 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
S A Y I
Esas Karar Y A R G I T A Y K A R A R I
l997/2-803 1997/1045
10.12.1997
Özet:Dava şartı muhakemenin her safhasında mahkemece kendiliğinden
dikkate alınır. Kesin hüküm de dava şartıdır ve usuli kazanılmış hakkın
istisnasıdır. Biri birine aykırı iki kesin hüküm oluşmuş ise ikinci hüküm
HUMK. 445/10. maddesi uyarınca kaldırılmadıkça bağlayıcı olan ikinci (son
tarihli) hükümdür.
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; İzmir Asliye 7. Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen
30.9.1996 gün ve 1995/1326- 1996/806 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi'nin 25.12.1996 gün
ve 1996/12751- 13833 sayılı ilamiyle; (...Davacı vekili 21.12.1995 tarihli
dilekçesi ile, davacı ile davalının boşandıklarını, boşanma davası sonrasında
boşanmanın feri hükümleri ile ilgili sözleşme yaptıklarını, taraflarca
imzalanan protokolün boşanma davasının 7.9.1989 tarihli duruşmasında
mahkemeye verildiğini, Protokolün kararda hüküm kısmına yazılmadığını
boşanmadan sonra davalının protokolün bazı maddelerine uyduğunu, fakat daha
sonra müşterek çocuk Burcu'nun okul giderleri ile ilgili 5. maddeye,
davacının arabasının giderleri ile ilgili 1. maddeye uymadığını belirterek
sözleşme ve boşanmanın fer'i hükmü gereği hasıl olan 11.092.138.- Tl'nın
davalıdan tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiştir.
Söz konusu belgenin aynı maddelerinden kaynaklandığı ileri sürülen
alacağın tahsili için 23.3.1992 tarihinde açılan 1992/580- 1993/221 sayılı
dava, protokülün hakimin onayını kazanmaması sebebiyle red edilmiş,
dairemizin 13.9.1993 tarihli 7047-7577 sayılı kararı ile onanmış davacının
karar düzeltme isteği 28.12.1993 tarihli 11228-12751 sayılı karar ile red
edilip davacının bu protokole dayanarak bir hak elde edemeyeceği yönü kesin
hükme bağlanmıştır.
Öte yandan davacı aynı protokole dayanarak 8.4.1994 tarihli davayı
açmış. Yine önceki davanın konusunu oluşturan harcamalar karşılığı olarak
2.375.091 Tl. istemiş, dava kabul edilmiş, dairemizin 14.2.1995 tarihli
925-1772 sayılı ilamı ile bozulmuş ancak karar düzeltme istemi 21.6.1995
günlü 6497-7237 sayılı kararda yerinde görülerek onanmıştır.
Davanın hukuki dayanağı olan Medeni Kanunun 150/5. maddesi "boşanma
veya ayrılığın feri hükümlerine dair iki taraf arasında aktedilen mukavelat
hakimin tastikine iktiran etmedikçe muteber olmaz" hükmünü koymuştur. Bu
hükme göre hakimin iradesinin varlığı sözleşmenin geçerlilik şartıdır. Şu
yönü belirtmek gerekir ki, eşler arasında Medeni Kanunun 150/5. maddesine
göre yapılacak sözleşme Medeni Kanunun 143- 148. maddelerinde düzenlenen
hususlarla sınırlıdır. Hükmün esas amacı boşanma davasının getirdiği baskılar
nedeniyle bunalmış tarafı korumak ezilmeyi önlemek, haksız çıkar
sağlamalarını engellemek içindir. Bunun içindir ki hakimin sözleşmelerin
tamamını veya bir kısmını ret etme yetkisi vardır. Burada gözden
kaçırılmaması gereken cihet, hakimin onayını gerektiren sözleşmeler boşanma
davasının yargılamasının yapıldığı sırada aktedilenlerdir.
Niteliği itibariyle bu tür sözleşmeler başkaca bir şekil şartına da
bağlı değillerdir. Yazılı olarak mahkemeye verilebilecekleri gibi, tutanağa
geçirtilmeleri de mümkündür. Ancak taraflarca mahkemeye yazılı olarak
verilmeleri ya da duruşma tutanağına geçirtilmeleri aktin oluşması için
yeterli değildir. Bunun boşanma kararının hüküm kısmında gösterilmesi, başka
bir anlatımla infaz olanağını sağlayacak mahkeme hükmü haline gelmesi
gerekir. Böylece hakimin tasvibine iktiran ettiği belgelenmiş olur. Bu
nedenle ki, taraflarca sözleşme mahkemeye verilmiş olmasına rağmen, hakimin
bu konuyu incelememesi olumlu olumsuz bir karar vermemesi halinde sözleşme
hukuki sonuç doğurmaz.
Kanunda açıkça geçerliliği hakimin iradesine bağlanmış olan hukuki
ilişkilerde, hakimin zımni onay iradesinden söz edilemez. Aksi düşünce Hukuk
Usulü Muhakemeleri Kanununun 388. maddesine açıkça aykırı ve yazılı olmayan
zımni hükmün oluşturulmasına cevaz vermek anlamına gelir.
Boşanma gerçekleştikten sonra ne boşanma davasından el çekmiş olan
mahkemeden, ne de başka bir mahkemeden bu sözleşmenin onaylanması istenemez
(Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 9.6.1987, 4148-5967 sayılı kararı).
Dairemizin 21.6.1995 günlü 6497-7237 sayılı kararının dayanağını
oluşturan Medeni Kanunun 2. maddesi de olayda uygulama alanı bulmaz. Zira
kanun vazıı Medeni Kanunun 134/3 maddesinde tarafların anlaşarak
boşanmalarını hakimin mutlak denetimine tabi tutmuş diğer yandan 150/5.
maddesinde kanunun boşanmanın ferine ilişkin mukavelelerinde hakimin onayı
ile muteber olacağını belirtmek suretiyle şekle bağlanmıştır.
Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan kural genel nitelikte tali bir
kuraldır. Başka bir ifade ile konu hakkında özel hükümler bulundukça bu
kurala başvurulamaz.
Öte yandan icabı hale göre kendisinden beklenen ihtimamı göstermeyen
kişi Medeni Kanunun 2. maddesi çerçevesinde iyi niyet ittirazında bulunamaz.
Kanunda yukarıda açıklanan kuralları, boşanmanın feri hükümlerini, hakiminin
onayına tabi tutmasına rağmen, böyle bir onay taşımayan boşanma ilamının
temyiz etmeden kesinleşmesini sağlayan davacının, kendisine düşen edimi
yerine getirdiğinden söz edilerek, şekle uygun oluşmayan bir anlaşmadan
yararlanması söz konusu olamaz. Medeni Kanunun 2/2. maddesi bir hakkın
kullanılması açıkça adaletsizlik teşkil ettiği ve gerçek hakkın tanınması ve
ferdin korunması için bütün hukuki yolların kapalı bulunduğu hallerde
uygulanabilir. Bu olayda davacı Medeni Kanunun 148 ve 149. maddeleri
çerçevesinde çocuğun infak ve iaşe ve eğitim giderlerine davalının katılma
payını her zaman tesbit ve tahsilini isteyebilir. Şu halde Medeni Kanunun 2/2
maddesini mutlak bir haksızlık varmış gibi kullanmak doğru olmaz. Kanunda
hakimin iştiraki suretiyle öngörülen şekil, yukarıda açıklandığı üzere kamu
düzenine ilişkin olup; olaydaki şekil yokluğu, şekil eksikliği olarak da
mütalaa edilemez. Şekil yokluğunun ileri sürülmesi hiç bir zaman hakkın
kötüye kullanılması sayılmaz. Şu halde şekil yokluğu Medeni Kanunun 2/2
maddesi yolu ile aşılarak tarafların boşanmaları sırasında hakime verdikleri
protokole hayatiyet kazandırmak mümkün değildir.
Bir başka önemli hal de davacının aynı belgeye dayalı olarak
23.3.1992'de açtığı 1992/580- 1993/221 esas sayılı dava, savında davacının
dayandığı belgenin hukuki sonuç doğurmayacağını tesbit eden mahkeme kararının
yargıtay denetiminden geçerek 28.12.1993 tarihinde kesin hüküm
oluşturmasıdır. Her ne kadar daha sonra 8.4.1994 tarihinde açılan davaya ait
aksi yöndeki karar 21.6.1995 tarihinde kesinleşmiş ise de Hukuk Usulü
Muhakemeleri Kanununun 445/10 maddesi hükmünde yer alan kural benzetme yolu
ile uygulandığında 28.12.1993 tarihinde kesinleşen hüküme değer vermek ve bu
davadaki yorumu da o çerçevede yapmak zarureti ortadır.
Bütün bu açıklamalar ışığında;
Tarafların boşanmalarını sağlayan İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin
1989/493 ve 1989/728 sayılı kararının incelenmesinde, gerekçe bölümünde
sözleşme şartları yazılmış ise de kararın hüküm bölümünde sözleşme ile ilgili
bir karar yoktur. Daha açık bir ifade ile sözleşme hakkında hüküm
kurulmamıştır. Hatta kararın tümünde hakimin sözleşmeyi onayladığına dair
hiçbir açıklama da bulunmamaktadır.
Şu halde taraflar arasında hukuki sonuç sağlayan bir sözleşme olmadığı
halde, davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır....)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
TEMYİZ EDEN : Davalı vekili
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle dava şartı ile kesin hüküm
müesseselerinin temel hukuki esasları üzerinde durulmasında yarar vardır.
Dava şartları, mahkemenin davanın esası hakkında yargılamada
bulunabilmesi için gerekli olan şartlardır. Diğer bir anlatımla; dava
şartları, dava açılabilmesi için değil mahkemenin davanın esasına girebilmesi
için aranan kamu düzeni ile ilgili zorunlu koşullardır. O nedenle; dava
şartlarından biri olmadan açılan dava da açılmış sayılır ve derdesttir.
Mahkeme, hem davanın açıldığı günde, hem de yargılamanın her
aşamasında dava şartlarının tamam olup olmadığını kendiliğinden araştırıp,
inceler ve bu konuda tarafların istem ve beyanları ile bağlı değildir. Dava
şartları dava açılmasından, hüküm verilmesine kadar varolmalıdır. Dava
şartlarının davanın açıldığı günde bulunmaması ya da bu şartlardan birinin
yargılama aşamasında ortadan kalktığının öğrenilmesi durumunda mahkeme
davanın mesmu (dinlenebilir) olmadığından reddetmesi gerekir. Bu bağlamda,
olayla sıkı bağlantısı nedeni ile hemen vurguluyalım ki, dava konusu
uyuşmazlığın daha önce bir kesin hüküm ile (HUMK. Md. 237) çözümlenmiş olması
da dava şartıdır. Bu olumsuz dava şartı adıyla adlandırılır. Birinci dava ile
ikinci davanın müddeabihlerinin (konusunun), dava sebeplerinin ve tarafların
aynı olması maddi anlamda kesin hüküm oluşturur (HUMK. Md. 237). Kesin hüküm,
hem bireyler için hem de devlet için hukuki durumda bir kararlılık ortaya
koyar. Bununla, hukuki güvenlilik ve yargı erkine güven sağlandığından kamu
yararı ile doğrudan ilgilidir.
Kesin hüküm itirazı, davanın her aşamasında ileri sürülebilir ve
mahkemede; (Yargıtay'da) davanın her aşamasında kesin hükmün varlığını
kendiliğinden gözetip, davayı kesin hükümden (dava şartı yokluğundan)
reddetmesi gerekir. Yine kesin hüküm itirazı mahkemede ileri sürülmemiş olsa
dahi, ilk defa Yargıtay'da (temyiz veya karar düzeltme aşamasında) da, dahası
bozmadan sonra da ileri sürülebilir. Bu bakımdan usuli kazanılmış hakkın
istisnasıdır ve tarafların iradesine de bağlı olmayan mutlak bir tesire
haizdir. O nedenle kesin hükmün, varlığı yargılamanın bir kesiminde nazara
alınmamış olması diğer bir kesiminde ele alınmasını engellemez. Konu ile
ilgili temel hukuk kurallarının açıklanmasından sonra bu ilkelerin ışığında
somut olayın değerlendirilmesine sıra gelmiştir.
Dava, hukuksal nitelikçe boşanmanın mali hükümlerini içeren sözleşmeye
dayalı alacak istemine ilişkindir (M.K. Md. 150/5).
Taraflar arasında yürüyen, İzmir 13. Asliye Hukuk Mahkemesinin
1992/580 Esas ve 1993/221 Karar sayılı Yargıtay denetiminden geçerek
28.12.1993 tarihinde kesinleşen kararda önümüzdeki davada dayanılan
boşanmanın mali hükümleriyle ilgili protokolün Hakim tarafından onaylanmaması
nedeni ile geçersiz olduğu ve hukuki sonuç doğurmayacağı kabul edilmiş ve bu
nedenle dava reddedilmiştir. Daha sonra 8.4.1994 tarihinde İzmir 7. Asliye
Hukuk Mahkemesinin 1994/324 Esasına kayden açılan alacak davasında aynı
protokolün hukuken geçerli olduğu kabul edilmiş ve alacağın tahsiline karar
verilmiş bu hüküm de Yargıtay denetiminden geçerek 21.6.1995 gününde
kesinleşmiştir.
Şu durum karşısında, tarafları, konusu ve hukuki nedenleri aynı olan
ve HUMK. md. 237 anlamında kesin hüküm varlığına sahip birbirine aykırı iki
hükmün oluştuğu açıktır. O nedenle tesbit edilen bu hukuki olgular
çerçevesinde uyuşmazlığın çözümlenmesi kaçınılmazdır. Olayda görüldüğü gibi
her nasılsa ikinci bir kesin hüküm vücut bulmuş ise, kesinleşmiş olan hükme
aykırı olan bu ikinci hüküm ancak, HUMK. 445/10 maddesine dayanılarak,
yargılamanın iadesi yoluyla ortadan kaldırılabilir. Ne var ki, önceki kesin
hüküm o hükme aykırı olarak sonradan oluşturulan ve kesinleşmiş bulunan hüküm
yargılamanın iadesi yoluyla iptal edilerek ortadan kaldırılmadıkça, kesin
hüküm niteliğini korur ve aynı konuda yeniden açılacak bir dava için kesin
hüküm oluşturur. Bu durumda sonraki tarihli kesin hükme değer verilerek
uyuşmazlığın çözümlenmesi zorunludur.
O nedenle İzmir 7. Asliye Hukuk Mahkemesinin 1994/320 Esas ve 1994/706
Karar sayılı kesinleşen hükmü önümüzdeki dava yönünden HUMK. md. 237 uyarınca
kesin hüküm oluşturduğundan boşanmanın mali hükümleriyle ilgili taraflar
arasında düzenlenen ve bu kesin hüküm ile hukuken geçerli olduğu tesbit
edilen protokola itibar edilerek mahkemece hüküm kurulması isabetli bulunmuş
açıklanan değişik gerekçe ile yerel mahkeme kararının onanması gerekmiştir.
S O N U Ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, gerekli temyiz ilam harcı
peşin alınmış olduğundan başkaca harç alınmasına mahal olmadığına, 10.12.1997
gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Birinci
Başkanvekili 4.H.D.Bşk. 6.H.D.Bşk. 7.H.D.Bşk.
A.İsmet ARSLAN M.C.Keskin Ö.N.Doğan H.Örmeci
2.H.D.Bşk. 11.H.D.Bşk. 5.H.D.Bşk.
10.H.D.Bşk.
T.Alp G.Eriş A.C.Göğüş E.Aktekin
Bozma
3.H.D.Bşk. 8.H.D.Bşk. T.Y.Darendelioğlu A.Hamzaoğulları
N.Yavuz H.Özdemir
K.Kadıoğlu N.Durak Ş.D.Kabukcuoğlu B.Kartal
Bozma
M.Çetin İ.Ulusoy M.Yıldız 9.H.D.Bşk.V.
Ş.E.Serim
O.Uzgören S.G.Erçoklu N.Sucu M.Aygün
G.Nazlıoğlu M.Kaşıkçı A.Özçelik M.S.Özer
S.Özyörük İ.N.Erdal A.U.Turan F.Ulusoy
12.H.D.Bşk.V.
H.Karakış Y.Büken O.Can A.N.Kaynak
KARŞI OY YAZISI : HUMK. 450/3. maddesi uyarınca kaldırılabilecek olan
2. kesin hüküm dikkate alınamaz. İlk kesin hüküm tarafları bağlar, dava bu
sebeple de reddedilmelidir.
Ş.D.Kabukçuoğlu T.Alp
|