 |
T.C.
YARGITAY
13. Hukuk Dairesi
E: 1990/1165
K: 1990/6012
T: 08.10.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki mülkiyetin tesbiti ve elatmanın önlenmesi davasının yapılan yargılaması sonunda; ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca duruşmalı olarak temyiz edilmiş ise de, çağrı gideri ödenmediğinden duruşma isteğinin reddine ve incelemenin evraklar üzerinde yapılmasına karar verildikten sonra dosya incelendi, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı; Almanya'da çalıştığını, bu nedenle Türkiye'de muayyen bir ana yol güzergahında münübüs çalıştırma izninin kendisine verilmediğini, acentadan aldığı münübüsü ileride kendi üzerine devrini sağlamak koşuluyla davalı yeğenine tescilini güven duyarak yaptırdığını, Almanya'dan dönüşünde ise devir etmekten kaçındığını sözederek 54..581 plakalı münübüsün mülkiyetinin kendisine ait olduğunun tesbitin ile davalının muarazasının önlenmesine karar verilmesini istemiştir.
Davalı; münüsübün kendisine ait olduğunu, davacının sadece parasal yardımda bulunduğunu savunmuş, davanın reddini dilemiştir.
Mahkeme, tanık beyanlarına göre davayı kabul etmiştir. Hüküm, davalı tarafından temyiz edilmiştir.
Dosyada mevcut davalı adına düzenlenen fatura, trafik tescil formu ve kayıtlarına göre davalının 2918 sayılı Yasanın buyurucu hükümlerine uygun şekilde dava konusu münüsübün maliki olduğu, ayrıca satım sözleşmesinin alıcı
yanını davalının oluşturduğu açıkca anlaşılmaktadır. Ayrıca bu yön, taraflar arasında uyuşmazlık konusu değildir. Ne varki, davacı münübüsü satıca acentadan kendisi satın almış, satış parasını ödemiş, ileride kendi üzerine devredilmesinin sağlanacığı güvencesi ile davalı yeğeni adına tescil ettirmiş olduğunu ileri sürmektedir. Bir davada dayanılan maddi olguları belirleyip hukuksal açıdan nitelemek, uygulanacak yasa maddelerini arayıp bulmak hakimin doğrudan görevidir (HUMK. m. 76).
Açıklanan ileri sürüş şekline göre, davada münübüsün davalı adına "muvazaalı" olarak tescil ettirildiği olgusuna dayanıldığının kabulü gerekir. Böylece malik (münübüs acentası) ile davacı ve davalı arasında "muvazaa" olduğu ileri sürüldüğü ve taraflar yönünden "muvazaa" sözkonusu edildiği açık ve seçik belirgindir (trafik muvzaa); (Bkz. Prof. Dr. Turan Esaner, Türk Hususi Hukukunda Muvazaalı Muameleler, Yıl 1956, Sh: 181; Prof. Dr. Ergun Özsunay, Türk Hukukunda ve Mukayeseli Hukukta İraçlı Muameleler, Yıl 1968, Sh: 231).
Davalının üçüncü kişiden satın alınacak münübüsün muvazaalı olarak trafikte kendi adına tescil ettirmeyi kabul etmesi bir vekillik sözleşmesi niteliğindedir. Tarafta muvazaa durumunda üçüncü kişilere karşı sözleşmesinin tarafı imiş gibi gösterilen kimseye "gizli vekil" denilmekte olup aralarında vekillik sözleşmesi bulunduğu kabul edilmektedir (Bkz., Özsunay, age., Sh: 232,233). Şu durum karşısında, ileri sürüş biçimine göre "tarafta muvazaa" nedini ile davacı ile davalı arasındaki ilişki, vekillik sözleşmesi olarak nitelenmelidir. Öyleyse olayımızda BK. m. 392/ı'in uygulanması gerekir. Anılan yasa hükmüne göre; "vekil, müvekkilinin talebi üzerine yapmış olduğu işin hesabını vermeye ve bu cihetten dolayı her nam ile olursa olsun almış olduğu şeyi müvekkile tediyeye mecburdur". Görülüyor ki, bu hüküm uyarınca vekilin müvekkili hesabına üçüncü kişiden kazandığı aracın mülkiyetini, müvekkiline devretmek yolunda yasadan (BK. m. 3926ı'den) doğan bir borcu vardır. Sözleşmeler doğrudan doğruya yasanın bağladığı bu gibi sonuçlara öğretide "sözleşmenin yasal sonuçları" denilmektedir (Bkz. v. Tuhr, Borçlar Hukuk, C: ı, Cevat Edege Çevirisi, Yıl 1952, Sh: 153/154). Vekil, müvekkili için kazandığı aracı Borçlar Kanununun 392. maddesi uyarınca müvekkiline geçirmekle yükümlüdür. Burada, geçirim borcu vekillik sözleşmesinin yasal bir sonucu olduğu için ayrıca 2918 sayılı Trafik Yasası hükümlerine göre resmi biçimde geçirim taahhüdü aranmayacaktır. Az yukarıda açıklanan gerekçeler altında belirtmek gerekirse, davada ileri sürüş biçimine göre ortada "tarafta muvazaa" vardır. Davacı ile davalı arasındaki ilişki ise, vekillik sözleşmesidir. Davacı böyle bir sözleşmeye dayanarak BK. m. 392/ı hükmü gereğince davalıya karşı aracın mülkiyetinin kendisine devri için dava açma hakkına sahiptir.
Vekillik sözleşmesinin de resmi biçimde düzenlenmesi zorunlu değildir. Ne varki davalı davanın reddini savunduğundan MK. nun 6. maddesinde anlamını bulan genel kural uyarınca beyyine külfeti davacıya düşer. Taraflar HUMK. m. 293/ı anlamında yakın akraba sayılamazlar. Bu nedenle, davacı iddiasını tanıkla ispatlayamaz ve olayda tanık dinlenemez. Tutara göre HUMK. m. 288 gereğince yazılı kanıt gerekir. Davacı yazılı kanıta dayanamamıştır. Davalı tanık dinletilmesine karşı koymuştur. Bu durumda muvazaanın tanıkla isbatı yoluna gidilerek ve dinlenip sözlerine itibar edilmek suretiyle davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır. Mahkemenin tüm bu yönleri gözetmemesi hükmün bozulmasını gerektirir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle dava reddedilmek üzere hükmün davalı yararına BOZULMASINA, istek halinde peşin harcın iadesine, 8.10.1990 gününde oybirliğiyle karar verildi.