 |
T.C.
YARGITAY
11. Hukuk Dairesi
E: 1988/2779
K: 1988/8004
T: 29.12.1988
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Taraflar arasındaki davadan dolayı, (İstanbul 2. Asliye Ticaret Mahkemesi)nce verilen 2.2.1988 tarih ve 783-31 sayılı hükmün temyizen tetkiki davacı vekili ve müdahil vekili tarafından istenmiş ve temyiz dilekçesinin süresi içinde verildiği anlaşılmış olmakla; dosyadaki kağıtlar okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
KARAR : Davacı vekili; müvekkili anonim şirketin Türk Ticaret kanunu hükümlerine göre kurulduğunu, idare heyeti ile merkezinin de İstanbul'da olduğunu, ancak çoğu idari makamlar tarafından uyrukluk (tabiyet) konusunda zorluklarla karşılaştığını ve yabancı şirket muamelesi gördüğünü belirterek müvekkilinin Türk tabiyetinde bir şirket olduğunun tesbitine karar verilmesini talep etmiştir.
Davalı vekili; tabiyetin hemen tesbitinde davacının hukuki bir menfaati bulunmadığını belirterek davanın reddini istemiştir.
Müdahale isteyenler vekili, davacı ile aralarında derdest olan davada, işbu davadaki istemin incelenebileceğini, bu şekilde tesbit davası açılamayacağını, davacının yabancı olduğunu belirterek davanın reddine istemiştir.
Mahkemece, münhasıran tabiyetin tesbitinin adli yargıda dava konusu yapılamayacağı, şirketin tabiyetinin tesbiti idari makam olan Ticaret Bakanlığına ait olduğu, davacı ile bakanlık arasında bu konuda bir uyuşmazlık varsa İdare mahkemesinde dava açılması gerektiğinden bahisle mahkemenin görevsizliğine, dilekçenin reddine karar verilmiştir. Karar, davacı vekili ile müdahiller vekilince temyiz edilmiştir.
1 - Türk Hukukunda gerçek kişilerin vatandaşlık statüsünü düzenleyen ve bu konuda çıkacak uyuşmazlıkların çözüm yolu ve yeri konusunda "Türk Vatandaşlık Kanunu" adlı yasal düzenleme mevcut ise de, tüzel kişilerin vatandaşlığı konusunda bağımsız bir düzenleme mevcut bulunmamaktadır.
Her ne kadar Türk doktrininde tüzel kişilerin vatandaşlığı tartışmalı bir konu ise de, çeşitli yasal düzenlemelerde tüzel kişilerin vatandaş veya yabancı oluşu dikkate alınarak hükümler getirildiği görülmektedir (Bkz. 1330 tarihli Yabancı Anonim ve Sermayesi Paylara Bölünmüş Şirketler kanununun 15. maddesi; Petrol Kanunun 39. maddesi; Sigorta Şirketlerinin Murakabesi Hakkında kanunun 6. maddesi vd. gibi). Anonim şirketler bakımından ise, TTK.da bu şirketlerin vatandaşlığı ile ilgili doğrudan bir düzenleme yok ise de, bu nevi şirketlerin ana sözleşme değişikliği ile ilgili 388. maddesinin ilk fıkrasında şirketin uyrukluğunu (tabiyetini) değiştirmede şirket genel kurulunca alınacak kararda aranması gereken oy nisabı düzenlenmek suretiyle bu nevi şirketlerin de uyrukluğunun bulunduğu hiç bir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde açıklanmış bulunmaktadır. O halde, davacı anonim şirketin bir uyrukluğunun bulunduğu bu yasal düzenleme karşısında tartışma konusu olmamak gerekir. Tartışılması gereken sorun, tüzel kişiliğe haiz bir anonim şirketin uyrukluğu konusunda çıkacak uyuşmazlığın adli yargıda mı yoksa, idari yargıda mı çözümleneceği hususudur.
Gerçek kişiler yönünden devlet-vatandaş ilişkisi, o devletin egemenlik hakkının doğal sonucu olduğundan bu konunun, yani uyrukluğun kamu hukuku alanına giren bir hukuki ilişki olduğu tartışmasız bir konudur. Zira, devlet, egemenlik hakkında dayanarak şartlarını önceden saptadığı hukuki statüye, kişileri kabul etmekte veya etmemektedir. Keza, her devletin, kendi uyruklarının kimlerden olacağını kendi yasalarıyla belirlemekte tamamen bağımsız olduğu milletlerarası hukukun benimsediği ana ilkelerden biridir. Nitekim, bu ilke 12 Nisan 1930 tarihli Uyrukluk Yasalarının Çatışması ile İlgili bazı Sorunlara ilişkin sözleşmenin 1. ve 2. maddelerinde de açıkta doğrulanmış ve yenilenmiştir. (Bkz. Prof. Dr. Rona Aybay, Yurttaşlık Hukuku, Ankara 1982, sh. 6. vd.)
Bir ülkenin ekonomik yapısında büyük rol oynayan tüzelkişiliği haiz ticaret şirketleri ve özellikle anonim şirketler bakımından da o ülkede egemenlik hakkını kullanan devletin o şirketin uyrukluğu yönünden aynen gerçek kişilerde olduğu gibi tasarrufta bulunması, o devletin en doğal haklarından birisi olması gerekir. İşte devletin bu nevi tasarrufları da aynen gerçek kişilerde olduğu gibi kamu hukuku alanına giren idari tassarruflardan olduğunun kabulü doğaldır. Nitekim, tüzel kişiliği haiz anonim şirketlerin gerek kuruluşları (TTK.nun 280), gerekse ana sözleşme değişiklikleri (TTK.nun 386), öncelikle idari bir organ olan Ticaret Bakanlığının idari tasarruf niteliğinde bulunan iznine tabi kılınmış bulunmaktadırlar. O halde, gerçek kişilerde olduğu gibi, tüzel kişilik sahibi olan anonim şirketlerde, uyrukluk uyuşmazlıklarının çözümünde Türk Vatandaşlık Kanunu hükümlerinin kıyasen uygulanması, hem kamu hukuku tasarrufu niteliği bakımından uygun düşecek, hemde uyruk konusunda çeşitli yargı organları arasında farklı kararların çıkması sakıncası önlenmiş olacaktır.
Gerçek kişiler yönünden konuyu düzenleyen 403 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunun 40 ve 41. maddeleri hükümlerine göre, idari makamlarca vatandaşlık konusunda verilecek kararlara karşı idari yargı yoluna başvurulacağı hükme bağlandıktan sonra, idari yargı dışındaki bir yargı organı önünde vatandaşlık konusunda bir sorun çıkması halinde, bu hususun öncelikle ilgili bakanlıktan sorulması gerektiği, bakanlığın cevabına karşı idari yargı yoluna başvurulan hallerde ise, bu hususun ön sorun olarak beklenmesi gerektiği ve idari yargının bu hususu kesin olarak karar bağlayacağı açıkca hükme bağlanmış bulunmaktadır.
O halde, yukarıda da değinildiği gibi tüzel kişiliği haiz bir ticari şirketin tabiyetinin bulunduğu yasalarca da kabul edilmiş bulunmasına ve fakat bu nevi şirketlerin uyrukluğunu bağımsız olarak düzenleyen bir yasa da bulunmamasına, gerçek kişiler ile tüzel kişiler arasında farklı bir çözüm tarzını gerektirecek bir neden de bulunmadığına göre, gerçek kişilere ilişkin Türk Vatandaşlık Kanunun yukarıda anılan hükümlerinin kıyas yolu ile uygulanması gerektiği kabul edilmelidir.
Açılan davanın bir tesbit davası niteliğinde olması da yukarıda açıklanan ve benimsenen ilkeleri değiştirmesi mümkün bulunmadığından bu konuda çıkabilecek her nevi uyuşmazlığın tek ve nihai çözüm yeri olan idari yargı yerinde çözümlenmesi gerektiğinden mahkemece verilen görevsizlik kararı yerinde görülmekle davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle kararın onanması gerekmiştir.
2 - Müdahale isteminde bulunanların vekillerinin temyiz istemine gelince, müdahillik istemi konusunda ancak görevli olan idari yargı merciinde karar verilebileceğinden bu yöne ilişen temyiz itirazı da varit bulunmadığından ve dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle gerektirici sebeplere ve delillerin takdirinde bir isabetsizlik bulunmamasına göre müdahiller vekilinin de temyiz itirazlarının reddi gerekmiştir.
SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle gerek davacı vekilinin, gerekse müdahiller vekilinin temyiz itirazlarının reddiyle kararın ONANMASINA, 2.500 lira temyiz ilam harcından peşin harcın mahsubu ile temyiz eden müdahillerden alınmasına, 29.12.1988 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.