Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.	
 Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu

E. l997/4-327  
K. 1997/765
T. 01/10/1997

	ÖZET  : Taraflar arasındaki şuf'a davasının kendine özgü seyri, kanun
 yollarındaki aşamaları ile toplanan deliller değerlendirildiğinde davalının
 BK. 41/II. maddesindeki giderine yol açacak genel ahlaka ters düşen sırf
 davacıyı kasten zararlandırma amacına yönelik hukuka aykırı bir davranışı
 kanıtlanamadığından davanın reddi yerindedir.

	Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
 sonunda; İstanbul Asliye 2. Hukuk Mahkemesince davanın reddine dair verilen
 28.6.1994 gün ve 1993/489 E- 1994/341 K. sayılı kararın incelenmesi davacı
 vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi'nin
 15.3.1996 gün ve 1995/5599- 1996/1889 sayılı ilamiyle; (...Davacı, davalı
 yanın aleyhine açtığı önalım davasını, ilk oturumda kabul etmeme rağmen,
 davalının bedelin danışıklı olduğunu ileri sürmek suretiyle işi sürümcemede
 bıraktığını, davanın kötü niyetle uzatıldığını, önalım bedelini zamanında
 alamamaktan dolayı, para değerindeki önemli düşme nedeniyle zarara uğradığını
 belirterek tazminat isteminde bulunmuştur.
	Davalı, açtıkları önalım davasında, bedelin danışıklı olduğunu ileri
 sürmelerinin yasal hakları bulunduğunu, bundan dolayı davacının zarar görmüş
 sayılamayacağını, yasal bir hakkın kullanılması sonucu kötü niyetten söz
 edilemeyeceğini savunmuş ve davanın reddini istemiştir.
	Mahkemece, davalı yanın açtığı önalım davasında, bedelin danışıklı
 olduğu iddiasının ileri sürülmesinde, davalıya yüklenecek kusurdan
 sözedilemeyeceğini, ayrıca zarar ve illiyet bağı da mevcut olmadığını
 belirterek istemin reddine karar vermiştir.
	Dosyadaki delil ve belgelere göre; taraflar yapı kooperatifidir.
 Davalının da paydaşı bulunduğu bir taşınmazdan davacı yanın üçüncü kişilerin
 payını satın alması üzerine davalı, yasal süre içinde önalım davasını
 açmıştır. Ancak davayı açarken tapuda gösterilen bedelin danışıklı olarak
 fazla gösterildiğini de iddia etmiştir.
	Tapuda yapılan satışta taraf olmayan davalının böyle bir iddia ileri
 sürmesi, dava hakkının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Ancak her
 hak gibi dava hakkı da sınırsız değildir. Medeni Kanunun 2. maddesinde,
 "Herkes haklarını kullanmakta ve borçlarını ifada hüsnüniyet kaidelerine
 riayetle mükelleftir" ilkesi yer aldıktan sonra devamla, "Bir hakkın sırf
 gayri izrar eden suistimalini kanun himaye etmez" kuralını da getirmiştir.
 Bununla amaçlanan husus şudur. Herkesin haklarını kullanmakta ve borçlarını
 yerine getirmekte iyi niyetle hareket etmesinin zorunlu olduğu ve ayrıca bir
 hakkın başkasını zarara sokmak için kullanılamayacağıdır. Eğer bir hakkın
 kullanılması, kullanana bir yarar sağlamıyor veya sağladığı küçük yarara
 rağmen, karşı tarafta büyük zararın doğmasına neden oluyorsa, böyle bir
 hakkın, dayanağı yasal da olsa, kötüye kullanmanın var olduğu kabul
 edilmelidir. Eğer bir hakkın kullanılması sonucu çıkarlar arasındaki dengenin
 önemli ölçüde bozulduğu açıkca anlaşılıyorsa, orada hakkın kötüye
 kullanıldığının kabulü gerekir. Diğer bir anlatımla, hiç de gerek yokken,
 hakkın kullanılması sonucu, kullanana bir yarar sağlamamanın yanında karşı
 taraf için yıkım ölçüsünde bir zararın doğumuna neden oluyorsa kötüye
 kullanmanın var olduğu kabul edilmelidir. Ayrıca, kullanılan hak, soyut
 değil, somut olgulara dayanmalıdır. Bir hak, sırf yasalarda tanındı diye
 kendisine bir yarar sağlamayacağı, ancak kullanılmakla, karşı tarafa önemli
 zararlar verecekse, bunun kullanılmasının, karşı tarafı zararlandırmaya
 yönelik olduğu sonucuna varılmalıdır.
	Hak sahibinin, hakkını kullanmada iyi- kötü niyetli olduğunu saptamak,
 kullananın iç dünyası ile ilgili olduğu için bunu belirlemek, son derece
 güçtür. Diğer bir anlatımla kullananın gizli niyetinin tesbiti oldukça
 zordur. Ancak bunun belirlenmesi her somut olaydaki durum gözetilerek, dışa
 yansıyan olgulara göre belirlenmelidir. Bundan dolayıdır ki, bir olayda
 hakkın kötüye kullanılıp- kullanılmadığının tesbiti; işin özelliği, yanların
 durumu, davranış biçimleri gibi tüm olgular gözetilerek saptanmalıdır.
	Davaya konu olan uyuşmazlıkta, taraflar kooperatiftir. Kooperatifler
 yasasına göre, bu tür kuruluşların her türlü iş ve işlemleri kayda tabidir.
 Bir taşınmaz alımında, taşınmazın bedeli, tapuda ve kooperatife ait defterde
 ne ise öyle olması zorunludur. Davalı da bir kooperatif olması nedeniyle bunu
 çok iyi bilmekte, hatta bilmesi de gerekmektedir. Bundan çıkan sonuç şudur.
 Kooperatif olan davacının, tapuda ayrı, gerçekten ayrı bir bedel göstererek
 taşınmazı satın alması önemli bir hukuki hatadır. Hatta suçtur. Bu şekilde
 davranan yöneticilerin hukuken sorumlu olacakları tabiidir. Bundan dolayı da,
 davacının bedelde danışıklı olarak hareket ettiği savı, çok ciddi delillere
 dayanmalıdır.
	Somut olayda davalı, davacının üçüncü kişinin tapudaki payını
 l2.l0.l988 tarihinde satın aldıktan, bir gün sonraki ihtarname ile davalıya
 bildirimde bulunmuştur. Bunun üzerine davalı, l0.ll.l988 tarihinde ve bir
 aylık süre içinde ön alım davasını açmakla, bedelin danışıklı olduğunu, net
 bir rakam belirtmeden AZAMİ 4.250.000.000 lira olduğunu ileri sürmüştür.
 Delil olarak da, emsal tapu kayıtları, diğer resmi belgeler; tanıklar vs
 delillere dayanmıştır. Davalının bu iddiası üzerine, davacı, bedelde bir
 danışıklık olmadığını davayı kabul ettiklerini ilk oturumdan önce mahkemeye
 bildirmiştir. Davalı l9.l2.l988 günlü cevap dilekçesinde, tapudaki bedelin
 doğru olduğu savunulduğuna göre, davanın kabul edildiği düşünülemez.
 Bedeldeki danışıklık iddiasını bildireceği, delillerle kanıtlayacağını ileri
 sürmüştür. İlk oturuma, davalı yanın iki vekilinden biri mazerette bulunarak,
 diğeri de davadan çekildiğini bildirerek duruşmaya katılmamışlardır. Mahkeme,
 davalı yanın mazeretini kabul etmekle birlikte, gönderdiği davetiyede, 30 gün
 içinde itiraz edilmeyen bedelin yatırılmasını istemiştir. Ne var ki, davalı
 yan, nakit değil, teminat mektubu ile bu isteği yerine getirme yoluna
 gitmiştir. Davacının nakit yerine teminat mektubunun yatırılmasındaki
 itirazına karşı davalı vekili 20.2.l989 günlü oturumda, önceki duruşmada
 (belki dilekçe diyecek) arkadaşlarının fazla söylediğini, aslında bedelin
 3.000.000 (üç milyon), (bunun üç milyar olduğu söylenmiş, tutanağa üç milyon
 geçtiği anlaşılıyor) olduğu belirtilmiştir. Ayrıca davacının başka bir pay
 üzerine koydurduğu intifa hakkının iptali için dava açtıklarını, bu dava ile
 birleştirilmesi gerektiğini de ileri sürmüştür. Mahkeme, 20.2.l989 günlü
 oturumda, bedelin nakit olarak bir ay içinde yatırılmasını ve bedeldeki
 danışıklık için de delillerin ibrazını belirtmiş, bunun üzerine davalı,
 bedeli yatırmaz ve 7.3.l989 günlü dilekçe ile hakimin reddi isteminde
 bulunmuştur. Bundan sonra yapılan 8.3.l989 günlü oturumda davalı, parayı
 nakit yatırmaları halinde ayda 300-400 milyon lira zarara uğrayacağını,
 bundan dolayı ara kararından dönülmesini istemiştir. Mahkemece bu talep kabul
 edilmemiş ve bedelin verilen sürede yatırılmadığını belirterek davayı
 reddetmiştir. Bu kararın bozulması üzerine, mahkeme hakimi eski kararında
 direnmiştir. Bundan sonra ve l8.7.l990 gününde yapılan oturumda, davalı,
 l7.7.l990 günlü dilekçesinde, bedeldeki danışıklık olduğu iddiasından
 vazgeçtiğini ifade ile bedeli nakten yatırdıklarını, istemlerinin kabulüne
 karar verilmesini istemiştir. Buna rağmen, çeşitli nedenlerle dava bir süre
 daha uzamış ve l3.3.l99l'de ikinci defa esastan karara bağlanmıştır.
	Özet olarak yukarıda aktarılan olgulardan da anlaşılacağı üzere açılan
 ön alım davasında, asıl konu, tapu iptaline ilişkin istem, davacı tarafından
 kabul edilmiştir. Tüm uyuşmazlık, bedele yönelik bulunmaktadır. Zaten dava da
 sırf bu yüzden uzamıştır. Davalı, o davayı açarken, bedeldeki danışıklığın
 kanıtlanmasına ilişkin dilekçesinde belirttiği hiçbir kanıtı mahkemeye
 sunmamıştır. Hatta, mahkemenin 20.2.l989 günlü oturumda, davalıya bu konuda
 önel de vermesine, bundan sonra davalının 7.3.l984 günlü bir dilekçe
 sunmasına rağmen, 8.3.l989 günlü oturuma kadar hiçbir kanıt ibraz etmemiştir.
 Her ne kadar önalım davasına ilişkin dosya arasında, delille ilgili bir
 dilekçe bulunmakta ise de, bu dilekçede tarih mevcut olmadığı gibi, bu
 dilekçenin verildiğine ilişkin havale ve mahkeme tutanaklarında hiçbir beyan
 ve alındığına dair bir kayıt da bulunmamaktadır. Özellikle davalınn
 delillerini sunması için 20.2.l989 günlü oturumda verilen önele rağmen, bu
 ara kararının irdelendiği 8.3.l989 günlü oturumda, anılan dilekçenin
 mevcudiyetinden söz edilmemiştir. Bu durum gözetildiğinde, dilekçenin
 verildiğinden söz edilemez. Zaten davalı yan da, hiçbir iddia ve savunmasında
 bu dilekçeden sözetmemiştir. Dilekçenin usulüne uygun biçimde dosyaya
 girmediği anlaşıldığından delil olarak sunulduğu kabul edilemez. Böylece
 davalı yanın ön alım davasındaki davranışları ile davanın uzamasına gereksiz
 olarak neden olduğu sonucuna varılmıştır. Davalı, bu uzatma sonucu, davacının
 tam olarak hakkına kavuşmasını engellemiştir. Para değerindeki düşüş herkesce
 bilinen bir gerçektir. Davalının kendisi dahi, 8.3.l989 günlü oturumunda,
 bedeli nakit yatırmaları halinde ayda 300-400 milyon lira zarara
 uğrayacaklarını beyan etmiştir. Bu kaybın nedeni de para değerindeki düşüş
 olduğu açıktır.
	İşte davacı, açıklanan bu yönleri gözeterek eldeki davayı açmıştır.
 Mahkeme de öncelikle incelemesinde davalının kusurlu davrandığını, zararın
 gerçekleştiğini kabul etmiş olacak ki, zararın belirlenmesi için dosyayı
 bilirkişiye vermiştir. Bu amaçla davacının bir takım giderler yapmasına da
 neden olmuştur. Bu tür olaylarda kusur ve illiyet saptanmadan zararın
 kapsamının belirlenmesine gidilmesi, usul hükümleri ve yargılamanın yapısı
 ile bağdaşmaz.
	Hukuk, kişiler arasındaki çıkar uyuşmazlıklarını dengeleyen, şayet bu
 dengeler hukuka aykırı olarak bozulmuşsa bunları düzelterek eski durumu
 sağlayan kuralların bütünüdür. Somut olayda, davalının hiçte nedeni
 bulunmayan bir iddia ile hakkını kötüye kullandığı, böylece davacıyı zarara
 uğrattığı sabittir.
	Mahkemece yapılacak iş, zarar kapsamını belirlemekten ibaret
 olmalıdır. Bu yönleri gözetmeden yazılı gerekçe ile davanın tümden reddi
 usule, yasaya ve dosyadaki maddi olgularla bağdaşmadığından kararın bozulması
 gerekmiştir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden
 yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

	TEMYİZ EDEN : Davacı vekili

	 	HUKUK GENEL KURULU KARARI

	Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü:
	Dava, hukuksal nitelikçe BK.nun 41. maddesine dayalı uğranılan zararın
 giderilmesine ilişkindir. Öncelikle belirtelimki, Özel Dairece benimsendiği
 üzere kural olarak bir paydaşın şuf'a davası açması ve şuf'a bedelinin
 muvazaalı olduğunu öne sürmesi "hak arama hürriyeti" içinde Anayasal Temel
 Haklardandır (TC. Anayasası Md. 36). Uyuşmazlığın çözümü, bu hakkın meşru
 vasıta ve yollarla ve hukuka uygun tutum ve davranışlarla kullanılmış olup
 olmadığının belirlenmesinde toplanmaktadır. Hemen vurgulayalımki yargı
 mercileri önünde sav, savunma hakkı meşru vasıta ve yollardan sapılarak
 hakkın arkasına kötü niyetle sığınılıp, ahlaka aykırı davranışlarla ve karşı
 tarafı zararlandırmak amacıyla kullanılmış ise doğan zararın giderilmesi
 gerektiğinde kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Açıklanan yasal kuralların
 ışığında; davanın dayanağı ve maddi olgusunu oluşturan, taraflar arasındaki
 şuf'a davasında görünen, yargılamanın kendine özgü seyri ve Kanun
 yollarındaki aşamaları ile toplanan deliller, sav savunma ile birlikte
 karşılaştırılıp değerlendirildiğinde; BK. 41/1. maddesinde anlamını bulan
 davalının hukuka aykırı bir davranışının belirlenmediği anlaşılmıştır.
 Davanın maddi olgu ve delilleri, daha çok hukuki tartışmalara açık ve
 elverişli, makul sav ve savunmayı ortaya koymaktadır. Farklı bir anlatımla,
 doğru ve adaletli düşünen insanların ahlaki duygularına uygun davranışların
 sınırı içerisinde kaldığını göstermektedir. Varsayalımki, BK. 41/1'deki yasal
 koşullar vücut bulsa dahi bu sonuç davalının giderimle sorumlu tutulmasına
 yeterli kabul edilemez gerçekte de; davanın hukuki yapısı ve somut olayın
 özelliği BK. 41/II'de anlamını bulan, sosyal (genel) ahlaka aykırılık teşkil
 eden bir eylemle, başkasını zararlandırmak amacıyla kasten hareket edilmiş
 olma koşulunun aranmasını ve bunun kanıtlanmasını zorunlu kılmaktadır. Oysa,
 davada, az yukarıda açıklanan BK. 41/II'deki giderime yol açacak, genel
 ahlaka ters düşen, sırf davacıyı kasten zararlandırma amacına yönelik, hukuka
 aykırı bir davranış kanıtlanamamıştır. Açıklanan nedenlerle yerel mahkemenin
 direnme kararı yasaya uygundur ve onanmalıdır.
	S O N U Ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
 kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, temyiz ilam harcı peşin
 alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 1.10.1997
 gününde ikinci görüşmede, oyçokluğu ile karar verildi.

Birinci
Başkanvekili	    4.H.D.Bşk.	   7.H.D.Bşk.	 2.H.D.Bşk.
A.İsmet ARSLAN	    M.C.Keskin	   H.Örmeci	 T.Alp
	 	 	  Bozma

11.H.D.Bşk.	    5.H.D.Bşk.	   9.H.D.Bşk.	 10.H.D.Bşk.
G.Eriş	     A.C.Göğüş	   E.A.Özkul	 E.Aktekin
Bozma

1.H.D.Bşk.	    3.H.D.Bşk.	   8.H.D.Bşk.	 6.H.D.Bşk.V.
E.Özkaya	    N.Yavuz	   H.Özdemir	 S.Tamur

K.Kadıoğlu	    S.Tükenmez	   İ.P.Solak	 H.Seyrek
	 	    Bozma	 Bozma

B.Kartal	    K.Öge	   M.Oskay	 N.Akman
Bozma	 	 	  Bozma

M.H.Surlu	    M.Aygün	   V.Canbilen	 A.Ertürk
	 	    Bozma	 Değişik Bozma

Ö.Aksoy	     C.Koçak	   E.Ertekin	 S.Öztuna
Bozma	 	 	  Değişik Bozma

İ.Erdemir	    A.Güneren	   B.Sınmaz	 B.Özkaya

İ.Karataş	    H.Erdoğan	   A.Nazlıoğlu	 O.Oğuz
	 	 	  Bozma

Y.Yasun	     Y.Acun	   Y.Derme	 E.Ertük
Bozma	     Bozma

M.Y.Aydın	    A.Ekinci	   Z.Akar	 C.Erbaş

Ö.Koçak	     A.Alkan

	KARŞI OY YAZISI: Davacı kooperatif vekili, davalı kooperatif
 tarafından çok önce açılan şuf'a (önalım) davasını ilk oturumda kabul
 etmesine karşın, bu davalının açmış olduğu anılan davada, hiçbir delili
 olmadan kötü niyetli olarak muvazaa iddia etmiş olduğunu ve kasıtlı biçimde
 de, şuf'a bedelinin ödenmesini geciktirdiğini ileri sürerek, müvekkilinin
 zarara uğradığını belirtmiş ve bu zararın tazminine karar verilmesini istemiş
 bulunmaktadır.
	Davalı kooperatifin, işbu davadan önce şuf'a davasını açması, Anayasal
 bir haktır. Ancak, her hak gibi, bu dava açma hakkının da iyi niyetli
 kullanılması gerekir. M.K.nun 2. maddesinde, bir hakkın başkasını zarara
 uğratmak için kullanılamayacağı öngörülmüştür. Bir hak, sırf yasalarda kabul
 edilmiştir görüşüyle, hiç bir delil olmadan dava açılarak kullanılmamalıdır.
 Aksi halde, diğer tarafa zarar verilmiş olur ve bunun olağan sonucu da, bu
 zararın tazminini gerektirir.
	Açılmış bulunan bir davada, tarafların bu davayı sona erdirmek üzere
 iyi niyetli hareket etmeleri gerekir. Yani, uyuşmazlığın tarafları iyi
 niyetli olarak, bu uyuşmazlığı en kısa sürede sona erdirmek üzere gerekli
 çabayı göstermelidirler. Somut olay bakımından, iş bu davada davalı olan
 kooperatif, önceki davada davacı durumundadır. Bu davacı tarafın, önceki
 davayı açarken iddiasını hangi nedenlere dayandıracağını önceden saptamalı ve
 delillerini de hazırlamalıydı. Anılan davadaki davacı kooperatif, şuf'a
 bedeli yönünden muvazaa iddiasında bulunmuş ve iki yıl boyunca bu konuda hiç
 bir delil ibraz edememiş ve sonradan da, bu iddiasından vazgeçmiştir. Şuf'a
 bedeli yönünden ileri sürülen muvazaa iddiası nedeniyle anılan dava
 uzamıştır. Ayrıca, şuf'a bedeli için nakit yerine, teminat mektubu tevdii
 edilmek istenmesi sonucu da gecikmeye neden olmuştur. Bundan başka, davalı,
 birden çok vekil ile temsil edilmesine karşın, bu vekillerden en az biriyle
 yargılamayı düzenli olarak yürütmemiştir. Belirtilen bu nedenlerle, şuf'a
 davasını açan ve iş bu davanın davalısı olan kooperatifin, önceki davayı
 kasıtlı biçimde uzattığı sonucuna varılması gerekmiştir. Bunun da gerçek
 nedeni, dosyalar içeriğine göre, ilk davada şuf'a bedelinin zamanında
 yatırılma olanağı bulunmadan şuf'a davasının açılmasıdır. Açıklanan bu
 nedenlerle, iş bu davada davalı olan ve önceki davanın davacısı kooperatif,
 anılan davayı kasıtlı olarak uzatmış ve davacının şuf'a bedelini çok geç
 almasına ve dolayısıyla, mevcut olan enflasyon karşısında, açıkca davacının
 zararına neden olunmuştur. Davalının az önce belirtilen eylemleri sonucu
 oluştuğu iddia olunan zararın davalıya yüklenmemesi kararı, Borçlar Kanunu
 ile hak ve adalete aykırıdır. Sayın çoğunluğun, kararına belirtilen bu
 gerekçelerle katılamıyorum.

	 	 Yargıtay 11.Hukuk Dairesi
	 	         Başkanı
	 	        Gönen ERİŞ

	KARŞI OY YAZISI: Dairemizin bozma kararında da vurgulandığı gibi,
 kendine özgü haksız fiil sayılabilen dava konusu olayda şartları varsa
 tazminat gerekir. Dava hakkı kullanılmıştır diye ve sırf bu gerekçe ile,
 hakkın kullanılış biçimini irdelemeksizin isteğin reddi mümkün değildir.
	Davalı şuf'a davasında bedelde muvazaa iddiasında bulunmuş iken
 yargılamanın geçirdiği aşamalar ve zaman içerisinde bu iddiasından vazgeçmiş,
 bu vazgeçme de değerlendirilerek şuf'a davası sonuçlandırılmıştır. Bedelde
 muvazaa iddiasından vazgeçilmesi bu iddianın haksızlığını göstermeyeceği
 gibi, kooperatifin konumu ve uymak zorunda bulunduğu yasa maddeleri nedeniyle
 bedelde muvazaa yapmayacağını peşinen kabul de mümkün değildir.
	Eldeki tazminat davasında tazminatın gerekip gerekmediği ve tazminat
 gerekiyorsa miktarının belirlenmesi için bedelde muvazaa iddiasının bu davada
 irdelenmesi gerekir. Tabiatiyle bu araştırma yapılırken şuf'a davasının
 yargılamasındaki tarafların kazanılmış haklarına dikkat edilecektir. Bedelde
 muvazaa yapılıp yapılmadığını ve o davadaki tarafların durumlarını, özellikle
 Medeni Kanun'un ikinci maddesi gereğince değerlendirmeksizin davanın reddi
 doğru olmamıştır. Bu nedenle araştırmaya yönelik bozma kararı verilmesini
 düşündüğümden Yüce Genel Kurul'un onama kararına katılamıyorum.

	 	 	 Salim ÖZTUNA
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini