 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:1995/9-679
K:1995/898
T:1/11/1995
ÖZET : İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm ya da
meslekte kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan
tazminat davalarında, cismanı zararın hüküm tarihindeki duruma göre
hesaplanması kabul edildiğinden, o tarihe en yakın verilerin gözönüne
alınarak rapor tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması
gerekir. Bu zararın, olay tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup
tutulmayacağı sorusuna gelince:
İskonto; vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce ödenmiş olması
halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme olanağı verdiğinden,
borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir. Rapor tanzim
tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararın, tazmin sorumluları
tarafından davacıya henüz ödenmediğinden, vadesinden önce ödenmiş bir borç
değildir. Dolayısıyla, iskontoya tabi tutulamaz. Rapor tanziminden sonraki
zarar da bilinen son gelir gözönüne alınıp, her yıl 10 oranında artırılmalı
ve iskonto edilmek suretiyle hesaplanmalıdır.
Ancak; mahkemece belirlenecek tazminat miktarına olay tarihinden
itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda tazminat
miktarının hesaplanmasında yönteme ilişkin, olay tarihi itibariyle
sermayeleştirmeye gidilmek suretiyle hüküm kurulması da doğru değildir.
Taraflar arasındaki "tazminat" davasından dolayı yapılan yargılama
sonunda; (Kartal 1. İş Mahkemesi)'nce davanın kısmen kabulüne dair verilen
21/12/1993 gün ve 1988/332 - 1993/411 sayılı kararın incelenmesi davacı
vekili ile davalılardan SSK. vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay
9. Hukuk Dairesinin 4/10/1994 gün ve 1994/5640 - 13570 sayılı ilamı ile; (...
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillerle kararın dayandığı kanuni
gerektirici sebeplere göre, tarafların aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan
temyiz itirazları yerinde değildir.
2- İşçinin, iş kazası veya meslek hastalığı sonucu ölüm ya da meslekte
kazanma gücünü kısmen veya tamamen kaybetmesi nedeniyle açılan tazminat
davalarında, hakim kural olarak, zarar ve tazminat hesabına ilişkin tüm
verileri belirlemek zorundadır. Bu nedenle, ölen veya cismani zarara uğrayan
işçinin net geliri, yaşam ve çalışma süresi, sakatlık derecesi, karşılık
kusur oranı, davacıların sosyal durumları, destek süresi ve payları, eşin
evlenme olasılığı ve Sosyal Sigortalar Kurumu'nca yapılan yardımların
miktarı gibi hususlar tam ve eksiksiz olarak belirlendikten sonra, dosya
hesap için bilirkişiye verilmelidir. Bu tür davalarda, olay tarihi
ile hüküm tarihi arasındaki sürede zararın somut olarak gerçekleşmiş olması,
hüküm tarihinden sonraki geleceğe yönelik devre zararının ise varsayımlara
dayanması, tazminat hesabının bu iki dönem için ayrı ayrı yapılmasını zorunlu
kılmaktadır.
Şöyle ki;
a) Olay tarihi ile hüküm (veya hüküm tarihine mümkün olan en yakın bir
tarihte alınacak rapor) tarihi arasındaki dönem zararı somut olarak
gerçekleşmiş bulunduğundan iskonto söz konusu olamaz. Zira, vadesi geldiği
halde ödenmemiş bir alacağın iskontoya tabi tutulması, iskonto kavramı ile
bağdaşmaz.
Belirtmek gerekir ki, olay tarihi ile hüküm (veya rapor) tarihi
arasındaki bu devrede, Sosyal Sigortalar Kurumu'nca ödenmiş olan gelirlerin
miktarı da tespit edilerek tazminattan düşüldükten sonra kalan miktar,
işlemiş tazminatı oluşturacaktır. Ödenen sosyal sigorta gelirleri ile zarar
tamamen karşılanmış ise söz konusu dönem için tazminat ödenmesi gerekmez.
Şayet, bu devrede yapılan sigorta yardımları daha fazla ise, kalan miktar,
çifte ödemeyi önlemek için ikinci dönemin tazminat hesabından düşülmek
gerekir.
Gerçekleşmiş bulunan (işlemiş) tazminata, olay tarihi ile hüküm tarihi
arasındaki ortalama tarihten itibaren yasal faiz yürütülmelidir. Zira, bu
döneme ilişkin zararın tamamı olay tarihinde gerçekleşmiş değildir.
b) Hüküm (veya rapor) tarihinden sonraki döneme ilişkin zararın
saptanması varsayımlara dayanmakla birlikte mümkün oldukça gerçeğe en yakın
bir hesap yöntemi uygulanmalıdır. Bu nedenle, hüküm tarihinden sonraki
gelecek yıllar için zarar ve tazminatın hesabı, uygulamada olduğu gibi yıllık
ortalama gelir esas alınarak değil, ölenin veya zarar görenin, hüküm (veya
rapor) tarihindeki net geliri esas alınıp, bu tarihten itibaren ileriye
yönelik her yıl için ayrı ayrı (yıllık taksitler halinde) 10 oranında
artırılmak suretiyle yapılmalıdır. Bu şekilde belirlenen yıllık zararlar,
yine hüküm (veya rapor) tarihi itibariyle ayrı ayrı iskontoya tabi tutularak
peşin sermaye değerleri bulunmalıdır.
Çalışılmayan pasif (yaşlılık) dönemine ilişkin zarar da, yine aynı
yöntemle yıllara göre hesaplanıp, hüküm tarihindeki peşin değeri
bulunmalıdır.
Böylece, ikinci dönem için hesaplanan toplam tazminat tutarlarından,
hüküm tarihinde yürürlükte bulunan katsayı ile bağlanan sigorta gelirlerinin,
bu tarihten sonra ödenecek bölümünün peşin değeri Kurum'dan sorulup tesbit
edildikten ve birinci dönemden artan gelir varsa eklendikten sonra, düşülmesi
gerekir.
Bu dönem için belirlenen tazminata, hüküm tarihinden başlamak üzere
yasal faiz yürütülmelidir.
Kuşkusuz, düzenlenen hesap raporunun açık, anlaşılır ve denetime
elverişli olması da zorunludur.
Mahkemece açıklanan bu ilkeler dikkate alınmadan düzenlenen bilirkişi
raporuna göre hüküm tesisi isabetsizdir ...) gerekçesiyle bozularak dosya
yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki
kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davalılardan SSK. Vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Davada, haksız fiil sonucu 21 oranında beden gücünün kaybedilmiş
olması nedeniyle uğranılan maddi ve manevi zararın tahsili istenmiştir.
Mahkeme ile Özel Daire arasındaki uyuşmazlık, öncelikle zararın
hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar bilinen verilere göre hesaplanan
zararın olay tarihine göre sermayeleştirilip, sermayeleştirilmeyeceği, başka
bir anlatımla iskontoya tabi tutulup tutulmayacağı ve belirlenecek zarar
miktarına hangi tarihten itibaren faiz uygulanması gerektiği noktalarında
toplanmaktadır.
Beden tamlığına karşı işlenen haksız fiillerde zararın gerçek miktar
ve şumulü zamanla daha iyi anlaşılabileceğinden mümkün olduğu kadar geç bir
tarihte esas alınması gereği meydandadır. Borçlar Kanununun 46/2. maddesinde
cismani zararın hangi tarih esas alınarak hesaplanacağı hakkında yeterli
açıklık bulunmakta, cismani zararın hüküm tarihindeki durumuna göre
hesaplanması kabul edilmektedir (Tekinay, Destekten Mahrum Kalma Tazminatı
S.201.202). Bu itibarla, hüküm tarihine en yakın verilerin nazara alarak
rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen zararın somut olarak hesaplanması
gerekir. Bu husus "gerçek belli iken varsayıma gidilemez" ilkesinin de
gereğidir.
Rapor tanzim tarihine kadar somut olarak hesaplanan zararın, olay
tarihi itibariyle iskontoya tabi tutulup tutulamayacağı sorusuna gelince;
Bilindiği gibi iskonto, vadesi gelmemiş bir borcun vadesinden önce
ödenmiş olması halinde, alınan paranın vadeye kadar değerlendirme olanağı
bulunduğundan borcun haksız iktisaba imkan vermeyecek oranda indirilmesidir.
Rapor tanzim tarihine kadar hesaplanan beden gücü kaybı zararı, tazmin
sorumluları tarafından davacıya henüz ödenmemiş bulunduğundan vadesinden önce
ödenmiş bir borçtan sözedilemez. Dolayısıyla rapor tanzim tarihine kadar
somut olarak saptanan beden gücü kaybı zararı iskontoya tabi tutulamaz.
Aksinin kabulü, vadesi gelmiş ve henüz ödenmemiş bir borcun iskontoya tabi
tutulması olur ki, iskonto kavramı ile bağdaşmaz. Nitekim, Federal Mahkeme'de
haksız fiilden zarar gören kişinin ölmeyip devamlı olarak sakat kalması
halinde iratların hüküm tarihi itibariyle sermayeye çevrilmesi ve haksız fiil
tarihi ile hüküm tarihi arasında geçecek süre içinde zararın somut olarak
hesap edilmesi görüşündedir. İlmi içtihatlar da bu doğrultudadır (BGE 77
11308 jdt 952 I 304, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümleri C.1. 1995,
S:822). Federal Mahkeme, ölümler halinde, iradların sermayeye çevrilmesinde
ölüm tarihinin esas alınması gerektiği şeklinde içtihadını değiştirmiş ise
de, (BGE 84 II 300 jdt 1959 I 444-445) bu değişiklik, haksız fiil sonucu ölen
kişinin bu fiil olmaması halinde de hüküm tarihine kadar sağ kalmaması
ihtimali bulunduğu, gerek ortalama yaşama hadlerine, gerekse ekonomik
faaliyet sürelerine ait istatistikler ölüm tarihindeki yaşlara göre
düzenlendiği için iratların sermayeye çevrilmesinde bu tarihin esas tutulması
gerektiği görüşünden kaynaklanmakta ve doktrinde eleştirilmektedir (Tekinay
Destekten Mahrum Kalma Tazminatı S.226-227). Haksız fiil sonucu ölen kişinin
haksız fiil olmaması halinde rapor tanzim tarihine kadar her zaman sağ
kalmaması olasılığının bulunması ve istatistiklerin ölüm tarihine göre
düzenlenmiş olması, bilinen veriler nazara alınarak rapor tanzim tarihine
kadar destek kaybı zararının somut olarak belirlenmesine, rapor tanzim
tarihinden sonraki zararın da gelirler 10 oranında artırılıp iskonto
edilmek suretiyle varsayıma dayalı olarak hesaplanmasına engel değildir.
Örneğin, 70 yaşında ölen bir desteğin PMF tablosuna göre bakiye ömrü 9 yıl
olup rapor ölüm tarihinden 3 sene sonra düzenlenmişse, 3 senelik destek
zararının bilinen verilere göre somut olarak, 6 yıllık destek zararının da
varsayıma dayalı olarak hesaplanması, istatistiklerin Aktif ve Pasif
dönemlerinde aynı şekilde değerlendirilmesi mümkündür.
Ülkemizde zarar hesapları, hakimler tarafından yapılamadığından bu
hesapların işin niteliği gereği bilirkişi aracılığı ile yapılmasında ülke
gerçekleri bakımından zaruret bulunmaktadır. Hüküm tarihinin önceden
bilinememesi nedeniyle bilirkişinin hüküm tarihi itibariyle iratları
sermayeleştirilmesi de mümkün değildir. Yurt sathında uygulamada birlik
sağlamak için gerek ölümler nedeniyle destek kaybı zararı, gerekse beden gücü
kaybı zararının hesaplanmasında rapor tanzim tarihine kadar gerçekleşen
zararın bilinen veriler nazara alınarak ve iskontoya tabi tutulmadan somut
olarak, rarop tanzim tarihinden sonraki zarar da bilinen son gelir nazara
alınıp her yıl 10 oranında artırılmak ve iskonto edilmek suretiyle
hesaplanmalıdır. Bundan ötürü Federal Mahkemenin İçtihadı değiştirmesine
rağmen ölümler nedeniyle destek kaybı zararının hesabında da meslekte edinme
gücünü kaybetmede olduğu gibi bu ilkenin uygulanması Hukuk Genel Kurulu'nun
16/3/1988 tarih 611/249, aynı tarih 95/269, 13/6/1990 tarih 215/256 ve
1/5/1991 tarih 9-114/238 15/5/1991 tarih 1/2-267 sayılı kararlarında
benimsenmiştir.
Yukarıda açıklanan, yönteme uygun biçimde belirlenecek tazminat
miktarına da olayın haksız fiilden kaynaklandığı gözetilerek, olay tarihinden
itibaren faiz uygulaması icabeder. Mahkemenin bu kabule uygun bulunan faiz
başlangıcı ile ilgili direnmesi doğrudur.
Ancak; Mahkemece her ne kadar belirlenecek tazminat miktarına olay
tarihinden itibaren faiz yürütülmesi yerinde ise de, bu tür davalarda
tazminat miktarının hesaplanmasında izlenmesi gereken yönteme ilişkin olarak
Hukuk Genel Kurulu kararlarına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına aykırı
biçimde, örneğin olay tarihi itibariyle sermayeleştirmeye gidilmek suretiyle,
hüküm kurulmuştur.
Direnme kararı yalnızca davalı SSK. tarafından temyiz edilmiştir. O
itibarla yeniden yapılacak hesaplama ile tesbit edilecek tazminat miktarında
davacı bakımından usuli kazanılmış hakkın değerlendirilmesi gerektiği de
kuşkusuzdur.
Bu durumda açıklanan gerekçelerle Hukuk Genel Kurulu'nun ilke
niteliğindeki devamlı uygulamasına uygun bulunan Özel Daire bozma kararına
uyulması gerekirken önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O halde usul
ve yasaya aykırı bulunan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ : Davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin hükmün belirlenecek
tazminat miktarına uygulanacak faizin başlangıç tarihinin olay tarihi olması
gerektiği hakkındaki kısmına yönelik temyiz itirazlarının reddine, ancak
hükmün tazminat hesaplama yöntemine ilişkin kısmına yönelik temyiz
itirazlarının kabulü ile kararın yalnızca bu kısmının Özel Daire bozma
kararında ve yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 25/10/1995 gününde
yapılan ilk görüşmede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 1/11/1995 günü
yapılan ikinci görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
Birinci Başkanvekili 10.H.D.Bşk. 17.H.D.Bşk. 6.H.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR İ.T.Ozanoğlu H.H.Karadoğan Ö.N.Doğan
Daire Bozması Daire Bozması
21.H.D.Bşk. 18.H.D.Bşk. 7.H.D.Bşk. 20.H.D.Bşk.
O.Yalçınkaya S.Rezaki H.Örmeci F.Atbaşoğlu
2.H.D.Bşk. 9.H.D.Bşk. 1.H.D.Bşk. R.Aslanköylü
T.Alp E.A.Özkul E.Özkaya
Onama Daire Bozması
M.S.Atalay M.Erman 4.H.D.Bşk.V. I.Ulaş
E.Taylan
D.Topçuoğlu A.Hamzaoğulları E.Aktekin H.Deniz
Daire Bozması
H.Özdemir T.Algan H.Seyrek Ş.K.Erol
S.Uysal Ş.E.Serim Ş.Yüksel H.Demirhan
A.M.Çiftçi 3.H.D.Bşk.V. U.Araslı 5.H.D.Bşk.V.
Daire Bozması M.M.Aktürk C.Dikmen
19.H.D.Bşk.V. Ü.Aydın O.G.Çankaya A.Özçelik
G.Nazlıoğlu Daire Bozması
E.Doğu A.İ.Özuğur E.K.Kurşun B.Özkaya
Daire Bozması
H.Erdoğan A.Nazlıoğlu O.Oğuz Y.Yasun
H.Karakış A.Özçelik Y.Büken K.Azizoğlu
Y.E.Selimoğlu O.Can
KARŞI OY YAZISI
Davacı işçinin, 15/9/1987 tarihinde elindeki ameliyat malzemeleri ile
merdiven çıkarken, merdivenden düşüp cam malzemelerin elini kesmesiyle
meslekte kazanma gücü kaybına uğradığı, olayın kaçınılmazlık sonucu oluşan
bir işkazası kabul edildiği, işçinin yerinde çalışmasını da sürdürdüğü ve
eski ücretini almaya devam ettiği, Sosyal Sigortalar Kurumu'nun da
100.437.414.- TL. peşin gelir bağladığı, davacının açtığı iki dava ile
405.563.768.- TL. maddi ve ayrıca manevi tazminat istediği, mahkemenin
birleştirerek gördüğü davalar sonunda, davanın kabul edildiği, tarafların
temyizi ile kararın Yüksek 9. Hukuk Dairesince bozulduğu, Yerel Mahkemenin
kararında direndiği, hükmü davalı Sosyal Sigortalar Kurumu vekilinin temyiz
ettiği anlaşılmaktadır. Davanın yasal dayanağı, İş Kanunun M:73, Borçlar
Kanununun M:332 ve 46'dır. Bu tür davalarda cismani ve iktisaden mahrum
kalınan zararın hesabı önem kazanmaktadır.
İş Kazasında yaralanma gibi sigorta olaylarında, Anayasa ve 506 sayılı
Kanunun İş Kazaları ve Meslek Hastalıkları sigortası hükümleri gereğince,
Sosyal Sigortalar Kurumu'nun mecburi gelir bağlaması karşısında, cismani
zarara uğrayanlar, Sigorta tahsisleriyle karşılanmayan zararlarının
giderimini istemiş olmaktadırlar. Bu zararlar, olayın özelliği icabı olay
tarihinde hemen meydana gelen ani zarar türünden değildir. Zira, işçi
işkazasında yaralanmasaydı, yaşama yaşı sonuna kadar ve bu devrede de çalışma
yaşı süresince aktif dönemde ve emekliliğinde pasif dönemde, her ay ücret
veya yaşlılık aylığı olarak kazanç sağlayacaktı. Sosyal Sigortalar Kurumu'da
esasen her ay ödenen bir gelir bağlamaktadır. Hiçbir zaman işkazası tarihinde
toptan gerçekleşen bir gelir ve işçinin bundan mahrumiyeti gibi bir durum,
asla mevcut değildir. Öte yandan, işçinin, ölünceye kadar kazancının ne
olacağı konusu, önemli ölçüde belirsizlik gösterdiğinden farazi hesap
yöntemleriyle saptanabilmektedir. Diyelim ki, işçinin yoksun kaldığı irad
taksitleri de kesinkes belli değildir. Dolayısıyla zararları varsayımla
tahmin edilebilecektir.
Hesaplamada uygulanacak yöntem konusunda, aslında, olay tarihine göre
tüm zararın hesabı uygun olur. Bu hesaplamada, rapor tarihine kadar bilinen
hesap doneleri, özellikle işçinin ücreti, hesap tarihine kadar toplu sözleşme
veya asgari ücrette gerçekleşen değişikliklerden yararlanılır. Gerçek
bilgilerden uzaklaşma zorunluluğu doğduğu andan itibaren de kazançlar
varsayımla belirlenir ve bunlar olay tarihine göre iskonto edilerek olay
tarihindeki peşin sermaye değeri bulunur. Böylece, olay tarihinde peşin
sermaye değeri tutarında bir zararın gerçekleştiği belirlenmiş farzolunur. Bu
yöntemle saptanacak tazminata da, olay tarihinden ötesinde hiçbir ödeme
yapılmadığından borçlunun temerrüdü gerçekleşmiş sayılarak, olay tarihinden
itibaren faiz yürütülür.
Ne var ki; Yüksek Hukuk Genel Kurulu, hesap yöntemi bakımından, bu
sistemi benimsememiştir. Rapor tarihine kadar olan dönemin bilinen dönem
olduğu ve bu dönem için varsayıma dayanan hesaba gerek olmadığı, belli
donelere göre, her yıl için hesap yapılıp, bu zarar henüz ödenmediği ve
vadesi geldiğinden iskontoya tabi tutulmadan aynen alınması gerektiği, rapor
tarihinden sonraki dönemde ise bilinen son gelir, her yıl için 10
arttırılıp, rapor tarihine göre 10 iskontoya tabi tutulmak suretiyle
hesaplanması icap ettiğini kabul etmiştir. Ve hesaplama yöntemi olarak bu
sistemi yeğlemiştir.
Böyle olunca, olay tarihi ile rapor tarihi arasındaki dönemde
gerçekleşecek irad taksitleri aynen alınacak ve iskontoya tabi
tutulmayacaktır. Rapor tarihinden yaşama yaşı sonuna kadarki döneme ilişkin
irad taksitleri ise, son bilinen irad, 10 arttırım ve 10 iskontoya tabi
tutularak rapor tarihindeki peşin sermaye değeri hesaplanmak suretiyle, rapor
tarihinde doğmuş farzolunacaktır.
Yüksek Hukuk Genel Kurulu; bu hesap yöntemini kabul etmesine rağmen,
hesaplanacak tazminatın faizinin, olay tarihinden başlayarak yürütüleceğini
de kabul etmiştir.
Hesap yöntemi olarak yukarıda sözü edilen metod ve ilkeler, bir kere
kabul edildikten sonra, hesap yöntemine kaçınılmaz bir şekilde bağlı olan
faiz başlangıcı konusunda, temerrüdün gerçekleşmediği, alacağın henüz
doğmadığı bir tarih olan, olay tarihinin esas alınması, hem kararının birinci
bölümüyle çelişkili ve hem de yasaya aykırıdır.
Zira, bilinen dönem zararları tedricen, zaman içerisinde ay be ay,
irad taksitlerinden mahrum kalınacak şekilde gerçekleştiği için, faizin de
her bir irad taksidinin gerçekleştiği tarihler itibariyle, ya da pratik
düşüncelerle olay tarihi ve rapor tarihi arasındaki ortalama bir tarihten
itibaren yürütülmesi gerekir. Aksine işlem, henüz doğmamış bir alacak için,
temerrüdün gerçekleştiğinin kabulü ve böyle bir alacağa faiz yürütülmesi
anlamına gelir ki, hukuken savunulamaz. Örneğin, olay 1984'de olmuş, rapor
1985'de düzenlenmiş ise 1994'te gerçekleşecek bir zarara 10 sene öncesinden
faiz yürütülmüş olur ki, bunun haksız iktisaba ve suistimale yol açacağı
ortadadır. Fiilen, hukuken ve lojikman, savunulamaz. Nitekim, sayın
çoğunluğun kararında bu kabul için, hiçbir inandırıcı gerekçe de
gösterilebilmiş değildir. Rapor tarihinden sonraki dönemde de, peşin sermaye
değeri, rapor tarihine göre bulunduğu ve böylece o zararlar rapor tarihinde
doğmuş farzolunduğu halde, tazminatın bu kesimi için de, olay tarihinden
başlayarak faize hükmedilmesi yukarıda birinci dönem için arzedilen
mahzurları aynen içermektedir. Bu dönem çoğu zaman daha uzundur ve bu kesime
isabet eden tazminat daha yüksektir. Örneğin, olay 1984'te olsa rapor 1995'de
düzenlense, o tarihte gerçekleştiği farzolunan bu kesime, olay tarihi
1984'ten itibaren faiz yürütülürse, 10 sene sonra doğacak bir alacağa 10 sene
öncesinden başlayarak faiz yürütülmüş olmaktadır. Daha alacağın doğmadığı
dönemler için faiz yürütülüp, temerrüd kabul edilmiş bulunmaktadır ki büyük
çapta nedensiz zenginleşmeye yol açılacağı lojik olmayan bir sonuca
varılacağı ortadadır. Bu kesim için dahi, neden olay tarihinden geçerli
olarak faize hükmolunacağının lojik ve hukuki gerekçelerini, sayın
çoğunluğun kararından öğrenmek mümkün olmamıştır.
Öte yandan işkazası olayı geniş anlamda bir haksız eylem olmakla
beraber aslında akte aykırı davranıştan (B.K.332), işkazası 73'ü ihlalden
kaynaklanmaktadır. Bu özel niteliği itibariyle, bu hükümlerin uygulama
önceliği vardır. Onların suskun olduğu yerlerde haksız eyleme ilişkin
kurallar uygulanabilir. Nitekim 1993 Tarih ve 3/2 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında da zaman aşımı ve başlangıç konusunda akite ilişkin hükümler
uygulanmış, sorun B.K. madde 125 ve 128'e göre çözülmüştür. Zaman aşımı
temerrüd tarihinden başlatılmıştır. Temerrüt için ise öncelikle alacağın
doğması lazımdır. İrad taksitlerinden kayıplar şeklinde gerçekleşen alacak,
bilinen dönemde her kaybın gerçekleştiği tarihte, bilinmeyen hesap dönemi
içinde, ilerideki yılların irad taksitlerinin iskontolama işlemiyle peşin
sermaye değerinin hesaplanıp bulunduğu rapor tarihinde gerçekleştiği için ve
bu tarihlerden sonra temerrüdden söz edilebileceğinden rapor ve hesaplama
tarihinden itibaren faiz başlatılabilir. Çünkü iskontolama ile bilinmeyen
dönem denen kesimdeki zarar iskontolama - Hesap - rapor tarihinde doğmuş
farzolunmaktadır.
Alacağın henüz doğmadığı dönemler için faize hükmedilemez. Açıklandığı
gibi bu tür olaylarda alacağın tümü hep birlikte topluca doğmuş, bu alacak
zararın gerçekleşme biçimine bağlı olarak işçi her ay ücret aldığından ay be
ay doğar. Aylık ücretle geçinen işçinin bütün çalışma dönemindeki kazancını
peşin sermaye değeri olarak toptan iş kazası tarihinde aldığını düşünmek
faraziyelerin en gerçek dışı ve sakıncalı olanıdır. Öte yandan bu zarar
hesabında, hiçbir zaman işçinin olay tarihindeki kazancı
sabitleştirilmemekte, hesap döneminin sonuna kadar geleceğin getirilerinin
tahminine çalışılmaktadır. İleride gerçekleşecek ve olay tarihinde tümü asla
gerçekleşmemiş alacaklar için olay tarihinden başlayarak faiz yürütmek tipik
bir nedensiz zenginleştirmedir. Tamamen hukuka aykırıdır.
Diyelim ki, 1984'te olan bir iş kazasında 1995'te hesap raporu alınan
1984 - 1995 bilinen dönemde zarar toplamı 500.000.000.- ve 1995'ten 2025
yılına kadar ki bilinmeyen dönemde 1.500.000.000.- olarak hesaplansa, gerçek
alacak toplamı 2.000.000.000.-TL. olduğu halde, bu alacaklara olay tarihinden
itibaren 6.600.000.000.-TL. faiz ödenmesine karar verilmiş olacaktır ki,
gülünç ve korkunç bir sonuca ulaşıldığı ortadadır.
Sayın çoğunluğun kararına açıklanan nedenlerle karşıyım.
Teoman OZANOĞLU
10.H.D.Başkanı
KARŞI OY YAZISI
Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun maddi zarar hesabı ile ilgili bozma
gerekçesi 9. Hukuk Dairesi'nin istikrar kazanan son görüşlerine ve Hukuk
Genel Kurulu'nun 1988 - 1991 yıllarında verdiği kararlara uygundur. Bu
nedenle, maddi tazminat hesabı ile ilgili bozmaya katılıyoruz. Ancak
belirtmek gerekir ki, bilinmeyen dönemle ilgili zararın peşin sermaye değeri
hesaplanırken karara esas rapor tarihindeki son gelir nazara alınarak her yıl
için gelirlerin 10 olarak arttırılıp rapor tarihi itibariyle iskontoya tabi
tutulması Hukuk Genel Kurulu kararında açıklanmış ise de, bu açıklama
tatbikatta yine bazı bilirkişilerin yıllar ortalaması gelirini baz almalarına
mani olmayacağı endişesini taşıdığımızdan, Genel Kurul görüşmelerinde de
benimsendiği gibi, bilinmeyen dönem zararının sermayeleştirilmesinde 1/Kn
formülünün uygulanması gerektiğinin açıkça karara derç edilmesi gerektiği
görüşündeyiz.
Hukuk Genel Kurulu'nun faiz başlangıcı ile ilgili olarak verdiği karar
ise, hesap yöntemi ile ilgili olarak kabul ettiği prensipleri red eder
derecede çelişkili, adaletsiz ve taraflardan birisi lehine haksız zenginleşme
doğurur niteliktedir.
Dairemizin bozma kararı maddi tazminat hesap yöntemi ve faiz
başlangıcı yönlerinden birbirinden ayrılmaz bir bütün iken Hukuk Genel
Kurulu, Dairemiz kararının birbirini tamamlayan bu iki bölümünü birbirinden
farklı mütalaa edip sonuca varmakla bir insanın başı ile vücudunu birbirinden
ayırarak, başsız vücutsuz başı insan gibi kabul etmek durumunda kalmıştır.
Faiz başlangıcı ile ilgili Dairemizin son görüşü, Hukuk Genel
Kurulu'nun 15/5/1991 gün 1991/9 - 102 Esas ve 1991/267 Karar sayılı kararında
açıklanan hesaplama yöntemi ile ilgili ilkelerin (bu karar HGK'ca bugün de
aynen kabul edilmiştir) aynen benimsenmesi sonucu oluşmuştur. Açıklanan Hukuk
Genel Kurulu'nun 15/5/1991 tarihli kararına konu 9. Hukuk Dairesi'nin
16/10/1990 gün ve 212 - 2622 sayılı kararında faiz başlangıcının olay tarihi
olarak kabul edilmesi bu kararda benimsenen hesap yöntemine göre doğrudur.
Zira, o kararda olay (ölüm veya maluliyet) tarihindeki gelirler hesaplamada
baz alınmış maddi zararın sermayeleştirilmesi ve iskontolanması olay tarihine
göre yapılmıştır. Bu kararımız kendi içinde tamamen tutarlıdır.
Ancak, yukarıda da anılan 15/5/1991 tarihli HGK. kararında açıklanan
hesap şekli Dairemizin 19/10/1990 tarihli kararında benimsenen hesap
yönteminden tamamen farklıdır. Dairemizde HGK'nun bu kararını gözönünde
bulundurarak 1990 yılındaki kararımızda tamamen farklı bu hesaplama yöntemini
benimsemiş ve bu yeni hesap yöntemi ile tamamen tutarlı, doktrinde aktüel
hesapları ile ilgilenen Üniversite Öğretim Üyelerince ve maluliyet sonucu
doğan zararlarda İsviçre Federal Mahkemesince benimsenen faiz başlangıç
tarihlerini kabul etmiştir.
Bu yeni maddi zarar hesabı yönteminde olay (ölüm ve maluliyet)
tarihindeki veriler nazara alınarak ve tüm zarar dönemi için olay tarihindeki
ücret esas alınıp 10 arttırım ve olay tarihine göre iskontoya tabi tutulup
olay tarihi itibariyle maddi zararın peşin değeri hesaplanmamakta, bu
nedenledir ki olay tarihinden itibaren faiz uygulanmamaktadır.
Benimsenen yeni yöntemde karara esas rapor tarihine kadar olan birinci
dönem bilinen (gerçekleşen) zarar dönemi, rapor tarihinden sonraki ikinci
dönem ise bilinmeyen (muhtemel) zarar dönemi olarak ikiye ayrılmaktadır.
İkiye ayrılan bu dönemlerle ilgili etraflı açıklamaya girmeden önce, ölüm ve
maluliyetten doğan zararların diğer zararlardan ayırıcı vasıflarını belirtmek
gerekir. Örneğin, eşya zararlarında zarar, zarara yol açan olayın vukuu ile
derhal meydana gelmektedir. Oysa ki ölüm ve cismani zararların vasfı
müstakbel olmaları, başka bir anlatımla zarara yol açan olayın vukuu ile
derhal değil, ileride zaman içinde gerçekleşecek olmalarıdır. Bu nedenle, bu
gibi olaylarda tazminat talep eden davacılar muayyen müddetle ay ve sene gibi
belirli zaman dilimleri içinde maruz kalacakları periyodik zarar
miktarlarının, yani yoksun kalacağı bir iradın tazminini talep etmektedir.
İrat pek kısa olmayan bir süre devam etmek üzere eşit zaman aralıkları ile
tekerrür eden edalardan oluşan bir alacaktır. Zarar gören kişinin maruz
kaldığı ve mahkemece tesbit edilecek zarar bir irat kaybından ibaret olduğu
için en uygun çözüm, irat şeklindeki tazminata hükmolunmasıdır. Hakime BK.nun
43. maddesi bu yetkiyi tanıdığı halde, tatbikatta mahkemeler sözkonusu iradın
peşin değerinin tahsiline karar vermektedirler. Burada esas olan, tazminatın
her iki halinde de alacaklıya sağlanan maddi menfaatin değişmemesi ve aynı
olmasıdır.
Yukarıda açıklanan olay (maluliyet veya ölüm) tarihinden karara esas
rapor tarihine kadar olan dönemin zarar ve iradının taksitlerden oluşan
kısmı, taksitlerin vadeleri geçmiş bulunduğunda, vadeleri geçmiş alacaklar da
bir iskonto ve peşin değer söz konusu olamıyacağından, bu dönem zararı peşin
sermaye değeri hesabının dışında bırakılmış, bu döneme ilişkin zarar bilinen
ücretlerle müşahhas olarak tayin ve tesbit olunarak aynen hüküm altına
alınması (peşin değer hesabına dahil edilmeksizin ve iskontoya tabi
tutulmaksızın) HGK'nca benimsenmiştir. Kabul edilen bu hesap yöntemi sonucu,
zararın irat kaybından ibaret olması, zarara yol açan olay tarihinde değil,
zaman içerisinde ve her taksit için onun vade tarihinde gerçekleşmesi
nedeniyle bu döneme ait taksitlerden herbirine vadesi tarihinden itibaren
gecikme faizi uygulanması gerekir. Ancak, her vade tarihinden itibaren ayrı
ayrı faiz uygulaması, tatbikatta güçlük yaratacağından Dairemiz matematiksel
olarak fazla fark yaratmayan ve İsviçre Federal Mahkemesince maluliyet
hallerinde kabul edilen ortalama tarihten faiz uygulanması görüşünü
benimsemiş olup, bu görüşümüz zararın mahiyetinin ve hesaplama yönteminin bir
sonucudur.
HGK'nca bu döneme ait taksitlerin tutarına olay tarihinden itiaren
gecikme faizi uygulanması görüşünün benimsenmesi Kanuna ve hukuki esaslara
tamamen aykırılık teşkil etmektedir.
Karara esas rapor tarihinden sonraki bakiye yaşam süresine ait ikinci
dönem (bilinmeyen devre) zararı, müstakbel gelir hakkında yapılan tahminlere
müsteniden hesap ve tayin olunmaktadır. Bu döneme ilişkin irat gelir
taksitlerinin henüz vadesi gelmediğinden ve peşin değer iratlarda henüz
vadesi gelmemiş olan taksitler için sözkonusu olduğundan, davacıların bu
dönem zararlarının peşin sermaye değeri hesaplanmaktadır. HGK. bu peşin
sermayenin belirlenmesinde karara esas rapor tarihindeki verileri (ücret ve
gelirleri) esas alıp bu tarihten itibaren arttırıma tabi tutup rapor tarihi
itibariyle iskontolaştırarak bu devre zararının peşin sermaye değerinin
belirlenmesi gerektiği ilkesini benimsediğine ve bu döneme ilişkin zararların
da olay tarihinde değil, rapor tarihinden sonra zaman içerisinde
gerçekleşmesine göre, bu döneme ilişkin faiz başlangıcının hüküm veya karara
esas olan rapor tarihi olarak kabul edilmesi yansıtılamaz en tabii bir
sonuçtur. Bu nedenledir ki, Dairemiz bu dönem için faiz başlangıç tarihini
hüküm tarihi olarak kabul etmiştir. H.G.K.nda ve tatbikatta hükme esas rapor
tarihi ile karar tarihi arasında uzun bir zaman geçebileceği, bunun da davacı
aleyhine sonuç doğuracağı endişesi açıklandığından, bizler bu dönem için bu
dönem için faiz başlangıç tarihinin hükme esas hesap rapor tarihi olarak
kabul edilmesi gerektiği sonucuna ulaşmış bulunuyoruz.
Olay tarihindeki veriler nazara alınmadığı ve iskonto olay tarihine
götürülmediği ve zararın peşin değeri olay tarihi itibariyle
sermayeleştirilmediği halde HGK.nun bu dönem zararının faiz başlangıcını da
olay tarihi olarak kabul etmesinin hiçbir izah tarzı ve hukuki dayanağı
yoktur. Bu sebeple benimsenemez.
Tüm yukarıda açıkladığımız nedenlerle HGK.nun faiz başlangıcı ile
ilgili kararına katılamıyoruz.
Emin Aydın Özkul Orhan Güven Çankaya
9.H.D. Başkanı 9.Hukuk D. Üyesi
|