Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



       T.C.
  Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
       Sayı

	 	  Y A R G I T A Y   İ L A M I 

Esas         Karar  
96/2-296     96/424
      29.5.1996

	Özet :Zamanaşımı tenkis davasının hem tesbit hem de eda bölümünü
 kapsar. Tenkis davası açılmasını haklı kılacak vakıyı öğrenmek sürenin
 işlemeye başlaması için kafidir.
	Tenkis davası da kısmi dava olarak açılabilir. Bu halde zamanaşımı o
 kısım için kesilir.

	Taraflar arasındaki tenkis davasından dolayı yapılan yargılama
 sonunda; Muratlı Asliye Hukuk Mahkemesince davanın kabulüne dair verilen
 4.10.1995 gün ve 1994/128-1994/166 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili
 tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin 25.4.1995 gün ve
 1995/2146-5071 sayılı ilamı ile (... Davalı vekilinin süresinde derdestlik
 itirazında bulunduğu ve davacı tarafından buna karşı çıkmadığı
 anlaşılmaktadır. Derdestlik itirazı ilk itirazlardan olup hadise şeklinde
 incelenerek sonuçlandırılması gerekir.
	Mahkemece yapılacak iş derdest olduğu ileri sürülen davaya ait dosyayı
 celbedip incelemek ve öncelikle bu konuda bir karar vermekten ibarettir.
 (HUMK. 190- 194- 196)
	Bu yön gözönünde tutulmadan kesin hüküm oluşturacak şekilde hüküm
 kurulması doğru görülmemiştir..) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri
 çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda
 direnilmiştir. 

	Temyiz eden: Davalı vekili

	 	HUKUK GENEL KURULU KARARI

	Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü;
	Belirtmek gerekirki tenkis davası saklı pay sahiplerine, saklı
 paylarına miras bırakanın tecavüzünü gidermek, temliki işlemlerini tasarruf
 nisabı sınırı içine sokmak imkanı veren ve kişisel hakkın korunmasını amaç
 tutan yenilik doğurucu (inşai-ihdasi) nitelikte bir dava türüdür.
	(Prof. Tahir Çağa Mahfuz hisseli mirasçıların vasiyeti 1950 bası sayfa
 25). Genellikle inşai her davada olduğu tenkis davasıda iki isteği kapsar,
 biri inşai hakkın tesbiti diğeri ise eda bölümüdür. Saklı payın
 zedelenmesinden ötürü mirascının mal varlığında meydana gelen eksilmenin
 giderilmesine dair bölüm ise edaya ilişkindir. (Prof. Postacıoğlu Medeni
 Hukuk Usul Dersleri 1970 baskı sh. 241 Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun
 27.11.1991  Tarih 2-428-596 sayılı kararı) Davanın eda bölümünü tenkis
 davasından ayrı mütalaa etmek korunan hakkın özüne uygun düşmez, bu sebeple
 Medeni Kanunun 513. maddesindeki zamanaşımı tenkis davasının hem tesbit hem
 de eda bölümünü kapsar.
	Temyize konu davada murisin sağlar arası tasarrufunun tenkisi isteğine
 ilişkin olup uyuşmazlık davanın süresinde açılıp açılmadığı noktasında
 toplanmaktadır.
	Gerçekten Medeni Kanunun 513. maddesinde saklı pay sahibi mirascılarca
 tenkis davasının haklı paylarına tecavüz edildiğini öğrendikleri günden
 itibaren bir yıl ve her halde, mirasın açılmasından başlayarak 5 yıllık hak
 düşürücü süre içerisinde açılabileceği hükme bağlanmıştır.
	Bir yıllık süre mirasçının mahfuz hissesinin ihlal edilmiş olduğunu
 öğrendiği günden itibaren işlemeye başlar. Bu sürenin işlemeye başlayabilmesi
 için mahfuz hisseli mirascının önce miras bırakanın ölümünü kendisinin
 mirascı olduğuna, mahfuz hisseye tecavüz eden tasarrufu ve bunun mahfuz
 hissesine tecavüz ettiğini öğrenmesi gerekir (Prof. Dr. Z.İmre- Doç. Dr.
 H.Erman Miras Hukuku ve Prof. Dr. K.Oğuzman Miras Hukuku), (HGK. 16.4.1990 T.
 1979/2-1386/1525).
	Öğrenmenin resmen haberdar edilme sonucu olması şart değildir. (jdt
 1952 ı 400) Mirascının tenkis davası açılmasını haklı kılacak vakıayı
 öğrenmesi sürenin işlemeye başlaması için yeterlidir. (jdt 1983 I 504; jdt.
 1952 I 402)
	Davacılar ilk davayı açtıkları 8.8.1989 tarihinde miras bırakanın
 tenkisi istenilen temliki tasarruflarını ve saklı paylarına tecavüz
 edildiğini öğrenmiş durumdadırlar (2.H.D. 10.3.1992 T. 1023/2790).
	Buna rağmen temyize konu ilk dava ise Medeni Kanunun 513. maddesinde
 belirtilen bir yıllık süre dolduktan sonra 20.7.1994 tarihinde açılmış ve
 davalı taraf 26.7.1994 tarihli dilekçesi ile zamanaşımı def'inde bulunmuştur.
	Her ne kadar Hukuk Genel Kurulunun 26.5.1965 tarih 781/D-2 esas 223
 karar sayılı kararlarında da açıklandığı üzere, tenkis davalarında tahmini
 olarak değerin gösterilmesi bilahare  gerçek tesbit edildiğinde harcın
 tamamlanarak davaya devam edilmesi mümkün isede davacılar bu yönde bir
 istekte bulunmamışlar, müstakil bir dava açmışlardır. Kısmi dava açılması ile
 alacağın yalnız o kısmı için zamanaşımı kesilmiş olup dava dışı kalan kısım
 hakkında bu hak saklı tutulmuş olsa bile zamanaşımı kesilmez. İşlemeye devam
 eder (2.H.D. 18.3.1991 T. 1867-4908).
	Bu itibarla davacılar en geç tasarrufu mirasın açıldığını ve mahuz
 hissenin ihlal edildiği ilk dava tarihi olan 8.8.1989'da öğrenmişlerdir. Buna
 rağmen Medeni Kanunun 513. maddesinde belirtilen bir yıllık süre geçtikten
 sonra 20.7.1994 tarihinde bu dava açılmış olduğundan Hukuk Genel Kurulunca da
 benimsenen özel daire bozma kararına uymak gerekirken önceki kararda
 direnilmesi doğru değildir. O halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme
 kararı bozulmalıdır.
	SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme
 kararının özel daire bozma kararında ve yukarıda gösterilen nedenlerden
 dolayı HUMK.nun 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde peşin
 harcın geri verilmesine  29.5.1996 günü oyçokluğuyla karar verildi.

B.B.Vekili 4.H.D.Baş.  13.H.D.Baş. 6.H.D.Baş. 7.H.D.Baş. 11.H.D.Baş
İ.T.Pamir  M.C.Keskin  A.i.Arslan  Ö.N.Doğan  H.Örmeci   G.Eriş 

	 	KARŞI OY YAZISI

	Tenkis Davası tanımı; Miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme
 bağlı veya sağlar arası bağışlarının yasal sınıra çekilmesi amacıyla açılan
 davadır.
	Hukuki mahiyeti; Öğretideki baskın görüşe göre tenkis davası yenilik
 doğuran (inşa-ihdasi) davalardandır. (Bakınız Prof. Dr. Fikret Eren Türk
 Medeni Hukukunda Tenkis Davası Sh.19 ve dipnot 18) Yenilik doğurucu davaların
 üstün özellikleri var olan hukuki işlemi BOZAR DEĞİŞTİRİR veya KURAR.
 Tenkisle zedelenen saklı payın yasal sınıra çekilmesi miras bırakanın
 kazandırıcı işleminin sonucunu değiştirir. Tenkis davasının yenilik doğurucu
 dava olarak kabulü bu gerekçeye dayalıdır.
	Türk hukuk öğretisinin baskın görüşü tenkis davasının bir eda veya
 tesbit davası olmadığı yönünde yoğunlaşmaktadır. Bu dava ile bir hukuki
 durumun tesbiti istenmemekte değiştirilmesi ve  ender olmakla beraber ortadan
 kaldırılması arzu edilmektedir. Ancak eda davası da değildir. Zira bu kararla
 davalı (yararına kazandırma yapılan kişi) davacıya karşı bir edimi yerine
 getirilmek zorunda kalmamaktadır. Yenilik doğuran dava ile sadece zedelenen
 saklı payın yasal sınıra çekilmesi sağlanır. Davalının bir edime zorlanması
 için, ayrıca bir eda davası açması gerekecektir. Bu eda davası yenilik
 doğuran dava ile birlikte açılabileceği gibi, bu davadan sonra da açılabilir.
 Ancak eda davası ister yenilik doğurucu dava ile birlikte açılmış ister
 sonradan açılmış olsun her iki halde de hukuki içerik ve sonuçları bakımından
 birbirinden bağımsız davalardır. (Bakınız Fikret Eren age sh.175 ve altındaki
 dip notla Schiller, Rosli, Ferid- Firsehing, Schweiz yapılan yollama)
	Eda davasının  hukuki niteliği öğretide de tartışmalıdır. Bu davayı
 miras sebebiyle istihkak, nedensiz zenginleşme davası olarak niteleyenler
 yanında davalının iyi niyetli olması halinde nedensiz zenginleşme kötü
 niyetli olması halinde miras nedeniyle istihkak davası olduğunu savunanlar da
 bulunmaktadır. 
	Bu konudaki baskın görüş ise, eda davasının kazandırıcı işlemle
 zedelenen hakkın geri dönmesini sağlayan özel nitelikte kişisel hak sağlayan
 bir eda davası olduğu yönündedir. (Engeloch, Rosli, Tuer, Kocayusufpaşaoğlu,
 İnan, Escher, bakınız Prof. Dr. Fikret Eren Age sh.179 dip not 23)
	Bu görüşün gerekçesine göre: miras sebebiyle istihkak davası mülkiyet
 hakkına dayanır, mirasın açılmasıyla  tereke mirasçılara geçer. Mirasçının
 açacağı istihkak davası yasadan doğan mülkiyet hakkına dayanır. (MK. md.
 539-577) Diğer yönden istihkak davası terekeye dahil mallar için açılabilir.
 Bu nedenle terekeye dahil olduğundan (henüz terekeden çıkmamış) ölüme bağlı
 teberrularda mirascılığa veya miras payına itiraz halinde istihkak davasını
 tercih edebilir. Miras ortaklığına dahil pay için istihkak davası yerine
 terekeye dahil olan malların iadesini sağlayan paylaştırma davasının açılması
 daha uygundur. Bir başka anlatımla bağışa konu mal varlığı terekeden çıkmamış
 ise, eda davası olarak adlandırılan davanın adı miras sebebiyle istihkaktır. 
	Sağlar arası bağışlamalarda bağışlanan mal terekeden çıkmış olduğundan
 istihkaka konu olamaz. Terekeden çıkan mal varlığının terekeye dönüşünün
 sağlanması da Medeni Kanunun 508/1. maddesi uyarınca olası değildir. İyi
 niyetli davalı mirasın açıldığı tarihte elinde kalanla sorumludur. Elinden
 çıkardığı miktardan sorumlu tutulamaz.
	Özet olarak: Miras nedeniyle istihkak davası aynı bir davadır.
 Bağıştan yararlanan kişi tenkis kararından önce de sonra da bağışlanılan
 şeyin malikidir. Tenkis davası kişisel hak sağladığından saklı payın
 istenmesini sağlayan eda davasının miras sebebiyle istihkak olarak
 nitelendirilmesi mümkün değildir.
	Eda davasının sebepsiz zenginleşme olarak nitelendirilmesi de olası
 değildir. Zira tenkis davası mirasın  açıldığı tarihteki zenginleşmeyi
 nedensiz zenginleşme ise dava tarihindeki zenginleşmeyi öngörmektedir. İyi
 niyetli zilyedin gerçek zararla sorumlu tutulması mümkün değildir. (MK.
 508/1) haksız zenginleşmede ise davalı gerçek zararı ödemekle yükümlüdür.
 (geniş bilgi için bakınız Prof. Dr. Fikret Eren Age)
	Bu açıklamalardan çıkan sonuca göre tenkis davasını kazanan kişiye
 sağlanan hakkın niteliği:
	Yukarıdaki açıklamalardan ede davası miras sebebiyle istihkak olarak
 kabul edilirse iade Medeni Kanunun 906. maddesindeki esaslara göre olacaktır.
 Kişisel hak sağlayan özel bir eda davası olarak kabul edilirse iyi niyetli
 zilyet Medeni Kanunun 508/1 maddesiyle öngörülen kurallara kötüniyetli zilyet
 ise gerçek zararın ödetilmesini ön gören yasal kurallara göre sorumlu olur.
	Tenkis davası, kısmı bir devamıdır: 
	Tenkis davasının kısmı dava olmadığı tam dava olduğu konusunda
 uygulama ile öğreti fikir birliği içindedir. (Esat Şener Mirasta Tenkis,
 İade, İstihkak 1995 sh.103'de dipnot 136 137; YHGK 26.5.1965 gün 781/2 223
 2H.D. 8.2.1991 gün 11429-2101 2H.D. 24.2.1993 gün 1445-1559) Yargıtay Hukuk
 Genel Kurulunun 26.5.1965 günlü kararında... saklı payın hesaplanması
 terekenin ölüm tarihindeki değerinin tesbidi ile mümkündür. Değer tesbiti
 dışında dava dilekçesinde gösterilen değer, tahmini olmaktan ileriye geçemez.
 Zira davacı mahkemeden bir değer tesbiti istemiş olmadıkça ölüm tarihindeki
 gerçek değeri önceden bilemez. Gerçek değer mahkemece usulünce tesbit
 ettirildikten sonra dava harcının buna göre alınması da yasa gereğidir.
	O halde davacının dava dilekçesinde gösterdiği değeri  mahkemenin
 gözönünde tutmadan keşif yaparak tesbit ettiği değer üzerinden saklı payı
 hesap edip hüküm altına alınmasından yasaya ve usule aykırılık  yoktur...)
 gerekçesiyle hükmü onamıştır. 2.H.D.nin görüşü de bu yoldadır ve hiç sapma
 yapmamıştır. Harca esas olarak belirtilen değer kısmı dava değil tam dava
 olarak nitelendirilmiştir. O halde saklı tutulan bir hak söz konusu değildir.
 Hakim tesbit edeceği gerçek alacak üzerinde hüküm kurmakla yükümlüdür.
	Tenkis davasında zamanaşımı:
	Medeni Kanunun 513. maddesi gereği, ölüme bağlı kazandırmalarda
 vasiyetin açıldığı, sağlar arası kazandırmada da saklı paya tecavüzün
 öğrenildiği tarihten itibaren 1 yıldır. Dava bir yıl içinde açılmamış veya
 zamanaşımı def'i ile karşılaşmış ise esasa girişilmeden davanın zamanaşımı
 yönünden reddi gerekir.
	Borçlar Kanununun 133. maddesi zamanaşımını kesen nedenleri
 açıklamaktadır. Dava veya def'i yolu ile mahkemeye baş vurulması zamanaşımını
 keser (BK. 133/2).
	Bir dava veya def'i ile kesilen zamanaşımı dava süresinde iki tarafın
 mahkemeye ilişkin her işleminden ve hakimin her emir ve hükmünden itibaren
 yeniden işlemeye başlar (BK. md. 136/1).
	Yargıtayın kararlılıkla benimsediği görüşe göre mirasta iade davası
 tapu iptal ve tescil davası tenkis davasına dönüşmüş ise, zamanaşımı iade ve
 iptal davasıyla kesilmiş olur. (2.H.D. 22.5.1987 gün 2380/4672, 14.12.1993
 gün 10677-12188, 4.6.1987 gün 3691/4946)
	Yargıtayın yine kararlılıkla kabul ettiği gibi olumlu tesbit davaları
 zamanaşımını keser. (Baki Kuru HUMK. 1974 sh. 254, 295, dipnot 75, Baki Kuru
 Tesbit Davaları s. 92, 93) Yargıtay 4. Hukuk Dairesinin 13.11.1975 gün
 1131-11517 sayılı kararında "olumlu tesbit davası... gününde  kesinleşmiş
 olmasına ve bu davanın da 1 yıl geçmeden açılmış bulunmasına göre.." demekle
 öğretideki görüşü benimsemiştir.
	Açıklanan yasal kurallar, öğreti ve kararlılık kazanan yargı kararları
 ile somut olaya bakıldığında 
	1-Davacı, dava dilekçesiyle miras bırakanın sağlar arası yaptığı
 bağışla kendisine tanınan tasarruf oranını aşarak saklı payına tecavüz
 ettiğini ancak tecavüzün miktarını tesbit etme olanağına sahip olmadığını
 bunun mahkemece tesbit edilmesini belirtmeğe çalıştıktan sonra davanın
 değerini fazlaya ait hakları saklı olmak üzere 3.000.000. Tl. olarak
  belirtmiştir. Mahkeme delilleri toplamış terekeyi ölüm günü itibariyle
 tesbit etmiş, davacının saklı payına yapılan tecavüzü üc defa keşif yapmak
 suretiyle tesbit etmiştir. (tesbit edilen alacak 175.928.141 Tl'dir)
	Belirtilen dava 8.8.1989 tarihinde açılmış, 2.6.1994 tarihinde
 dilekçede gösterilen miktarın hüküm altına alınmasıyla sonuçlanmış,
 12.8.1994'de temyiz edilmeksizin  kesinleşmiştir. Zararı belirleyen son
 bilirkişi raporu 2.12.1993 günlü olup, hüküm dışı bırakılan alacağın alınması
 davası ise 20.7.1994 tarihinde açılmıştır. Yukarıda açıklandığı üzere tenkis
 davası iki aşamalıdır. Birinci aşama hakkın tesbitini sağlayan yenilik
 doğurucu  davadır. Federal mahkeme hakkın varlığını tesbit eden  bu davayı
 tesbit davası olarak kabul etmiştir (...21, s. 379). Sayın Esat Şener
 AGE'sinde "..biri inşai hakkın tesbiti diğeri ise eda bölümüdür. Bu iki
  davanın karıştırılmaması gerekir. Tenkis davasında miras bırakanın saklı
 payı giderme amacıyla hareket ettiğinin  tesbitine ilişkin bölüm inşai
 olup... saklı payın zedelenmesinden ötürü mirasçının mal varlığında oluşan
  eksilmenin giderilmesine dair bölüm ise edaya ilişkindir.." şeklindeki ifade
 ile inşai (yenilik doğuran) davanın bir hak tesbiti davası olduğunu
 belirtmiştir.
	Sayın Prof. Dr. İlhan Postacıoğlu (Medeni Hukuk Dersleri 1975 6 bası
 Sh.252) "..Tesbit davası hakkın muhteva ve şümülünü belli eder. Hakkın
 varlığını tesbit eder. (Buna hakkın kaza-i tanınması denir) Hakkın tesbiti
 bir yaptırımın hüküm altına alınmasını gerektirmez. Bir hakkın varlığını veya
 yokluğunu kesin hüküm oluşturacak şekilde belirleme bir tesbit davasıdır.
	Örnekler: kiraların tesbiti davasının dinlenebilirliği (7.7.1965 günlü
 içtihadı birleştirme kararı) 
	Grevin haklılığı veya haksızlığının tesbiti davası (HGK. 17.3.1965
 günlü kararı)
	Görüldüğü gibi hakkın varlığının ve kapsamının  tesbiti olumlu bir
 tesbit davasının konusunu oluşturmaktadır.
	Yenilik doğuran davaların en önemli özelliği belirli bir hukuki
 durumun yaratılmasına, kaldırılmasına,  değiştirilmesine kişinin irade
 beyanının yeterli olmaması belirlemenin mahkeme kararıyla tesbit edilmesidir.
 (Postacıoğlu Age s. 204) Bu olguyu doğrulamak üzere (Schönke: İnşai hüküm
  bir hak değişikliğini ihdas ettiğinden bu hüküm cebri icraya ne elverişli ve
 ne de muhtaçtır. Postacıoğlu age. s. 266)
	Bu Açıklamalar Postacıoğlu'nun ifade ettiği üzere yenilik doğuran
 davaların eda davasını kendiliğinden ihtiva etmemesidir. Hakimin hükmü ile
 davacı yararına bir edanın yapılması sonucu çıkıyorsa davacı bunu ayrıca veya
 yenilik doğuran dava ile birlikte isteyebilir. (Postacıoğlu age s.267)
 uygulamada yenilik  doğuran davanın içinde eda isteğinin de bulunduğu kabul
 edilmekte ve bu nedenle tenkis davasında harca esas olarak gösterilen değerle
 bağlı kalınmaması edanın bir kısmının istenmiş olmasının kısmı dava olarak
 nitelenemeyeceği böyle de olsa tam dava olarak kabul edilmesi gerektiği ve
 zedelenen saklı payın tümünün hüküm altına alınması ön görülmektedir.
 Uygulamanın bu kabul şekli zorlayıcı değildir. Yani hak sahibini tesbit ve
 eda davasını birlikte açma konusunda zorunlu tutmamakta dava ekonomisi
 dikkate alınarak davacıya kolaylık sağlamayı amaçlamaktadır. Hukukun genel
 kuralı gereği hiç kimse kendi yararına olan davayı açmaya veya hakkını
 istemeye zorlanamaz. (HUMK. md. 79)
	O halde davacının açtığı dava (yenilik doğurucu) hakkın tesbiti davası
 olarak nitelenmeli ve soruna bu açıdan çözüm getirilmelidir.
	SONUÇ :1-Davacının açtığı ilk dava hakkın varlığının tesbidi davası
 olarak değerlendirildiğinde olumlu tesbit olan bu dava ile zamanaşımı Borçlar
 Kanununun 136. maddesiyle ön görülen kurallar doğrultusunda kesilmiştir.
	Gerçek zararın (saklı paya yapılan tecavüzün miktarı) tesbit edildiği
 son bilirkişi raporuyla öğrenildiği ve eda davası için zamanaşımının en erken
 bu tarihten itibaren (asıl olanın ise dava edilen hakkın varlığını tesbit
 eden kararın kesinleştiği tarihten) başlamasıdır. Belirtilen bu tarihlere
 davacının gerçek zararını istemek üzere açtığı dava arasında zamanaşımı
 süresi dolmamıştır. Burada  hakkın varlığının  tespitinin bağlı olduğu
 zamanaşımı ile eda davasının bağımlı olduğu zamanaşımının farklı olacağıdır.
 Hakkın varlığının tesbiti Medeni Kanunun 513. maddesi gereği bir yıllık
 zamanaşımına tabi olduğu halde belirnenen alacak hakkı Borçlar Kanununun 125.
 maddesi gereği 10 yıllık zamanaşımına  tabidir. Miras sebebiyle istihkak
 davalarında ise bir yıldır. (Mk. 579)
	Kararın gerekçesinde de açıklanan bu nedenlerle zamanaşımı definin
 kabul edilmemesinde usul ve yasa hükümlerine aykırılık bulunmamaktadır. Zira
 saklı tutulan hak yönünden zamanaşımının kesilmesi sadece kısmı davalar
 içindir. Zira saklı tutulan hak yönünden zamanaşımının kesilmesi sadece kısmı
 davalar içindir. Tam hakkın tespitini amaçlayan dava ile hakkın verilmesini
 sağlayan davalar ayrı ayrı davalar olup ayrı ayrı zamanaşımına tabidir.
	Diğer yönden Hakim belirtilen tam dava içinde dava edilen miktarla
 bağlı kalmadan belirlediği hakkın kapsamına giren ve zedelenen saklı payın
 tamamını hüküm altına almakla yükümlü iken bunu yapmayarak eda davasının
 açılmasına bizzat neden olmuştur. Borçlar Kanununun 137. maddesinin geniş bir
 yoruma tabi tutularak davacının 60 günlük ek süreden yararlanması olasılığı
 da tartılışılabilir.
	Açıklanan nedenlerden dolayı yerel mahkeme kararının doğru olduğuna
 kanaatle onanması gerektiğini düşündüğümden sayın çoğunluğun oluşan
 görüşlerine katılmıyorum.

	 	 	Nedim Turhan
	 	 	2.H.D.Üyesi
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini