Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 2001/153
K: 2001/635
T: 6.2.2001

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
  • KURUM ZARARININ RÜCUAN ÖDETİLMESİ
ÖZET: Bağ-Kur; üçüncü kişinin suç sayılır hareketi sonucu kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir durumun doğması halinde 3. kişiden, ancak ilk bağladığı aylığın peşin değerini isteyebilir, ileriki yıllarda aylıklarda meydana gelen artışları isteyemez. (2926 s. TCK. m. 47)
Davacı, trafik kazasında ölen sigortalının hak sahiplerine yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteği hüküm altına almıştır.
Hükmün, davalılar tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
Davacı Bağ-Kur; trafik iş kazasında ölen tarım Bağ-Kur sigortalısının Hüseyin'in hak sahiplerine bağladığı gelirlerde meydana gelen artışların davalı Köy Kooperatifinden tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece artış talebinin kabulüne karar verilmiştir.
Davada çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, 2926 sayılı Tarımda Kendi Adına ve Hesabına Çalışanlar Sosyal Sigortalar Kanununun 47. maddesi uyarınca, Bağ-Kur'un, üçüncü kişinin suç sayılır hareketi sonucu bu Kanunda sayılan yardımların yapılmasını gerektiren bir durumun doğması halinde 3. kişiden, yapılan yardımının ilk peşin değerini mi, yoksa bu yardımlardaki artışı da isteyip işleyemeyeceği noktasında toplanmaktadır.
Şu haliyle davanın yasal dayanağı sözü edilen 2926 sayılı Yasanın 47. maddesidir. Bağ-Kur'un anılan maddeye dayanılarak rücu hakkını kullanabilmesi için 3. kişinin suç sayılır hareketinin gerçekleşmiş olması ve sigortalıya Kanunda sayılan yardımların yapılması gerekir. Olayda davalının suç sayılır hareketi ile Bağ-Kur'lunun öldüğü ve haksahiplerine aylık bağlandığı, davacının Bağ-Kurluya bağlanan ilk peşin değerli aylığın tahsili için daha önce rücu davası açtığı, mahkemece ilk peşin değerli aylığa hükmedildiği, verilen kararın kesinleştiği işbu dava ile aylıklardaki artışın istendiği görülmektedir. Bilindiği gibi Bağ-Kur yürürlükteki katsayıyı uygulamak suretiyle sigortalıya aylık bağlamakta, müteakip senelerde bütçe kanunu ile saptanan katsayıya göre daha önce bağlanan aylıkları arttırmaktadır. Bağ-Kur'un bağlanan ilk aylığın peşin değerini isteyebileceği çekişmesizdir. Uyuşmazlık, Kanunla aylıklarda yapılan artışın peşin değerinin istenilebilip istenilemeyeceği konusu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Hemen belirtelim ki, artışların rücu yolu ile işlenebilmesi için yasanın özü ve sözünün böyle bir yoruma uygun olması gerekir. Oysa 47. maddede aynen "... Kurumun, sigortalı veya hak sahiplerine bu Kanunda belirtilen gerekli yardımları yapar... 3. kişilere rücu eder" hükmü yer almakta olup artışların işlenebileceğine dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. Aksinin kabul edilmesi halinde tazmin sorumlusunun devamlı olarak yıllarca dava tehdidi altında bırakılmasına üstünlük tanınır ki, böyle bir yorum hukukun evrensel kurallarına aykırı düşeceği gibi yasa koyucunun bu şekilde hukuka aykırı sonuç doğuracak biçimde "norm" koyması düşünülemez. O halde madde, konulan amacına uygun olarak yorumlandığında artışların istenemeyeceği sonucuna ulaşılacağında kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır.
Sağlıklı ve doğru bir sonuca ulaşabilmek için Bağ-Kur'un 2926 sayılı Yasanın 47. maddesinden doğan rücu hakkının hukuki temelinin ne olduğunun bilinmesi gerekir. Rücu hakkının halefiyet esasına dayandığı düşünülebileceği gibi, Kanundan doğan bağımsız bir hak olduğu da düşünülebilir. Öğretide, bu tür bağımsız rücu hakkına "basit rücu hakkı" veya "alelade rücu hakkı" da denmektedir.
Şayet Bağ-Kur'un rücu hakkının hukuksal niteliğinin bağımsız rücu hakkına (=basit rücu hakkına) dayandığı görüşü benimsendiği laktirde halefiyet ilkesinden söz edilemeyeceği açıktır.
Bilindiği gibi herhangi bir hakkın halefiyet esasına dayandığı kabul edilecek olursa, halef olanın hukuksal statüsü halef olunanınkine tabi olur. Halif olunanın hak ve yükümlülükleri ile sınırlı biçimde talepte bulunulabilir. Başka bir deyişle, halef olunanın sahip olduğu haklardan daha fazlası kullanılamayacağı gibi hak sahibinin daha azı ile yetinmesi de istenemez.
Öte yandan bir hakkın halefiyet esasına dayandığının kabulü, yasalarda açık bir hükmün mevcut olmasına bağlıdır. Örneğin Türk Ticaret Kanununun 1301. maddesinde sigortacının rücu hakkının halefiyet esasına dayandığı açıkça gösterilmiş, keza Medeni Kanunun 439. maddesinde de mirasçıların halefiyet yoluyla murisi lemsi) ellikleri belirtilmiştir.
Başka bir yönden, yasalarda yer alan halefiyete ilişkin hükümler istisnai nitelikte hükümler olup genişletici yoruma tabi tutulamayacağı gibi kıyasa dahi esas olamazlar. Nitekim Yargıtayımız da aynı görüştedir. (Bkz. Yarg. İç. Bir. Kr., 23.5.1960 T., 11 e., 10 Kr.) Keza öğretinin görüşü de aynı doğrultudadır.
Yapılan bu açıklamaların ışığında Bağ-Kur'un rücu hakkının "halefiyet" esasına dayanıp dayanmadığı açıklığa kavuşturulmalıdır. Hemen söylemek gerekirse 2926 sayılı Yasanın ne 47. maddesinde, ne de diğer maddelerinde rücu hakkının halefiyete dayandığına dair herhangi bir hüküm mevcut değildir. Keza anılan yasada, halefiyeti çağrıştıracak başka bir hüküm de bulunmamakladır. Böyle olunca da 47. maddede yer alan rücu hakkının halefiyet ilkesine dayandığı kabul edilemez. Her ne kadar Sosyal Sigortalar Kurumunun, 506 sayılı Kanunun 26. maddesinden doğan rücu hakkının halefiyete dayandığı görüşü Yargıtayca benimsenmiş ise de (YİB BGK. 1.7.1994 T. 1992-3 E. 1994-3 K.), anılan 26. maddenin düzenleme biçimi ile söz konusu 47. maddenin düzenleniş biçimi tamamen birbirinden farklıdır. Kaldı ki 26. maddede yer alan hüküm kıyas yoluyla 47. maddeye uygulanamaz. Zira yukarıda ifade edildiği gibi halefiyete ilişkin hüküm istisnai nitelikte bir hükümdür. Hal böyle olunca bu davada, Bağ-Kur'un 506 sayılı Yasanın 26. maddesinde olduğu gibi "sigortalının veya hak sahiplerinin isteyebileceği miktar kadar (=tavan kadar) tazmin sorumlusundan taleple bulunabileceğine ilişkin ilkenin uygulama yeri bulunmamaktadır. Zira Sosyal Sigortalar Kurumu 506 sayılı Yasanın 26. maddesine göre açmış olduğu rücu davalarında, şayet ilk açtığı rücu davasında hükmolunan miktar sigortalının veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği miktardan az ise ileriki yıllarda gelirlerde meydana gelen artışlardan ötürü tavanla sınırlı biçimde davalar açabilmektedir. Bu mantıktan hareketle Bağ-Kur'un da aynı biçimde artış davaları açabileceğini düşünmek, Kanunda yer almayan yeni bir hüküm koymak anlamına gelir ki yargı gücünün böyle bir yetkisinin bulunmadığı Anayasa'nın ortaya koyduğu hukuksal bir gerçektir.
Bağ-Kur'un rücu hakkının halefiyet esasına dayanmadığı anlaşıldığına göre bu hakkın Kanundan doğan bağımsız bir rücu hakkı (=basit rücu hakkı) olduğu açıktır. Bağ-Kur'a böyle bir rücu hakkının tanınmasının amacı ikidir. Birincisi, Bağ-Kur sigortalılarını suç sayılır eylemlere karşı korumak, kişilerin sigortalılara karşı daha dikkatli davranmalarını sağlamak, ikincisi de Bağ-Kur'a gelir sağlamaktır. Nitekim pozitif hukukumuzda bu tür rücu hakkının tanındığına ilişkin örnekler vardır. Anayasanın 129., Medeni Kanunun 917. ve Borçlar Kanununun 50. maddesi gibi Anılan maddelerin hiçbirinde hak sahipleri, rücu haklarını halefiyet esasına göre kullanmazlar. Tanınan hak tamamen kanundan doğan bağımsız "basit rücu hakkı" dır.
Hal böyle olunca Bar-Kur, ancak ilk bağladığı aylığın peşin değerini isteyebilir, ileriki yıllarda aylıklarda meydana gelen artışları isteyemez. Hukuk Genel Kurulu da aynı görüştedir (Yarg HGK 18.3.1998 T. 183 E. 233 K.).
Öte yandan, sigortalının tazmin sorumlusundan isteyebileceği miktarın (=tavanın) hesaplanmasına, keza tazmin sorumlusunun sigortalıya veya hak sahiplerine yapmış olduğu ödemelerin düşülmesine de gerek kalmamaktadır. Böyle bir sonuca varılmasının nedeni, rücu hakkının halefiyet ilkesine dayanmaması ve bertaraf edilemeyeceği gerçeğidir. Aksi taktirde tazmin sorumlusu ile sigortalı veya hak sahipleri anlaşarak rücu hakkını önleyici sözleşmeler yapabilirler.
Açıklanan bu maddi ve hukuki olgular dikkate alınarak davanın reddine karar verilmesi gerekirken yazılı düşüncelerle kabulü yolunda hüküm kurulmuş olması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
Sonuç: Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA), temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, 6.2.2001 gününde oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
2926 sayılı Kanunun 47. maddesinde, Kurum'un sigortalı ya da hak sahiplerine Kanunda sayılması koşuluyla yapılacak hertürlü yardımlar için üçüncü kişilere rücu hakkı olduğu öngörülmüştür.
1479 sayılı Kanunun 63. maddesinin 3396 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önceki şekli de 47. maddeye benzer hüküm ifade etmekte idi ve bu dönemde Kurumun artışlar yönünden de rücu hakkı olduğu Dairemizce kabul ediliyordu. Nitekim 63. maddede 3396 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle Bağ-Kur'un rücu hakkı bakımından ilk peşin değer sınırlaması getirilmiştir. Aksi düşünülseydi Kanun koyucunun bu sınırlamayı getirmesi gerekmezdi. O halde 2926 sayılı Kanunun 47. maddesi içeriği, artışların da rücuan islenmesini engelleyici nitelikte değildir.
1479 sayılı Kanunun 63. maddesinde Kurumun rücu hakkı yönünden getirilen bu sınırlamanın 2926 sayılı Kanunun 47. maddesinde kıyasen uygulanıp uygulanmayacağı konusunun incelenmesinde;
Uygulayıcı aynı Kurum olsa da 2926 sayılı Kanun Tarımda kendi nam ve hesabına çalışanların, 1479 sayılı Kanun ise 24. madde kapsamındaki bağımsız çalışanların Sosyal Güvenliklerini sağlayan ve ayrı düzenlemeleri içeren birbirinden bağımsız yasalardır. Aksi düşünülseydi, tarımda kendi adına çalışanlar da 1479 sayılı Kanunda yapılacak değişiklikle bu yasa kapsamına alınarak sosyal güvenlikleri sağlanabilirdi. Halbuki kanun koyucu bu iki grup sigortalıyı birbirinden bağımsız Sosyal Güvenlik Yasaları kapsamında tutmuş ve ayrı düzenleme getirmiştir. Nitekim 2926 sayılı Kanunda Kurumun rücu hakkı, 1479 sayılı Kanunun 63: maddesine atıf yapılmaksızın müstakilen düzenlenmiştir. Başlangıçta 47 ve 63. maddeler biribirine benzer hükümler taşımakta iken (Kusura dayalı sorumluluk ve yasada örgörülüp yapılan tüm yardımlar için rücu hakkı) 1479 sayılı Kanunun 63. maddesinde 20.6.1986 tarihli 3396 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle işbu rücu hakkı ilk peşin değerle sınırlanmıştır. 1479 sayılı Kanundan bağımsız Sosyal Güvenlik Kanunu olan 2926 sayılı Kanunun 47. maddesinde ise yasa koyucu herhangi bir değişiklik yapmamıştır. Kaldı ki 3396 sayılı Kanunla yapılan değişiklikte; Bağ-Kur'un rücu hakkının sınırları da genişletilmiş ve kusur sorumluluğu dışında istihdam edenin, araç malikinin sorumluluğu da 1479 sayılı Kanun kapsamına alınmıştır. 47. maddede ise Kanun koyucu bilinçli olarak bu yönde de herhangi bir değişikliğe gitmemiştir. Sonuç itibariyle herbir Sosyal Güvenlik Kanunu kendi özgün yapısı içinde değerlendirilmeli, kıyas yoluyla uygulama söz konusu olmamalıdır. Nitekim 2926 sayılı Kanunda 1479 sayılı Kanun hükümlerinin gerektiğinde kıyasen uygulanabileceğine dair ya da 1479 sayılı Kanun hükümlerine atfa ilişkin hüküm de mevcut değildir.
Yukarıdan beri açıklandığı üzere, mahkeme kararını bozan çoğunluk kararına karşıyım, usul ve yasaya uygun olan yerel mahkeme kararının onanması görüşündeyim.
Sami KOÇAK
      Üye
 
 
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler



YARGITAY KARARLARI :
İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

Diğer Bölümlerimiz +
Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini