 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
21. Hukuk Dairesi
Başkanlığı
Esas Karar
1996/2261 1996/5790
Y A R G I T A Y İ L A M I
Mahkemesi : Ankara 3.İş Mahkemesi
Tarihi : 20.3.1996
No : 2365-484
Davacı : Abdullah Çiftçi vekili Av. S. Ali Koç
Davalı : Akpınar Yapı Sanayi A.Ş. vekilleri Av. Behçet Tombak vs.
Davacı, iş kazası sonucu maluliyetinden doğan maddi ve manevi
tazminatın ödetilmesi davasının yapılan yargılaması sonunda, ilamda yazılı
nedenlerle gerçekleşen 3.246.454.000 liranın davalıdan alınarak davacıya
verilmesine, ilişkin hükmün süresi içinde temyizen incelenmesi taraf
vekillerince istenilmesi ve davalı vekilince de duruşma talep edilmesi
üzerine, dosya incelenerek, işin duruşmaya tabi olduğu anlaşılmış ve duruşma
için 28.5.1996 Salı günü tayin edilerek taraflara çağrı kağıdı gönderilmişti.
Duruşma günü davalı vekili Avukat Behçet Tombak ile karşı taraf vekili Avukat
S.Ali Koç geldiler. Duruşmaya başlanarak hazır bulunan Avukatların sözlü
açıklamaları dinlendikten sonra duruşmaya son verilerek bırakılan günde
düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği konuşulup
düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi.
K A R A R
1-Dosyadaki yazılara, toplanan delillere, hükmün dayandığı gerektirici
sebeplere göre davacının tüm; davalının aşağıdaki bendin kapsamı dışında
kalan sair itirazları yerinde değildir.
2-Ücrete ilişkin; taraflar arasındaki uyuşmazlık; iş kazasına uğrayan
bir kamu kuruluşunun aracısı işçisinin maddi zarar hesabı yapılırken, ücrete
esas olarak; gerçek ücret belli iken, "ILO sözleşmesi" gereği, Kamu Kuruluşu
İşyerinde uygulanan TİS hükümlerinin doğrudan uygulanıp uygulanmayacağı
konusuna ilişkindir. Mahkeme, aracı işçisi için de; kamu kuruluşuna bağlı
sendikalı işçiler yönünden uygulanan TİS hükümlerinin aynen uygulanacağını
kabul etmiş ve buna göre hesaplama yapan bilirkişi raporunu hükme dayanak
yapmıştır. Kısaca Mahkeme, "ILO Sözleşmesi" hükümlerine İç Hukuk'u
kurallarını dikkate almadan öncelik vermiştir. Bu tür bir sonuç ise, Anayasal
sistemimize ve ücret konusunda egemen İş Hukuku kurallarına uygun
düşmemiştir.
Gerçekten; uyuşmazlık konusu olayda; öncelikle çözümlenmesi gereken
temel sorun; Uluslararası bir sözleşmenin, İç hukuk sistemimize yansıması ve
sözleşme kurallarının iç hukuk kurallarına üstünlük taşıyarak uygulanma
önceliği bulunup bulunmadığı konusuna yöneliktir.
Bu tür bir konu ise, doğrudan Anayasa Hukuku ve Anayasal sistem
açısından değerlendirilmeli ve çözümlenmelidir. Sözü edilen sorun, sadece,
ülkemiz açısından değil, uygar ülkeler olarak tanımladığımız, Batı Devletleri
açısından da önemli ve tartışmalıdır. Geçen yüzyılın sonlarından beri sürüp
giden tartışmaya göre; bu konuda iki görüş çatışmaktadır. Dualistler
(İkilikçiler) görüşüne göre; "yargı organlarının davranışları bakımından asıl
olan ulusal hukuktur. Uluslararası hukuk, ulusal hukukun yanında, zayıf ve
bir alt kategori meydana getirir. Uluslararası hukukun iç hukukta
uygulanabilir olması ancak, ulusal hukukun uluslararası hukuku açıkça kendi
bünyesine almış olmasına bağlıdır." Kelsen tarafından geliştirilen Monist
(tekçi) görüşe göre ise, "Uluslararası hukuk, ulusal hukuka göre, üstün ve
ondan daha güçlüdür. İç hukuk uluslararası hukukla çatışıyorsa, bu durum,
devleti, uluslararası yükümlülüklerden kurtarmaz ve uluslararası kurallar iç
hukuku bağlar." Devletlerin uygulamaları ise, bu iki okul arasında
farklılıklar gösterir. Örneğin, İngiltere, İkilikçi okulun uygulayıcısı
olmaktan vazgeçmemiştir. Devleti bağlayan uluslararası kuralların iç hukukta
da uygulanacağına ilişkin ayrıca bir düzenleme yapılmamışsa, mahkemeler
ulusal hukuku uygulamak zorundadırlar. Buna karşılık, A.B.D. monist sistemini
benimsemiştir. Amerikan Anayasasının XI. maddesinin 2. kesimi 1787 yılından
beri şu kuralı koymuştur. "Bu Anayasa ve onun gereğince Birleşik Devletler
tarafından çıkarılacak bütün yasalar ile Birleşik Devletlerin yetkisi içinde
yapılmış ve yapılacak bütün andlaşmalar ülkenin üstün hukuku sayılacaktır"
(Prof. Dr. Mümtaz Soysal, Anayasa Yargısı. An. Mahk. Yayınları No:5 1986, sh:
14-15). Alman Hukuk Öğretisi ve Anayasası, Uluslararası hukukun ancak bir
kanunla iç devlet hukukuna nakli sağlandıktan sonra, milli mahkemelerce
uygulanabileceğini kabul etmiştir. Bunun istisnası, Anayasanın 25. maddesinde
yer almıştır. Buna göre; insan haklarının korunmasına yönelik uluslararası
kamu hukukunun genel kuralları, Federal Almanya Cumhuriyetinde doğrudan
etkili olurlar ve mahkemelerce uygulanırlar (VIII.Avrupa Anayasa Mahkemeleri
Konferansı, An.Mahk. Yayınları No:18 sh.20). Avusturya Hukuk sistemi de
benzer uygulamayı öngörmektedir. Bu sistemde; "Uluslararası sözleşmeler henüz
usulüne göre onanmamışlarsa, onlardan subjektif haklar türetilemez. Dahası,
iç hukukun koşulları "sağlanmamış" uluslararası sözleşmeler uygulanmaz. Çünkü
değinilen subjektif haklar, uluslararası sözleşmeden de gelse, mutlaka iç
hukuk kaynaklı olmalıdır..." (VIII. Avrupa Anayasa Mahkemeleri Konferansı.
An. Mahk. Yay. No:18 sh.96).
Türk Anayasal sistemine gelince; 1982 ve daha önce yürürlükte bulunan
1961 Anayasası 90. ve 65. maddelerinde; "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş
milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir." kuralını kabul etmekle,
dualist sisteme yaklaşmıştır. Anayasa; bir kanunla kabul edilmek koşuluyla,
uluslararası sözleşmeyi, iç hukuk düzeninde ancak kanun gücünde bir tasarruf
olarak kabul etmiştir. Gerçi anılan Anayasa maddeleri, bu kanunlar hakkında
Anayasal Yargı yolunun kapalı olduğunu kabul etmişse de bu durum, anılan
tasarrufların kanun üstünde bir güce sahip olduğu veya normlar hiyerarşisi
bakımından bir anayasa kuralı gücünde olduğunu göstermez. Nitekim,
Anayasamız; sözü edilen uluslararası sözleşmelerin sadece birer yasa olduğunu
vurgulamış, bunların iç hukukta, diğer yasalar karşısında uygulanma önceliği
ve üstünlüğü olduğu yolunda bir açıklama veya ibareye yer vermemiştir. Şu
duruma göre, uluslararası bir sözleşme yöntemine uygun olarak uygulanmaya
konmakla bir yasal tasarrufa dönüşür ve iç hukuktaki yasal kurallarla
çatıştığında, sorun, Anayasal ilke ve hukukun bu alandaki kuralları dikkate
alınarak çözümlenir. Anayasamızın, 11. maddesinde istisnasız kabul ettiği
ilkeye göre; Anayasada yer alan hükümlerin tüm Devlet organları ile yargı
kuruluşlarını bağlayacağını öngörmüş ve kurallar hiyerarşisinde en üst yeri
Anayasal hükümlere vermiştir. Böyle olunca; kurallar arasındaki çatışmada
önceliğin Anayasal hükümlere verilmesi ve uluslararası bir sözleşme kuralı
ile Anayasa hükmünün çatışması halinde, Anayasa hükmüne geçerlik tanınması
zorunludur. Anayasanın 138/1. maddesinde, Mahkemelerin bu sıralamayı dikkate
alması bir kere daha belirlenmiştir. Bu kurallar sonucu olarak, denilebilir
ki, Anayasal hükümlerle çatışan uluslararası bir sözleşme kuralının, Anayasal
değişiklik gerçekleşmeden veya Anayasal olur sağlanmadan, mahkemelerce,
doğrudan uygulanması düşünülemez. Öte yandan, uluslararası sözleşmenin iç
hukukta yer alan bir yasal kurala göre öncelik ve üstünlük taşıması veya
doğrudan uygulanabilmesi uluslararası andlaşma hükümlerine uygun iç hukukta
düzenleme yapılıp yapılmadığı ve bu alanda yasal sistemde boşluk bulunup
bulunmadığına bağlıdır. Gereğinde yasa kurallarının çatışması durumunda
uygulanan;
"a)Sonraki norm öncekinin yerini alır (Lex posterior derogot prıori),
b)Özel kanun, genel kanundan önce gelir (Lex specialıs per generalem
non deregatur),
c)Açık anlamlı norm, kapalı anlamlı norm'dan önce gelir", ilkeleri de
gözetilerek sonuca ulaşılır.
Uyuşmazlık konusu olayda sorun; bir kamu kuruluşundan iş alan aracının
(=taşeronunun) işçisine uygulanacak ücret konusuna yöneliktir. İşçiye aracı
tarafından ödenen ücretin belli olmasına ve bu yönde kamu işvereni ile aracı
arasında özel bir sözleşme şartı bulunmamasına karşın, bu ücretin 1949
tarihli ve 1960 yılında onanan ILO sözleşmesi gereği, tazminat hesabında, TİS
hükümlerine göre yeniden belirlenip belirlenemeyeceği yönü tartışma konusunu
oluşturmaktadır. 1960 yılında onaylanan ILO sözleşmesine karşın, iç
hukukumuzda işçi ücretlerine ilişkin kural ve esaslar, T.C. Anayasasının;
çalışma ve sözleşme hürriyetine ilişkin, 48. ve müteakip, Sendika Kurma
hakkına yönelik, 51. ve müteakip, Toplu İş Sözleşme hakkına ilişkin 53. ve
devamı maddelerinde belirlenmiştir. Anayasal ilke ve esaslar, uygulanma esas
ve koşulları özel yasalarınca belirlenmeden doğrudan uygulanamayacağından bu
yönde çıkarılan yasalar soruna açıklık getirmişler ve 25.8.1971 günlü 1475
sayılı İş Kanunu ile 5.5.1983 günlü 2822 sayılı Toplu İş Sözleşmesi Grev ve
Lokavt Kanunu, işçilere ödenecek ücret konusundaki esasları düzenlemişlerdir.
Buna göre bir işçinin TİS hükümlerinden yararlanabilmesi için; sözü edilen;
2822 sayılı Yasanın 9. maddesine göre, o işçinin Toplu İş Sözleşmesine taraf
işçi sendikası üyesi olması zorunludur. Üye olmayanlar ise, yasada gösterilen
koşulları yerine getirmek suretiyle faydalanabilirler. Öte yandan, kimlerin
sendikalı işçi olabilecekleri, üyelik koşulları v.s. 5.5.1983 günlü 2821
sayılı Sendikalar Kanununun 20. ve müteakip maddelerinde açıkça
gösterilmiştir. Bu arada belirtilmelidir ki, 1475 sayılı İş Kanununun ücrete
yönelik 26. ve müteakip maddelerinde, kamu kuruluşlarında iş alan aracı
işçilerine ödenecek ücretler konusunda bir ayrıcalığa yer vermemiş, sadece,
kamu düzeni gereği olarak, asgari ücretin altında ücretle işçi
çalıştırılamayacağı esasını getirmiştir. Şu duruma göre; İç Hukukumuzda
uygulanan, Anayasal esas ve ilkelere göre oluşturulan sistem gereği, asgari
ücretin altına düşmemek koşuluyla, ücret konusunda işçi ve işverenler
arasında akit serbestisi asıldır. Bir işçi hakkında TİS hükümlerinin
uygulanması ise, ancak bu alanda mevcut ve yukarıda numara ve adları yazılı
yasalardaki özel koşullar yerine getirilmesine bağlıdır. Bu yasalarda;
başkaca ayrıcalık ve özel hükümler yer almamış, aksine sistem yasaklanmıştır.
Her ne kadar, Milletlerarası Çalışma Teşkilatının 8 Haziran 1949'da
Cenevre'de Genel Konferans'ta kabul ettiği ve bir amme makamı tarafından
yapılacak mukavelelere kolunacak çalışma şartlarına müteallik 94 sayılı
Sözleşme T.B.M.M. tarafından onanmış ve bu sözleşmeye katılmak üzere hükümete
14.12.1960 tarihinde 161 no'lu Kanunla yetki verilmişse de, bu sözleşme
hükümlerinin İç Hukukumuzda oluşturulmuş Anayasal sisteme uygun
düzenlemelerin üzerine çıkması ve öncelik taşıması Anayasal ve yasal
değişikliklerin yapılmasından önce mümkün değildir. Gerçekten, sözü edilen
uluslararası sözleşme ile Devlet, bir yükümlülük altına girmiştir. Ne var ki,
bu sözleşmenin yapılması ve yürürlüğünden sonra, kabul edilen Anayasal kural
ve buna bağlı yasalarla, TIS hükümlerinin uygulanacağı kimseler açıkça ortaya
konmuş, Devlet bu alandaki tercihini belirlemiştir. Başka bir anlatımla;
yukarıda sözü edilen ILO sözleşmesi hükümlerine sonradan yaptığı yasal
düzenlemelerde yer vermemiş, TİS hükümlerinden, aracı işçilerinin
yararlanacağı yolunda bir ayırımı kabul etmemiştir. Sözleşmeden sonra yapılan
Ulusal hukukun açık düzenleme ve kuralları karşısında, artık, uluslararası
bir sözleşme kuralına öncelik ve geçerlilik tanınması Anayasal sistemimize
ters düşer ve kabul edilemez. Mahkemenin belirtilen ilke ve esasları dikkate
almaksızın sonuca gitmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul
edilmeli ve hüküm bozulmalıdır.
SONUÇ:Hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, davalı Avukatı
yararına takdir edilen 6.000.000 lira duruşma Avukatlık parasının karşı
tarafa yükletilmesine, temyiz harcının istek halinde davalıya iadesine,
18.10.1996 gününde oybirliğiyle karar verildi.
|