 |
T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1989/8540
K: 1990/2875
T: 26.03.1990
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Davacı, iş kazasında ölen sigortalı işçinin haksahiplerine yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.
Mahkeme, davanın reddine karar vermiştir.
Hükmün, davacı Avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan sonra, işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
KARAR : Her artışın ayrı bir olgu olduğu düşünülerek, artışın onay tarihinden, dava tarihine kadar arada 10 yıllık zamanaşımı süresi geçmemiş bulunması nedeniyle zamanaşımı definin reddiyle davanın esası hakkında karar verilmek gerekirken, olay tarihi ile dava tarihi arasında 10 yıllık zamanışımı süresinin geçtiğinden bahisle davanın yazılı şekilde zamanaşımı yönünden reddi yolunda hüküm tesisi usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davacı Kurumun bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, üye C.K.'nin muhalefetine karşı Başkan T.O. üye O.Y., Y.D. ve A.H.'nin oylarıyla ve oyçokluğuyla 26.3.1990 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
1- 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununu'nun 26. maddesinin ilk fıkrasındaki "ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin tutarı ile" ibaresinin iptali hakkında açılan dava Anayasa Mahkemesinin 20.12.1983 gün ve 4/17 sayılı kararı ile ve "işkazası sonucu ölen bir işçinin haksahiplerine kesin loarak bağlanan gelirde ekonomik ve sosyal bazı nedenlere dayanılarak sosyal hukuk devletinin gereklerinden olan sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak maksadıyla yasa ile sonradan artırma yapılmasının 26. maddenin birinci fıkrasında "ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü giderlerin" biçiminde yer alan ibarenin kapsam dışında kaldığı ve bu niteliği ile itiraz konusu hükmün Anayasaya aykırı bulunmadığı" gerekçesi ile reddedilmiştir.
Anayasaya uygun yorum kuralından haraket eden Anayasa Mahkemesi, Kanun Kararname ve Katsayı artışları nedeni ile gelirlerde meydana gelen artışların 26. maddeye dayanılarak Kurumca istenemeyeceği ve bu nedenle 26. maddenin Anayasaya aykırı olmadığı sonucuna varmış ve açılan iptal davasını reddetmişse de, yüksek Daire çoğunluğu ve giderek Yargıtay, Kanun Kararname ve Katsayı artışlar nedeniyle gelirlerde meydana gelen artışların Kurumca 26. maddeye dayanılarak rücu yolu ile istenebileceğini kabul etmekte, 26. maddeyi Arnayasaya aykırı olacak biçimde uygulamaktadır. Zira Anayasa Mahkemesinin maddeyi Daire çoğunluğu ve giderek Yargıtay gibi yorumlaması halinde anılan maddeyi Anayasaya aykırı bulup iptal edeceği açıktır. Bu madde ile ilgili yorum ve uygulama yüksek mahkemeler arasında fasit daire oluşturmakta, madde Yargıtayca, Anayasa Mahkemesinin Anayasaya uygun bulunan yorumu doğrultusunda uygulanmaktadır. Bizce; madde, Anayasaya uygun yorum kuralından hareketle Anayasaya uygun biçimde yorumlanmalı, artışların 26. maddeye dayanılarak istenemeyeceği kabul edilmeli, 26. madde Anayasaya uygun biçimde uygulanmalıdır.
Anayasaya uygun yorum kuralının sonucu olarak, Anayasa Mahkemesi kararı gerekçesinde de vurgulandığı gibi, Kararnameler, Yasalarv e Katsayı artışı nedeniyle gleirlerde meydana gelen artışların peşin değeri 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 26. maddesine dayanılarak işveren ve kusurlu 3. kişilerden istenemez. Ancak, 31.3.1954tarih ve 19/11, aynı tarih 17/10 ve 28.6.1960 tarih, 23/1 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararlarında vurgulanan "sigortacı, sigortalıya ödediği tazminat nisbetinde sigortalının yerine geçer ve onun kanuni halefi olur" ilkesine, genel hükümlere ve 29.3.1985 tarih 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına dayanarak Kurumun, Yasalar, Kararnameler ve Katsayı artışı nedeniyle gelirlerde meydana gelen artışların peşin değerini, zararlandırıcı sigorta olayı da kusurlu olan kişilerden ve daha önce 26. madde çevresinde sorumluluğu saptanan işverenden, sigortalı ya da haksahiplerinin isteyebilecekleri tazminat miktarı ile sınırlı olmak koşulu ile isteyebileceğinin kabulü gerekir. Ne var ki, burada, 26. maddeye dayanan rücu davaları temelinde rücu hakkı bulunan halefiyet ilkesine dayandığından zaman aşımının tahsisler için onay, masraflar için sarf ve ödeme tarihinden; artışlar nedeniyle açılan rücuan tazminat davaları ise anılan tevhidi içtihat kararlarına ve salt halefiyet ilkesine dayandığından, zamanaşımının, sigortalı veya haksahipleri hakkında hangi tarihte başlamış ise o tarihte başlayacağını unutmamak gerekir. Zira salt halefiyette alacak, işlemeye başlamış zamanaşımı ile birlikte intikal eder. Sigortalı veya haksahipleri tarafından tazmin sorumluları aleyhine açılacak tazminat davaları olay tarihinden itibaren 10 yıl geçmekle zamanaşımına uğrayacağı açıktır. Olay 16.11.1977 tarihinde meydana gelmiş, artışlar nedeniyle bu dava 1.3.1988 tarihinde yani, olay tarihinden on sene geçtikten sonra açılmıştır. 1.3.1988 tarihinde sigortalı tarafından işveren aleyhine açılacak tazminat davası olay tarihinden itibaren 10 yıl geçmiş olması nedeniyle zaman aşımına uğrmaış sayılacağına göre, salt halefiyet ilkesine dayanılarak Kurumca açılan rücu davası da zaman aşımına uğramış olmaktadır. Zira salt halefiyette alacak işlemeye başlamış zaman aşımı ile geçmektedir.
2- Kararname, Yasa ve Katsayı artışı nedeniyle gelirlerde meydana gelen artışın yeni bir olgu olarak kabulü de mümkün değildir. İş kazası sonucu malül kalan sigortalıya kesin olarak bağlanan gelirde ekonomik ve sosyal bazı nedenlere dayanılarak sosyal hukuk devletinin gereklerinden olan sosyal adalet ve sosyal güvenliği sağlamak amacıyla gelirlerde artırım yapması ile işveren ya da haksız fiil faillerinin eylemleri arasında uygun neden sonuç bağı yoktur. Tazmin sorumlularının haksız fiili olmaması halinde kurumun gelir a rtışlarını ödemek zorunda kalmayacağı bu nedenle neden sonuç bağı bulunduğu akla gelebilirsede buradaki neden sonuç bağı uygun neden-sonuç bağı değildir. Kurmunu başladığı ilk gelirin peşin değeri 982/1-74 esas sayılı dosyada istenmiş, kesinleşen karar gereğince Kurumca tahsil olunmuştur. İlk gelirin bağlandığı tarihteki paranın satın alma gücüne göre peşin değeri işverence ödenmiş kurum zararı tazmin olunmuştur. Gelir artışları işverenin fiilinden değil sosyal ve ekonomik nedenlerden kaynaklanmaktadır. Her artışın ayrı bir olgu kabulü ile 10 yıllık zaman aşımının artışların onay tarihinden başlatılması, tazmin sorumlularını ve varislerini, haksahibi bulunduğu sürece, çoğu kez 40-50 sene bazan daha fazla dava tehdidi altında bulunduracak, alacakların belirli bir süre içinde istenip borçluların devamlı dava tehdidi altında bulundurulmaması amacı ile getirilmiş zamanaşımı müessesine ters düşecek, toplumda huzursuzluk kaynağı olacaktır.
Artışların ayrı bir olgu kabul edilip 10 yıllık zamanaşımının her artış için artışın onay tarihinden başlatılması, 31.3.1954 tarih 18/11 sayılı tevhidi içtihat kararında benimsenen "sigortalı kendisine halef olan sigortacıya sahip bulunduğu hak ve selahiyetlerden daha fazlasını devredemeyeceği gibi işbu halefiyet kaidesi sigortalının zararından sorumlu olan kimseler8in hukuken durumlarını ağırlaştıramaz" ilkesine de aykırıdır. Şöyleki olay tarihinden itibaren 10 yıl geçmekle sigortalı veya haksahibi tarafından talep edilmeyen, zamanaşımına uğramış bulunan alacak sayın çoğunluğun görüşüne göre, artış onay tarihinden 10 yıl geçmemiş olması nedeniyle Kurum tarafından tazmin sorumlularından istenebilecek, dolayısıyla halefiyet ilkesi tazmin sorumlularının hukuken durumlarını ağırlaştırmış olacaktır.
Özetlemek gerekirse; Kararname, Yasa ve Katsayı artışları nedeniyle gelirlerde meydana gelen artışlar 506 sayılı Kanunun 26. maddesine göre, değil, anılan tevhidi içtihat kararlarına ve salt halefiyet ilkesine dayanılarak Kurumca tazmin sorumluluklarından istenebilir. Zamanaşımı, sigortalı ve haksahipleri açısından hangi tarihte başlamış ise artışlar nedeniyle Kurumun açacağı tazminat davalarında da zamanaşımı aynı tarihten başlar. Olay tarihinden dava tarihine kadar 10 yıllık zamanaşımı haksahipleri açısından geçtiğine göre kuruma salt halefiyet ilkesine dayanılarak açılan bu davada da 10 yıllık zamanaşımı geçmiş sayılır.
Açıklanan nedenlerle örnek nitelikteki kararın onanması oyundayım.