 |
T.C.
YARGITAY
10. Hukuk Dairesi
E: 1988/2991
K: 1988/3030
T: 03.05.1988
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
DAVA: Davacı, davalılardan Belediye Başkanlığı'na ait işyerinde 14.10.1959-1.6.1963 tarihleri arasında hizmet aktiyle geçen çalışmalarının tespiti ile bu sürelerin sigortalı hizmetlerden sayılmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkeme, ilamında belirtildği şekilde isteğin kabulüne karar vermiştir.
Hükmün, davalılar avukatlarınca temyiz edilmesi üzerine; temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve tetkik hakimi tarafından düzenlenen raporla, dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi:
KARAR: Davacının tespitini istediği 14.10.1959-1.6.193 tarihleri arasında geçen çalışmalarından 14.10.1959-1.4.1963 tarihleri arasında geçen kesimi hakkında önceden İstanbul 3. İş Mahkemsi'nde 1986/191 esas sayısı ile dava açıldığı, bu davanın o tarihte yürürlükte bulunan yasa hükmü uyarınca beş yıllık hak düşürücü sürenin geçmesi nedeniye reddedilip kesinleştiği tartışmasızdır. Gerek bu davada, gerek ilk davada taraflar aynı olduğu gibi açıklanan süreler bakımından da müddeabih birliği mevcut olduğu, giderek bu kesim ile ilgili kesin hüküm varlığı açıktır. Sonradan yürürlüğe giren bir yasa ile hak düşürücü sürenin uzatılması kesin hükmün unsurlarından olan taraf ve müddeabih birliği olgusunu değiştiremez. O nedenle, bu kesim hakkındaki davanın reddine karar verilmesi gereğindeki yasal zorunluluk söz götürmez. Ne var ki, bu davada, önceki davadan fazla olarak 1.4.1963-1.6.1963 tarihlerinin de tesbiti istenilmiş olmasına, davacının işyerinden 1.10.1964 tarihinde çıkıp 3395 sayılı Kanun'la değişik 506 sayılı Kanun'un 79/8. maddesinde öngörülen 10 yıllık süre dolmadan aynı işyerine 11.8.1971 tarihinde tekrar girmesine göre bu kesimin tespitinde usul hata olmamak gerekir. Ancak, yine bu kesimle ilgili olarak çalışmalar Kurum'a bildirilmiş, prim bildirge ve belgeleri kuruma verilmiş olduğuna göre bu konuda da hukuki yarar mevcut olmadığını kabul etmek gerekir. Giderek, bu istemin reddine karar vermek gerekirken davanın kabulü yolunda hüküm tesis usul ve kanuna aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalıların bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, Üye T.O. ve E.A.'nın muhalefetlerine karşı Başkan S.Ç. Üye O.Y. ve R.A.'nın oylarıyla ve oyçokluğuyla, 3.5.1988 gününde karar verildi.
KARŞI OY YAZISI: "O Daire'mizin sayın çoğunluğu tarafından alınan kararda davacının tespitini istediği hizmetlerin bir kesimi hakkında kesin hükümün varlığı bozma nedeni olarak kabul edilmiştir. Önceki ve şimdiki davalarda taraflar ve müddeabihin bir kesimi bakımından birlik varsa da, davaların ve giderek mahkemece verilen hükümlerin dayandığı hukuki sebepler değişiktir. Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 237. maddesinin 2 fıkrasında yer alan "sebep" kavramının maddi (fiili) ve hukuki sebeplerden hangisine ilişkin olduğu konusu her ne kadar öğreti alanında tartışmalı bir konu ise de, tartışmasız olan yön, kesin hükmün maddi hakikati değil, hukuki hakikati ifade etmesidir. Bu nedenle, kesin hükme konu olan maddi gerçeğin farklı olduğu sonradan anlaşılsa bile bu durum yargılamanın yenilenmesi yoluna gidilmedikçe kesin hükmün varlığını ortadan kaldırmaz (Mustafa Çenberci, Hukuk Davalarında Kesin Hüküm, Ankara-1965, S: 22). Buna karşılık maddi gerçek değişmediği halde hukuki sebep sonradan değiştiğinde kesin hükümden söz edilemeyeceği açıktır. Başka bir anlatışla, "kesin hüküm" müessesenin kabulünde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 76. maddesi gereğince hakimin o anda yürürlükteki bütün hükümlerini gözönünde tuttuğu ve olaya uygun düşen yasa kuralına göre karar verdiği olgusu yer almaktadır. Karar anında, yürürlükte bulunmayan yasa kuralının uygulanması mümkün olmayacağına göre, kesin hükmün varlığından da söz edilemez. Olayımızda ilk davanın görüldüğü sırada 5 yıllık hak düşürücü süreyi öngören yasa kuralı yürürlükte olup, dava bu süreye göre reddedilmiştir. Oysa sonradan yasa kuralı 3395 sayılı Kanun'la değiştirilerek hak düşürücü süre 10 yıla çıkarılmıştır. Dairemiz bu hükmü, yürürlük tarihinden önceki olaylara da uygulamıştır. Zira, hukuk, hayatı dondurmak değil, geliştirmek amacını taşır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle, kesin hükmün varlığını kabul eden sayın çoğunluğun görüşüne katılamıyoruz.