Hukuki.NET

T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
Esas no : 1994/2908
Karar no : 1994/10248
Tarih : 16.05.1994

Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


 
    DAVA : Dava, zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalıya veya hak sahiplerine kurumca yapılan sosyal sigorta harcamalarının rucuan ödettirilmesi istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, 9 ve 10. maddelerin öngördüğü koşulların oluştuğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, 10. maddeye dayanan rücu davalarında 26. maddesinin öngördüğü "tavanın" uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
    Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 9 ve 10. maddeleridir. Anılan 10. maddenin üçüncü fıkrasındaki, "ancak yukarıdaki fıkralarda belirtilen sigorta olayları için kurumca yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarı 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir" hükmü yer almıştır. Anılan hükümde yazılı "sorumluluk halleri" ibaresi sözlük anlamıyla sorumluluğa neden olan maddi olguları başka bir anlatımla kusur durumunu hedeflemektedir. Yoksa sorumluluğun kapsam ve tutarını içermez. Gerçekten, 10. maddenin yollamada bulunduğu 26. maddenin ilk metninde sorumluluğu tazminat tutarı bakımından sınırlayan bir hüküm yer almamış ve böyle bir sınırlama 3395 sayılı Kanunla maddeye dahil edilmiştir. O halde, Kanun yazım tekniği açısından 10. maddenin 26. maddeye sonradan getirilen tazminat tutarı sınırlamasını dışladığı düşünülemez. Öte yandan, işverenin kusurlu ve suç sayılır eyleminden dolayı sorumluluğunu düzenleyen 26. maddede 3395 sayılı yasa ile yapılan değişiklikle, işverenin ödemesi gerektiği rücu tazminatının miktarına sınır getirilmiştir. Başka bir anlatımla kusurlu veya suç sayılır eylemi ile sigortalıya veya hak sahiplerine sosyal sigorta harcamalarının yapılmasına neden olan işverenin ödeyeceği rücu tazminatı miktarı sigortalı veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği tazminat miktarı ile sınırlandırılmıştır.
    Hal böyle olunca ve özellikle kusursuz sorumluluğu öngörülen 10. maddeye dayanılarak açılan rücu davalarında da 26. maddenin öngördüğü tavanın kıyas yoluyla uygulanmasının hak ve nesafet kurallarına uygun olacağı, esasen davanın yasal dayanağını oluşturan 10. maddenin uygulamaya cevaz verdiği, engelleyici hüküm içermediği açıktır.
    Mahkemece yapılacak iş, sigortalının veya hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını önce kusur durumunu hiç gözetmeksizin belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek üzere tarafların kusurlu veya kusursuz durumları nazara alınarak Borçlar Kanununun 43 ve 44. maddeleri gözönünde tutularak rücu alacağına hükmetmekten ibarettir.
    Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın eksik inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
 
KARŞI OY YAZISI
    506 sayılı Kanunun m:10, işyerinde, sigortalı çalıştırıldığının işveren tarafından süresinde Kuruma bildirilmemesi halinin, işverene yönelik müeyyidesini düzenlemek-tedir. İşveren çalıştırdığı sigortalıları, örneği Kurumca hazırla-nacak bildirgelerle (İşe giriş bildirgesi ile) en geç bir ay içinde, m:9 uyarınca, Kuruma bildirecektir. Şayet bildirmez ise, sigortalıyı kaçak çalıştırmış olacaktır. İşte kaçak çalıştırılan bu kişiler, bildirim süresi geçtikten sonra, bir işkazası, meslek hastalığı, hastalık ve analık risklerinden herhangi birine maruz kalırlarsa, kaçak çalıştırılmalarına, Kuruma tescilli olmamalarına rağmen, Kurum, kendilerine gerekli sigorta yardımlarını yapacaktır. Ancak, m:10/3 uyarınca "yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa, bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarını, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın, işverene ayrıca ödettirecektir". Oysa, işkazası, meslek hastalığı halinde, Kurumun harcamaları m:26 ve hastalık halinde ise m:39, 41 uyarınca, işverene ve üçüncü kişilere, rücuan ödettirilebilmektedir. m:10/3'de ise, Kurumun karşıladığı risk, işkazası, meslek hastalığı ve hastalık riski olmasına karşın, o maddelerden ayrı, halefiyete dayanmayan sırf işverene ve onun bildirge vermeme eylemine yönelik, bağımsız bir rücu davası öngörülmüştür. Halefiyete dayanmamaktadır. Çünkü, işveren sigorta olayının meydana gelmesinde, kusursuzluğu nedeniyle, sigortalısına karşı sorumlu olmasa bile, bildirge vermemesi yüzünden, Kuruma karşı sorumlu olabilmektedir. İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde, ister kusurlu, ister kusursuz olsun, bildirge vermemesi nedeniyle, Kuruma karşı sorumlu olacaktır. Yani, burada, işverenin bildirge vermeme - kaçak işçi çalıştırma eylemi, bir çeşit medeni ceza ile, kusursuz rücu tazminatı sorumluluğu ile, cezalandırılmaktadır. İşverenin bu eylemi ayrıca 506 sayılı K. m:140/b uyarınca, idari para cezası ile dahi müeyyidelendirilmiştir. İşverenin m:10/3'e dayanan sorumluluğunun haleflik ilkesi ile ilgisi olmadığı 10.H.Dairesinin 7.2.1984 tarih ve 14444/1527, 8.3.1987 T. ve 921/1096 s, 14.9.1987 T. s, 30.5.1989 T. ve 2781/4811 s, 6.3.1989 T. ve 187/2054 sayılı kararlarında ve öteki birçok kararında vurgulanmıştır.
    Gerçekten, burada, işyerinde kaçak çalıştırılan işçiye yardım yapma yükümü, Kuruma, özel bir Kanun maddesiyle yükletilmiştir. İşçi, sigortalı olarak tescilli olmadığı halde, sosyal bir düşünceyle S.S.Kurumu devreye sokulmuş, belli risklerle karşılaşması halinde ona, yardım etmekle mükellef kılınmıştır. İşçi de, icabında işveren ve işyeride, tescilli olmadığı ve Kurumca bilinmediği ve de işverenden hiçbir prim ve yarar sağlanmadığı halde, sırf ekonomik açıdan güçsüz olan işçi, ortada kalmasın diye, Kurum, yükümlülük altına sokulmuştur. İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde kusursuzda olsa, diğer bir deyimle, m:26 uyarınca işveren rücu caiz olmasa bile, m:10'a göre rücu mümkün olacaktır. m:26'ya giren hallerde, işveren prim ödediği ve işkazası ve meslek hastalığına karşı işçinin resmi sigortalanması işlemini sağladığı için, kusuru olmayan olaylarda, sorumluluktan kurtulmakta, m:10'da ise, kaçak çalıştırma, sigortalattırmama eylemi nedeniyle sigorta olayının oluşmasında kusuru olmasa da, Kurumu yasal yardım yükümlülüğü ile karşı karşıya bıraktığı için, işveren, Kurumun giderlerini karşılamakla yükümlü tutulmaktadır. Böyle bir sonuç ve ilişkide, ne klasik, ne de temelinde rücu hakkı bulunan türden, yasal bir halefiyet söz konusu değildir. m:26 da ise, Kanundan doğan ve temelinde rücu hakkını içeren bir halefiyet ilişkisi vardır ve bu nedenle, oradaki işverenin rücu sorumluluğuna, önceleri Yargıtay içtihatlarıyla ve sonra 3395 sayılı Kanunun bu içtihatları benimsemesi ile, yasal olarak, "sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere" şeklinde bir tavan sınırı uygulanmıştır. Şu halde, 26'ncı maddede tavan sınırı uygulanması, haleflik ilkesinin gereği ve sonucudur. m:10'a dayanan davalar ise, haleflik ilkesine dayanmayıp, kaçak işçi çalıştırmanın Medeni cezasını oluşturmakla, böyle bir sınırlama tabi tutulmamıştır. O kadar ki, 3395 sayılı K. ile 26/1 madde değiştirilerek tavan sınırı konurken, 10/3 maddeye hiç dokunulmamıştır. Yasa koyucunun bu davranışı tamamen bilinçlidir.
    İmdi, m: 10/3 dayanan tazminat davalarında sorumluluğun sınırı ve kapsamı nedir? Bunu m:10/3 "Kurumca yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22'nci maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarı, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir" şeklinde belirlemektedir. Demek ki, her ne masraf yapılmışsa veya gelirlerin peşin sermaye değeri ne ise, o işverenden alınacaktır. 26. maddede ise, aynı şeylerin, yani gider ve gelirlerin peşin değerlerinin, hemen aynı sözcüklerle işverene ödettirileceği yazılı olmakla beraber, "sigortalı veya hak sahibi kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olarak" şeklinde bir tavan sınırı getirilmektedir. Bu sınır, 10/3 maddede yoktur. Daha önce halefiyetten hareketle, içtihaden kabul edilen bu tavan sınırını, 3395 sayılı Kanunla 26/1 maddeye eklenen yasa koyucu, yukarda belirtildiği gibi 10/3 maddeye hiç dokunmayarak, 10'ncu madde için böyle bir sınırın söz konusu olamayacağını, özellikle ifade etmiş olmaktadır. İsteseydi, m:10'a da, aynı sınırı koyardı.
    Bugüne kadar ki Yargıtay uygulaması da, istisnasız bu görüşler çevresinde sekillenmiş iken, bu davada, yasal düzenlemelerin esprisine, hukuki dayanaklarına ve açık yasa metinlerine aykırı bir tarzda, 10. Hukuk Dairesi çoğunluğu tarafından, 506 sayılı K.m:10/3'e dayanan davalarda da m:26'daki tavan sınırının kıyas yoluyla uygulanması gerekeceği kararlaştırılmıştır.
    Bu görüş, yukarda açıklanan nedenlerle, açıkça Kanuna aykırıdır. Öte yandan, burada kıyasta caiz değildir. Çünkü, her iki maddede yer alan Kurumlar, ilkeler ve çözümler, farklıdır. m:10/3 de, işverenin ve işçinin prim ödeyerek sigorta ettirdiği risklere ilişkin rücu davasının kural ve sınırlarını, yaptırımın, güç ve etkinliğini ortadan kaldıracak şekilde, kıyasen uygulamak hukuken mümkün değildir.
    O halde, 506 sayılı K.m:10/3 madde uygulamasında, 26'ncı maddeye özgü tavan sınırlaması, kıyasen uygulanamaz.
    Bundan başka, çoğunluk kararı, m:10/3 deki rücu davalarının kusursuz sorumluluğu öngördüğçnü açıkça kabul etmektedir. Bu doğrudur. Fakat, kusursuz sorumluluğa dayanan bu davalarda, kusurlu sorumluluk esasına dayanan ve kusur oranı da gözetilerek belirlenen m:26 daki tavanın, kıyas yoluyla uygulanmasını önermektedir ki bu, açık bir çelişkidir. Tavan, kusur durumu nazara alınmaksızın belirlenecek ise, o zaman da ortaya çıkacak tavan-hesap, kıyasen uygulanması kabul edilen 26. maddedeki tavan olmayacaktır ki, bu da ayrı bir çelişkidir. Öte yandan çoğunluğun kararında "kusurlu veya kusursuz durumları gözönünde tutarak rücu alacağına hükmedilmesi önerilmektedir ki, bu da ayrı bir çelişkidir. Zira, burada bir çeşit rücu tazminatı hesabında, kusur durumunun dikkate alınması tavsiye ediliyor. Bu görüş, hem yukardaki çoğunluk tavsiyeleriyle, hem de maddenin yapısındaki kusursuz sorumluluk ilkesiyle, çelişmektedir. Diğer bir deyimle, tam bir kavram kargaşası söz konusudur.
    Çoğunluk kararında, 10'ncu maddenin tavan sınırlaması uygulanmasına cevz verdiği ve engelleyici bir hüküm içermediğinin" ileri sürülmesi, ayrı bir yanılgıdır. Bir kusursuz sorumluluk halinin, tavanla sınırlanabilmesi için, yasal cevaz hükmünün bulunması gerekir. İlke olarak, kabul edilen bir sorumluluk halinin, sınırlandırılması, açık Kanun hükümleriyle öngörülmelidir. Böyle bir sınır, diğer bir deyimle, yasal cevaz hükmü olmadıkça, engel hüküm yok diye, mahiyeti başka bir sorumluluk düzenine özgü sınırlamalar, kusursuz sorumlulukta, kıyasen uygulanamaz.
    Aslında, burada sorun şudur:
    M:10'a dayanan rücu davalarında, koşullar oluşmakta beraber, sigorta olayının meydana gelmesinde, işverenin hiç kusuru yoksa veya belli bir oranda ise, buna karşın sigortalı, 3'ncü kişiler kusurlu iseler veya kaçınılmaz etkenlerin olayda payı varsa, bunlar, tazminatın şumulünün tayininde hiç etkili olmayacak mıdır? Dairemizin, giderek Yargıtayın uygulamasında, bu haller, genel hüküm niteliğinde olup, bu davalarda da uygulanması gereken, Borçlar Kanununun m:43 ve 44 cevresinde, tazminatta bir indirim nedeni olarak kabul edilmektedir. Bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
    Ne var ki, ekonomide enflasyonist baskıların etkili olduğu dönemlerde, 10'ncu madde çevresinde, Kurumca karşılanan riskler nedeniyle, özellikle sigortalılara gelir bağlanan hallerde, bu gelirlerde, zaman zaman, Kanun ve Kararnamelerle ayarlamalar ve artışlar yapılmaktadır. Bu işlemler, büyük oranda enflasyonun, gelirlerde meydana getirdiği erimeyi gidermek, kısmen de gelir seviyesini iyileştirmek amacıyla yapılmaktadır. İşte, bu gelir artışları, m:10/3 çevresinde, işverenden ayrıca istenmektedir. 10.H.Dairesi, giderek Yargıtay uygulamasında, bu artışların zaman aşımı sınırları içerisinde istenebileceği kabul edilmektedir. Bu işler, artış gerçekleştikçe devam ettiğinden, sınır arama eğilimi, bu olgulardan doğmuştur. Gerçekten sonradan yapılan artışlar için, zaman aşımı sınırları içerisinde, dava açılabilir. Fakat, bu davalar, büyük çapta, devletin, ekonomide istikrarı sağlayamaması ve enflasyonu ortadan kaldıramaması, ya da hiç değilse, gelir ve ücretleri eritmeyecek bir orana indirememesi yüzünden açıldığı için, bu risklerin yükünü, tümüyle bildirge vermeyen, kaçak işçi çalıştıran işverene çektirmek, adalet ve nesafete ters düşmektedir. İşveren, bildirge vermemek, kaçak işçi çalıştırmakla, işbu medeni cezayı haketmekle beraber, enflasyonun oluşması ve sürmesinde bir kusuru olmadığından, artışlara ilişkin rücu davalarında, tazminatın Borçlar Kanununun m:43, 44 çevresinde, ayrı bir indirime tabi tutulması gerekir. Nasıl ki sigorta olayının meydana gelmesinde, işverenin kusuru olmadığı, buna karşın, sigortalı ve 3'ncü kişinin kusurlu bulunduğu veya olay kaçınılmaz olduğu zaman, Borçlar Kanununun m:43, 44 çevresinde, ayrı bir indirime tabi tutulması gerekir. Nasıl ki sigorta olayının meydana gelmesinde, işverenin kusuru olmadığı, buna karşın, sigortalı ve 3'ncü kişinin kusurlu bulunduğu veya olay kaçınılmaz olduğu zaman, Borçlar Kanununun m:43 ve 44'e göre, %50'den az olmamak üzere, tazminatta bir hakkaniyet indirimi yapılıyorsa, işverenin kusuru olmayan, buna karşın devletin kusurundan oluşan enflasyon olgusu nedeniyle yapılan gelir artışlarının rücuan tahsiline ilişkin davalarda da, yeniden bir hakkaniyet indiriminin, aynı maddeler uyarınca, ayrıca uygulanması, adalet ve nesafete uygun olur. Diyelim ki, önceki davada, sigortalının karşılıklı kusuru ve işverenin kusursuzluğu nedeniyle, işveren, gelirlerin %40'ı oranında rücu tazminatıyla sorumlu tutulsa, artış davasında yukarda açıklanan nedenle, %20 oranında bir hakkaniyet indirimi de gözönünde tutularak gelir artışlarının %80'i indirilip, %20'si ile sorumlu tutulabilir. Soradan açılacak davalarda bu indirim adalet ve nesafetin gerektirdiği bir miktar olarak belirlenebilir ve icabında tazminattan sarfınazarda edilebilir. Diğer bir deyimle, artışlardaki enflasyon payının, önceki davada uygulanan hakkaniyet indirimi oranını artırıcı bir etken olarak kabulü, icabeder.
    Bu işlem, 506 sayılı K.m:10/3 deki özel hükme, Borçlar Kanunun m:43, 44'deki genel kuralların uygulanması suretiyle gerçekleştirilmiş olur ve tamamen yasaya uygun bir nitelik taşır.
    Bu imkan ve yol ve yasal cevaz varken, nitelikçe, kıyası caiz olmayan, başka yasal rücu sistemlerine, kurumlarına ait, yöntem ve müesseseleri, tüm Yargıtay uygulamasına ters düşecek biçimde, m:10/3'e dayanan artış davalarında, kıyasen uygulamaya kalkışmak, Kanuna aykırı ve hukuk düzenini altüst eden, dava ekonnomisi ilkesine de uymayan bir davranıştır.
    Özetle, m:10'a dayanan davalarda, haleflik esası, tavan sınırlaması uygulanmaz, tavan hesabı yaptırılması gerekmez. Özellikle, çoğunluk kararında öngörülen biçimde bir hesap hiç yapılamaz. Borçlar Kanunun m:43, 44 uyarınca, uygun ve gerekli ölçüde hakkaniyet indirimi yoluyla sorun çözülebilir.
 
    KARŞI OY YAZISI
    506 sayılı Yasanın 10. maddesi son fıkrasında söz konusu edilen ve sigortalı çalıştırılmaya başlandığının süresi içerisinde Kuruma bildirilmemesi durumunda işverenin kusursuz sorumluluğunu öngören düzenlemenin, 506 sayılı Yasada yapılan değişiklikler ve getirilen yeni anlayış karşısında, yeni baştan yorum ve değerlendirmeye tabi tutulmasındaki zorunluluğa sayın çoğunluk gibi aynen katılıyorum.
    Ne var ki, bu sorumluluğun boyutları belirlenirken, 26. maddede öngörülen sorumluluk kapsam ve sınırlarının kıyas yoluyla aynen burada da uygulanması biçimde, sayın çoğunlukça getirilen yönteme iştirak etmem mümkün bulunmamaktadır.
    Gerçekten, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, Sosyal Sigortalar hukuku ilke ve esasları açısından 10. ve 26. maddelerin farklı kurum ve konumlara ilişkin olarak düzenlemiştir. 10. madde, 506 sayılı Yasanın işverene yüklediği kimi yükümlülük ve sorumlulukları yerine getirmekten kaçınan ve sigortalıları yasa dışı çalıştırmak isteyen işverenler yönünden bir sorumluluk esası kabul etmiş, 26. madde ise, temelde kuruma karşı ve kimi yükümlülüklerini yerine getirmekle birlikte, işçi sağlığı ve işgüvenliği yönünden kusuru bulunan işverenler yönünden sorumluluğun boyutları geniş, hatta sınırsız tutulmuştur. Amaçlar farklı olunca, öngörülen sorumluluklar da kapsam ve nitelik yönünden değişik olmuştur. Kısaca, 10. maddede, kapsam dışı sigortalı çalıştırmayı engellemek amacıyla, caydırıcılık niteliği eğemen bir düzenleme öngörülmüşken, 26. maddede, kurumun uğradığı zararların kusurlu işverenden rücuan geri alınması istenmiştir. Bu nedenle, her iki düzenlemeyi, sorumluluk esasları bakımından birbirine paralel kılan bir uygulama, yargı organını yasa koyucu yerine koyar ve onun istemediği bir düzenlemeyi dolaylı bir biçimde kabul etmek sonucuna götürür. Gerçekten, yasa koyucu, 10. madde de öngörülen sorumluluğu daraltmak veya sınırlamak isteseydi, 26. madde ve 506 sayılı Yasanın kimi maddelerinde yapmış olduğu sınırlamaları, bu madde yönünden de gerçekleştirebilirdi. 26. madde yönünden getirilen, "tavan uygulaması" özellikle ve bilinçli olarak 10. madde için getirilmemiş ve madde eski biçiminde bırakılmıştır. Ayrıca, Anayasa mahkemesi de, 10. maddenin sorumluluk ilkeleri yönünden getirdiği düzenlemeyi Anayasal esaslara aykırı bulmamıştır.
    Ne var ki, 10. maddede öngörülen sorumluluğun tamamen sınırsız ve ölçüsüz bir biçimde uygulanması da düşünülemez. Ceza hukukunda bile, ferdileştirme ve kimi hafifletici nedenlerin uygulandığı bir hukuk sisteminde, 10. maddeyi her türlü sınır ve ölçüden uzak tutan bir anlayış içinde uygulamak mümkün değildir. B.K.nun 43. ve 44. maddelerinde öngörülen ve haksız fiilden doğan tazminatın sınırlarının saptanmasında egemen olan ilke ve ölçülerin 10. madde yönünde de uygulanması kaçınılmazdır. Hakim, yasa dışı işçi çalıştırmakla birlikte, kusur durumu ve uğranılacak zararların boyutlarına göre, tazminatın derecesini tayin edecek gereğinde büsbütün kaldırabilecektir. 10. maddede, öngörülen sorumluluğu, belirtilen ilke ve esaslar yerine, 26. maddedeki, tavan uygulamasıyla sınırlamak, açıklamaya çalıştığım ilkelere uygun düşmediğinden, sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini