 |
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
Esas No : 1996/6988
Karar No : 1996/7163
Tarih : 22.10.1996
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki davdan dolayı Marmaris Asliye Hukuk Mahkemesi'nce verilen 2.11.1995 tarih ve 8-535 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davalı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 24.9.1996 gününde davacı avukatı N.Ç. ile davalı avukatları B.C.M., İ.Ö. ve M.A. gelip temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra bazı noksanlıkların ikmali için dosya mahalline gönderilmişti. Bu kerre ikmalen gelmekle dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili, müvekkilinin davalı şirketin korucularından ve anasözleşme ile tayin edilmiş yönetim kurulu üyelerinden olduğunu, davacı dışındaki diğer iki yönetim kurulu üyelerinin (A.N.B. ve R.A.) usulsüz toplantılar yapıp kararlar aldıklarını, amaçlarının müvekkilini ortaklıktan çıkartmak olduğunu, yapılan genel kurul toplantıları ve alınan usulsüz kararların davalar açılarak iptal ettirmek zorunda kaldığını, yine davalı şirketin 13.9.1991 tarihli genel kurulu toplantısına çağrı yapan yönetim kurulu üyelerinin yetkisiz olduğu gibi, anılan toplantıda şirket merkezinin Ankara'dan Marmaris'e taşınmasına karar verilmiş olup, diğer yönetim kurulu üyeleri Amerika'da ikamet ettiğinden Ankara'da oturan davacıyı şirketten uzaklaştırmak gayesi güdüldüğünü, şirket merkezinin Ankara olmasında yarar bulunduğunu, yine 7. madde ile değiştirilen sermaye arttırımına ilişkin kararın da, davacının ortaklık haklarının zarara uğratılmasına yönelik olduğunu, şirket öz sermayesinin 60 milyara ulaştığını, gerektiği takdirde primli hisse senedi çıkarılmasının ortakların menfaatine daha uygun olacağını, davacı sermayesinin % 30'da tutulmasının taahhüt edildiği, yine ilanlarla ilgili anasözleşme değişikliğinin de iyi niyet kurullarına aykırı olduğunu ileri sürerek 13.9.1991 tarihli genel kurulda alınan kararların iptalini şirketin yönetiminin kayyuma tevdiini istemiş ise de yargılama sırasında verdiği ıslah dilekçesinde 13.9.1991 tarihli genel kurulda; şirket yöneticileri hakkında sorumluluk davası açılması haricindeki kararların iptaliyle şirket yönetiminin kayyuma tevdiine talep ve dava etmiştir.
Birleştirilen davalarda da davacı vekili, genel kurula çağrılan yetkisiz yönetim kurullarınca yapıldığını, hazır un cetvelinde gösterilen pay durumunun gerçeği yansıtmadığını, bilanço, kar zarar hesabı, faaliyet raporlarının kabulü, yönetici ve denetçilerin ibrazının yasa ve anasözleşmeye aykırı olduğunu, yönetim kurulu seçimlerinde anasözleşmenin 20. maddesinin ihlal edildiğini, yönetim kurulu üyeleri sayısının arttırılması ve sermaye arttırımı kararlarının da afaki iyi niyet kurallarına uygun olmadığını ileri sürerek 26.3.1992 genel kurul, 14.8.1991 tarihli olağanüstü genel kurul, 26.5.1993 tarihli genel kurul ve 9.7.1993 tarihli genel kurul kararlarının iptalini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, asıl davacının sürekli yıkıcı faaliyetlerde bulunduğunu; daha önce şekli yönden yapılan hatalar nedeniyle alınan iptal kararlarının sonraki genel kurul kararlarını ilgilendirmediğini, davacı dışındaki yöneticilerin gayretleri ile şirketin faaliyet konusu tatil köyünün büyük oranda tamamlandığını, şirketin amacına ulaşması için sermaye artırımının zorunlu olduğu gibi turizm teşvik uygulaması dolayısıyla da bunun şart olduğunu çağrıların usulüne uygun yapıldığını, kaldı ki tüm hissedarların katılımıyla genel kurul toplantılarının yapıldığını, şirket merkezinin iştigal mevzu tatil köyünün bulunduğu yere getirilmesinde ve ilanların burada yapılmasında usulsüzlük bulunmadığını, alınan tüm kararların yasa, anasözleşme ve iyi niyet kurallarına uygun olduğunu savunarak davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, iddia ve savunmaya, toplanan delillere, bilirkişiler kurulu raporlarına nazaran şirkete kayyum tayini yönündeki talep hariç diğer davacı iddialarının kanıtlandığı sonucuna varılarak davanın kısmen kabulüyle, davalı şirketin 13.9.1991 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında yetkisiz yönetim kurulu hakkında sorumluluk davası açılması kararı hariç tüm kararların iptaline, 14.8.1992 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında yönetim kurulunun azli ile N.K.Y. ve A.E.'nin yönetim kurulu üyesi seçilmeleri kararının yoklukla sakat olduğunun tespitine, A.Ö. hakkında dava açılmasına ilişkin kararın iptaline, 26.3.1992 tarihli genel kurulda alınan tüm kararların iptaline, 26.5.1993 tarihli genel kurulda alınan tüm kararların iptaline, 9.1.1993 tarihli genel kurula çağırının yetkisiz kişilerce yapıldığının tespit ve hükümsüzlüğüne, sermaye artırımına gerek olmadığının tespitine, bu genel kurulla ilgili Ankara 5. Asliye Ticaret Mahkemesi'nce verilen tedbir kararının devamına, şirket yönetiminin kayyuma tevdii yolundaki talebin şirketin zorunlu organlarının bulunması ve toplanma durumunun mevcut olması nedeniyle reddine karar verilmiştir.
Karar, davalı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
1- Dairemizin kökleşen kararlarına göre, genel kurulun toplantıya çağrılmasındaki usulsüzlük, başlıbaşına bir iptal sebebi değil, ancak bir iptal edilebilirlik nedenidir. Daha açık bir anlatımla, çağrıdaki usulsüzlükten ayrı olarak, iptali istenen genel kurul kararlarının yasa, anasözleşme ve afaki iyi niyet kurllarına aykırı bulunduğu da, iddia ve ispat edilmesi zorunludur. %Y.11.H.D.12.10.1993 E:5144, K:6460 tarih ve sayılı kararı bkz. G.E., Anonim şirketler Hukuku, s.481). Kaldı ki, dava konusu motu olayda, bütün pay sahipleri genel kurul toplantısına iştirak etmiş ve bu husus hiçbir ortağın itirazına uğramamış olup bu durumda, TTK'nin 370. maddesi hükmüne göre toplanmış bir genel kurul söz konusu olduğundan, çağrının usulsüz olduğunun ileri sürülmesi yasa ve iyi niyet kurallarına aykırılık teşkil eder. Bu itibarla, sırf çağırının usulsüzlüğünden söz edilerek, genel kurul toplantısı ve alınan kararları yok saymak mümkün değildir (Y.11.H.D.6.7.1992 E:3158, K:3661, G.E., TTK.Şerhi, s.1103 vd).
2- 13.9.1991 tarihli genel kurulda alınan ve iptali istenilen genel kurulu kararlarının yasa, anasözleşme ve afaki iyi niyet kurallarına aykırılığı bakımından yapılan incelemeye gelince:
a) Şirket merkezinin Ankara'dan Marmaris'e nakline ilişkin genel kurul kararının iptali istenilmiş olup, şirket anasözleşmesine göre değişik faaliyet alanları belirlenmiş ise de, şirketin şu andaki tek faaliyet konusunun Marmaris'te inşa ettirilen "tatil köyü" projesi olduğu anlaşılmaktadır. Yine dosyadaki bilgilere göre, gerekli tahsis ve izinlerle ilgili işlemler bitirilmiş, dava tarihine göre işin %80'i, 1992 yılı içerisinde de tamamı bitirilip tesislerin işletilmesi kiraya verilmiştir. Her ne kadar tesislerin işletilmesi işi kiralama yoluyla devredilmiş ise de, işin takip ve devamı, kontrol, ek yatırımlar, personel istihdamı gibi hususlar nazara alındığında ve yine Marmaris'in kara, hava ve deniz yolu gibi tüm ulaşım kolaylıklarına açık ve dolayısıyla, değişik yerlerdeki yönetici ve ortaklara ulaşım kolaylığı sağlayan bir yer olması nedeniyle de, şirket merkezinin Marmaris'e nakline ilişkin genel kurul kararının iyi niyet kurallarına aykırılığından söz etmek mümkün olmayıp, bu yönde alınan genel kurul kararının iptaline karar verilmesi doğru görülmemiştir.
b) İptali istenilen genel kurul kararlarından biri de ilanlarla ilgili ana sözleşmenin 28. madde değişikliği olup, şirkete ait ilanların (TTK'nin 37/4 hükmünde belirtilen Ticaret Sicili Gazetesi yanında) şirket merkezi Marmaris'teki bir gazete ile yapılması paydaşlar açısından bir kolaylıktır. Kaldı ki, bir payını şirkete tevdi ederek adresini bildiren ortağa gerekli tebligatlar bu adrese yapılabileceğinden, ilanlarla ilgili anasözleşmenin 28. maddesinde öngörülen değişikliğin de iyi niyet kurallarına aykırı olmadığı da gözden kaçırılarak yazılı şekilde karar verilmesi isabetsiz olmuştur.
c) Sermaye arttırımına ilişkin karar yönünden ise; davalı şirketin esas sermayesi (400.000.000) lira iken dava konusu yapılan genel kurulda (6.500.000.000) liraya çıkarılmasına karar verilmiştir. Mahkemece, üç ayrı bilirkişiler kuruluna inceleme yaptırılmış olup, özetle, 26.10.1992 tarihli bilirkişi raporunda; "şirketin faaliyetleri ve inkişafı, teşvik uygulaması bakımından sermaye arttırımının gerekli olabileceği, halen şirket mal varlığının esas sermayenin üzerinde olduğu, ancak, bunun neden kaynaklandığının araştırılması gerektiği" açıklanmış, sonradan verilen 13.7.1994 tarihli bilirkişi raporunda ise, "diğer şirket yöneticilerinin usulsüz işlemleri, vergi denetim raporları, İktisadi Kalkınma Bankası yazıları ve diğer dosya münderecatına göre, sermaye arttırım kararının bir grup hissedara usulsüz menfaat teminine yönelik ve iyi niyet kurallarına aykırı olduğu" bildirilmiş 30.1.1995 tarihli bilirkişi raporunda ise; "teşvik uygulamasının bir gereği olarak sermaye arttırımının gerekli olduğu, ancak sermaye arttırımının azınlık pay sahiplerini ızrar kasdı taşımaması gerektiği, bu yönde teknik nitelikte bir inceleme yapılmasının zorunlu olduğu; şirket mal varlığının 60 milyarın üzerinde olması nedeniyle afaki iyi niyet kurallarına aykırılığı yönünde ciddi emarelerin bulunduğu" görüşünü bildirmişlerdir.
Her şeyden önce şu hususu belirtmek gerekir ki, usul hükümlerine göre taraflar delillerini mahkemece verilen kesin süre içinde ibraz etmek zorundadır. 21.2.1992 tarihli celsede davacı yana delillerini ibrazı için 10 günlük kesin süre verilmiş olup, davacı vekili ise, davalının muvafakatı olmaksızın 13.6.1994 tarihli dilekçe ile birtakım deliller sunmuş ve ikinci bilirkişi kurulu genelde sermaye arttırımı ile ilgili görüşlerinde bu belgeleri dayanak yapmıştır. Bu yön davalı tarafından itiraza uğradığı gibi, kaldı ki, şirket kayıtlarındaki usulsüzlükler yönünden yapılan inceleme ve vergi inceleme raporunu kaldıracak nitelikte Vergi Mahkemesine karar verildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca yukarıda kısaca özetlendiği üzere, ilk ve son bilirkişiler kurulu somut olayın özelliği gereği ayrı bir teknik inceleme yapılmasına dikkat çekmişlerdir.
Bu durum karşısında, mahkemece sermaye arttırımının ortaklığın çıkarları yerine oy çokluğunu elinde bulunduran pay sahiplerinin çıkarlarını korumak maksadıyla yapılıp yapılmadığı ve sermaye arttırım hakkının kötüye kullanılıp kullanılmadığı, ayrıca bunun pay sahiplerini zarara uğratmak, onların şirketteki kar ve tasfiye payı ile oy oranlarını azaltmak amacı ile yapılıp yapılmadığı, şirketin içinde bulunduğu durum, teşvik uygulaması ve imkanlarından yararlanması için bunun bir zorunluluk olup olmadığının, dolayısıyla afaki iyi niyet kurallarına aykırı olup olmadığının saptanması, bunun için de birisi ekonomist olmak üzere Hukuk Fakültesi Ticaret Kürsüsü'nden seçilecek öğretim üyelerinden oluşturulacak bilirkişi heyeti marifetiyle inceleme yaptırılarak hasıl olacak sonuç dairesinde bir karar verilmesi gerekirken, sadece hukukçu bilirkişi incelemesine dayalı ve kısmen de bilirkişilerce belirtilen şekilde inceleme yapılmadan eksik incelemeyle yazılı şekilde karar verilmesi doğru olmamıştır.
3- Öt8e yandan, TTK'nin 381. maddesi, aynı genel kurulda alınan kararların aleyhine birden çok dava açılmış olması halinde bu davaların birleştirilerek görülmesi ve kararın alındığı tarihten itibaren üç aylık hak düşürücü süre geçmeden de duruşmalara başlanılmaması hükmünü getirmiş olup, bu düzenlemedeki amaç, aynı genel kurulda alınmış kararlara karşı açılan davalarda delillerin birlikte takdir edilmesi ve farklı sonuçlara varılmasını önlemeye yöneliktir. Her ne kadar, HUMK'nun 45. maddesi hükmü gereğince, şayet davalar arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu takdirde davaların birleştirilmesi mümkün ise de, somut olayda 13.9.1991 ve müteakip yıllarda yapılan 4 ayrı genel kurulda daha alınan kararların iptali istenilmiş olup, sermaye arttırımı dışında diğer alınan kararlar farklı kararlardır. Hatta bundan daha öte, 13.9.1991 tarihli genel kurul toplantısında sermaye arttırımına ilişkin alınan karar aleyhine süresinde iptal davası açıldığına göre, artık bir genel kurul kararı kesinleştikten sonra müteakip genel kurullarının hangi sermaye üzerinden yapılacağı belli olacağı için diğer davalar yönünden ilk davanın bekletici mesele yapılması zorunludur. Bu durumda ise ayrı genel kurullarda alınan kararların iptaline ilişkin davaların tefriki gerekirken bu hususun da gözden kaçırılarak yargılamaya devam edilip yazılı şekilde hüküm tesisi usuli yönden doğru olmamıştır.
4- Yukarıda bentlerde açıklanan bozma şekil ve sebebine göre birleşen diğer davalar yönünden esastan temyiz incelemesi yapılmasına şimdilik gerek görülmemiştir.
SONUÇ : Yukarıda (1), (2), (3) nolu bentlerde açıklanan nedenlerle davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davalı yararına BOZULMASINA, (4) nolu bentte yazılı nedenlerle birleşen davalar yönünden duruşma vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcın isteği halinde temyiz edene iadesine, 22.10.1996 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.