 |
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E. 1995/145
K. 1995/3339
T. 6.4.1995
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
BEKLENİLMEYEN HAL KOŞULU
İŞLEM TEMELİNİN ÇÖKMESİ
HAKİMİN SÖZLEŞMEYE MÜDAHALESİ
SÖZLEŞMENİN DEĞİŞEN KOŞULLARA UYARLANMASI
ARAŞTIRMA VE UYARLAMA BİÇİMİ
KARAR ÖZETİ: Karşılıklı sözleşmelerde sözleşme yapıldığı sırada edimler arasında var olan denge, sözleşme kurulduktan sonra onun yerine getirilmesi sırasında; harp, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerindeki önemli düşüşler gibi objektif ve olağanüstü olaylar' nedeniyle taraflardan birisi aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. Bu durumda, sözleşmeye bağlılık ile sözleşme adaleti arasında bir çelişki doğar. Hukukta bu zıtlık, (beklenmeyen hal koşulu-sözleşmenin değişen koşullara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır. Uyarlama ilkesi, gelecekte sonuçlar doğuran sözleşmelerde de, derhal ifa ile sona ermeyecek sözleşmelerde de uygulanır. Edimler arasındaki dengenin, olağanüstü olaylar nedeniyle değişmesi yüzünden alt üst olması ve borcun yerine getirilmesinin güçleşmesi halinde 'İŞLEM TEMELİNİN ÇOKMESİ" gündeme gelir. İşte bu bağlamda hakim, Medeni Kanunun 1, 2 ve 4. maddeleri nden yararlanıp; adalet, hakkaniyet, objektif iyiniyet kurallarını gözeterek somut olayın verilerine göre alacaklı yararına borçlunun edinimi yükseltmeye veya borçlu yararına onun tümüyle veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verebilir. Alman Parası olan DM ile karşılığı ödenmesi gereken taksitle taşınmaz satınalma sözleşmesi dolayısıyla yabancı paranın Türk Parası karşısında değer kazandığı edinimi ifa etmesinin çekilmez ve katlanılmaz hale geldiği öne sürülerek, sözleşmenin değişen yeni koşul ve durumlara ayarlanması istenen dava nedeniyle yukarıda açıklanan uyarlama yöntem ve kurallarının ışığı altında mahkemece yapılacak iş; bir maliyeci ve ekonomist bilirkişi aracılığı ile, sözleşmenin kurulduğu günden dava tarihine kadar geçen süre içinde, Ülkemizin yerleşmiş ekonomik koşullarının etkisiyle sözleşmedeki yabancı paranın (dövizin) Türk Parası karşısında normal artışlarla ulaşması gereken değeri bulunmalı, bulunan bu değer sözleşme gereği satıcı yararına kabul edilmeli; daha sonra 1994 yılı başlarından itibaren umulanın üstünde hareket gösteren ve giderek aralıksız şiddetini artıran ekonomik krizin ve bu krize bağlantılı ve zorunluluk altında Hükümetçe alınan bir dizi ekonomik karar ve tedbirlerin tabii sonucu ortaya çıkan; sözleşmedeki yabancı paranın Türk Parası karşısındaki dava tarihi itibariyle şok değer artışı tesbit edilmeli, böylece belirlenecek iki değer arasındaki farklılık miktarının, satım konusu taşınmazın değerine ne oranda değer kazandırdığına ilişkin yapılacak hesaplamalar gözden kaçırılmamalı, bunun yanında sözleşmedeki özel hükümler, satılanın niteliği, kullanma alanı, konumu, bölgede satım parasını etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticari gelişmeler gibi değişiklikler, emsal taşınmazların değeri, vergi ve amortisman giderlerinde ki artışlar somut olayda görülebilen objektif etkenlerle karşılaştırılıp değerlendirilmeli, sonuçta işlem temelinin çöktüğü, sözleşmedeki çıkar dengesinin katlanılamayacak derecede davacı aleyhine bozulduğunun benimsenmesi halinde alıcının ne miktar satım parasından sorumlu olacağı belirlenmeli, böylece sözleşmedeki satım parasının tarafların amacına uygun objektif iyiniyet, hak ve nasafet kurallarının (MK m. 4, 2, 1) elverdiği ölçü ve düzeyde yine yabancı para olarak uyarlanmalıdır.
(743 s. MK. m. 4, 2, 1)
Taraflar arasındaki kredi sözleşmesinin şartlarının uyarlanması davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın reddine yönelik olarak verilen hükmün davacı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmesi üzerine; temyiz dilekçesinin süresinde olduğu saptanarak dosya incelendi, gereği konuşuldu:
Davacı; davalı Bankadan, 22.8.J 990 tarihinde 15700 DM bedelle daire satın alıp, 23550 DM borcun ise 22.11.1990 tarihinde başlayacak 72 ay eşit taksitlere bağlandığını, borcun teminatı olarak 229.650.101 TL. için satım konusu dairenin üzerine ipotek kurulduğunu, Ocak-1994 tarihinde ödediği 2548 DM taksitlerin karşılığı 21.336.000 olduğu halde, 1994 yılı başlarından itibaren ani ve olağanüstü beliren ekonomik nedenler altında yabancı paranın Türk Parası karşısında değer kazanması sonucu 51.469.600 TL. ödemek zorunda kaldığını, böylece edinimini ifa etmesinin imkansızlaştığını, borcunun günün koşullarına intibak ettirilmesine ilişkin talebinin davalıca kabul edilmediğini, sözleşmenin ifasının çekilmez ve katlanılmaz hale geldiğini, işlem temelinin çöktüğünü, davalının bu durumda kendisine aşırı yarar sağladığını öne sürerek, sözleşmenin değişen yeni koşul ve durumlara uyarlanmasını istemiştir.
Davalı; asıl olan sözleşmeye bağlılık ve sadakat olduğunu, serbest iradelerle satış parasının Alman Markı üzerinden ödenmesinin taraflarca kararlaştırıldığını, uyarlama ilkelerinin .uygulanmasının sürekli ve uzun süreli sözleşmelerle sınırlandırıldığını, oysa satın aktinin ani edimli akit olduğunu, nitekim taşınmazın tapusunun ferağına ilişkin edimlerini derhal ifa etmekle aktin son bulduğunu, uyarlama koşullarının oluşmadığını savunmuş, davanın reddini dilemiştir.
Mahkemece; davalının kendine düşen edimini ifa etmesiyle sözleşmenin son bulduğu, uyarlama koşullarının gerçekleşmediği, sözleşmenin kurulduğu 22.8.1990 tarihinden dört yıl sonra davacı yararına sözleşmenin değiştirilemeyeceği, MKE Kurumu'nda üst düzey bürokrat olan davacının altı yıllık sözleşme döneminde gelirinde olacak iyileşmenin yadsınamayacağı, kaldı ki satım konusu dairenin de günün koşullarının etkisi ile değerinin 2.077.088.400 TL. sına yükseldiği ve prim yaptığı kabul edilmiş, davanın reddine karar verilmiştir.
Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir.
Hukukumuzda sözleşmeye bağlılık (ahde vefa-pacta sund servanda) ve sözleşme serbestliği ilkeleri kabul edilmiştir. Bu ilkelere göre, sözleşme yapıldığı andaki gibi aynen uygulanmalıdır. Eş söyleyişle, sonradan çıkan olaylar nedeni ile değişmiş olsa bile borçlu sözleşmedeki edimini aynen ifa etmelidir. Yeri gelmişken hemen belirtelim id, sözleşme serbestliği ilkesi tarafların birbirleri karşısında eşit hak sahibi olarak bulunmalarını gerektirir.
Gerçekte de, sözleşmeye bağlılık ilkesi; hukuki güvenlik, doğruluk, dürüstlük kuralının bir gereği olarak sözleşme hukukunun temel ilkesini oluşturmaktadır. Ancak, bu ilke özel hukukun diğer ilkeleriyle sınırlandırılmıştır.
Sözleşmenin yapıldığında karşılıklı edimler arasında mevcut olan denge sonradan şartların olağanüstü değişmesiyle büyük ölçüde tarafların biri aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir. İşte bu durumda sözleşmeye bağlılık ile sözleşme adaleti ilkeleri arasında bir çelişki hasıl olur ve artık bu ilkeye sıkı sıkıya bağlı kalmak adalet, hakkaniyet ve objektif hüsnüniyet, (MK. md. 4,2) kaidelerine aykırı bir durum yaratır hale gelir. Hukukta bu zıtlık (elausula rebüs sic stantibus-beklenilmeyen hal şartı sözleşmenin değişen şartlara uydurulması) ilkesi ile giderilmeye çalışılmaktadır.
Tarafların iradelerinin etkileyip sözleşme yapmalarına neden olan şartlar daha sonra önemli surette, çarpıcı, adaletsizliğe yol açan olayların gerçekleşmesi ile değişmişse taraflar artık o akte bağlı tutulmazlar, Gerçekte de sonradan bu değişiklikler akdin kurulduğu zaman mevcut olan ve taraflarca kararlaştırılan koşullardan esaslı surette ayrılmaya neden olabilir. Böylece akdin koşulları ile sonradan, ortaya çıkan koşullar artık birbirine uymamakta, akdin kurulduğu anla ifa anı arasında bulunması gereken uyum temelden çöktüğü, bu iki andaki gerçeklerin birbiriyle çeliştiği görülür. Farklı bir anlatımla; bir tarafın borçlandığı edimlerin değerleri son derece yükselirken, karşı tarafın edimi adeta değerini kaybeder, edimler arasındaki denge ve eşitlik ortadan kalkar. Değişen bu koşullar karşısında Medeni Yasanın 2. maddesinden yararlanılarak sözleşmenin yeniden düzenlenmesi gerekir. Borçlunun önceden göremediği, çoğu zaman karşı koyamadığı, olağanüstü olayların etkisini tek başına borçlunun omuzlarına yüklemek, en azından taraflar arasındaki eşitlik ilkesine aykırıdır.
Sözleşmenin edimler arasındaki dengeyi bozan olağanüstü haller, harp, ülkeyi sarsan ekonomik krizler, enflasyon grafiğindeki aşırı yükselmeler, şok devalüasyon, para değerinin önemli ölçüde düşmesi gibi; sözleşmeye bağlılığın beklenemeyeceği durumlar örnek olarak gösterilebilir.
Karşılıklı sözleşmelerde edimler arasındaki dengenin olağanüstü değişmeler yüzünden alt üst olması, borcun ifasını güçleştirmesi durumunda "İŞLEM TEMELİNİN ÇOKMESİ" gündeme gelir. İşte bu bağlamda hakim, somut olayın verilerine göre, alacaklı yararına borçlunun edimini yükseltmeye veya borçlu yararına onun tamamen veya kısmen edim yükümlülüğünden kurtulmasına karar verebilir ve müdahale ederek sözleşmeyi değişen koşullara uyarlar. Öğreti ve yargı kararları sözleşme özgürlüğü ilkesi gereğince tarafların yapmış oldukları akitte, önceden açık veya kapalı olarak koşulların önemli ölçüde değişmesi işlem temelinin kısmen veya tamamen çökmesi halinde; adalet, doğruluk ve dürüstlük kurallarına dayanarak "Akdi Uyarlama' yı kabul etmektedir (Bkz., Kemal Tahir Gürsoy, Hususi Hukukta Clausula Rebus Sic Stantibus, Emprevizyon Nazariyesi, 1 950, Sh: 50 vd.; Kemalettin Birsen, Medeni Hukuk Dersleri, 1945, Sh: 73 vd.; Ferit Hakkı Saymen, Türk Medeni Hukuku, Cilt: 1, Umumi Prensipler, 1948, Sh: 285 vd.; Borçlar Hukuku,Tekinay/Akman/Burçaoğlu/Aktop, Sh: 492; Oğuzman, Sh: 122, İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara-1 987, Sh: 112 vd.; Hakimi/Serozan/Arpacı, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, İstanbul-1 992, Sh: 186 vd.; Yargıtay 13.HD.'nin 24.10.1994 gün, 6791-9014; HGK. nun 992/13-360 E., 1992/425 K., 1.7.1992 tarihli kararları).
Sözleşmenin yeni durumlara uyarlanması yapılırken; önce, sözleşmede iradi, daha sonra kanunda bu hususta intibak hükümlerinin bulunup bulunmadığına bakılır. Sözleşmede ve kanunda hüküm bulunmadığı takdirde sözleşmenin değişen hal ve şartlara uydurulmasının gerekip gerekmeyeceği incelenir. Bazende sözleşmede olumlu ve olumsuz intibak kaydı bulunmakla beraber, bu kayda dayanarak sözleşmenin kayıtla birlikte aynen uygulanmasını talep ederek MK. md. 2/2 hükmü anlamında hakkın kötüye kullanılması manasına gelebilir.
Böyle bir durumda, sözleşmedeki intibak kaydına rağmen edimler arasında aşırı bir nispetsizlik çıkmışsa uyarlama yine yapılmalıdır. İşlem temelinin çöküşüne ilişkin uyuşmazlıkların giderilmesinde kaynak olarak Medeni Yasanın 1, 2 ve 4. maddelerinden yararlanılacaktır. İşlem temelinin çöktüğünün dikkate alınması dürüstlük kuralının gereğidir. Diğer bir anlatımla, durumun değişmesi halinde sözleşmede ısrar etmek dürüstlük kuralına aykırı bir tutum olur. Değişen durumların sözleşmede kendiliğinden bulunan sözleşme adaletini bozması halinde, taraflar bu haller için bir tedbir almadıklarından, sözleşmede bir boşluk vardır. Bu boşluk sözleşmenin anlamına ve taraf iradelerine önem verilerek yorum yolu ile dürüstlük kuralına 'uygun olarak hakim tarafından bizzat MK. 1/ I 'e göre önündeki somut olayı çözmeye özgü hukuk kuralı yaratarak doldurmalıdır. Bu yönteme sözleşmenin yorum yoluyla düzeltilmesi veya değişen hal ve şartlara uyarlanması (akdi uyarlama) denir.
Her talep vukuunda sözleşmeyi değişen hal ve şartlara uydurmak mümkün değildir. Aksi halde özel hukuk sistemimizde geçerli olan "irade özgürlüğü" sözleşme serbestisi ve "sözleşmeye bağlılık" ilkelerinden sapma tehlikesi ortaya çıkar. Sözleşmeye müdahale müessesesi istisnai tali (ikinci derecede) yardımcı niteliktedir.
Uyarlamanın anlatılan hukuki tanımından sonra şimdi, sözleşmeye müdahale için, gerekli olan esaslara değinelim;
Sözleşme kurulduktan sora onun ifası sırasında ortaya çıkan olaylar olağanüstü ve objektif nitelikte olmalıdır. Az yukarıdaki örneklenen olaylarda olduğu gibi.
Yine değişen hal ve şartlar nedeniyle tarafların yüklendikleri edimler arasındaki denge aşırı ölçüde bozulmuş olması şarttır. Uyarlama isteyen davacı fevkalade hal ve şartların çıkmasına kendi kusuru ile sebebiyet vermemelidir. Değişen hal ve şartlar taraflarca önceden öngörülebilir; beklenebilir; olağan ve. hesaba katılabilen nitelikte olmamalı veya olaylar, öngörülebilir olmakla beraber bunların sözleşmeye etkileri kapsam ve biçim bakımından bu derece tahmin edilmemelidir (Bkz., Doç. Dr. İbrahim Kaplan, Hakimin Sözleşmeye Müdahalesi, Ankara-1 987, Sh: 152 vd.; Hatemi/Serozan/Arpacı, Borçlar Hukuku Özel Bölüm, Istanbul-1 992 Sh: 186 vd). Akdi uyarlama daha çok ve önemli ölçüde uzun, sürekli ve karşılıklı taahhütleri içeren sözleşmelerde söz konusu olur. Diğer bir anlatımla, kural olarak ani edimli borç ilişkilerinde uygulanmaz. Ne var ki kural bu olmakla beraber, uyarlamayı sadece sürekli edimli sözleşmelerle sınırlamak; kendine özgü somut olayın verilerine göre akdi adaletin gerçekleştirilmesi zorunlu olan hallerin ortaya çıkması durumlarında isabetli kabul edilemez. İlkeyi gelecekte sonuç doğuracak veya gelecekte yerine getirilecek veya ifa ile sona ermemiş sözleşmelere de uygulamak kaçınılmaz olabilir. Nitekim Federal Mahkeme, 4.5.1952 günlü bir kararında ani edimli bir alım-satım akdinde de uyarlama yapılabileceğini kabul etmiştir (Bkz., adı geçen eser, Gürsoy, Sh: 62). Yargıtay' ımız da birçok kararında mal teslim ediminden sonra zaman içinde aralıklarla yerine getirilecek alım satım sözleşmelerinde kural olarak bu ilkeyi benimsemiştir (Bkz., adı geçen eser, Gürsoy, Sh: 75,84 ve Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 3.2.1988 gün, 1987/11-411 E., 1988/66 K. sayılı içtihadı). O halde; uyarlama ilkesini mutlak şekilde sürekli edimlerde uygulayıp sınırlamak hak ve nesafet ve adalet ilkelerine aykırı sonuçlar yaratabileceğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. 0 nedenle, gelecekte sonuçlar doğuran sözleşmelerden de veya derhal ifa ile sona ermeyecek sözleşmelerde de şartları oluştuğu taktirde uygulanmalıdır. Gerçekte de; taraflardan biri edimini yerine getirmiş diğer tarafın yerine getirmesi gereken karşı edim .ilerdeki zaman içinde meydana gelen umulmayan ekonomik krizler nedeni ile olağanüstü ağırlaşmış olabilir. İşte bu durumlarda uyarlama ilkelerinin sırf sürekli edimli sözleşmelerde uygulanır kuralına sıkı sıkıya tutunup ayrılmamakta direnmek, somut şekilde beliren akdi adaletsizliğe kayıtsız kalmak sonucunu yaratır ki, hukuken üstün görülemez.
Hukuki anlatımlardan sonra say, savunma toplanan delil ve belgeler altında uyuşmazlığın çözümüne sıra gelmiştir.
Taraflar arasında 22.8.1990 tarihinde dövize endeksli taşınmaz mal satım sözleşmesi kurulduğu; bakiye satış parasını 133.450 DM' nın 22.11.1990 tarihinde başlamak üzere 72 ay eşit taksitlerde ödemeyi alıcı davacının üstlendiği, borcun teminatı olarak taşınmazın üzerine 229.650.100 TL. karşılığı ipotek tesis edildiği, aylık taksitlerin 2548 DM olduğu, uyuşmazlık konusu değildir. Her ne kadar davalı ani edimli görünen satım sözleşmesindeki tapuyu davacıya verme edimini ifaetmiş ise de 72 ay gibi çok uzun bir süre taksitleri ödeme yükümlülüğü altında kalan davacı olmuştur. O nedenle az yukarıda açıklanan ilkelerin ışığında somut olaya bakıldığında ilerde sonuç doğuracak ve gelecekte yerine getirilecek şekilde edimlerin bir biri arkasına zincirleme devam edip süre geleceği satım parasının ödenme taksitlerinin devam ettiği, böylece derhal ifa ile henüz sözleşmenin sona ermeyeceği kabul edilmeli, sözleşmenin belirgin bu özelliği karşısında şartları oluştuğu takdirde uyarlama kurallarının uygulanması suretiyle uyuşmazlığın çözümüne gidilmelidir. Gerçekte de Ocak-1 994 tarihinde davacının ödemesi gereken taksit tutarı döviz karşılığı olarak 21.336.000 TL. iken, dava tarihine göre dövizin şok patlaması sonucu bu miktar 51.469.600 TL.'sına yükselmiştir.
Tarafların dövize endeksli satım sözleşmesi yapmalarındaki gerçek ve ortak amaçlarının saptanması uyuşmazlığın çözümünde önem kazanmaktadır.
Yurdumuzda eşya fiyatlarının her geçen gün şaşırtıcı ve beklenilenin üstünde yükselmeler gösterdiği çok açıktır. Memleketin bu hususta yerleşmiş ekonomik durumu bireylerin yaşamını ağırlaştırarak huzursuzluk kaynağı olmaktadır. İşte bu açık olgu karşısında; satıcıların enflasyonun rizikolarından korunmak amacıyla, dövize endeksli satım sözleşmeden düzenledikleri, alıcılarında :bunu kabul zorunda kaldıkları yaşanan bir gerçektir. Demek ki dövize endeksli satım sözleşmelerinin kurulmasında tarafların gerçek ve ortak amaçları sırf zaman zaman yükselen enflasyonun olumsuz etkilerinden satıcıları korumak ve güvence altına almak iradesinden kaynaklandığının kabulü zorunludur (MK. md. 2/1; BK. md. 18). O nedenle; sözleşmenin intikadı anında ileride ekonominin aniden bozulacağını, hükümetçe de bir dizi kararlar alınacağını tarafların tahmin edip, bunun olumsuz sonuçlarına yalnız alıcının peşinen katlanacağını kararlaştırdıkları şeklinde bir yoruma gidilmesi mümkün değildir. Kaldı ki; işlem temelini alt üst edecek, çökertecek edimin ifası iktisadi bir yıkım olacak nitelikte fahiş bir durum vücut bulması hallerin-de de çıkar dengesi aleyhine bozulan borçlunun, MK. 2/I' deki kurallarından kaynaklanan 'clausula rebus sic stantibus' (Sözleşmenin değişen koşullara uyarlanması) ilkesi uyarınca, hakimden sözleşmenin edimler arasındaki bozulan dengesini dürüstlük ve hakkaniyete uygun bir duruma getirmesini isteme olanağına sahiptir. Gerçekte de sözleşme serbestliği ilkesi tarafların birbiri karşısında eşit hak sahibi olarak bulunmalarını ve sözleşmenin kuruluşu ve içeriği üzerinde serbestçe uyuşmalarını gerektirir. Hal böyle olunca da, ekonomideki ani bozulma (kriz) ve buna bağlı olarak hükümetçe alınan kararlar sonucu olarak döviz fiyatlarında meydana gelen şok patlamalar karşısında sözleşmedeki denge davacı alıcı aleyhine katlanılamayacak derecede bozulabilir ve alıcı beklemediği, hiç hesaba katmadığı böyle bir sonuçla borçlarını ödeyebilecek duruma girebilir. 0 nedenle, uyuşmazlığın çözümünde sözleşmenin temel edimi olan ve taraflarca başlangıçta kabul edilen döviz fiyatlarındaki normal artışlar dışında, sözleşmenin intikadından sonra yaşanan ekonomik kriz ve Hükümete alınan kararlarla işlem temelinin çöküp çökmediğinin araştırılması ve aydınlığa kavuşturulması kaçınılmaz olmaktadır. Hemen belirtelim ki, beklenilmeyen, olağandışı; sonuçları önceden tahmin edilemeyen ekonomik kriz ve devalüasyondan dolayı satıcının bir gün içinde sözleşme dışı nedensiz zenginleşmesi. ve yarar sağlaması MK. md. 2/1 hükmünce asla haklı görülemez ve tarafların sözleşmede eşit hak sahibi olmaları ilkesine de aykırı olur; dahası somut adalet duygularını da zedeler. Şu durum karşısında uyarlama esas ve ilkeleri lehine oluşmuş ise alıcı satım bedelinin uyarlanması için dava açabileceğinin "evleviyyetle" kabul edilmesi gerekir.
Uyarlama davalarında hakimin gözden kaçırmaması gereken temel esaslar şöyle sıralanabilir:
Sözleşmeye bağlılık ve saygı esastır. Uyarlama daima yardımcı bir çözüm olarak düşünülmelidir. Sözleşmeye yazılan özel hükümler yorumlanıp tarafların sağladığı hak ve yararlar, değerlendirilmeli, ekonomik değişikliklerin (enflasyon, devalüasyon) etkileri, satılanın nitelikleri gibi, somut olayın özelliği ile belirlenecek tüm objektif ve subjektif hal ve koşullar kıymetlendirilmeli, uyarlama yapılması kanaatına kavuşulursa, sözleşmedeki intibak boşluğu hak ve nesafet, doğruluk, dürüstlük kuralları (MK. md. 4, 2/1) ışığında yasa boşluğunda olduğu gibi, MK. md. 1 'deki yetki kullanılarak doğrudan kendisinin yaratıp taktir ettiği bir kuralla hakim tarafından doldurulmalıdır.
Sonuçta verilecek her türlü karar, az yukarıda açıklanan esaslara aykırı olmamalı, özellikle toplanan delillerin red ve kabul edilen yönlerini, dayanaklarını içerir şekilde gerekçeli ve Yargıtay denetimine uygun olmalıdır.
Yukarıda geniş şekilde açıklanan, uyarlama yöntem ve kurallarının ışığı altında mahkemece yapılacak iş; yerinde uygulama yapılıp uzanan bilirkişiler düşüncesinden de yararlanmak suretiyle sözleşmenin kurulduğu 'günden dava tarihine kadar geçen süre içinde, Ülkemizin yerleşmiş ekonomik koşullarının etkisiyle sözleşmedeki yabancı paranın (dövizin) Türk Parası karşısında normal artışlarla ulaşması gereken değeri bulunmalı, bulunan bu değerin sözleşme gereği satıcı yararına kabul edilmeli; daha sonra 1994 yılı başlarından itibaren umulanın üstünde hareket gösteren ve giderek aralıksız şiddetini artıran ekonomik krizin ve bu krize bağlantılı ve zorunluluk altında hükümetçe alınan bir dizi ekonomik karar ve tedbirlerin tabii sonucu ortaya çıkan; sözleşmedeki yabancı paranın Türk Parası karşısındaki dava tarihi itibariyle şok değer artışı tesbit edilmeli, böylece belirlenecek iki değer arasındaki farklılık miktarının, satım konusu taşınmazın değerine ne oranda değer kazandırdığına ilişkin yapılacak hükümler, satılanın niteliği; kullanma alanı, konumu, bölgede satım parasını etkileyecek normalin üstündeki imar ve ticari gelişmeler gibi değişiklikler, emsal taşınmazların değeri, vergi ve amortisman giderlerindeki artışlar somut olayda görülebilen objektif etkenlerle karşılaştırılıp, değerlendirilmeli, sonuçta işlem temelinin çöktüğü, sözleşmedeki çıkar dengesinin katlanılamayacak derecede davalı aleyhine bozulduğunun benimsenmesi halinde alıcının ne miktar satım parasından sorumlu olacağı belirlenmeli, böylece sözleşmedeki satım parasını tarafların amacına uygun objektif iyiniyet hak ve nesafet (MK. md. 4, 2/1) kurallarının elverdiği ölçü düzeyde yine yabancı para olarak uyarlanmalıdır. Herhalde bilirkişi kurulunda bir maliyeci ile ekonomist uzman bulundurulmalıdır.
Mahkemece sözleşmenin uyarlanmasına ilişkin ve açıklanan kural ve yöntemler gözetilmeden hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Bozma nedenidir.
Sonuç : Temyiz olunan mahkeme kararın davacı yararına (BOZULMASINA), peşin harcın istek halinde iadesine, 750.000 duruşma avukatlık parasının davalıdan alınarak davacıya Ödenmesine, 6.4.1995 gününde oybirliğiyle karar verildi.