini kazanır. Devlet için, bu taşınmazın öncesi bağ ise, yine bağ olarak kullanılacak ve özel mülk telakki edilerek kullanımın o şekilde sürdürüleceği yolunda bir kural mevcut değildir.
Bir taşınmaz Devlete geçmeden önce hangi şekilde yararlanmaya tabi olursa olsun Devlete intikal ettiği anda, tapuda yazılı olan cinsi önemini yitirir. Zira Devlet nezdinde taşınmaz kamu malı hüviyetini kazanır. Yani artık topluma mal olmuştur ve Devlet kamunun yararlanma biçimini saptayacak, yani taşınmazı yeniden bir amaca özgüleyecektir.
Kamunun özel bir ihtiyacı için yeni özgüleme olabilir ki o zaman hizmet malı niteliği ile yine kamu malıdır ve bu taşınmazlar niteliğini koruduğu sürece kamu malı olarak, Yüksek Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 986/ 3-987/4 sayılı ve 8.5.1987 tarihli kararına göre, Hazinece açılacak davada 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir.
3402 sayılı Yasanın 18. maddesinde bu tür yerler için zilyetlikle edinme olanağı tanınmamıştır. Zira, niteliğine göre kamu malı kimliğini kazanmıştır. Kamu mallarının zilyetlikle kazanılmasına yer olmayıp, yasa ilede hüküm altına alınmıştır. Eğer kanunlar uyarınca Devlete kalan yerler kamu malı niteliğinde sayılmasaydı, zilyetlikle kazanma olanağı tanınabilirdi. Bu yolun kapanmış olması da bu taşınmazların kamu malı olduğunun ifadesidir.
Taşınmazın kamu malı olması için mutlaka mera yayla gibi Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerden olması gerekmediği gibi, Devlete geçmeden önce yitik kişilerin bağ, bahçe şeklindeki kullanımı da o yeri yine kamu malı olmaktan çıkarmaz.
Aksi halde yitik kişilerden Devlete kalan taşınmazların Hazinenin özel mülkü gibi işlem görmesi gerekirdi.
Oysa uygulamada ve yasalara göre aksine kamu malı olarak işlem görür.
Bu olguya göre kamu mallarının gerçek niteliği değişmeyeceğinden değindiğim Yasa ve İnançları Birleştirme Kara gereğince Hazinenin dava hakkı her zaman vardır ve 10 yıllık hak düşürücü süreye tabi değildir.
Sonuç: Yukarıda açıkladığım nedenlerle yerel mahkeme kararının BOZULMASI gerektiği inancı ile çoğunluğun onama yolundaki düşüncesine karşıyım, karara katılmıyorum.
Ferruh ATBAŞOĞLU
14. Hukuk Dairesi Üyesi