Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E. 1997/11384
K. 1997/1392
T. 25.2.1997

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
KAT KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ
TAPULU TAŞINMAZIN HARİCİ SATIŞI
GEÇERSİZ SÖZLEŞME
DENKLEŞTİRİCİ ADALET
OLUMSUZ ZARAR
 
KARAR ÖZETİ: Kat karşılığı inşaat sözleşmesi, resmi biçimde yapılmamışsa geçersizdir. İnşaat tamamlanmamışsa, sözleşme geçerlik kazanamaz. Yüklenicinin, tapulu taşınmazda haricen yaptığı daire satışları da geçersizdir. Geçersiz olan bu işlemlerden dolayı, alacaklı, yüklenicinin edimini üstlendiğini isbat etmediği sürece, arsa sahibinden talepte bulunamaz.
 
Alacaklının, daire için yükleniciye verdiği parayı, haksız iktisaptan kaynaklanması nedeniyle talep etmesi durumunda, denkleştirici adalet ilkesi gereğince; dairenin, teslim tarihindeki alım gücüne ulaşacak değeri bilirkişilere hesaplattırılmalı, satış bedeli düşüldükten sonra, bunun iadesine karar verilmelidir.
   (743 s. MK. m. 2, 3, 634)
   (818 s. BK. m. 63, 64, 213)
   (2644 s. Tapu K. m. 26)
   (1512 s. Noterlik K. m. 60)
   (YİBK., 10.6.1931 gün ve 2/40 s.)
 
Taraflar arasındaki tazminat davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kısmen kabulüne ve kısmen reddine yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davacı avukatınca temyiz edilmesi üzerine; dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
 
Davacı, arsa sahibi davalı Ahmet ile yüklenici diğer dayalı Fehmi arasında yapılmış olan kat karşılığı inşaat sözleşmesi gereğince yükleniciye isabet eden 3 nolu daireyi, 35.000.000 TL. bedel ödemek suretiyle Fehmi'den 13.4.1990 tarihinde satın aldığını, dairenin sözleşilen tarihte inşaatı bitirilip tarafına teslim edilmediği gibi tapusunun da verilmediğini, daireye ekstra işler karşılığı 11.075.000 TL.'de masraf yaptığını, inşaatın halen % 68 oranında ikmal edilebildiğini, tamamlanmış daire bedelinin 130.000.000 TL. olduğunu, dayalı yüklenicinin bu bedelden sorumlu olması gerektiğini, diğer davalının da ödediği bedel ve yaptığı imalatlar nedeniyle zenginleştiğini öne sürerek, daire bedeli 130.000.000dan 88.400.000 TL.'nın her iki davalıdan müteselsilen bakiye 41.600.000 TL.'nın da davalı Fehmi'den tahsiline karar verilmesini istemiştir.
 
Davalı arsa sahibi Ahmet, bu davada kendisine husumet düşmediğini, geçerli bir sözleşme bulunmadığını, yüklenici Fehmi edimini yerine getirmediği için sözleşmesinin de feshedildiğini beyanla davanın reddine karar verilmesini savunmuş; davalı yüklenici Fehmi ise, davacının sözleşmeyi feshetmediğinden tazminat isteyemeyeceğini, sözleşmede gecikme hali için öngörülen ceza koşulunu isteyebileceğini, fesih halinde de verdiği bedeli geri alabileceğini bildirerek, davanın reddini dilemiştir.
 
Mahkemece, davacının ödediği 35.000.000 TL.'nın davalı Fehmi'den, daireye harcadığı 11.075.000 TL.'nın da davalı Ahmet'den tahsiline, davacının fazla isteminin reddine karar verilmiş; hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
 
1- Davacının, bu davada dayandığı satış ilişkisi davacı ile davalı yüklenici arasında kurulmuştur. Davacı ile davalı Ahmet arasında ise herhangi bir akdi ilişki de bulunmamaktadır. Davacı, davalı Ahmet'in yüklenici Fehmi'nin davacıya olan edimini üstlendiğini davacı iddia ve isbat etmiş de değildir. Bu davalının, davacıya karşı haksız olarak zenginleştiğinin kabulü de olanaksızdır. 0 nedenle, satış bedelinden davalı Ahmet'in sorumlu tutulmamasına ilişkin mahkeme görüşü doğrudur. Davacının Ahmet'e yönelik temyiz itirazlarının reddi gerekir.
 
2- Davalı arsa sahibi ile diğer davalı yüklenici arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi, yasalarımızın öngördüğü şekil koşuluna uygun olarak resmi biçimde yapılmamıştır (MK.nun 634, BK.nun 213, Tapu Kanununun 26, Noterlik Kanununun 60. maddeleri). Öte yandan, yüklenici bu sözleşmede öngörülen edimini yerine getirip inşaatı tamamlamadığı, ancak % 65-68 seviyesine kadar getirebildiği için MK.nun 2. maddesi gözetilerek sözleşmeye geçerlilik tanınması da mümkün değildir. Hal böyle olunca, davalılar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesinin hukuken geçersiz bir sözleşme olduğunun kabulü gerekir. Davacı ile davalı yüklenici arasındaki tapulu taşınmazın satışına ilişkin 13.4.1990 tarihli sözleşme de resmi biçimde yapılmadığından geçersizdir. Diğer taraftan, davalılar arasındaki kat karşılığı inşaat sözleşmesi geçersiz olduğu için, yüklenicinin arsa sahibine karşı doğmuş bir şahsi hakkı yoktur. O nedenle, bu sözleşmenin yüklenicinin şahsi hakkının davacıya temliki sözleşmesi olarak kabulü de mümkün değildir. Hukuken geçersiz olan sözleşmeler taraflarına, geçerli sözleşmelerde olduğu gibi hak ve borç doğurmaz. O sebeple, davacı ancak bu geçersiz sözleşme gereğince davalı yükleniciye verdiği satış bedelini haksız iktisap kuralları uyarınca geri isteyebilir. Bu durumda taraflar arasındaki uyuşmazlığın, haksız iktisap kurallarına uygun çözümlenmesi ve tasfiye edilmesi gerekir. Hukuken geçersiz sözleşmeden kaynaklanan bu nitelikteki bir uyuşmazlığın haksız iktisap kurallarına göre sağlıklı çözümlenip tasfiye edilebilmesi için öncelikle haksız iktisabın kapsamını, tesbitteki ilke ve esasların açıklanmasında yarar görülmüştür.
 
Geçerli bir sebebe dayanmaksızın bir kişinin mal varlığından diğerinin mal varlığına kayan değerlerin iadesi "denkleştirici adalet" düşüncesine dayanır. Denkleştirici adalet ilkesi ise, haklı bir sebep olmaksızın başkasının mal varlığından istifade ederek kendi mal varlığını artıran kişinin, elde ettiği bu kazanımı geri verme zorunda olduğunu ve gerçek bir eski hale getirme yükümlülüğü bulunduğunu ifade eder.
 
İlke böyle olmakla beraber, iade edilecek zenginleşme miktarının tesbit ve hesaplanmasında öğretide birlik olduğu söylenemez. İade edilecek zenginleşme miktar konusunda öğretideki bu ayrık düşünceleri, kısaca "fakirleşme kadar olmalıdır" veya "fiili değer artışı, yani gerçek zenginleşme miktarı ne ise o olmalıdır" veyahut "ihlal edilen hakkın sahibine bahşettiği yararlanma yetkisi ile bağdaşmayan her türlü zenginleşme miktarı kadar olmalıdır" şeklinde özetlemek mümkündür. Olayı çözümlerken, öğretideki bu görüşlerden şüphesiz yararlanılmalıdır.
 
Bilindiği gibi, Ülkemizde yaşanan enflasyon, uzun yıllardan beri yüksek oranlarda seyretmekte ve paramızın değeri (alım gücü) de bununla ters orantılı olarak devamlı düşmektedir. Belli bir miktar paranın verildiği tarihteki alım gücü ile aynı miktar paranın aradan geçen zamana bağlı olarak iade günündeki alım gücünün farklı ve çok daha az olduğu bir gerçektir.
 
Bu güne kadar uygulanan kurallara göre, geçersiz sözleşme gereğince alıcının akit tarihinde verdiği paranın aynı miktarda iadesine karar verilmesi, gerçek hayatta büyük sıkıntılara, tutarsızlıklara, adalete karşı var olması gereken güvenin sarsılmasına neden olmuş, kamu vicdanında haklı eleştiri konusu yapılmıştır. Hukuk kuralları, gerçek hayata uygun olduğu, toplumun adalet ihtiyacına cevap verebildiği sürece hayatiyetini devam ettirip, saygınlık sağlar ve hukuk kuralı olma özelliğini korur. O nedenle hukuk kuralları, görevli organlarca değiştirilinceye, bu konuda yeni düzenlemeler yapılıncaya kadar zedelenmeden gerçek hayata uygun olarak yorumlanıp uygulanmalıdır. Bu görevin ise yargıya ait olduğunda duraksamaya yer yoktur. Nitekim, gerek Yargıtay kararlarında ve gerekse öğretide bu görüşe paralel düşünceler bulunmaktadır. Bu düşüncelerin isimleri farklı ise de varılmak istenen sonuç aynıdır. Akit öncesi sorumluluk kurallarının geçersiz sözleşmelerde de uygulanması gerektiği, geçersiz sözleşmelerden dolayı olumsuz zararın istenebileceği, bu zarar kapsamında kaçırılan fırsat karşılığının da bulunduğu, olumsuz zararın bazı özel durumlarda olumlu zarar kadar dahi olabileceği, MK.nun 2. maddesine göre akdin geçersizliğinin ileri sürülemeyeceği hallerdeki zarar kavramları hep bu zaruretin sonucu ortaya konulan düşünce ve uygulamalardır. Yargının asıl görevi toplumun huzurunu sağlamaktır. Bunun içinde uygulanması gereken kurallar, mevcut yasaların ışığında bu yasa hükümlerine aykırı düşmeyecek şekilde yorumlanıp uygulanmalıdır.
 
BK.nun 63 ve 64. maddeleri, iade borcunun kapsamını fakirleşmenin değil, zenginleşmenin iyi veya kötü niyete dayalı olmasına göre bir ayrım yapmıştır. Haksız zenginleşen, zenginleşmeyi kötü niyetle elden çıkarmış ise elden çıkarmış olduğu bu zenginleşmeyi iade tarihinde olması gereken durumuyla ve tam olarak iade etmekle yükümlüdür. İade borcunun kapsamı tayin edilirken olumlu ve olumsuz zenginleşmenin tamamı dikkate alınmalıdır. Değişik bir anlatımla, haksız zenginleşen kötü niyetli ise elden çıkardığı zenginleşmeyi de elde kalan zenginleşme ile birlikte iadeye mecbur tutulmuştur. Hemen belirtelim ki, zenginleşenin iyiniyetli sayılıp sayılmayacağı, zenginleşmeyi iyi veya kötü niyetle mi elden çıkardığı hususu MK.nun 3. maddesi hükmü uyarınca belirlenecektir. Haksız zenginleşen, elde ettiği yararın geçerli bir sebebe dayanmadığını ve iade ile yükümlü olduğunu biliyor veya bilebilecek durumda ise iyiniyetli sayılmayacaktır. Kural olarak iade alacaklısı, iade borçlusu zenginleşenin iyiniyetli olmadığını isbat etmelidir. Ne var ki, olayın özellikleri zenginleşenin iyiniyetli olmadığını açıkça gösteriyor ise ayrıca bu yönün isbatına gerek bulunmamalı, iddianın isbat edilmiş olduğu kabul edilmelidir.
 
Hukuken geçersiz sözleşmeler, haksız iktisap kuralları uyarınca tasfiye edilir iken, denkleştirici adalet kuralı hiçbir zaman gözardı edilmemelidir. Bu husus hem hakkaniyetin, hem de gerçek adaletin bir gereğidir. Bu bakımdan iadeye karar verilirken satış bedeli olarak verilen paranın alım gücünün ilk ödeme tarihindeki alım gücüne ulaştırılması ve o şekilde iadeye karar verilmesi uygun olacaktır. Aksi takdirde kısmi iade durumu oluşacak, iadesi dışındaki zenginleşme iade borçlusu yedinde haksız zenginleşme olarak kalacak, iade borçlularının iadede direnmelerine neden olacaktır. Ancak, burada denkleştirme yapılırken bir hususa daha dikkat edilmelidir. İade alacaklısının geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini öğrendiği tarihinde iade kapsamını tesbitte önemli olduğu unutulmamalıdır. Zira, geçersiz sözleşmenin artık ifa edilmeyeceğini bile bile haksız zenginleşmenin iadesini istemeyen alacaklı, zararının artmasına kendisi sebep olacağından bu artan zararını iade borçlusundan isteyememelidir.
 
Tüm bu açıklamalar ışığında somut olaya bakıldığında, davacının 13.4.1990 tarihli harici sözleşme ile bu sözleşme hükümlerine uygun olarak davalı yükleniciye 35.000.000 TL. ödediği, buna karşılık davalının inşaatı bitirerek daireyi davacıya 31.7.1991 tarihinde teslim etmeyi yükümlendiği, davalının bu edimini yerine getirmediği, esasen taraflar arasındaki daire satımına ilişkin bu sözleşmenin geçersiz olduğu açıktır. Dava ise, 30.9.1992 tarihinde açılmıştır. Davalının aldığı satış bedeli nedeniyle haksız olarak zenginleştiği, bu zenginleşmesini davacıya iade etmesi gerektiği de belirgindir. Sorun, bu iadenin kapsamını tayindedir. Davalı, geçersiz sözleşme yapmak, buna rağmen bu sözleşmede kararlaştırılan ödemeleri kabul ederek davacıya güven vermek, dahası davacının bir kısım imalatları yapmasına ses çıkarmamak suretiyle oluşan eylemlerinden dolayı kötü niyetlidir. Davacı da dairenin teslim tarihi olarak kararlaştırılan 31.7.1991 tarihi itibariyle bu geçersiz sözleşmenin ifa edilmeyeceğini bilen veya bilmesi gereken bir kişidir. Şu durum karşısında mahkemece yapılacak iş, davacının davalıya 13.4.1990 tarihli geçersiz sözleşme nedeniyle ödemiş olduğu 35.000.000 TL.'nın 31.7.1991 tarihi itibariyle ulaşacağı alım gücünün (değerinin) ne olabileceği az yukarıda açıklanan ilke ve esaslar ışığında ve gerektiğinde konusunda uzman bilirkişi kurulundan nedenlerini açıklayıcı, taraf ve Yargıtay denetimine elverişli rapor alınarak belirlemek, belirlenecek bu değerden satış bedeli düşüldükten sonra bakiyesine de hükmetmekten ibarettir.
 
Mahkemece belirtilen hususlar gözardı edilerek sadece davacının ödediği satış parasına hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozmayı gerektirir.
 
SONUÇ : 1. bentte açıklanan nedenlerle davacının, davalı Ahmet'e yönelik temyiz itirazlarının reddine, ikinci bentte açıklanan nedenlerle temyiz olunan hükmün davalı Fehmi yönünden davacı lehine (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 25.2.1997 gününde oybirliği ile karar verildi.
 
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini