 |
T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1989/8678
K: 1990/2712
T: 20.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Davacı, trafik kazasında ölen sigortalı işçinin hak sahiplerine yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtilen şekilde isteği kısmen hüküm altına almıştır. Hükmün, taraflarca temyiz edilmesi üzerine temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
1 - Borçlar Kanunu'nun 53. maddesi hükmü gereğince kusurun oranına ilişkin ceza mahkemesi kararı,hukuk hakimini bağlamaz. Kaldı ki cezadaki mahkumiyet kararı trafik kaza raporuna dayanmış olup 506 sayılı Kanun'un 26. maddesi çevresinde bir araştırma ve incelemeyi kapsamaktadır. Davalı sürücü C. tarafından işbu rapora itiraz edildiğine göre mahkemece yapılacak iş, anılan madde çevresinde uzman kişileden kusur raporu alıp değerlendirerek davalı C.nın sorumluluğunu bu inceleme sonucuna göre belirlemekten ibarettir. 2 - Davalılardan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü aleyhine açılan dava, dahili fon limiti çevresinde sorumluluğa ilişkin olduğu halde, bu fonla sınırlı olması yerine adı geçen idarenin rücu alacağının tamamından sorumlu tutulması isabetsizdir.
3 - Davanın yasal dayanağını teşkil eden 506 sayılı Kanun'un 26. maddesi haleflik ilkesine dayanır. Bu ilke uyarınca Kurumun rücu alacağı haksahiplerinin tazmin sorumlularından istiyebilecekleri maddi tazminat miktarı ile sınırlıdır. İşbu maddi tazminat miktarının belirlenmesinde, sigortalının zararlandırıcı sigorta olayı tarihinde yürürlükteki asgari ücret üzerinden bir kazancının olması halinde sonraki asgari ücretlerin de arttırımlı olarak alınması gerekirken aynen alınması ve kabule göre de karar tarihinden önce yürürlüğe giren 1.8.1989 tarihli asgari ücret artışının nazara alınmaması hatalıdır.
4 - Zararlandırıcı sigorta olayının meydana gelmemesi halinde rapor tanzim tarihine kadar haksahiplerinden her birinin ne miktar destek görecekleri belli olduğuna göre, gerçek belli iken varsayıma gidilemez. Rapor tanzim tarihine kadar her bir yıl için ayrı ayrı saptanan destek kayıp miktarlarına, olay tarihinden itibaren faiz yürütülmek suretiyle destekten yoksun kalınan miktar artırılamayacağı gibi, iskonto oranı uygulamak ya da, olay tarihinden sonraki yıllar için gerçekleşecek destek zararına, zarar gerçekleştiği tarihte ödenmediği takdirde faize hükmedilmesi gerektiği halde, uygulamada, haksız fiil tarihinden itibaren faize hükmedildiği, olay tarihinden zararın gerçekleştiği tarihe kadar tahsil edilen faizin haksız iktisaba neden olduğu görüşü ise, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki yıllar destek kayıp miktarları için - 19.12.1984 tarihine kadarki seneler hakkında % 5, sonraki seneler için % 30 oranında-hesaplanacak faiz tutarları indirilmek sureti ile de davanın gerçek destek kaybı zararından daha az tesbit cihetine gidilemez.
İskonto, vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması, alınan paranın vadeye kadar değerlendirilme olanağının bulunması nedeni ile borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesiydi. Rapor tanzim tarihine kadar sene be sene hesaplanan destek zararı, tazmin sorumluları tarafından hak sahiplerine henüz ödenmemiş bulunduğundan vadesinden önce ödenmiş bir borçtan söz edilemez. Dolayısıyla rapor tanzim tarihine kadar bu şekilde saptanan destekten yoksun kalınan miktarlar iskontoya tabi tutulamaz. Aksinin kabulü, vadesi gelmiş ve henüz ödenmemiş bir borcun iskonoya tabi tutulması olur ki, iskonto kavramı ile bağdaştırılamaz. Ayrıca işveren ve haksız fiil faillerinin sebepsiz zenginleşmesi hak sahipleri veya kurumun bir kısım hakkının, işveren, yada haksız fiil faillerine bırakılması sonucunu doğurur ki, bu sonuç, adalet ve nesafet kuralları ve hukukla bağdaştırılamaz. Olay tarihinden yıllar sonrası için yoksun kalınan destek zararı miktarına olay tarihinden itibaren faiz hükmedilmiş olması nedeniyle tavanın faiz oranında netleştirilmesi gerektiği görüşüne gelince; destekten yoksun kalma zararının gerçekleştiği andan itibaren desteğin ölümünden sorumlu olan kişi tazmin mükellefiyeti altına girer. Bu mükellefiyetin yerine getirilmesindeki gecikme süresi için borçlu ayrıca faiz ödemek zorundadır. Demek oluyorki, faizin işlemeye başladığı an zararın doğduğu andır. (Tekinay, Ölüm Sebebiyle Destekten Yoksun kalma Tazminatı, S. 229) Ölüm tarihinden itibaren hak sahipleri destekten yoksun kalmış olmaları nedeniyle zarar ölümle birlikte doğmuştur. Destek zararlarının ölüm tarihinden muayyen bir süre sonra başlaması söz konusu değildir. Bu bakımdan tavanın belirlenmesinde murisin geliri ile bu gelirden haksahiplerine ayrılacak pay etkili olup alacağın fer'isi sayılan faizin ise tavanı etkilemeyeceği, açık-seçiktir. Üstelik faiz isteğe bağlı olduğundan haksahipleri tarafından dava açılıp açılmayacağı, dava açılması halinde de faiz istenip istenmeyeceği bilinmemektedir. Kaldı ki, faiz istenmesi ve aksi görüşün kabulü halinde de tazmin sorumluları tarafından ödemecek miktar netleştirilmiş miktar olmayıp, (faiz + netleştirilmiş miktar = destekten yoksun kalınan miktar) olacağı ortadadır. Bu nedenle, rapor tarihinden önceki yıllara ait zarar hesabında, faiz oranlarına göre netleştirilmiş miktarların değil destekten yoksun kalınan miktarın aynen alınması gerekir.
Federal mahkeme, iratların hüküm tarihinden sermayeye çevrilmesi ve ölüm tarihi ile hüküm tarihi arasında geçecek süre içinde zararın somut olarak hesap edilmesi yolundaki (jdt. 952 1304) içtihadı, haksız fiilden zarar gören kişinin ölmeyip devamlı sakat kalması halinde sürdürmekte olmasına rağmen ölümler halinde iratların sermayeye çevrilmesinde ölüm tarihinin esas alınması gerektiği şeklinde değiştirilmiş ise de (jdt. 959 I 444-445) bu değişiklik ölen desteğin haksız fiil olmaması halinde ölüm tarihi ile hüküm tarihi arasında mutlaka sağ kalmayacağı ve gerek ortalama yaşama hadlerine gerekse ekonomik faaliyet sürelerine dair olan istatistikler ölüm tarihindeki yaşlara göre düzenlendiği için iratların sermayeye çevrilmesi de bu tarih esas tutularak yapılması gerektiği görüşünden kaynaklanmaktadır. Zarar tesbitinde esas alınacak tarihle bu konunun ayrı şeyler olduğu hayata ve beden tamlığına karşı işlenen haksız fiillerde zararın gerçek miktar ve kapsamı zamanla daha iyi anlaşılabileceğinden zararın tesbitiyle mümkün olduğu kadar geç bir tarihin esas alınması gerektiği ortadadır. (Tekinay age. S. 226, 227) Gerek Federal Mahkeme'nin anılan içtihatları gerekse bu içtihatlarla ilgili görüşler (Kudat; Cismani Zaralardan Doğan Zararlar Nasıl Değerlendirilir? S. 148) bağlanan gelirlerin peşin değerinin hesaplanması ile ilgili olup, zararın başka bir anlatımla, destekten yoksun kalınan miktarın saptanması ile ilgili değildir. Bu bakımdan aradaki farkın gözden uzak tutulmaması gerekir.
Mahkemece, açıklanan ilkelere ters düşer şekilde düzenlenmiş rapora dayanılarak yazılı şekilde hükmü kurulması usule ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
5 - Sigortalının aktif devre kazancının 60 yaşa göre belirlenmesi gerekirken dayanakları gösterilmeksizin 55 yaş ile sınırlı tutulması, aktif dönemde son 7 yılda arttırımının uygulanmaması, iskonto oranının denetime elverişli açıklıkta bulunmaması ve yıllar itibariyle iskontolama işlemi yerine bunun ortalamaya göre yapılması yerinde değildir.
6 - Haksahibi eş yönünden, destek süresinin sigortalının zararlandırıcı sigorta olayı tarihindeki bakiye ömür süresine göre ve destek miktarı da aktif dönem ile bundan sonraki pasif döneme göre saptanması gerekirken, buna ölüm geliri devresinin de katılması ve ayrıca eşin yaşına, çocuk sayısına, güzel olup olmamasına ve sosyal ve ekonomik durumuna göre belirlenecek oranda evlenme şansı indirimi yapılmasına gerek olup olmadığı yönünün irdelenmemesi de isabetsizdir.
7 - Haksahibi Ş. ve F. yönünden halefiyet ilkesine aykırı biçimde tavan aşılarak karar verilmesi de isabetsizdir.
8 - İşbu dava ile birleştirilen 988/835 esas sayılı dosyada davacı kurumun rücu alacağına konu masraflarla ilgili (1 kısım) belgelerin Sosyal Sigortalar Kurumu'ndan celbi yerine eksik inceleme ile bu konudaki bir kısım istemin belge ibraz edilmediğinden bahisle reddi keza hatalıdır.
9 - Rücu davalarında faize, gelirler yönünden ayrı ayrı onayları, masrafları yönünden ise ayrı ayrı ödeme tarihinden itibaren hükmedilmek gerekirken yazılı biçimde hüküm tesisi hatalıdır.
10 - Davalılardan Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü'nün duruşmalarda avukat sıfatını haiz olmayan şube müdürü temsil etmesine keza diğer davalı C.G. de vekili bulunmamasına rağmen adları geçen davalılar yararına avukatlık parasına hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, tarafların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA ve temyiz harcının istek halinde davalılara iadesine 20.3.1990 gününde oybirliğiyle karar verildi.