Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



        T.C.
     YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU

E:1995/9-679
K:1995/898
T:1/11/1995

	ÖZET : İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm ya da
 meslekte kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan
 tazminat davalarında, cismanı zararın hüküm tarihindeki duruma göre
 hesaplanması kabul edildiğinden, o tarihe en yakın verilerin gözönüne
 alınarak rapor tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması
 gerekir. Bu zararın, olay tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup
 tutulmayacağı sorusuna gelince:
	İskonto; vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması
 halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme  olanağı verdiğinden,
 borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir. Rapor tanzim
 tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararın, tazmin sorumluları
 tarafından davacıya henüz ödenmediğinden, vadesinden önce ödenmiş bir borç
 değildir. Dolayısıyla, iskontoya tabi tutulamaz. Rapor tanziminden sonraki
 zarar da bilinen son gelir gözönüne alınıp, her yıl  10 oranında artırılmalı
 ve iskonto edilmek suretiyle hesaplanmalıdır.
	Ancak; mahkemece belirlenecek tazminat miktarına olay tarihinden
 itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda tazminat
 miktarının hesaplanmasında yönteme ilişkin, olay tarihi itibariyle
 sermayeleştirmeye gidilmek  suretiyle hüküm kurulması da doğru değildir.
	Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
 sonunda; (Kartal 1. İş Mahkemesi)'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen
  21/12/1993 gün ve 1988/332 - 1993/411 sayılı kararın incelenmesi davacı
 vekili ile davalılardan SSK. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
 9. Hukuk Dairesinin 4/10/1994 gün ve 1994/5640 - 13570 sayılı ilamı ile; (...
 1- Dosyadaki  yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni
 gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan
 temyiz itirazları yerinde değildir.
	2- İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm ya da meslekte
 kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan tazminat
 davalarında, hakim kural olarak, zarar ve tazminat hesabına ilişkin tüm
 verileri belirlemek zorundadır. Bu nedenle, ölen veya cismani zarara uğrayan
 işçinin net geliri, yaşam ve çalışma süresi, sakatlık derecesi, karşılık
 kusur oranı, davacıların sosyal durumları, destek süresi ve payları, eşin
 evlenme olasılığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu'nca  yapılan yardımların
 miktarı gibi hususlar tam ve eksiksiz olarak belirlendikten sonra, dosya
 hesap için bilirkişiye verilmelidir.  Bu tür davalarda, olay tarihi
 ile hüküm tarihi arasındaki sürede zararın somut olarak gerçekleşmiş olması,
 hüküm tarihinden sonraki geleceğe yönelik devre zararının ise varsayımlara
 dayanması, tazminat hesabının bu iki dönem için ayrı ayrı yapılmasını zorunlu
 kılmaktadır.
	Şöyle ki;
	a) Olay tarihi ile hüküm (veya hüküm tarihine mümkün olan en yakın bir
 tarihte alınacak rapor) tarihi arasındaki dönem  zararı somut olarak
 gerçekleşmiş bulunduğundan iskonto söz konusu olamaz. Zira, vadesi geldiği
 halde ödenmemiş bir alacağın iskontoya tabi tutulması, iskonto kavramı ile
 bağdaşmaz.
	Belirtmek gerekir ki, olay tarihi ile hüküm (veya rapor) tarihi
 arasındaki bu devrede, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca ödenmiş olan gelirlerin
 miktarı da tespit edilerek tazminattan düşüldükten sonra  kalan miktar,
 işlemiş tazminatı oluşturacaktır. Ödenen sosyal sigorta gelirleri ile zarar
 tamamen karşılanmış ise söz konusu dönem için tazminat ödenmesi gerekmez.
 Şayet, bu devrede yapılan sigorta yardımları daha fazla ise, kalan miktar,
 çifte ödemeyi önlemek için ikinci dönemin tazminat hesabından düşülmek
 gerekir.
	Gerçekleşmiş bulunan (işlemiş) tazminata, olay tarihi ile hüküm tarihi
 arasındaki ortalama tarihten itibaren yasal faiz yürütülmelidir. Zira, bu
 döneme ilişkin zararın tamamı olay tarihinde gerçekleşmiş değildir.
	b)  Hüküm (veya rapor) tarihinden sonraki döneme ilişkin zararın
 saptanması varsayımlara dayanmakla birlikte  mümkün oldukça gerçeğe en yakın
 bir hesap yöntemi uygulanmalıdır. Bu nedenle, hüküm tarihinden sonraki
 gelecek yıllar için zarar ve tazminatın hesabı, uygulamada olduğu gibi yıllık
 ortalama gelir esas alınarak değil, ölenin veya zarar görenin, hüküm (veya
 rapor) tarihindeki net geliri esas alınıp, bu tarihten itibaren  ileriye
 yönelik her yıl için ayrı ayrı (yıllık taksitler halinde)  10 oranında
 artırılmak suretiyle yapılmalıdır. Bu şekilde belirlenen yıllık zararlar,
 yine hüküm (veya rapor) tarihi itibariyle ayrı ayrı iskontoya tabi tutularak
 peşin sermaye değerleri bulunmalıdır.
	Çalışılmayan pasif (yaşlılık) dönemine ilişkin zarar da, yine aynı
 yöntemle yıllara göre hesaplanıp, hüküm tarihindeki peşin değeri
 bulunmalıdır.
	Böylece, ikinci dönem için hesaplanan toplam tazminat tutarlarından,
 hüküm tarihinde yürürlükte bulunan katsayı ile bağlanan sigorta gelirlerinin,
 bu tarihten sonra ödenecek bölümünün peşin değeri Kurum'dan sorulup tesbit
 edildikten ve birinci dönemden artan gelir varsa eklendikten sonra, düşülmesi
 gerekir.
	Bu dönem için belirlenen tazminata, hüküm tarihinden başlamak üzere
 yasal faiz yürütülmelidir.
	Kuşkusuz, düzenlenen hesap raporunun açık, anlaşılır ve denetime
 elverişli olması da zorunludur.
	Mahkemece açıklanan bu ilkeler dikkate alınmadan düzenlenen bilirkişi
 raporuna göre hüküm tesisi isabetsizdir ...) gerekçesiyle bozularak dosya
 yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
 kararda direnilmiştir.

	    Temyiz Eden: Davalılardan SSK. Vekili

	Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü:
	Davada, haksız fiil sonucu  21 oranında beden gücünün kaybedilmiş
 olması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tahsili istenmiştir.
	Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık,  öncelikle  zararın
 hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar bilinen verilere göre hesaplanan
 zararın  olay tarihine göre sermayeleştirilip, sermayeleştirilmeyeceği, başka
 bir anlatımla   iskontoya tabi tutulup tutulmayacağı ve belirlenecek zarar
 miktarına hangi tarihten itibaren faiz uygulanması gerektiği noktalarında
 toplanmaktadır.
	Beden tamlığına karşı işlenen haksız  fiillerde zararın gerçek miktar
 ve şumulü zamanla daha iyi anlaşılabileceğinden mümkün olduğu kadar geç bir
 tarihte esas alınması gereği meydandadır. Borçlar Kanununun 46/2. maddesinde
 cismani zararın hangi tarih esas alınarak hesaplanacağı hakkında yeterli
 açıklık bulunmakta, cismani zararın hüküm tarihindeki durumuna göre
 hesaplanması kabul edilmektedir (Tekinay, Destekten Mahrum Kalma Tazminatı
 S.201.202). Bu itibarla, hüküm tarihine en yakın verilerin nazara alarak
 rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması
 gerekir. Bu husus "gerçek belli iken varsayıma gidilemez" ilkesinin de
 gereğidir.
	Rapor tanzim tarihine kadar somut olarak hesaplanan zararın, olay
 tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup tutulamayacağı sorusuna gelince;
	Bilindiği gibi iskonto, vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce
 ödenmiş olması halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme olanağı
 bulunduğundan borcun haksız iktisaba  imkan vermeyecek oranda indirilmesidir.
 Rapor tanzim tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararı, tazmin
 sorumluları tarafından davacıya henüz ödenmemiş bulunduğundan vadesinden önce
 ödenmiş bir borçtan sözedilemez. Dolayısıyla rapor tanzim tarihine kadar
 somut olarak saptanan beden gücü kaybı zararı iskontoya tabi tutulamaz.
 Aksinin kabulü, vadesi gelmiş ve henüz ödenmemiş bir borcun iskontoya tabi
 tutulması olur ki, iskonto kavramı ile bağdaşmaz. Nitekim, Federal Mahkeme'de
 haksız fiilden  zarar gören kişinin ölmeyip devamlı olarak sakat kalması
 halinde iratların hüküm tarihi itibariyle sermayeye çevrilmesi ve haksız fiil
 tarihi ile hüküm tarihi arasında geçecek süre içinde zararın somut olarak
 hesap edilmesi görüşündedir. İlmi içtihatlar da bu doğrultudadır (BGE 77
 11308 jdt 952 I 304, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümleri C.1. 1995,
 S:822). Federal Mahkeme, ölümler halinde, iradların sermayeye çevrilmesinde
 ölüm tarihinin esas alınması gerektiği  şeklinde içtihadını değiştirmiş ise
 de, (BGE 84 II 300 jdt 1959 I 444-445) bu değişiklik, haksız fiil sonucu ölen
 kişinin bu fiil olmaması halinde de hüküm tarihine kadar sağ kalmaması
 ihtimali bulunduğu, gerek ortalama yaşama hadlerine, gerekse ekonomik
 faaliyet sürelerine ait istatistikler ölüm tarihindeki yaşlara göre
 düzenlendiği için iratların sermayeye çevrilmesinde bu tarihin esas tutulması
 gerektiği görüşünden kaynaklanmakta ve doktrinde eleştirilmektedir (Tekinay
 Destekten Mahrum Kalma Tazminatı S.226-227). Haksız fiil sonucu ölen kişinin
 haksız fiil olmaması halinde rapor tanzim tarihine kadar her zaman sağ
 kalmaması olasılığının bulunması ve istatistiklerin ölüm tarihine göre
 düzenlenmiş olması, bilinen veriler nazara alınarak rapor tanzim tarihine
 kadar destek kaybı zararının somut olarak belirlenmesine, rapor tanzim
 tarihinden sonraki zararın da gelirler  10 oranında artırılıp iskonto
 edilmek suretiyle varsayıma dayalı olarak hesaplanmasına engel değildir.
 Örneğin, 70 yaşında ölen bir desteğin PMF tablosuna göre bakiye ömrü  9 yıl
 olup rapor ölüm tarihinden 3 sene sonra düzenlenmişse, 3 senelik destek
 zararının bilinen verilere göre somut olarak, 6 yıllık destek zararının da
 varsayıma dayalı olarak hesaplanması, istatistiklerin Aktif ve Pasif
 dönemlerinde aynı şekilde değerlendirilmesi mümkündür.
	Ülkemizde zarar hesapları, hakimler tarafından yapılamadığından bu
 hesapların işin niteliği gereği bilirkişi aracılığı ile yapılmasında ülke
 gerçekleri bakımından zaruret bulunmaktadır. Hüküm tarihinin önceden
 bilinememesi nedeniyle bilirkişinin hüküm tarihi itibariyle iratları
 sermayeleştirilmesi de mümkün değildir. Yurt sathında uygulamada birlik
 sağlamak için gerek ölümler nedeniyle destek kaybı zararı, gerekse beden gücü
 kaybı  zararının hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen
 zararın bilinen veriler nazara alınarak ve iskontoya tabi tutulmadan somut
 olarak, rarop tanzim tarihinden sonraki zarar da bilinen son gelir nazara
 alınıp her yıl  10 oranında artırılmak ve iskonto edilmek suretiyle
 hesaplanmalıdır. Bundan ötürü Federal Mahkemenin İçtihadı değiştirmesine
 rağmen ölümler nedeniyle destek kaybı zararının hesabında da meslekte edinme
 gücünü kaybetmede olduğu gibi bu ilkenin uygulanması Hukuk Genel Kurulu'nun
 16/3/1988 tarih 611/249, aynı tarih 95/269, 13/6/1990 tarih 215/256 ve
 1/5/1991 tarih 9-114/238 15/5/1991 tarih  1/2-267 sayılı kararlarında
 benimsenmiştir.
	Yukarıda açıklanan, yönteme uygun biçimde belirlenecek tazminat
 miktarına da olayın haksız fiilden kaynaklandığı gözetilerek, olay tarihinden
 itibaren faiz uygulaması icabeder. Mahkemenin bu kabule uygun bulunan faiz
 başlangıcı ile ilgili direnmesi doğrudur.
	Ancak; Mahkemece her ne kadar belirlenecek tazminat miktarına olay
 tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda
 tazminat miktarının hesaplanmasında izlenmesi gereken yönteme ilişkin olarak
 Hukuk Genel Kurulu kararlarına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına aykırı
 biçimde, örneğin olay tarihi itibariyle sermayeleştirmeye gidilmek suretiyle,
 hüküm kurulmuştur.
	Direnme kararı yalnızca davalı SSK. tarafından temyiz edilmiştir. O
 itibarla yeniden yapılacak hesaplama ile tesbit edilecek tazminat miktarında
 davacı bakımından usuli kazanılmış hakkın değerlendirilmesi gerektiği de
 kuşkusuzdur.
	Bu durumda açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu'nun ilke
 niteliğindeki devamlı uygulamasına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına
 uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul
 ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.

	SONUÇ : Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin hükmün belirlenecek
 tazminat miktarına uygulanacak faizin başlangıç tarihinin olay tarihi olması
 gerektiği hakkındaki kısmına yönelik temyiz itirazlarının reddine, ancak
 hükmün tazminat hesaplama yöntemine ilişkin kısmına yönelik temyiz
 itirazlarının kabulü ile kararın yalnızca bu kısmının Özel Daire bozma
 kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 25/10/1995 gününde
 yapılan ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 1/11/1995 günü
 yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.

Birinci Başkanvekili 10.H.D.Bşk.     17.H.D.Bşk.      6.H.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR       İ.T.Ozanoğlu    H.H.Karadoğan    Ö.N.Doğan
Daire Bozması        Daire Bozması

21.H.D.Bşk.          18.H.D.Bşk.     7.H.D.Bşk.       20.H.D.Bşk.
O.Yalçınkaya         S.Rezaki        H.Örmeci         F.Atbaşoğlu

2.H.D.Bşk.           9.H.D.Bşk.      1.H.D.Bşk.      R.Aslanköylü
T.Alp                E.A.Özkul       E.Özkaya
Onama                Daire Bozması

M.S.Atalay           M.Erman         4.H.D.Bşk.V.     I.Ulaş
                                     E.Taylan

D.Topçuoğlu         A.Hamzaoğulları  E.Aktekin        H.Deniz
Daire Bozması

H.Özdemir            T.Algan         H.Seyrek         Ş.K.Erol

S.Uysal              Ş.E.Serim       Ş.Yüksel         H.Demirhan

A.M.Çiftçi           3.H.D.Bşk.V.    U.Araslı        5.H.D.Bşk.V.
Daire Bozması        M.M.Aktürk                       C.Dikmen

19.H.D.Bşk.V.        Ü.Aydın         O.G.Çankaya      A.Özçelik
G.Nazlıoğlu                          Daire Bozması

E.Doğu               A.İ.Özuğur      E.K.Kurşun       B.Özkaya
                                                    Daire Bozması

H.Erdoğan            A.Nazlıoğlu     O.Oğuz           Y.Yasun

H.Karakış            A.Özçelik       Y.Büken          K.Azizoğlu

Y.E.Selimoğlu        O.Can

                KARŞI OY YAZISI 

	Davacı işçinin, 15/9/1987 tarihinde elindeki ameliyat malzemeleri ile
 merdiven çıkarken, merdivenden düşüp cam malzemelerin elini kesmesiyle
 meslekte kazanma gücü kaybına uğradığı, olayın kaçınılmazlık sonucu oluşan
 bir işkazası kabul edildiği, işçinin yerinde çalışmasını da sürdürdüğü ve
 eski ücretini almaya devam ettiği, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun  da
 100.437.414.- TL. peşin gelir bağladığı, davacının açtığı iki dava ile
 405.563.768.- TL. maddi ve ayrıca manevi tazminat istediği, mahkemenin
 birleştirerek gördüğü davalar sonunda, davanın kabul edildiği, tarafların
 temyizi ile kararın Yüksek 9. Hukuk Dairesince bozulduğu, Yerel Mahkemenin
 kararında direndiği, hükmü davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin temyiz
 ettiği anlaşılmaktadır. Davanın yasal dayanağı, İş Kanunun M:73, Borçlar
 Kanununun M:332 ve 46'dır. Bu tür davalarda cismani ve iktisaden mahrum
 kalınan zararın hesabı önem kazanmaktadır.
	İş Kazasında yaralanma gibi sigorta olaylarında, Anayasa ve 506 sayılı
 Kanunun İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları sigortası hükümleri gereğince,
 Sosyal Sigortalar Kurumu'nun mecburi gelir bağlaması karşısında, cismani
 zarara uğrayanlar, Sigorta tahsisleriyle karşılanmayan zararlarının
 giderimini istemiş olmaktadırlar. Bu zararlar, olayın özelliği icabı olay
 tarihinde hemen meydana gelen ani zarar türünden değildir. Zira, işçi
 işkazasında yaralanmasaydı, yaşama yaşı sonuna kadar ve bu devrede de çalışma
 yaşı süresince aktif dönemde ve emekliliğinde pasif dönemde, her ay ücret
 veya yaşlılık aylığı olarak kazanç sağlayacaktı. Sosyal Sigortalar Kurumu'da
 esasen her ay ödenen bir gelir bağlamaktadır. Hiçbir zaman işkazası tarihinde
  toptan gerçekleşen bir gelir ve işçinin bundan mahrumiyeti gibi bir durum,
 asla mevcut değildir. Öte yandan, işçinin, ölünceye kadar kazancının ne
 olacağı konusu, önemli ölçüde belirsizlik gösterdiğinden farazi hesap
 yöntemleriyle saptanabilmektedir. Diyelim ki, işçinin yoksun kaldığı irad
 taksitleri de kesinkes belli değildir. Dolayısıyla  zararları varsayımla
 tahmin edilebilecektir. 
	Hesaplamada uygulanacak yöntem konusunda, aslında, olay tarihine göre
 tüm zararın hesabı uygun olur. Bu hesaplamada, rapor tarihine kadar bilinen
 hesap doneleri, özellikle işçinin ücreti, hesap tarihine kadar toplu sözleşme
 veya asgari ücrette gerçekleşen değişikliklerden yararlanılır. Gerçek
 bilgilerden uzaklaşma zorunluluğu doğduğu andan itibaren de kazançlar
 varsayımla belirlenir ve bunlar olay tarihine göre iskonto edilerek olay
 tarihindeki peşin sermaye değeri bulunur. Böylece, olay tarihinde peşin
 sermaye değeri tutarında bir zararın gerçekleştiği belirlenmiş farzolunur. Bu
 yöntemle saptanacak tazminata da, olay tarihinden ötesinde hiçbir ödeme
 yapılmadığından borçlunun temerrüdü gerçekleşmiş sayılarak, olay tarihinden
 itibaren faiz yürütülür.
	Ne var ki; Yüksek Hukuk Genel Kurulu, hesap yöntemi bakımından, bu
 sistemi benimsememiştir. Rapor tarihine kadar olan dönemin bilinen dönem
 olduğu ve bu dönem için varsayıma dayanan hesaba gerek olmadığı, belli
 donelere göre, her yıl için hesap yapılıp, bu zarar henüz ödenmediği ve
 vadesi geldiğinden iskontoya tabi tutulmadan aynen alınması gerektiği, rapor
 tarihinden sonraki dönemde ise bilinen son gelir, her yıl için 10
 arttırılıp, rapor tarihine göre 10  iskontoya tabi tutulmak suretiyle
 hesaplanması icap ettiğini kabul etmiştir. Ve hesaplama yöntemi olarak bu
 sistemi yeğlemiştir.
	Böyle olunca, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki dönemde
 gerçekleşecek irad taksitleri aynen alınacak ve iskontoya tabi
 tutulmayacaktır. Rapor tarihinden yaşama yaşı sonuna kadarki döneme ilişkin
 irad taksitleri ise, son bilinen irad,  10 arttırım ve  10 iskontoya tabi
 tutularak rapor tarihindeki peşin sermaye değeri hesaplanmak suretiyle, rapor
 tarihinde doğmuş farzolunacaktır.
	Yüksek Hukuk Genel Kurulu; bu hesap yöntemini kabul etmesine rağmen,
 hesaplanacak tazminatın faizinin, olay tarihinden başlayarak yürütüleceğini
 de kabul etmiştir.
	Hesap yöntemi olarak yukarıda sözü edilen metod ve ilkeler, bir kere
 kabul edildikten sonra, hesap yöntemine kaçınılmaz bir şekilde bağlı olan
 faiz başlangıcı konusunda, temerrüdün gerçekleşmediği, alacağın henüz
 doğmadığı bir tarih olan, olay tarihinin esas alınması, hem kararının birinci
 bölümüyle çelişkili ve hem de yasaya aykırıdır.
	Zira, bilinen dönem zararları tedricen, zaman içerisinde ay be ay,
 irad taksitlerinden mahrum kalınacak şekilde gerçekleştiği için, faizin de
 her bir irad taksidinin gerçekleştiği tarihler itibariyle, ya da pratik
 düşüncelerle olay tarihi ve rapor tarihi arasındaki ortalama bir tarihten
 itibaren yürütülmesi gerekir. Aksine işlem, henüz doğmamış bir alacak için,
 temerrüdün gerçekleştiğinin kabulü ve böyle bir alacağa faiz yürütülmesi
 anlamına gelir ki, hukuken savunulamaz. Örneğin, olay 1984'de olmuş, rapor
 1985'de düzenlenmiş ise 1994'te gerçekleşecek bir zarara 10 sene öncesinden
 faiz yürütülmüş olur ki, bunun haksız iktisaba ve suistimale yol açacağı
 ortadadır. Fiilen, hukuken ve lojikman, savunulamaz. Nitekim, sayın
 çoğunluğun kararında bu kabul için, hiçbir inandırıcı gerekçe de
 gösterilebilmiş değildir. Rapor tarihinden sonraki dönemde de, peşin sermaye
 değeri, rapor tarihine göre bulunduğu ve böylece o zararlar rapor tarihinde
 doğmuş farzolunduğu halde, tazminatın bu kesimi için de, olay tarihinden
 başlayarak faize hükmedilmesi yukarıda birinci dönem için arzedilen
 mahzurları aynen içermektedir. Bu dönem çoğu zaman daha uzundur ve bu kesime
 isabet eden tazminat daha yüksektir. Örneğin, olay 1984'te olsa rapor 1995'de
 düzenlense, o tarihte gerçekleştiği farzolunan bu kesime, olay tarihi
 1984'ten itibaren faiz yürütülürse, 10 sene sonra doğacak bir alacağa 10 sene
 öncesinden başlayarak faiz yürütülmüş olmaktadır. Daha alacağın doğmadığı
 dönemler için faiz yürütülüp, temerrüd kabul edilmiş bulunmaktadır ki büyük
 çapta nedensiz zenginleşmeye yol açılacağı lojik olmayan bir sonuca
 varılacağı ortadadır. Bu kesim için dahi, neden olay tarihinden geçerli
 olarak faize hükmolunacağının lojik  ve hukuki gerekçelerini, sayın
 çoğunluğun kararından öğrenmek mümkün olmamıştır.
	Öte yandan işkazası olayı geniş anlamda bir haksız eylem olmakla
 beraber aslında akte aykırı davranıştan (B.K.332), işkazası 73'ü ihlalden
 kaynaklanmaktadır. Bu özel niteliği itibariyle, bu hükümlerin uygulama
 önceliği vardır. Onların suskun olduğu yerlerde haksız eyleme ilişkin
 kurallar uygulanabilir. Nitekim 1993 Tarih ve 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme
 Kararında da zaman aşımı ve başlangıç konusunda akite ilişkin hükümler
 uygulanmış, sorun B.K. madde 125 ve 128'e göre çözülmüştür. Zaman aşımı
 temerrüd tarihinden başlatılmıştır. Temerrüt için ise öncelikle alacağın
 doğması lazımdır. İrad taksitlerinden kayıplar şeklinde gerçekleşen alacak,
 bilinen dönemde her kaybın gerçekleştiği tarihte, bilinmeyen hesap dönemi
 içinde, ilerideki yılların irad taksitlerinin iskontolama işlemiyle peşin
 sermaye değerinin hesaplanıp bulunduğu rapor tarihinde gerçekleştiği için ve
 bu tarihlerden sonra temerrüdden söz edilebileceğinden rapor ve hesaplama
 tarihinden itibaren faiz başlatılabilir. Çünkü iskontolama ile bilinmeyen
 dönem denen kesimdeki zarar iskontolama - Hesap - rapor tarihinde doğmuş
 farzolunmaktadır.
	Alacağın henüz doğmadığı dönemler için faize hükmedilemez. Açıklandığı
 gibi bu tür olaylarda alacağın tümü hep birlikte topluca doğmuş, bu alacak
 zararın gerçekleşme biçimine bağlı olarak işçi her ay ücret aldığından ay be
 ay doğar. Aylık ücretle geçinen işçinin bütün çalışma dönemindeki kazancını
 peşin sermaye değeri olarak toptan iş kazası tarihinde aldığını düşünmek
 faraziyelerin en gerçek dışı ve sakıncalı olanıdır. Öte yandan bu zarar
 hesabında, hiçbir zaman işçinin olay tarihindeki kazancı
 sabitleştirilmemekte, hesap döneminin sonuna kadar geleceğin getirilerinin
 tahminine çalışılmaktadır. İleride gerçekleşecek ve olay tarihinde tümü asla
 gerçekleşmemiş alacaklar için olay tarihinden başlayarak faiz yürütmek tipik
 bir nedensiz zenginleştirmedir. Tamamen hukuka aykırıdır.
	Diyelim ki, 1984'te olan bir iş kazasında 1995'te hesap raporu alınan
 1984 - 1995 bilinen dönemde zarar toplamı 500.000.000.- ve 1995'ten 2025
 yılına kadar ki bilinmeyen dönemde 1.500.000.000.- olarak hesaplansa, gerçek
 alacak toplamı 2.000.000.000.-TL. olduğu halde, bu alacaklara olay tarihinden
 itibaren 6.600.000.000.-TL. faiz ödenmesine karar verilmiş olacaktır ki,
 gülünç ve korkunç bir sonuca ulaşıldığı ortadadır.
	Sayın çoğunluğun kararına açıklanan nedenlerle karşıyım.

                                           Teoman OZANOĞLU
	 	 	   10.H.D.Başkanı

                 KARŞI OY YAZISI 

	Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun maddi zarar hesabı ile ilgili bozma
 gerekçesi 9. Hukuk Dairesi'nin istikrar kazanan son görüşlerine ve Hukuk
 Genel Kurulu'nun 1988 - 1991 yıllarında verdiği kararlara uygundur. Bu
 nedenle, maddi tazminat hesabı ile ilgili bozmaya katılıyoruz. Ancak
 belirtmek gerekir ki, bilinmeyen dönemle ilgili zararın peşin sermaye değeri
 hesaplanırken karara esas rapor tarihindeki son gelir nazara alınarak her yıl
 için gelirlerin  10 olarak arttırılıp rapor tarihi itibariyle iskontoya tabi
 tutulması Hukuk Genel Kurulu kararında açıklanmış ise de, bu açıklama
 tatbikatta yine bazı bilirkişilerin yıllar ortalaması gelirini baz almalarına
 mani olmayacağı endişesini taşıdığımızdan, Genel Kurul görüşmelerinde de
 benimsendiği gibi, bilinmeyen  dönem zararının sermayeleştirilmesinde 1/Kn
 formülünün uygulanması gerektiğinin açıkça karara derç edilmesi gerektiği
 görüşündeyiz.
	Hukuk Genel Kurulu'nun faiz başlangıcı ile ilgili olarak verdiği karar
 ise, hesap yöntemi ile ilgili olarak kabul ettiği prensipleri red eder
 derecede çelişkili, adaletsiz ve taraflardan birisi lehine haksız zenginleşme
 doğurur niteliktedir.
	Dairemizin bozma kararı maddi tazminat hesap yöntemi ve faiz
 başlangıcı yönlerinden birbirinden ayrılmaz bir bütün iken Hukuk Genel
 Kurulu, Dairemiz kararının birbirini tamamlayan bu iki bölümünü birbirinden
 farklı mütalaa edip sonuca varmakla bir insanın başı ile vücudunu birbirinden
 ayırarak, başsız vücutsuz başı insan gibi kabul etmek durumunda kalmıştır.
	Faiz başlangıcı ile ilgili Dairemizin son görüşü, Hukuk Genel
 Kurulu'nun 15/5/1991 gün 1991/9 - 102 Esas ve 1991/267 Karar sayılı kararında
 açıklanan hesaplama yöntemi ile ilgili ilkelerin (bu karar HGK'ca bugün de
 aynen kabul edilmiştir) aynen benimsenmesi sonucu oluşmuştur. Açıklanan Hukuk
 Genel Kurulu'nun 15/5/1991 tarihli kararına konu 9. Hukuk Dairesi'nin
 16/10/1990 gün ve 212 - 2622 sayılı kararında faiz başlangıcının olay tarihi
 olarak kabul edilmesi bu kararda benimsenen hesap yöntemine göre doğrudur.
 Zira, o kararda olay (ölüm veya maluliyet) tarihindeki gelirler hesaplamada
 baz alınmış maddi zararın sermayeleştirilmesi ve iskontolanması olay tarihine
 göre yapılmıştır. Bu kararımız kendi içinde tamamen tutarlıdır.
	Ancak, yukarıda da anılan 15/5/1991  tarihli HGK. kararında açıklanan
 hesap şekli Dairemizin 19/10/1990 tarihli kararında benimsenen hesap
 yönteminden tamamen farklıdır. Dairemizde HGK'nun bu kararını gözönünde
 bulundurarak 1990 yılındaki kararımızda tamamen farklı bu hesaplama yöntemini
 benimsemiş ve bu yeni hesap yöntemi ile tamamen tutarlı, doktrinde aktüel
 hesapları ile ilgilenen Üniversite Öğretim Üyelerince ve maluliyet sonucu
 doğan zararlarda İsviçre Federal Mahkemesince benimsenen faiz başlangıç
 tarihlerini kabul etmiştir. 
	Bu yeni maddi zarar hesabı yönteminde olay (ölüm ve maluliyet)
 tarihindeki veriler nazara alınarak ve tüm zarar dönemi için olay tarihindeki
 ücret esas alınıp  10 arttırım ve olay tarihine göre iskontoya tabi tutulup
 olay tarihi itibariyle maddi zararın peşin değeri hesaplanmamakta, bu
 nedenledir ki olay tarihinden itibaren faiz uygulanmamaktadır.
	Benimsenen yeni yöntemde karara esas rapor tarihine kadar olan birinci
 dönem bilinen (gerçekleşen) zarar dönemi, rapor tarihinden sonraki ikinci
 dönem ise bilinmeyen (muhtemel) zarar dönemi olarak ikiye ayrılmaktadır.
 İkiye ayrılan bu dönemlerle ilgili etraflı açıklamaya girmeden önce, ölüm ve
 maluliyetten doğan zararların diğer zararlardan ayırıcı vasıflarını belirtmek
 gerekir. Örneğin, eşya zararlarında zarar, zarara yol açan olayın vukuu ile
 derhal meydana gelmektedir. Oysa ki ölüm ve cismani zararların vasfı
 müstakbel olmaları, başka bir anlatımla zarara yol açan olayın vukuu ile
 derhal değil, ileride zaman içinde gerçekleşecek olmalarıdır. Bu nedenle, bu
 gibi olaylarda tazminat talep eden davacılar muayyen müddetle ay ve sene gibi
 belirli zaman dilimleri içinde maruz kalacakları periyodik zarar
 miktarlarının, yani yoksun kalacağı bir iradın tazminini talep etmektedir.
 İrat pek kısa olmayan bir süre devam etmek üzere eşit zaman aralıkları ile
 tekerrür eden edalardan oluşan bir alacaktır. Zarar gören kişinin maruz
 kaldığı ve mahkemece tesbit edilecek zarar bir irat kaybından ibaret olduğu
 için en uygun çözüm, irat şeklindeki tazminata hükmolunmasıdır. Hakime BK.nun
 43. maddesi bu yetkiyi tanıdığı halde, tatbikatta mahkemeler sözkonusu iradın
 peşin değerinin tahsiline karar vermektedirler. Burada esas olan, tazminatın
 her iki halinde de alacaklıya sağlanan maddi menfaatin değişmemesi ve aynı
 olmasıdır.
	Yukarıda açıklanan olay (maluliyet veya ölüm) tarihinden karara esas
 rapor tarihine kadar olan dönemin zarar ve iradının taksitlerden oluşan
 kısmı, taksitlerin vadeleri geçmiş bulunduğunda, vadeleri geçmiş alacaklar da
 bir iskonto ve peşin değer söz konusu olamıyacağından, bu dönem zararı peşin
 sermaye değeri hesabının dışında bırakılmış, bu döneme ilişkin zarar bilinen
 ücretlerle müşahhas olarak tayin ve tesbit olunarak aynen hüküm altına
 alınması (peşin değer hesabına dahil edilmeksizin ve iskontoya tabi
 tutulmaksızın) HGK'nca benimsenmiştir. Kabul edilen bu hesap yöntemi sonucu,
 zararın irat kaybından ibaret olması, zarara yol açan olay tarihinde değil,
 zaman içerisinde ve her taksit için onun vade tarihinde gerçekleşmesi
 nedeniyle bu döneme ait taksitlerden herbirine vadesi tarihinden itibaren
 gecikme faizi uygulanması gerekir. Ancak, her vade tarihinden itibaren ayrı
 ayrı faiz uygulaması, tatbikatta güçlük yaratacağından Dairemiz matematiksel
 olarak fazla fark yaratmayan ve İsviçre Federal Mahkemesince maluliyet
 hallerinde kabul edilen ortalama tarihten faiz uygulanması görüşünü
 benimsemiş olup, bu görüşümüz zararın mahiyetinin ve hesaplama yönteminin bir
 sonucudur.
	HGK'nca bu döneme ait taksitlerin tutarına olay tarihinden itiaren
 gecikme faizi uygulanması görüşünün benimsenmesi Kanuna ve hukuki esaslara
 tamamen aykırılık teşkil etmektedir.
	Karara esas rapor tarihinden sonraki bakiye yaşam süresine ait ikinci
 dönem (bilinmeyen devre) zararı, müstakbel gelir hakkında yapılan tahminlere
 müsteniden hesap ve tayin  olunmaktadır. Bu döneme ilişkin irat gelir
 taksitlerinin henüz vadesi gelmediğinden ve peşin değer iratlarda henüz
 vadesi gelmemiş olan taksitler için sözkonusu olduğundan, davacıların bu
 dönem zararlarının peşin sermaye değeri hesaplanmaktadır. HGK. bu peşin
 sermayenin belirlenmesinde karara esas rapor tarihindeki verileri (ücret ve
 gelirleri) esas alıp bu tarihten itibaren arttırıma tabi tutup rapor tarihi
 itibariyle iskontolaştırarak bu devre zararının peşin sermaye değerinin
 belirlenmesi gerektiği ilkesini benimsediğine ve bu döneme ilişkin zararların
 da olay tarihinde değil, rapor tarihinden sonra zaman içerisinde
 gerçekleşmesine göre, bu döneme ilişkin faiz başlangıcının hüküm veya karara
 esas olan rapor tarihi olarak kabul edilmesi yansıtılamaz en tabii bir
 sonuçtur. Bu nedenledir ki, Dairemiz bu dönem için faiz başlangıç tarihini
 hüküm tarihi olarak kabul etmiştir. H.G.K.nda ve tatbikatta hükme esas rapor
 tarihi ile karar tarihi arasında uzun bir zaman geçebileceği, bunun da davacı
 aleyhine sonuç doğuracağı endişesi açıklandığından, bizler bu dönem için bu
 dönem için faiz başlangıç tarihinin hükme esas hesap rapor tarihi olarak
 kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmış bulunuyoruz.
	Olay tarihindeki veriler nazara alınmadığı ve iskonto olay tarihine
 götürülmediği ve zararın peşin değeri olay tarihi itibariyle
 sermayeleştirilmediği halde HGK.nun bu dönem zararının faiz başlangıcını da
 olay tarihi olarak kabul etmesinin hiçbir izah tarzı ve hukuki dayanağı
 yoktur. Bu sebeple benimsenemez.
	Tüm yukarıda açıkladığımız nedenlerle HGK.nun faiz başlangıcı ile
 ilgili kararına katılamıyoruz.

                     Emin Aydın Özkul        Orhan Güven Çankaya
                     9.H.D. Başkanı          9.Hukuk D. Üyesi
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini