 |
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1990/8223
K: 1992/7964
T: 25.06.1992
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı İstanbul Asliye 4. Ticaret Mahkemesince verilen 1.6.1990 tarih ve 1108-513 sayılı hükmün duruşmalı olarak temyizen tetkiki davacı vekili tarafından istenmiş olmakla duruşma için tayin edilen 23.6.1992 günün de davacı avukatı Ö.T. ile davalı N.K.Ş. gelip temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşıldıktan ve hazır bulunan taraflar avukatları dinlendikten sonra vaktin darlığından ötürü işin incelenerek karara bağlanması duruşmadan sonraya bırakılmıştı. Bu kez dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili müvekkilinin "E. D." Gomb H Firması ile akdettiği tek satıcılık sözleşmesi uyarınca aslında Japon malı olan ve Almanya'da üretilen "E" marka mamullerin Türkiye'deki satıcısı olduğunu, müvekkilinin bu faaliyetinin 1984 yılında başladığını ve bu tarihten itibaren Türkiye'nin çeşitli yerlerinde şubeler açılıp, büyük reklam faaliyetlerine girişildiğini ve bu suretle de geniş bir satım ve bakım ağı oluşturularak söz konusu ürünlerin Türkiye'deki pazar payının 5 yılda % 50 ye çıkarıldığını, müvekkilinin tek satıcı olduğunun Alman firması tarafından 20.1.1986 tarihli yazıyla teyid edildiğini ve aynı firma ile 6.3.1989 tarihinde yeniden tek satıcılık sözleşmesi imzalandığını ve müvekkilinin Türkiye tek satıcısı olduğunun ana firma olan Japon firması tarafından da 30.6.1989 tarihinde teyit ettiğini, müvekkilinin ulaştığı bu başarıdan istifade etmek isteyen bazı firmaların ve bu arada davalı şirketin Amerika'dan el altından ithal ettiği 110 Voltluk ürünleri 220 volta dönüştürüp orjinalini bozarak ve müvekkili tarafından üretilen Türkçe Karakter setlerini (chip) de kopye edip satışa sunduğunu, davalı şirketin iki ortağının eskiden müvekkili şirkette üst yönetici olarak çalıştıklarını, davalı şirketin 1989 yılından beri ilgili çevrelere gönderdiği bazı ilanlar ile "E" yanıcılarının ithalatını gerçekleştirdiğini ve hakkı olmadığı halde 1 yıllık garanti vereceğini ve ayrıca da yedek parçaların stoklarında bulundurulacağını belirttiğini, oysa davalının satıştan sonra taahhütlerini yerine getirmediğini, ve bu durumda müvekkilince sağlanan güveni sarstığını, davalı tarafından satılan mamullerin orjinalliğinin bozulması nedeniyle sık sık arıza yaptığını, davalının eylemlerinin haksız rekabet teşkil ettiğini ileri sürerek, tazminat davası açma hakkı saklı kalmak kaydıyla haksız rekabetin önlenmesine ve kararın iki gazete'de ilanına karar verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı vekili, davanın akdettiği sözleşmenin davacıya 3. kişilere mütalebe hakkı vermeyeceğini, müvekkilinin ithali serbest olan ürünleri ihracat yapma yetkisi bulunan Amerikan firmasından ve başka firmalardan satın alarak pazarlamasının haksız rekabet teşkil edemeyeceğini, davacının bu hakkı varsa akdine yönelmesi gerektiğini, bunun sözleşmenin nisbiliğinin doğal bir sonucu olduğunu, eskiden davacı şirkette çalışan müvekkili şirketin iki ortağının tek satıcılık sözleşmesinden haberdar olmadıklarını, kaldı ki bu kişilerin tek satıcılık sözleşmesinin imzalanmasından önce davacı şirketten ayrıldıklarını, kanunun uzmanı olan bu kişilerin ayrıldıktan sonra şirket kurarak ihracat ve ithalat yapmasını engelleyen bir yasa hükmünün bulunmadığını, ayrıca iddiasının yerinde olmadığını, davacının reklam giderlerini "E" Şirketinden geri aldığı gibi "E" Şirketinin de bizzat reklam yaptığını ve haksız rekabetin söz konusu olmadığını ileri sürerek davanın reddini istemiştir.
Mahkemece, davacı ile Alman Firması arasındaki ilişkinin 1984 yılından başladığı, ancak bu tarihte bir tek satıcılık ilişkisi kurulmayıp bu ilişkinin 20.1.1986 tarihinde kurulduğu ve sözleşmenin ise 6.3.1989 tarihinde imzalandığı ve ana firma olan Japon firmasının da bu ilişkiyi 30.6.1989 tarihinde teyid ettiği imzalanan sözleşmeye "E" firmasının sözleşme bölgesinde başka dağıtıcı teyid etmeme, davacının da yıllık satış hedefine varmayı taahhüt ettikleri, sözleşmede üçüncü kişiyi etkileyici bir hükmün yer almadığı, bilirkişilerce de haklı olarak belirtildiği üzere davalının fiilinin BK.nun 41/2 anlamında bir haksız fiil teşkil etmediği, davadaki tartışma konusunun tek satıcılık sözleşmesine göre tek satıcının kendi bölgesinde hangi şekilde korunabileceği hususu olduğu, imzalanan tek satıcılık sözleşmesinin davacıya bölgesinde satış yapan üçüncü kişilere karşı bir talep hakkı vermeyeceği, bu hususun dosyada bulunan çeşitli hukuki mütalalarda ve bilirkişi raporunda da teyid edildiği, o halde olayda bu yönden de haksız rekabet hükümlerinin uygulanamayacağı, her ne kadar bilirkişilerce davalının iki ortağının daha önce davacı şirkette çalışması M.K.nun 2. maddesi hükmü anlamında dürüstlük kuralına aykırı hareket ve haksız rekabet olarak nitelenmiş ise de tek satıcılık sözleşmesinin 6.3.1989 da imzalanmış bulunması ve iki ortağın 30.4.1987 de davacı şirketten ayrılmaları ve chiplerin taklit edildiğinin davada kanıtlanmaması karşısında bu görüşe katılınamayacağı, kaldı ki ticaret yapmanın her türk vatandaşının yasal bir hakkı olduğu, tek satıcılık sözleşmesi kapsamına giren malların başkalarınca ithal edilmesinin yasaklanması halinde ticaret hayatının belirgin unsuru olan rekabet ortamının da ortadan kalkacağı ve bu durumun tek satıcı lehine haksız kazanca neden olacağı, Türkiye'de rekabet yasağını kuran daha doğrusu rekabeti önleyici kartel ve tröst yasalarının mevcut olduğu, davaların Amerika'dan ithal ettikleri mamülleri volt değişikliği yaparak satışa sunmalarının haksız rekabet teşkil etmeyeceği, kaldı ki davacının dahi 110 volt olarak ithal ettiği "E" ürünlerinin Türkiye'de 220 volta ayarladığı, davada davalının başkaca haksız rekabet teşkil edecek bir eyleminin iddia ve ispat edilmediği, ki davalı ortağının ayrıldıktan sonra ihtisasları konusuna giren bir işte şirket kurup yönetmelerinde hukuka aykırı bir durumun görülmediği gerekçesiyle oy çokluğu ile davanın reddine karar verilmiştir.
Kararı, davacı vekili temyiz etmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlığın çözümü için öncelikle tek satıcılık kavramı üzerinde durulması gerekir. Doktrinde de benimsendiği üzere tek satıcılık sözleşmesi yapımcı ile tek satıcı arasındaki hukuki ilişkileri düzenleyen, çerçeve niteliğinde ve sürekli öyle bir sözleşmedir ki, bununla yapımcı, ürünlerinin tamamını veya bir kısmını belirli bir bölgede tekele sahip olarak satmak üzere tek satıcıya bedeli karşılığında göndermeyi, buna karşılık tek satıcı da, sözleşme konusu malları kendi adına ve hesabına satarak bu malların sürümünü arttırmak için faaliyette bulunmayı yükümlenir. Bu tanımdan da anlaşılacağı üzere tek satıcılık sözleşmesinde edimler ve yükümlülükler kural olarak bu sözleşmenin tarafları arasında, yani yapımcı ile tek satıcı arasında karşılıklı olup, kural olarak sözleşmenin tarafı olmayan üçüncü kişilere herhangi bir yükümlülük getirmez. zira tek satıcıya o bölgedeki tekel hakkını tanımak ve bu olanağı sağlamak yapımcıya düşen bir akdi yükümlülük olmaktadır. O halde bu açıklamalar karşısında, tek satıcının bu hakkını üçüncü kişilere karşı haksız rekabet yolu ile koruması kural olarak mümkün değildir. Ayrıca tek satıcının Türkiye'de reklam yapmak suretiyle pazar sağlaması da tek başına Türkiye'de aynı malı satan kişilerin men edilmesine neden teşkil etmez. Ancak davalı firmanın TTK.nun 56 ve devamı maddeleri hükmüne göre aldatıcı veya hüsnüniyet kaidelerine aykırı bir işlem ve davranışı ile haksız bir iktisadi rekabeti var ise veya davacının özel olarak meydana getirdiği Türke Karakter seti (chip) gibi cihazların davalı tarafından aynen taklit edilmesi söz konusu ise veya davalının voltaj değiştirerek malı piyasaya arz etmesi neticesinde ürünlerde sık sık arıza meydana geliyor ve bu husus davacının satışlarını etkiliyorsa bu taktirde sınırlı bir sahaya yönelik olarak haksız rekabetten bahsedilebilir. O halde, mahkemece davacının tüm iddiaları ile davalının savunmaları nazara alınmak kaydıyla, mahkemece dosya, aralarında bilgisayar mühendisliği alanında uzman bir kişinin de bulunduğu üç kişilik bir bilirkişi heyetine tevdi edilerek yukarıda açıklanan şekilde bir haksız rekabetin var olup olmadığı tesbit ettirilmek ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmek gerekirken yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru olmamış hükmün bu nedenle davacı yararına bozulması gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile hükmün davacı yararına bozulmasına, (250.000) lira duruşma vekalet ücretinin davalıdan alınarak davacıya verilmesine, ödediği temyiz peşin harcının isteği halinde temyiz edene iadesine, 25.6.1992 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.