 |
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
Esas No : 1999/2086
Karar No : 1999/4505
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
Taraflar arasındaki Kadıköy 3.Asliye Ticaret Mahkemesince görülerek verilen 4.12.1998 tarih ve 1997/662-1998/1391 sayılı kararınYargıtay incelemesi duruşmalı olarak davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için belirlenen 25.5.1999 günde davacı avukatı A... ile davalı temsilcisi N.. gelip temyiz dilekçesinin de süresinde verildiği anlaşıldıktan ve duruşmada hazır bulunan davalı temsilcisi ve taraf avukatı dinlenildikten sonra duruşmalı işlerin yoğunluğu ve süre darlığından ötürü işin incelenerek karar bağlanması ileriye bırakılmıştır. Dava dosyası için Tetkik Hakimi Seyfi Çizmeci tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve yine dosya içerisindeki dilekçe, layihalar, duruşma tutanakları ve tüm belgeler okunup, incelendikten sonra işin gereği görüşülüp, düşünüldü.
Davacı vekili, müvekkilinin LANCOME parfüms Et Boaute Et Cie firması ile akdettiği 12.9.1989 tarihli "Teknik Yardım ve Lisans Anlaşması" gereği LANCOME markasını taşıyan bütün esans ve kozmetik ürünlerin Türkiye'ye ithali, imali ve satımı bakımından Türkiye'de tek yetkilisi olduğunu, müvekkilinin üçüncü kişilerle akdettiği dağıtıcılık sözleşmesi gereği, bayiler LANCOME markalı ürünleri yalnızca kendi mağazalarında ve parekende olarak satabildiklerin, oysa davacı ile davalı arasında yapılmış bir dağıtıcılık sözleşmesi bulunmadığı halde, davalının haksız ve hukuka aykırı olarak LANCOME markalı ürünleri parekende satış fiyatının altında bir fiyatla kendi mağazasında sattığını davalının bu eyleminden davacının ve bayilerin zarar gördüğünü 556 sayılı KHK.nun 61.maddesine göre, davalının LANCOME markalı ürünleri marka sahibinin yada marka sahibinin haklarını Türkiye'de korumaya tek yetkili davacının izni olmaksızın satması, dağıtması ve piyasaya sunmasının ve LANCOME markalı ürünleri nereden ve nasıl temin ettiği açıklamaktan kaçınması hallerinin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini ileri sürerek, davalının, davacının marka hakkına tecavüzünün tespit ve önlenmesine bu ürünleri satmasının önlenmesine ve toplatılıp davacıya iade edilmesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, müvekkilinin mağazasında bulunan bir kısım malların daha önceki bayiliği döneminden kalan mallar olduğunu bir kısmını da yetkili bayilerden satın alıp mağazasında sattığını, mağazada satılan malların davacı tarafından ithal etilmiş orijinal mallar olduğunu, müvekkilinin eyleminde yasalara aykırılığın bulunmadığını savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia, savunma, dosyadaki kanıtlar ve bilirkişi raporuna göre, davacının lisans anlaşması gereğince LANCOME markalı ürünlerin ithali, imali ve dağıtımında Türkiye'de yetkili firma olduğu, tek satıcının, yapımcıya ait ürünleri o bölgede tanıtmakta ve pazarlamadaki özel çabaları ile o ürün piyasasında önemli bir yer tuttuktan sonra bir başka firmanın tek satıcının sağladığı bu olanak ve pazardan yararlanarak başka bir firmadan aynı ürünü satın alarak az bir emek ve sermaye ile pazardan yararlanmanın hukuken mümkün olmadığı, bu nevi eylemlerin TTK.nun 56.maddesine göre, iktisadi rekabetin suistimali olduğu ve haksız rekabet teşkil edeceği, somut olayda davalının eyleminin TTK.56.maddesine göre, iktisadi rekabetin suistimali olduğu ve haksız rekabet teşkil edeceği, somut olayda davalının eyleminin TTK.56.maddesine göre haksız rekabet olduğu, ancak davalının LANCOME arkası sahibinin marka hakkına tecavüzünün bulunmadığı gerekçesiyle davanın haksız rekabette bulunduğunun tespitine ve önlenmesine karar verilmiştir.
Kararı, davalı vekili temyiz etmiştir.
Davacının Lancome Parfüms Et Beaute Et Cie firması ile akdettiği 12.9.1989 tarihli "Teknik Yardım ve Lisans Anlaşması" gereği "LANCOME" markasını taşıyan parfüm ve kozmetik ürünlerinin Türkiye'ye ithali, imali ve satımı konusunda Türkiye'de tek yetkili satıcı olduğu ve "LANCOME" markasnın, Lancome Parfüms Et Beate Et Cie ünvanlı şirket adına 18.8.1988 tarihinde 185360 nolu marka tescil belgesine göre Türkiye'e tescilli bir marka olduğu üretici şirket ile davacı arasında münhasıran ticari marka lisans sözleşmesi yapıldığı (1 Ocak 1996) ve 4.9.1997 tarihli yazı münderecetına göre, bu markaya karşı haksız rekabet ve markaya tecavüz hallerinde davacının tek başına dava açabileceği anlaşılmaktadır.
Davacı, dava dilekçesinde davalının eyleminin 556 sayılı Markalar Kanununa aykırı olduğu gibi aynı zamanda tek satıcılık ilkelerine ve dolayısıyla davalı eyleminin haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek haksız tecavüzünün önlenmesini talep etmiştir.
Yine mahkemenin kabulünde olduğu gibi, davalı tarafından satışa sunulan ürünlerin Lancome markalı ürünlerin aynı olup taklit olmadığı, orijinal bulunduğu ve ambalajlarının da davacı şirket tarafından ithal edildiğinin yazıldığı, davacı şirketin münhasır lisans sözleşmesi uyarınca Türkiye'deki tali bayilerle ürün satış anlaşması yaptığı ve Lancome markalı ürünlerin yıllardan beri Türkiye sathında satışa sunulup pazarlandığı tartışmasızdır.
Davalı vekili, 16.10.1997 tarihli dilekçesinde ve 21.5.1996 tarihli tesbit bilirkişi raporunda "müvekkili şirketin mal aldığı kişileri açıklamak zorunda bulunmadığını" ileri sürdüğü ve davacı şirket dışında mal aldığı şirketlere ait faturaları dosyaya ibraz etmekten kaçındığı görülmüştür.
Dava konusu uyuşmazlığın çözümünde doğru bir sonuca varılabilmesi için somut olayın Markalar Hakkındaki 556 sayılı KHK.ile haksız rekabet kuralları karşısındaki durumunun incelenmesi gerekir.
556 sayılı KHK.nin 9/II-c bendinde markayı taşıyan malın ithali veya ihracının, münhasıran marka sahibine ait bir yetki olduğu, onun izni olmadan ithal ve ihracının ve satımının mümkün olmadığı ilke olarak benimsenmiştir. Dolayısıyla tescilli markanın bulunduğu ürünlerin aynını yada benzeri olan bir işareti taşıyan malların bir başka kişi tarafından ithali, yada ihracı marka hakkına tecavüz teşkil edecektir (KHK.md.61/a). KHK.nin 9/II-c bendi ile Türk iç pazarına hiç sunulmamış olan malların ithali ve ihracının marka hakkına tecavüz oluşturacağı kabul edilmiştir. Marka sahibi veya onun izni ile münhasır lisans hakkı sahibi tarafından markalı emtianın tescilli olduğu ülkede satışa sunulmasından sonra Türk iç pazarına da ithal edilip satılmaya başlanması halinde aynı markalı malın 3 kişiler tarafından yurt dışından ithali veya Türkiye'ye ithalinden sonra Türk İç pazarında münhasır lisans sahibinden başka kişiler tarafından tüketicilere veya tali bayilere satılması halinde durum ne olacaktır?
556 sayılı K.H.K.nin 13/1.ve bu maddenin mehazı olan 89/104 sayılı yönergenin 7.1.maddesinde "marka sahibi tarafından veya onun izni ile markayı taşıyan maların piyasaya sunulmasından sonra marka sahibi, markanın bu mallarla ilgili olarak kullanılmasını yasaklayamaz " hükmü getirilmiştir. Buna yasal düzenleme ve uygulamada "Marka Hakkının Tüketilmesi" kavramı denilmektedir. Markalı bir ürün marka sahibi yada onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından piyasaya sürülünce, hak tüketilmiş olmakta, artık marka sahibi için markayı taşıyan malın sonraki satışlarına müdahale etme hakkı ortadan kalkmaktadır. Uluslar arası litaratürde buna "Paralel İthalat" veya "Gri mallar ticareti" denilmektedir.
Avrupa Topluluğu'nu kuran 1957 tarihli Roma Anlaşması ile (malların, hizmetlerin, bireylerin ve sermayenin serbest dolaşımı) ilkesi benimsenmiş ve anlaşmanın birçok maddesinde (md.3/c,9,10,30,36) bu husus yer almış olup, marka sahiplerince yasal olarak pazara sunulan ürünlerin topluluk içinde dolaşımının engellenmemesi yani paralel ithalatın geçerliliğini kabul etmiştir. 1988 tarihli Avrupa Birliği Marka Yönergesi'nin 7.maddesinde (birlik dahilinde marka hakkı sahibince veya onun oluru ile pazara sunulan bir ürünün kullanımına, malların durumunun bozulduğu veya değiştirildiği gibi, satışın önlenmesine ilişkin yasal nedenler bulunmadıkça, engel olunamaz.) denilmek suretiyle Roma anlaşmasının serbest dolaşım ilkesini pekiştirmiş bulunmaktadır.
21 Aralık 1988 tarihinde Avrupa Topluluğu Konseyi üye devletlerin markalarına ilişkin hükümlerin uyumlaştırılması amacıyla hazırlanan 89/104 sayılı yönergeyi kabul etmiş ve üye devletler iç mevzuatlarını buna uygun hale getirmişlerdir.
Türkiye'nin durumuna gelince; Türkiye-Avrupa Topluluğu Ortaklık Konseyi'nin 6.3.1995 tarih ve 1/95 sayılı kararı çerçevesinde, ülkemiz, bu kararın yürürlüğe girmesinde önce ticaret ve hizmet markaları ile ilgili mevzuatını (1/95 sayılı konsey kararının 8 numaralı eki md 4.3) uyarınca yerine getirerek 556 sayılı Markalar Hakkındaki K.H.K.yi yürürlüğe sokmuş ve bu K.H.K.nin 13/1.maddesi uyarınca Avrupa Topluluğu'ndaki uygulamaya paralel kendi iç mevzuatını düzenlemiştir. Bu ilkeye göre, tescilli markayı taşıyan malların marka sahibi tarafından veya onun izni ile münhasır lisans sahibi tarafından markanın tescilli bulunduğu ülkede ve Türkiye'de piyasaya sunulmasından sonra marka hakkı sahibi ürettiği markalı malalrı kendi menşe ülkesinden başka bir ülkeye ihraç eder veya markalı malları menşe ülkeden başka bir ülkede üretirse, bunların 3 kişiler tarafından usulüne uygun bir şekilde o ülkeden Türkiye'ye ithaline, (Paralel İmport) engel olamaz. Aynı ilke, yabancı markayı taşıyan malların Türkiye'de münhasır lisans sahibi durumunda ve marka sahibinin izni ile bu markayı adına tescil ettirmiş bulunan kişi bakımından da geçerlidir. Ancak, 556 sayılı K.H.K.nin 13/II maddesi uyarınca marka sahibi veya münhasır lisans hakkı sahibi markalı mallarını piyasaya sunmasından sonra üçüncü kişiler tarafından menşe ülkesinden veya başka ülkelerden markalı emtianın değiştirilerek veya kötüleştirilerek, malın özgün niteliğinin bozularak ithal edilmesi, bu tür malların ticari amaçla kullanılması halinde bunu önleme yetkisine sahiptir. (Bak.Prof.Dr.Sabih Arkan, Marka Hakkının Tüketilmesi, Prof.Dr.Ali Bozer'e Armağan, Sh.202 vd.Av.Kutlu Oytaç-Markalar Hukuku, 1999 sh.36 vd.)
Bu ilkelere göre, davacı ürünleri ile ayniyet arz eden orijinal vasıfta olup taklit Lancome markalı ürünler kanuni prosedüre uygun olarak menşe ülkesinden veya menşe ülkesinden başka ülkelerde üretilip de o ülkelerden Türkiye'ye ithal edilmesi ve ithalatçı tarafından perakendeciye fatura karşılığında verilip, Türkiye'de satışa arz edilmesi halinde 556 sayılı K.H.K. 9/II-c maddesi uygulanmıyacaktır.
Türkiye'de veya yurt dışında markalı malın taklidi imal ve ithal edilip satılması, yurt dışından orijinal ithal edilmekle birlikte Türkiye'de değiştirilerek veya kötüleştirilerek malın özgün niteliğinin değiştirilerek satılması, kanuni prosedüre uyulmadan ithal edilip yurda kaçak sokulması ve kaçak sokan kişilerden alınıp piyasada satılması veya elde bulunan orjinal emtianın ne şekilde bulundurulduğunun kanıtlanamaması durumunda marka hakkı sahibi ve onun izni ile münhasıran lisans hakkı sahibi bu eylemlerin marka hakkına tecavüz teşkil ettiğini iddia edebilecektir.
Öte yandan, Rekabetin Korunması Hakkındaki 4054 sayılı kanun'un 5.maddesi hükmüne dayanılarak rekabet Kurulu'nca çıkartılmış bulunan "Tek Elden Dağıtım ve Satın Alma" anlaşmalarına ilişkin 1997/3 ve 4 sayılı Grup Muafiyet Tebliğince ve 4054 sayılı kanuna göre, Rekabet Kurulu gerek istem üzerine ve gerekse grup içinde mütalaa edilebilen teşebbüsler bakımından, 4054 sayılı yasada öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde teşebbüsler arası anlaşma veya uyumlu eylemler hakkında sözü geçen yasanın 4 üncü maddesindeki yasaklamalar dışında tutulabilen kararlar verebileceği gibi, aynı amaçla gruplar bakımından tebliğ de yayınlıyabileceği benimsenmiştir. Bu tür karar veya tebliğler o karar ve tebliğ kapsamında kalan teşebbüsler bakımından sonuç doğurur. Yoksa, Rekabet Kurulu'nca alınan karar kapsamında kalan teşebbüslerle olan ilişkilerinde yasaklayıcı veya rekabeti önleyici hükümler getirilemez.
Yukarıda anılan grup muafiyet tebliği hükümlerinin 2.ve 3.maddelerinde getirilen muafiyetin tek elden satım anlaşmalarında taraf olanlar yani (sağlayıcı) ile (tek elden dağıtıcı) ilişkisi bakımından getirildiği, 3.kişileri ilgilendirmediği anlaşıldığından tebliğ kapsamında kalmıyan davalı üçüncü kişi bakımından uygulanması söz konusu olmıyacaktır.
Durumun münhasır lisans sözleşmesi (tek satıcılık) bakımından incelenmesine gelince, öğretide benimsendiği üzere tek satıcılık sözleşmesi yapımcı (sağlayıcı) ile tek satıcı (Tek elden dağıtıcı) arasındaki hukuki ilişkileri düzenliyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli bir sözleşmedir. Bu sözleşme ile yapımcı ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmayı yüklenir. (Bak.Prof.Dr.Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku, Özel Borç ilişkileri, C. 1/1, Ank. 1985, sh.27 vd.) Tek satıcılık sözleşmesinde, sözleşmelerin nisbiliği ilkesi uyarınca kural olarak edimler ve yükümlülükler bu sözleşmenin tarafları arasında yani yapımcı ile tek satıcı arasında karşılıklı olup,üçüncü kişilere herhangi bir yükümlülük getirmez. Zira, tek satıcıya o bölgedeki tekel hakkını tanımak ve bu olanağı sağlamak yapımcıya düşen akdi bir edim olmaktadır. O halde, tek satıcının bu hakkını 3.kişilere karşı haksız rekabet yolu ile koruması ilke olarak mümkün değildir. Ayrıca, tek satıcının Türkiye'de reklam yapmak suretiyle Pazar bağlaması tamir ve bakım sağlaması da Türkiye'de aynı mali kanuni yollardan menşe ülkesinden başka ülkelerden orijinal şekilde ithal edip satan kişilerin bu eylemlerinin haksız rekabet kuralları uyarınca men edilmesi de mümkün değildir. Dairemizin 1992 yılından beri kararlılık gösteren uygulaması bu yöndedir.
Somut olayın yukarıda anılan ilkeler doğrultusunda irdelenmesi ve davalı eyleminin 556 sayılı K.H.K.hükümlerine ve TTK.56 vd.maddelerinde yazılı yasal düzenlemelere aykırılık teşkil edip etmediği araştırılıp, sonucuna göre karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
SONUÇ: Yukarıda yazılı gerekçelerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 26.5.1999 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.