 |
T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1989/7274
K: 1989/9652
T: 30.12.1989
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA : Davacı, trafik (İş) kazasında ölen sigortalı işçilerin haksahiplerine yapılan harcamalar üzerine uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildiği şekilde isteği kısmen hüküm altına almıştır.
Hükmün, davacı ve davalılardan şirket avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine; temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
KARAR : 1 - Dosyadaki yazılara, toplanan delillere hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, davalı G... Şirketi'nin temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2 - Davacının temyizine gelince:
Davalılardan G..Kollektif Şirketi'ne ait kömür madeni işletmesi işyerine, şirkete ait kamyon ile işçileri taşıyan öteki davalı ve şirketin şoförü Süleyman'ın yönetimindeki kamyonun devrilmesi sonucu işçilerden Muzaffer ile Selahattin'in öldükleri ve işbu trafik işkazası nedeniyle adı geçen sigortalıların haksahiplerine gelir bağlandığı ve masraf yapıldığı ve bunların Kütahya İş Mahkemesi'nin 1982/184 esas sayılı dava dosyasında G... Kollektif Şirketi ile şoför Süleyman'ın 506 sayılı Kanun m. 10 ve 26'ya dayanılarak müteselsilen istenilmiş olduğu, ölüm sigortasından yapılan toptan ödeme isteği reddolunarak diğer istek kalemlerinin mahkemece aynen ve 506 sayılı kanun m. 26 uyarınca her iki davalıdan müteselsilen tahsiline karar verilmiş. Kararın davacı SSK. vekili ve davalılardan G...Kollektif Şirketi vekili tarafından temyiz edilmiş ve Yargıtay'ca onanarak kesinleşmiş olduğu, anlaşılmaktadır.
Kütahya İş Mahkemesinin işbu 1988/517 esas sayılı davasında ise, davacı SSK. gelirlerdeki artışları, aynı davalılardan müteselsilen istemekte, davalılardan işveren G...Şirketinin, sigorta olayında ölen işçilerden Muzaffer'in işe giriş bildirgesini hiç ve öteki işçi Selahattin'in işe giriş bildirgesini ise zamanında vermiyerek 506 sayılı Kanun m. 9 ve 10 ihlal ettiği ve bu maddeleri çevresinde sorumlu tutulması gerektiğini ileri sürmüş, diğer davalı Süleyman hakkında ilk davadaki gibi 506 sayılı Kanun m. 26/2'ye dayanmıştır.
Davalılardan Süleyman'ın olayda tüm kusurlu bulunduğu, 1980/379 sayılı kesinleşen asliye ceza mahkemesi kararı ile, 1982/184 sayılı ilk rücu davasında verilen kesinleşmiş ilam ile bellidir.
İlk rücu davasında 506 sayılı Kanun m. 10 ve 26. maddelerine dayanıldığına göre öncelikle dava dilekçesinde yeterli açıklık bulunmaması karşısında, davacı isticvap edilerek, 9 ve 10. madde koşullarının oluşup oluşmadığının araştırılması ve oluşmuş ise, bu maddeler çevresinde, oluşmamış ise 26. madde uyarınca hüküm kurulması gerekir iken, bu yolda bir araştırma yapılmaksızın davalılardan 506 sayılı Kanunun 26. maddesi uyarınca sorumlu tutulması ve kararın kesinleşmesi halinde, yasal artışlara ilişkin olarak zamanaşımı hadleri içinde açılan ikinci rücu davasında, davalılardan biri için 9 ve 10 maddelere dayanılarak dava açılabileceği, böyle hallerde ilk davadaki ilamın müddeabih birliği unsurunun eksikliği ve her iki davada müddeabihlerin farklı olması bakımından kesin hüküm oluşturmayacağı belirgindir.
Bu durumda, mahkemece yapılacak iş, davalılardan G... Kollektif Şirketi hakkındaki davada, bu davalı bakımından 9 ve 10. madde koşullarının oluşup oluşmadığını yöntemince araştırmak ve özellikle işkazasında ölen her iki sigortalının varsa işe giriş bildirgeleri getirtilmek, bunların hangi tarihte işe alındıkları saptanmak ve işkazasının oluştuğu tarihe göre koşular oluşmuş ise, bu maddeler çevresinde hüküm kurmaktan ibarettir. 506 sayılı Kanun m. 9 ve 10 çevresindeki sorumluluk, haleflik, ilkesine dayanmadığından Dairemizin ve giderek Yargıtay'ın yerleşmiş içtihadı uyarınca rücu tazminatının, tavanla sınırlandırılması sözkonusu olmadığı gözönünde tutulmalıdır. Öteki davalı Süleyman 506 sayılı Kanun m. 26/2 çevresinde ve tavanla sınırlı olarak sorumlu tutulabileceği, onun sorumlu tutulabileceği miktarla sınırlı olarak G... Şirketi'nin müteselsilen sorumlu olabileceği ve m. 10'a göre belirlenecek fazla tazminatta teselsül kuralının uygulanamayacağı dikkate alınmalıdır.
İşbu fiili ve hukuki gerçekler gözönünde tutulmadan yazılı şekilde hüküm kurulması isabetsizdir.
O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, ve temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, Üye Resul Aslanköylü'nün muhalefetine karşı Başkan Teoman Ozanoğlu, Üye Orhan Yalçınkaya, Yılmaz Derendelioğlu ve Adnan Hamzaoğulları'nın oylarıyla ve oyçokluğuyla 30.12.189 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
Çoğunluk tarafından da benimsendiği ibi gerçekten Kütahya İş Mahkemesi'nin 1982/184 esas numaralı dosyasında açılan ilk rücu davası 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 10 ve 26. maddesi hükümlerine göre açılmıştır. Kuşkusuz davalılardan Süleyman işveren durumunda bulunmadığı için hakkında 9 ve 10. maddelerin uygulama olanağı bulunmamaktadır. Bu maddeler koşullar oluşmuş ise diğer davalı işveren G.... Kollektif Şirketi bakımından tartışma konusu edilebilecektir.
ilk dava az önce sözü edilen her iki maddeye dayanılarak açılmış olmasına karşın mahkemece 10. maddenin koşulları araştırılmaksızın sadece 26. madde hükümlerine göre kabul edilmiş ve karar Yargıtay incelemesinden geçmek suretiyle kesinleşmiştir. İlk davada 10. maddeye de dayanıldığı o kadar belirgindir ki hem müfettiş tarafından düzenlenen 21.8.1981 tarihli raporda işverenin anılan maddeye göre sorumlu olduğu belirtilmiş hem dava dilekçesinde açıkça 10. maddeye göre de istemde bulunulmuştur. Burada çözümlenmesi gereken hukuksal sorun, sözü edilen her iki maddeye göre açılan ilk rücu davası 26. madde çevresinde sonuçlandırılarak kesinleştirilmiş ise bilahare gelirlerin yasa veya kararnamelerle artırılması nedeniyle açılan ikinci rücu davasında 10. maddeye göre istemde bulunabilip bulunulamıyacağı hususudur. Başka bir anlatımla alacağın bir kesimi dava edilmiş ve bu kesim hakkında 26. madde uygulanmak suretiyle hüküm verilmiş ve kesinleşmiş ise aynı olay nedeniyle sonradan açılan artış davalarında artık-istemde bulunulmuş ise- 10. madde uygulanmayıp mesele 26. maddeye göre mi çözümlenecektir?
İstem sonucunun niceliğine göre davalar:
1- Terditli (kademeli) davalar,
2- Seçimlik davalar,
3- Objektif dava birleşmesi,
4- Mütelahik davalar (hakların telahuku, yarışması) olmak üzere dört gruba ayrılmaktadır (Bkz., Prof.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt: 1, Sh: 945 ve devamı). Gerek konuya benzerliği yönünden, gerekse sorunun sağlıklı bir şekilde çözüme ulaştırılması bakımından terditli ve mütelahik dava çeşidi üzerinde durma gereği duyulmuştur. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununda yer almamakla beraber (uzun süre tereddüt geçirildikten sonra) Yargıtay son yıllarda terditli davanın açılabileceğnii kabul etmektedir. Bu tür davalarda davacı biri asıl diğeri yardımcı olmak üzere iki ayrı istemde bulunur. Şayet asıl istek reddedilecek olursa yardımcı talebe göre karar verilmesi istenir. Öbür yandan anılan davalarda taleplerin dayandığı vakıalar aynı, hukuki sebep değişik olabileceği gibi hem dayanılan vakıalar, hem de hukuki sebepler değişik olabilir.
Mütelahik dava çeşidine gelince, burada talep tek olmasına karşın birden fazla hukuki sebep vardır. Şayet bir davada yasanın iki hükmünün dahi uygulanması mümkün görülüyor ise buna hukuk dilinde (hakların telahuku) denilmektedir. Bu gibi hallerde uygluanacak yasa maddelerinden birisinin diğerine göre özel hüküm niteliğini taşımaması gerekir. Zira özel hükümle genel hüküm karşı karşıya kaldığında olaya özel hükmün uygulanması gerekeceği hukukun genel kurallarındandır. Öte yandan hakların telahukukundan (yarışmasından) sözedilebilmesi için isteğin birden fazla hükme göre de haklı bulunması şarttır.
Öbür yandan herhangi bir mütelahik dava yarışan yasa hükümlerinden birisine dayanılarak reddeilmiş ise birinci davada incelenmeyen diğer kanun hükümlerine dayanılarak yeni bir dava açılamaz. Açılır ise bu ikinci dava kesin hüküm nedeniyle reddedilir. Zira heriki davanın tarafları, konusu ve dava sebepleri aynıdır Sözü edilen her iki dava arasındaki tek sebep hukuki sebeplerdir. Oysa maddi vakıalar aynı olduğu halde yalnız hukuki sebepleri değişik olan iki dava aynı davadır. Bu nedenle ikinci davanın kesin hüküm nedeniyle reddedilmesi gerekir (Bkz., Prof.Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usulü, 1979, Cilt: 1, Sh:959).
Tüm bu açıklamaların ışığı altında işbu davanın, mütelahik dava olup olmadığı hususunun irdelenmesi gerekli görülmüştür. Bilindiği gibi zararlandırıcı Sosyal Sigorta olayı nedeniyle işverenin sorumluluğunu gerektiren yasa hükümlerinden birisi 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunun 26. maddesi, diğeri ise aynı yasanın 10. maddesidir. İşveren kusuru veya işgüvenliği mevzuatına aykırı eylemi saptandığı takdirde 26. madde, çalıştırdığı sigortalıyı süresinde kuruma bildirmediği halde ise, 10. madde hükümlerine göre sorumlu tutulur. 26. maddede kusur, 10. maddede kusursuz sorumluluk halleri düzenlenmiştir. Davacı Kurum birinci davada hem 26. maddeye hem de 10. maddeye dayandığına göre baştan beri açıklanan ilkeler çevresinde olaya bakıldığında orta yerde mütelahik bir davanın varlığı inkar edilemez. Zira neticei talep tek, hukuki sebepler birden fazladır. Diğer taraftan sözü edilen her iki maddeden biri diğerine, nazaran özel hüküm niteliğinde de değildir. Mahkemece 26. madde hükümleri gereğince inceleme ve araştırma yapılmış anılan maddede öngörülen koşulları gerçekleşmesi nedeniyle rücu olacağına hükmedilmiş, verilen hüküm kesinleşmiştir. O davada 10. madde şartlarının da oluşup oluşmadığı yönünden hiçbir araştırma yapılmamış giderek bu madde çevresinde herhangi bir hüküm kurulmamıştır. Bu durumda işverenin sigorta olayı nedeniyle 26. maddeye göre sorumluluğu kesinleşmiştir. Artık bundan sonra 10. madde hükümlerine göre yeni bir dava açılamaz. Zira kesin hüküm koşulu buna engeldir.
Her ne kadar ilk dava kısmi bir dava olup, bu davada istenen müddeabih yasalarla sonradan gelirlerde yapılan artışların peşin değeri olup müddeabih birliği yoksa da maddi olgular ve taraflar aynı olduğundan orada verilen karar kesin yargı durumunu oluşturmasa dahi en azından kesin delil sayılır ve giderek sonradan açılan davaların aynı yöntemle çözümlenmesi gerekir. Nitekim Yargıtay'ın ötedenberi sürdüregeldiği görüşü aynı doğrultudadır. Hal böyle olunca mademki önceden açılan davada işveren 26. madde hükümlerine göre sorumlu tutulmuş, giderek 10. madde gözardı edilmiştir. O halde davalının aynı olayın uzantısı olarak açılan davalarda kesinleşen 26. madde koşullarının uygulanması gerekir. Yoksa 10. maddeye dayanılarak yeni bir istem de bulunulamaz. (Bkz. Mustafa Çenberci, Sosyal Sigortalar Kanunu Şerhi, Sh:183).
Bütün bunlardan ayrı olarak kesin yargı durumu kabul edilmese dahi esasen sonradan gelirlerde meydana gelen artışlar nedeniyle açılan davalarda 10. madde hükümleri uygulanmaz. Zira anılan madde çeresinde istenen tazminat medeni ceza niteliğinde olup ancak açılan ilk davada uygulama olanağı vardır. Temyize konu edilen mahkeme kararında işverenin 10. maddeye göre de sorumlu olduğu belirtilmiş ise de hüküm gene 26. maddeye dayandırılmıştır. Zira haksahiplerinin tazmin sorumlusundan isteyebilecekleri miktarla -(tavanla) sınırlı olarak- karar verilmiştir. Oysa 10. madde uyarınca açılan rücu davalarında -halefiyet esası söz konusu olmadığı için- tavanla bağlı kalınmayarak hüküm verilmesi gerektiği dairemizin yerleşmiş görüşlerindendir. Netice itibariyle mahkemece kararın gerekçesinde 10. maddenin dahi uygulanabileceği belirtilmiş ise de hüküm fıkrası 26. madde çevresinde kurulmuş olduğundan işbu davada 10. maddenin uygulanmadığı sonucuna varmak gerekir.
SONUÇ : Açıklanan bu nedenlerle sonucu itibariyle doğru olan hükmün ONANMASI düşüncesindeyim.