 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
2.HUKUK DAİRESİ
Sayı :
Esas Karar
96/11110 96/13467
18.12.1996
Y A R G I T A Y İ L A M I
Özet: Boşanma sebebi ile maddi tazminat takdir edilirken kusurun
ağırlığı, tarafların sosyal ve ekonomik durumu, çalışma koşulları, evlenme
sonucu ortalama yaşam süresi ve irat şeklinde olmayan tazminat verildiğinde
peşin sermaye değeri de gözönünde tutulmalıdır.
Taraflar arasındaki davanın yapılan muhakemesi sonunda mahalli
mahkemece verilen hükmün temyizen mürafaa icrası suretiyle tetkiki
istenilmekle duruşma için tayin olunan bugün duruşmalı temyiz eden Ayşe
Toprak vekili Av. Burhan Apaydın ile diğer temyiz eden Halis Toprak vekili
Av. Turgut Tavşanoğlu ve Av. Birsen Uluğ geldi. Gelenlerin konuşması
dinlendikten sonra işin incelenerek karara bağlanması için duruşmadan sonraya
bırakılması uygun görüldü. Bugün dosyadaki bütün kağıtlar okunup gereği
görüşülüp düşünüldü.
1-Anayasanın 152. maddesi, bir davaya bakmakta olan mahkeme,
uygulanacak kanunun Anayasaya aykırı olduğunu görürse veya taraflardan biri
ileri sürerse, aykırılık iddiasının ciddi olduğu kanısına varılması halinde,
Anayasa mahkemesinin bu konuda vereceği karara kadar davanın geri
bırakılabileceğini öngörmüştür. 3444 sayılı yasa ile değişik Medeni Kanunun
134/son maddesinin, Anayasanın eşitlik ilkesi ile ilgili 10, ailenin
korumasına yönelik 41. maddesine aykırı bir yönünün bulunmaması karşısında,
davalı vekilinin bu yoldaki isteğinin ciddi ve inandırıcı görülmemesi üzerine
talebin reddine oyçokluğu ile karar verilip işin esasının incelenmesine
geçilmiştir.
2-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici
sebeplere ve özellikle 3444 sayılı kanunla kabul edilen ve Medeni Kanunun 134
maddesine eklenen son fıkra ile benimsenen fiili ayrılığa dayalı boşanmada,
retle sonuçlanan önceki boşanma davasında ret gerekçesinin nedenlerinin
sonuca etkili görülmemesine, başka bir ifade ile yasa koyucu yalnızca
kesinleşen ret kararını kafi görmüş olmasında, red sebep ve gerekçesinin bu
davada tartışmasının yapılamıyacağına, önceki kararın ister iddianın isbat
edilememiş olmasına, ister feragata, ister yasanın aradığı şartların
gerçekleşmemiş bulunmasına dayansın, Medeni Kanunun 134/son maddesinin
uygulanması açısından önem taşımayacağına, hangi nedene dayanırsa dayansın
süresi ve müşterek hayatın yeniden kurulmaması unsurlarının varlığı halinde
boşama kararı verilmesi için yeterli olacağına göre boşanmaya ilişkin
hükmünün onanması gerekmiştir.
3-1977 doğumlu müşterek çocuk Mehmet, kararın verildiği tarihte reşit
olmuştur. Mehmet'in reşit olduğu dikkate alınmadan velayetin düzenlenmesi
cihetine gidilmesi doğru görülmemiştir.
4-Davalı maddi ve manevi tazminatı yabancı paraya bağlı olarak
istemiştir. (BK. m. 83) İhtilaf akitten kaynaklanmadığına göre, yabancı para
üzerinden tazminat talep edilemez.
İstenilen maddi tazminat boşanmanın ekini (ferisini) oluşturmaktadır.
Boşanma davasının yargılaması sırasında istenilebileceği gibi sonradan ayrı
bir dava şeklinde talep edilmesi de imkan dahilindedir.
Davalı vekili 28.12.1995 tarihli dilekçesiyle fazlaya ait haklar saklı
kalmak üzere elli milyon ABD doları maddi tazminat istemiş, daha sonra davalı
asil 18.3.1986 tarihli dilekçesiyle bunu yüzmilyon ABD dolarına çıkartmıştır.
İstek yabancı para üzerinden yapıldığına göre Hukuk Usulü Muhakemeleri
Yasasının 75. maddesinden yararlanılarak istek tarihlerindeki yabancı paranın
kuru resmi kuruluşlardan sorulup tazminat isteğinin tereddüt uyandırmayacak
biçimde belirlenmesi gerekir. Bu yön üzerinde durulmaması da isabetsizdir.
5-Medeni Kanunun 143/1. maddesi, mevcut ve hatta muntazar bir menfeati
boşanma yüzünden haleldar olan kabahatsiz karı veya kocanın kabahatli olandan
münasip maddi tazminat isteyebileceğini ifade etmiştir.
Hukuka aykırı ve kusurlu davranış sonucu hakkı ihlal edilenin
zararının giderilmesi, menfaatinin denkleştirilmesi hukukun temel ilkesidir.
Ancak Medeni Kanunun 143/1. maddesi genel tazminat esaslarından ayrılmış ve
kendisine özgü kural getirmiştir. Maddi tazminata hükmedilebilmesi için
öncelikle bir boşanma hükmüne ihtiyaç vardır. Ayrıca zararın da boşanmadan
doğmuş olması zararla fiil arasında illiyet bağının kurulması gerekmektedir.
a) Evlilik birliği devam ettiği sürece kadın ve çocukların
geçindirilmesi kocaya aittir. (MK. m. 152) Birliği koca temsil eder, malların
idaresi hususunda hangi usul kabul edilmiş olursa olsun koca yaptığı
tasarruflardan şahsen sorumludur. (MK. m. 154) Boşanma halinde kadın eşinin
desteğini ömür boyu yitirmiştir. Gelecekte yoksun kaldığı bu desteği artık
kendisi karşılayacaktır. Bu kayıp haksız olarak boşanma ile karşı karşıya
gelen kadının mevcut olan zararlarındandır.
b) Beklenen zararlar da, tazminatın şümulündedir. Bunlar evliliğin
devamı halinde eşin ileride sağlaması muhtemel çıkarlardır.
Medeni Kanunun 143/1. maddesindeki tazminat mevcut ve muntazar hakları
kapsamaktadır. Ancak ilişkinin niteliği itibariyle zararı tam olarak
belirlemek de çok zordur. Bu özelliği itibariyle de yasa zarara uğrayana
münasip bir tazminat verileceğini açıklamıştır. Hakim miktarı takdir ederken
kusurun ağırlığını, tarafların sosyal ekonomik durumlarını, çalışma
koşullarını kadının evlenme şansını, ortalama yaşam süresini ve Medeni
Kanunun 145/1. maddesi gereğince taktir hakkı kullanılarak maddi tazminat
irat şeklinde verilmeyip peşin olarak verildiğinde bu paranın peşin sermaye
değerini göz önünde tutmak ve somut verilere dayanmak zorundadır. Kadının
kocası ile oturduğu sırada kocanın temin ettiği hayat düzeyine yakın geçim
koşulları yaratılmasına da özen gösterilmelidir. Menfaatler dengesinin
bozulmamasına, verilecek tazminatın kadını zenginleşmeye yol açmayacak
boyutta olmamasına da dikkat edilmelidir.
Maddi tazminata hükmedilirken yasada açıklandığı gibi mevcut ve
beklenen (muntazar) haklar birlikte kül olarak değerlendirilmelidir.
Taraflar arasında başka bir mal rejimi kabul edildiği iddia ve ispat
edilmediğine göre mal ayrılığı rejimi caridir. (MK. md. 170)
Evlilik birliğinin devamı sırasında kocanın eşini köşkte oturtmuş
olması, boşanma halinde ona emsal bir köşk'ün mülkiyetini alma imkanını
vermez. Kocanın eşini geçindirme borcu vardır. (MK. m. 152) Ancak bu
yükümlülük kocanın bütün olanaklarını kadına tahsis anlamına da gelmez.
Tazminat makul ve herkesce kabul edilebilir düzeyde tutulmalıdır. Oturulan
köşkün değeri belirlenerek üçbuçuk tirilyon Tl. ayrıca edinilecek köşkte,
kadının ve çocuklarının hayatlarını devam ettirmeleri için birbuçuk tirilyon
Tl., toplam beş tirilyon Tl. tazminata, bölünerek hükmedilemez.
Baba evlilik birliğinin devam ettiği sürece reşit olmayan çocukların
infak, iaşe, bakım, eğitim gibi tüm giderlerinden sorumludur. (MK. m. 152)
Boşanma halinde velayet kendisine verilmese bile bu giderlere gücü oranında
katılarak (MK. m. 148) hatta çocukların reşit olması halinde bile, şartların
gerçekleşmesi halinde Medeni Kanunun 315. maddesine göre yardım nafakası ile
sorumlu tutulacaktır. Ancak babanın bu sorumluluğu maddi tazminat kapsamında
düşünülemez ve takdir olunacak nafaka maddi tazminat ile birlikte hükme
bağlanamaz.
Açıklanan bu usuli eksiklikleri yanında takdir edilen maddi tazminat
çoktur. Medeni Kanunun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi tazminatın kaynağını
oluşturan 143/1. maddedeki münasip sözcüğü dikkate alınarak daha uygun bir
tazminata hükmedilmesi gerekir. Açıklanan yön üzerinde durulmadan yetersiz
gerekçe ile yazılı şekilde maddi tazminat hükmü oluşturulması usul ve yasaya
aykırıdır.
6-Manevi tazminata gelince;
Medeni Kanunun 143/2. maddesi, boşanmaya sebebiyet vermiş olan
hadiseler, kabahatsiz olan karı ve kocanın şahsi menfeatlerini ağır bir
surette haleldar etmiş ise, hakimin manevi tazminata hükmedebileceğini
öngörmüştür.
a) Manevi tazminatın temelini aile bütünlüğüne, kişilik haklarına
haksız ve hukuka aykırı saldırı teşkil eder. (MK. m. 24) Maddi tazminatta
olduğu gibi, borçlar yasasının 49. maddesinden ayrılınıp farklı düzenleme
getirilmiştir. Burada da mutlaka bir boşanma hükmünün varlığı gereklidir.
Ayrıca boşanmaya yol açan olaylar manevi tazminatın sebebini oluşturacaktır.
Boşanmaya sebebiyet veren olaylar belirli bir fiil olabileceği gibi,
evliliğin devamı süresince işlenen birden çok fiiller de olabilir. Nasılki
birden çok olayların herbiri için ayrı ayrı boşanmaya karar verilemiyorsa,
hukuka aykırı, kişilik haklarına saldırı oluşturan her bir davranış için de
ayrı ayrı tazminata hükmedilemez. Bunlar tazminatın miktarının tayininde
gözönünde bulundurulacak hususlardandır.
Mahkemece davacı kocanın Gülcan isimli kadınla evlilik dışı ilişkiye
girmesinden dolayı elli milyar TL., Gülümser isimli kadınla ilişkisinden
dolayı da elli milyar Tl. manevi tazminata bölerek hükmedilmesi de, doğru
görülmemiştir.
b)Manevi tazminat miktarının belirlenmesine gelince;
Manevi tazminatın hesap biçimi 22.6.1966 gün ve 7/7 sayılı İçtihadı
Birleştirme Kararında açıklanmıştır. Manevi tazminat ceza değildir. Bununla
beraber kişinin mal varlığındaki eksilmeyi telafiye yönelik tazminat olarak
da düşünülemez. Parasal olarak değerlendirilmeye alınması üzüntünün tam
olarak karşılanmasını amaçlamaz. Temel düşünce bozulan ruhi dengenin onarılıp
kısmen olsun düzeltilmesidir. Tazminatı cezaya dönüştürmeden, eşlerin
karşılıklı davranışları boşanmaya yol açan fiilin ağırlığı, sosyal ve
ekonomik seviyeleri esas alınarak hüküm kurulmalıdır. tazminat miktarı haksız
eylemi özendirmeyecek ayrıca mağdur açısından zenginleştirme aracı da
olmayacak seviyede tutulmalıdır. Manevi tazminatın hesap yöntemine ait bu
ilke Medeni Kanunun 143/2. maddesinin uygulanmasında da gözönünde
bulundurulmalıdır.
Açıklanan kuralların ışığında hükmedilen manevi tazminat da fazladır.
Yine Medeni Kanunun 4. maddesindeki hakkaniyet ilkesi çerçevesinde uygun
miktarda manevi tazminata hükmedilmelidir.
S O N U Ç : Birinci fıkrada açıklanan sebeplerle davalının tüm,
davacının iki, üç, dört, beş, altıncı fıkralarda gösterilen konuların
dışındaki temyiz itirazlarının reddiyle, hükmün bozma kapsamı dışında kalan
bölümlerinin ONANMASINA,
Hükmün iki, üç, dört, beş ve altıncı fıkralarda gösterilen sebeplerle
BOZULMASINA, bozmada oybirliğiyle, altıncı fıkradaki bozma sebebine Başkan
Sayın Tahir Alp'in, birinci ve ikinci fıkrada açıklanan gerekçelere üyelerden
Sayın Nedim Turhan'ın muhalefetiyle oyçokluğuyla karar verildi. 18.12.1996
Başkan Üye Üye Üye üye
Tahir Alp Nedim Turhan Hakkı Dinç Ferman Kıbrıscıklı Özcan Aksoy
(muhalif) (muhlif)
6.bende 1 ve 2. bende
MUHALEFET ŞERHİ
Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici
sebeplere ve özellikle Davacının iki ayrı kadınla evlilik dışı ilişkisinin
manevi tazminat miktarının tesbitindeki etken olarak kararda açıklanmış
bulunmasına göre sayın çoğunluğun manevi tazminata ilişkin bozmasına
katılmıyorum.
Başkan
Tahir Alp
MUHALEFET ŞERHİ
Medeni Kanunun 134/son maddesine dayalı boşanma davasının yargılaması
sırasında davalı vekili dayanılan yasal kuralın Anayasaya aykırılığını iddia
etmiş yerel mahkeme ve denetim mercii olan Yargıtay İkinci Hukuk Dairesinin
çoğunluğu bu iddiayı ciddi bulmadıklarını açıklamışlardır.
A-Medeni Kanunun Madde 134/son Anayasaya aykırılığı sorunu;
1-Anayasanın 138 maddesi yönünden; Belirtilen Anayasanın 138.
maddesince "Hakimler görevlerinde bağımsızdırlar. Anayasaya kanuna ve hukuka
uygun olarak vicdani kanaatlerine göre hüküm verirler"
Anayasa hakime karar verirken öncelikle kanuna uygun hüküm kurmasını
kanunda hukuka aykırılık bulması halinde geçerli olan hukuka uygun karar
vermesini emir etmekte; yasal kurala ve hukuka uygunluk denetiminde vicdani
kanaatine göre karar vermeyi de ilave etmektedir.
Medeni Kanunun 134/son maddesinin sayın çoğunluğun belirttiği çerçeve
içinde anlaşılması ve uygulanması halinde, hakim sadece kanuna uygunluk
denetimi yapabilmekte, hukuka ve vicdani kanaatine uygunluk denetimi yapma
hakkından yoksun kalmaktadır. Hakim bu maddenin uygulanmasında bilirkişilik
görevi yapma, maddi olayı sadece tesbit etmekle yetinmek zorunda
bırakılmaktadır. Açıklanan yasal kural bu yönüyle Anayasaya aykırıdır.
Anayasaya aykırılık iddiasının ciddiye alınması gerekir.
2-Anayasanın 10 maddesi yönünden;
Yasalar toplumun sosyal ekonomik durumlarına uygun olduğu sürece
uygulanma önceliğine sahiptir. Yasal kuralın uygulanması toplum düzenine
aykırı düşüyorsa hakime hukuka uygunluk araştırması yapma görevi düşmektedir.
Toplumumuzda kadınların 90'ı ekonomik bağımsızlığa sahip değildir.
Geçimleri ya kocaları veya alt-üst hısımları tarafından karşılanır. Kocaya
göre kadının olanakları sınırlıdır. Anayasa karşısında eşitlenmeleri için
kadına artı koruma önlemlerinin sağlanması gerekir. Medeni Kanunun 134/son
maddesi bu düşüncelerle 99 oranında erkekler yararına sonuç doğurmaktadır. O
halde yasal kural bu yönüyle eşitlik ilkesini bozmaktadır.
2/a) Anayasanın 11 ve 177/E maddesi yönünden;
Hakim Anayasaya aykırı gördüğü hüküm yerine doğrudan Anayasa
hükümlerini uygular. "...Bu hükmün muhalif mefhumundan kanunların Anayasaya
aykırı hükümlerinin Anayasaya rağmen uygulanmasının söz konusu olmayacağı
sonucunu çıkartmak gerçekçi ve aynı zamanda Anayasanın özüne ve sözüne uygun
bir yorum biçimi olarak kabul edilmelidir. Anayasa bu hükmü ile 1961
Anayasasından ayrılmış kanunlardaki Anayasaya aykırı hükümlerin çözümü için
öngörülmüş prosedüre başvurulmaksızın doğrudan ve tereddütsüz Anayasa
hükümlerinin uygulanması zorunluluğunu getirmiştir..." Anayasanın 177/E
maddesinin yollamasıyla 11 maddenin açık hükmüne dayanılarak Hukuk Genel
Kurulunun yukarıda bir bölümü aktarılan kararında (HGK 14.9.1983 gün
1714-803) Anayasaya aykırı olan yasal kuralların hakim tarafından belli
prosedüre uyulmadan uygulanmayacağı; Anayasanın özüne uygun uygulamanın
yapılması vurgulanmıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun da 28.3.1988 gün
988/5-76-135 sayılı kararında Türk Ceza Kanununun 403/son maddesinin
Anayasanın 38/son maddesine aykırı bularak uygulanmasını engellemek suretiyle
Anayasaya aykırılığın iptal hüküm alınmadan da uygulanması gereğine
değinmiştir.
3-Anayasanın 41. maddesi yönünden;
Anayasa bu madde ile özellikle ana ve çocukların özenle korunmasını
emir etmektedir. Bu korumanın kime karşı olacağı sorunu akla gelmektedir.
Kanımızca bu koruma, korunmayı gerektiren maddi manevi ve hukuki olguları
içerir. Buna kanuna karşı koruma kocaya karşı koruma topluma karşı koruma
dahildir.
Medeni Kanunun 134/son maddesi evli kadını kocasına karşı korumasız
bırakmakla Anayasaya aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle Anayasaya aykırılığın ciddiyeti dikkate alınarak
kuralın iptali için Anayasa Mahkemesinin denetimine sunulması gerekir. Sayın
çoğunluğun bu konuda oluşan görüşlerine katılmıyorum.
B-Maddi Hukuk Açısından;
1-Medeni Kanunun 150 maddesi yönünden;
Hakim boşanma davasını çözümlerken aşağıdaki kurallara uymakla
yükümlüdür. (MK. md. 150)
Hakim boşanma için gösterilen olayların varlığına inanmadıkca var
sayamaz.
Hakim delilleri serbestçe takdir eder.
Açıklanan bu hüküm hakime geniş takdir yetkisi vermektedir. Hakim bir
olayın varlığına vicdanen inanmadıkça onu sabit ad edemez kuralıyla hakime
hukuka uygunluk denetimi hakkı verilmiştir.
Yukarıda da açıklandığı gibi bu maddenin uygulanmasında hakime maddi
olayı tesbitten öte bir iş kalmamaktadır. Medeni Kanunun 134/4 maddesi bu
yönüyle 150. madde ile çatışmaktadır. Hakimi Hukukun ana ilkelerini
uygulamaktan alıkoymaktadır.
2-Medeni Kanunun 2. maddesi yönünden ;
Haklar kullanılırken ve borç altına girilirken iyi niyet kurallarına
uyum asıldır. Haklar başkalarını zararlandırma amacıyla kullanılamaz.
Kullanılmasını yasa korumaz. Bir kimsenin hakkını kullanmasından yararına bir
durumun doğması o hakkın iyi niyetle kullanılmış olmasıyla olasıdır. Kötü
niyetle kullanılmış hak sahibine hukuken korunmaya değer bir yarar
sağlayamaz. [(Yargıtay 2. Hukuk Dairesinin kararlılık kazanan uygulamalarıyla
yasaya uygun olmakla beraber iyi niyetle kullanılmadığından yasal korunmaya
değer bulunmayan uygulamalarından örnekler "Birlikte oturup evi benimseyen
kadının ihtar üzerine evin niteliklerine itiraz etmesi dürüstlük kuralına
aykırıdır. 2.H.D. 31.10.1984 gün 8861 E. 8844 SK)
"..Davacı eşini eve davet etmekle önceki olayları hoş görü ile
karşılamış ortak hayatın çekilebilir olduğunu kabul etmiştir. İhtardan önceki
olaylara dayanılarak boşanma isteminde iyi niyetten söz edilemez. (2.H.D.
18.3.1986 gün 2304-2498 SK)]
"...Kadının kendi yararına doğan boşanma nedenlerine dayanarak dava
açmamış olması Medeni Kanunun 2. maddesinde yer alan hakkın kötüye
kullanılması olarak algılanamaz. (2.H.D. 1.3.1971 gün 1081-1366 Sk)
İnançları Birleştirme Kararı;
İrade açıklamalarının veya yasaca düzenlenen öznel hakların kapsamları
ve kullanılmaları bir kamu düzeni hükmü olan ve bu itibarla aksine sözleşme
caiz bulunmayan nesnel iyi niyet kurallarına göre belli edilir ve
sınırlandırılır. (9.3.1955 gün 22/2 SK)
Pozitif hukuk kurallarımız boşanmanın haklı bir nedene dayanmasını ön
görmektedir. Bu ilkeye ailenin toplumun temeli olması ve korunması gerektiği
düşüncesi hakimdir. Yasa boşanmayı kamu düzeni ile ilgili bulmuş
ayrıntılarını ayrı ayrı belirlemiştir. Medeni Kanunun 134/1 maddesinin 3444
sayılı yasa ile değiştirilmesinde dahi bu ilke saptırılmamıştır. Nitekim
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bu maddeyi uygularken tam kusurlu olan eşe dava
hakkı tanımamıştır. (Y.H.G.K. 2.2.1994 gün 1993/2-787-22 SK:
9.6.1993/2-115-437 SK)
Maddi yararlara dayalı yarar çatışmalarından veya eşlerden birinin
evlilik dışı ilişkiye girmesinden kaynaklanan durumlarda karşı tarafın
görevlerini özeni içinde yerine getirmesine rağmen tam kusurlu eş Medeni
Kanunun 134/1. maddesinden yararlanamadığı halde uydurma bir dava açarak
134/4 maddesinden yararlanabilmektedir. Davacının bu gibi durumlarda açtığı
davada başkalarını zararlandırma amacı vardır. Hakkını iyi niyet kuralları
içinde kullanmamıştır. Bu itibarla yasal korunmaya layık olmamalıdır.
Somut olayımızda redle sonuçlanan ilk davada ve eldeki davada davalıya
bir kusur yöneltilememiş, aksine saygı değer bir hanım efendi olduğu
vurgulanmıştır. Taraflar 1963 yılında imam nikahı ile birlikteliklerini
kurmuş, 1971 yılında nikah işlemini yapmış ilki 1964 sonuncusu 1980 doğumlu
olmak üzere 10 çocuk sahibi olmuşlardır. Bu mutlu beraberlik 1988 yılı
ortalarına kadar devam etmiştir. Bu tarihten sonra davacının evlilik dışı
ilişkilere girdiği mutlu giden beraberliği gölgelediği anlaşılmaktadır.
Davalı davacının sadakatsiz davranışlarını dahi hoşgörü ile karşılamış
hukuki veya cezai bir yaptırım uygulanmasına girişmemiştir. Örnek olabilecek
bir asaletin gerektirdiği şekilde davranış sergilemiştir.
Belirtilen bu iyi niyet ne yazıkki karşılıksız kalmıştır. Davacı
tamamen keyfilik arzeden davranışlarıyla ailevi bağları eylemli olarak
koparmakla yetinmemiş, kendisinin yarattığı kusurlu eyleminden hukuki sonuç
çıkarmaya kalkışmıştır. Bu isteğinde başarı da sağlamıştır.
Hiç kimse kendi yarattığı kusurlu davranışdan dolayı yararına hukuki
bir sonuç sağlayamaz, şeklindeki hukukun ana ilkesini zedeleyen bu davranış
biçiminin iyi niyete dayandığından söz edilemez.
Davacının iyi niyet kuralları içinde bu hakkını kullandığı söylenemez.
Yasal hak iyi niyetli olduğu sürece hukuki sonuç doğurur. Kötü niyetli
davranışlar hukukun koruması dışındadır.
Bu itibarla kötü niyetle kullanılan boşanma davası açma hakkı Medeni
Kanunun 134/son maddesine göre oluşacak yasal koşullarda davacıya boşanma
hakkı sağlayamaz. Bir başka anlatımla kötü niyete dayalı olup retle
sonuçlanmaya mahkum olan ilk dava Medeni Kanunun 134/son maddesinin
uygulanması yönünden 3 yıllık ayrı yaşama sürecine başlangıç olarak kabul
edilemez.
Bu itibarla maddi hukuk kuralları açısından da davanın reddi gerekir.
Bu yönde oluşan sayın çoğunluğun görüşlerine de katılamıyorum.
Hükmün Anayasaya aykırılığının ciddiyetine inanılması ve boşanma
kararının bozulması görüşünde olduğumu daha önceki karşı oylarımda
açıkladığım gibi tekrarlıyorum.
Üye
Nedim Turhan
|