 |
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 2000/3198
K: 2000/6518
T: 07.07.2000
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki davanın İstanbul 9.Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 10.6.1999 tarih ve 1999/184-1999/659 sayılı kararın Yargıtay'ca incelenmesi duruşmalı olarak taraf vekilleri tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 4.7.2000 gününde davacı avukatı Özgün ile davalı avukatı Hakkı ve Özkan gelip, temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan taraflar avukattan dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması ileriye bırakılmıştı. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Ömer Özdemir taralından düzenlenen rapor dinlenildikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü:
Davacı vekili, müvekkili bankadan kredi kullanan dava dışı şirketlerin kredi borçlarına karşılık gerçek kişi davalıların, davalı anonim şirketteki %99'u aşan oranındaki hisselerini müvekkiline rehin verdiklerini, kredi borçluları hakkında müvekkilince icra takipleri başlatıldığını, bu arada davalı şirketin maliki olduğu taşınmaları elden çıkarmaya yönelerek muaraza çıkardığını, davalı sirkelin taşınmazlarını elden çıkarması halinde şirket mal varlığının azalması nedeniyle rehinli hisselerin de ekonomik değerini yitireceğinden alacağın teminatının korunması bakımından, davalı şirkete ait bir kısım taşınmazın üçüncü kişilere devir ve intikali konusunda şirket yönetim kurulunun karar almasının önlenmesini dava etmiştir.
Davalılar vekili, davanın eda davası olmadığından dinlenemeyeceğini, davalı şirketin davacı bankaya borçlu olmadığını, kredi kullanan şirketlerin ayrıca borçlarının ipotekle temin edildiğini, taşınmaz satışından elde edilecek gelirlerin yine şirkete ait olacağını, davacının taşınmazlarda tasarruf hakkı bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, toplanan delillere ve dosya kapsamına göre, davacının davalı şirketten alacaklı olduğunu ileri sürmeyip istikbale muzaf ve henüz ne tür bir karar verileceği belli olmayan konuda karar tesisi istenildiği, asıl borçlu şirketler yönünden ipoteğin ve kefalet mektuplarına dayalı icra takipleri başlatıldığı, rehinli hisseler yönünden davacının dayandığı rehin sözleşmesinin de şekil şartlan yönünden geçersiz olduğunu, davacının kayyım tayin ettirerek tedbire gerek kalmadan haklarını kullanma imkanı varken, tedbir ve tespit davası yoluyla şirketi kar amacından yoksun bırakabilecek talebin yerinde olmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, taraflar temyiz etmiştir.
l-Yukarıdaki açıklamalardan da anlaşılacağı üzere mahkemece, davanın reddine gerekçe olarak özetle, öncelikle rehin sözleşmesinin geçersiz olduğu, davacı tarafın rehin sözleşmesine hüküm koydurarak şirket yönetimine katılabileceğini, ortada kefalet ve BK.110ncu maddesi hükmüne uygun bir hukuki işlemin de bulunmadığı gibi, davanın bir nevi ihtiyatı tedbire yönelik tespit davası şeklinde açıldığını oysa, böyle bir davanın dinlenmesi ve talep doğrultusunda yönetim kurulunun karar almasını önler bir şekilde hüküm tesisinin usulen mümkün olmadığı hususları gösterilmiş bulunmakladır.
Bu durum karşısında dava, hem esas, hem de usül hükümleri açısından reddine karar verilmiş olmakla öncelikle esasa ilişkin red gerekçeleri üzerinde durulması gerekmektedir.
Esasa ilişkin en önemli gerekçe, ortada usulüne uygun bir rehin işlemi olmadığına ilişkin olanıdır. Zira, bu gerekçe yerinde bulunduğu takdirde diğer gerekçelerin üzerinde durulmaksızın davanın reddi kararı isabetli olacaktır. Mahkemece, dava konusu rehin işleminin 1447 sayılı Ticari işletme Rehni Kanunu'na göre gerekli şartlan taşımadığı belirlenmiştir. Bilindiği üzere 1447 sayılı Ticari İşletme Rehni Kanunu ile, ticari işletmelere, bu yasanın 3 ncü maddesinde sınırlı olarak belirlenen ve ticari işletme bünyesinde olan mal ve sınai haklar üzerinde ve yine bunların ticari işletme bünyesinde (zilyetliğinde) kalmak koşuluyla kredi kuruluşları lehine, bunlardan aldığı kredinin karşılığı ve teminatı olarak rehin hakkının sağlanması imkanı getirilmiştir. Oysa, dava dosyası içerisindeki bilgi ve belgelerden Hazine Müsteşarlığı'nın da müdahalesi sonucu, dava dışı şirketlerin kredi borçlarını davacı bankaya ödemelerinde ki aksamalar karşısında, davalı şirket sermayesinin %99,99 payına sahip ortaklan olan davalılara ait ve henüz pay senedine bağlanmamış hamiline yazılı paylar için ilmühaber çıkarıldığı ve bu pay sahiplerince 25.11.1998 tarihli müşterek imzalı taahhütname ile paylan davacı İ. A.Ş. lehine rehin ettiklerini açıklayarak, keyfiyetin davalı şirket pay deflerine işlenmesini müteakkip ilmühaberlerin davacıya teslimini talep etmişler, davalı şirketçe de aynı tarihli yazı ile rehin verenlerin bu istemleri kabul edilerek, şirket pay defterine işlemleri yapılmış, ilmühaberler davacı bankaya teslim edilmiş ve bu senetler, davacı banka tarafından 7.12.1998 tarihinde TC. Merkez Bankası'na saklamaya verilmiştir. Bu işlemler dikkate alındığında taraflar ansında yapılan işlemin, bir ticari işletme rehni değil, MK.nun 869 ve 870 nci maddeleri hükümleri çerçevesinde yapılan bir rehin işlemidir. Ve bu tür rehnin bütün koşullan bu işlemlerle gerçekleşmiştir. O halde, mahkemenin hem. rehin işleminin geçersizliğine, hem de alternatif hukuki işlemler olarak dikkate aldığı kefalet veya üçüncü şahsın fiilim taahhüt hukuki işlemlerinin de oluşmadığı gerekçelerinde de isabet bulunmamaktadır. Zira, rehinin alacak-borç ilişkisinin dışında olan üçüncü kişi tarafından verilmesine engel bir yasal hüküm yoktur.
Mahkemenin, böyle bir davanın kurulacak hüküm yününden usule aykırı olarak açılan bir dava olduğunu, bu sebeple de davanın reddi gerektiği yönündeki usule ilişkin gerekçesine gelince; bu sorunun çözülebilmesi yani davanın niteliğini tespit için taraflar arasındaki hukuki işlemin mahkemece belirlenmesi zorunludur. Zira, 4.6.1958 gün ve 15/6 sayılı İBK.da da belirlendiği gibi, HUMK.un 74,75 ve 76 ncı maddeleri gereğince hakim, tarafların ileri sürdükleri maddi vakıalar ve bunlara bağlı netice-i taleplerle bağlı ve fakat hukuki tavsiflerle bağlı olmayıp, kanunları resen uygulamakla ve neticeye vardırmakla yükümlüdür. Yukarıda değinildiği gibi, bir taraftan rehin işlemi usulüne uygun gerçekleştirilirken, öte yandan rehin verenlerden Mustafa tarafından tarihsiz ve fakat münderacatından rehinden önce davacı şirkete gönderildiği anlaşılan taahhütnamede, maliki olduğu ve bu yazıda nitelikleri bildirilen taşınmazları 90 trilyon TL. üzerinden davalı şirkete satmayı yükümlenmiş ve aynı taahhütnamede bu satış işlemi ile rehin tesis edilecek pay senetleri ile irtibatlandırılmış bulunmaktadır. Nitekim, rehin işlemlerini müteakkip, davalı şirket genel kurulunun (davacı bankanın yönetimi 7.1.1999 tarihinde Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonu'na devredildikten sonra,) TTK.nun 370 nci maddesi hükmü çerçevesinde 13.1.1999 tarihinde çağrısız olarak yaptığı olağanüstü genel kurul toplantısında şirket sermayesi artırılmakla birlikte Mustafa'nın davacı bankaya verdiği taahhütnamenin gereği olarak bu kişiye ait taşınmazların 90 trilyon TL. üzerinden satın alınmasına karar verildiği ve 19.1.1999 tarihinde de karar gereği olarak bu taşınmazların davalı şirket bünyesine alındığı görülmektedir. Bütün bu işlemlerin tümü birlikte değerlendirildiğinde, davacı bankanın, davalılarla yaptığı rehin sözleşmesinde sadece pay senetleri ilmühaberlerinin kendisine rehnedilmesi ile yetinmediği, ayrıca Mustafa'ya ait ve fakat Yeşilşehir adıyla bilinen konut ve sosyal tesisler inşaatının yapılması sözleşmesinde işveren sıfatı bulunan N. inşaat ve Ticaret A.Ş. olan, taşınmazların davalı şirket bünyesine alınarak rehinli senetlerin değerlerinin muhafazası ile takviye edilmesinin amaçlandığı ve taraflar arasındaki rehin sözleşmesinin bu teminatı da içerdiği sonucu açıkça ortaya çıkmaktadır.
Ne varki, davalı şirket yukarıda değinilen genel kurul toplantısında bu sözleşme hükümlerini bir yandan yerine getirirken, diğer yandan 10 ve 11 parsel sayılı taşınmazlarda yer alan "bölümleri dilediği bedel ve şartlar" ile salma konusunda şirket yönetim kuruluna yetki vermek suretiyle bu taşınmazları şirket bünyesinden çıkarma iradesini ortaya koyarak, taraflar arasındaki sözleşmeye aykırı davranış içinde girmiş ve bu davranışı ile sözleşme hükümleri bakımından muaraza çıkarmış bulunmaktadır. Böyle bir durum karşısında, sözleşmenin diğer yanı olan davacı banka diğer tarafın çıkardığı muarazanın önlenmesi ile sözleşmenin aynen ilasını isteyebilir ki, bu tür davaya genel doktrinde, gerekse uygulamada imkan tanımaktadır. Davalı şirketin böyle bir kararı, sermayeyi artırma kararı bünyesinde alması, sözleşmenin diğer yanı olan davacı aleyhine sonuç doğurması mümkün değildir. Bu sebepledir ki mahkemenin TTK.nun 360 ncı maddesine dayalı gerekçesi de davanın özelliği bakımından dayanaksız kalmaktadır.
Davacı taraf, dava dilekçesinde maddi vakıaları yukarıda değinilen şekilde belirledikten sonra dava dilekçesinin "İstem" bölümünde yer alan 10 ve 11 parsel sayılı taşınmazların üçüncü kişilere devrinin önlenmesi ve davalı şirket yönetim kurulunun bu yolda karar almasının önlenmesine yönelik istemi, davalı tarafın rehin sözleşmesine vaki aylan davranışının ve çıkardığı muarazanın önlenmesi ile rehin işlemi çözülünceye veya taraflar bir başka şekilde anlaşıncaya kadar bu taşınmazlarının satışının önlenmesine ve muarazanın bu şekilde giderilmesi şeklinde karar verilmesini istediği kabul edilerek, bu şekilde yanı sözleşmenin aynen ifasına yönelik hüküm kılınmak suretiyle uyuşmazlığın çözümlenmesi gerekirken, dava dilekçesine değişik anlam verilerek usul açısından davanın reddi doğru görülmemiş ve kararın davacı yararına bozulması gerekmiştir.
2- Yukarıda açıklanan bozma sebep ve sekline göre, davalıların temyiz itirazlarının incelenmesine, şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ: Yukarıda (1) numaralı bentte açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile kararın davacı yararına BOZULMASINA, ve (2) numaralı bend gerekçesine göre davalı tarafın temyiz itirazlarının, incelenmesine şimdilik yer olmadığına, 100.000.000 lira duruşma vekillik ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödedikleri temyiz peşin harçların istekleri halinde temyiz eder taraflara iadesine, 07.07.2000 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.