 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
18.HUKUK DAİRESİ
ESAS KARAR
1995/8655 1995/8340
Y A R G I T A Y İ L A M I
Davacı Rukiye Malak ile davalı Karayolları Genel Müdürlüğü
aralarındaki kamulaştırma bedelinin arttırılması davasına dair İzmir 5.
Asliye Hukuk Mahkemesinden verilen 27.2.1995 günlü ve 1993/210- 1995/130
sayılı hükmün düzeltilerek onanması hakkında dairece verilen 1.6.1995 günlü
ve 1995/5821- 6623 sayılı ilama karşı davacılar vekili tarafından kararın
düzeltilmesi istenilmiştir.
Düzeltme isteğinin süresi içinde olduğu anlaşıldıktan sonra dosyadaki
bütün kağıtlar okunup gereği düşünüldü.
Y A R G I T A Y K A R A R I
Mahkeme kararı, davalının diğer temyiz itirazları reddedilerek, yalnız
hükme esas alınan bilirkişi raporuna göre hesap hatası yapılarak fazlaya
hükmedilmesi ve faizin başlangıç tarihi yönlerinden hatalı bulunmuş olmakla
HUMK.nun 438. maddesinin 7. fıkrasına göre yeniden yargılama yapılmasını
gerektirmediği için faizin başlangıç tarihi düzeltilerek onanmıştır. HUMK.nun
sözü edilen hükmü Yargıtay'a bu gibi hallerde mahkeme hükmünü değiştirerek ve
düzelterek onama yetkisi vermiş ise de, karar düzeltme istemine konu edilen
hususlardan ikincisi, (faizin başlangıcı) önceden mevcut içtihat ve
uygulamalardan değişik bir sonucu ifade ettiğinden, mahkemece de bunun bir
hukuki değerlendirmeye konu edilebileceği dikkate alındığında, davacı
vekilinin karar düzeltme istemi bu yönden varit görülerek dairenin
düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına karar verilmiş, ancak aşağıda
ayrıntıları ile açıklandığı üzere ve varılan sonuç itibariyle mahkeme
kararının onanmasına ilişkin istem reddedilerek karar bu defa düzeltilerek
onama konusu edilen aşağıdaki nedenlerden bozulmuştur.
Kamulaştırma, dayanağı Anayasanın 46. maddesinde yeralan, Devletin ve
Kamu Tüzel kişilerinin kamu yararının gerektirdiği hallerde özel mülkiyette
bulunan taşınmazların edinilmesi müessesesidir. Kamulaştırmanın bu niteliği
29.10.1989 gün ve 1988/4- 1989/3 sayılı İçtihatların Birleştirilmesi
Kararında da tanımlanmış ve bundan hareketle, kamulaştırma üzerine açılan
bedel arttırımı davalarında hüküm altına alınan kamulaştırma bedeline
hükmedilecek "faizin" bir haksız eylem tazminatı değil, kamulaştırmanın
kesinleşmesiyle mülkiyeti kamu idaresine geçen taşınmaz üzerindeki hak, bu
suretle bedeli olan para alacağına dönüşmüş olmakla bu bedelin tam olarak
tediyesine kadar, ödemesi gereken temerrüt faizi olduğu vurgulanmıştır. Bu
nedenledir ki, kamulaştırma bedeline, ancak kamulaştırmanın kesinleşmesi ve
bu suretle M.K.nun 633. maddesi hükmü uyarınca kamulaştırılan taşınmaz
mülkiyetinin idareye geçtiği tarihten itibaren faiz yürütülebileceği
benimsenmiştir. Sözü edilen içtihatları birleştirme kararında, hernekadar
uygulanacak faiz başlangıcına esas alınabilecek diğer olguların (örneğin
elatma, ferağ vs.) incelenmediği, bunların Tevhidi İçtihat dışında
bırakıldığı açıklanmış ise de, ilke vazedilmiş, esas itibariyle açılan dava
sonunda arttırılmasına karar verilen bedel, mülkiyetin idareye geçmesiyle,
diğer bir deyimle kamulaştırmanın Kamulaştırma Kanununun 14. maddesi uyarınca
idari yönden kesinleşmesiyle muaccel olacak ve faize bu tarihten itibaren
hükmedilebilecektir.
Kanun hükümlerine göre, kamu yararı kararı verilip, kamulaştırılması
öngörülen taşınmaza takdir komisyonunca bedel takdir edilir. Bu bedel
taşınmaz maliki adına bir bankaya bloke edildikten ve diğer usul işlemleri
tamamlandıktan sonra bütün işlemleri belgeleyen evrakın malike noter
aracılığı ile tebliğe çıkarılması gerekir. Usulüne uygun bir tebligat
yapılıp, kamulaştırmanın iptali ile ilgili idari dava açılmadıkça 30 gün
(Kamulaştırma Kanunu madde 14) geçmekle kamulaştırma idari yönden
kesinleşmekte (bedel arttırımı davası açılmış da olsa) ve mülkiyet idareye
geçmektedir.
Bazı hallerde, değişik nedenlerle (taşınmaz maliklerinin saptanamaması
yada tebligatın usulüne uygun yapılamaması vs.) tebligat öngörülen şekilde
gerçekleştirilememekte, bu suretle kamulaştırmanın idari yönden kesinleşmesi
ve mülkiyetin idareye geçiş süreci uzamaktadır. Bu gibi durumlarda tebligat
çıkaramayan yada tebligatı çıkarmakla beraber usulüne uygun tebligat
yapılmadığının ayırdında olmayan idare kamulaştırmanın amacına uygun kamu
hizmetinin gerçekleşmesine yönelik olarak taşınmaza fiilen elkoymak durumunda
kalmaktadır. Bu durumlarda idare, tebligatın hiç yapılmamış olması yada
usulüne uygun yapılmamış bulunması nedeniyle kamulaştırmadan itibaren çok
uzun süreler geçmesinden sonra bedel arttırımı davalarına muhatap olmaktadır.
Bu davalar sonunda hüküm altına alınan arttırımlar için istenmesi halinde
faize de hükmedilmesi gerekmektedir. Bu faizin başlangıcının hangi olaya yada
olguya dayanacağı keyfiyeti konumuzu oluşturan sorundur.
Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmüne göre,
kamulaştırma işlemi taşınmaz malikine, kamulaştırma kararının
tamamlanmasından itibaren bir yıl içinde usülüne göre tebliğ edilememiş
olursa, açılacak bedel arttırımı davalarında, dava tarihi esas alınarak
taşınmazın değeri belirlenir. Örneğin 1980 yılında alınmış kamu yararı kararı
üzerine, Kamulaştırma Kanununun 13. maddesinde belirtilen belge ve bilgileri
içeren (kamu yararı kararı, takdir komisyonu raporu, paranın bankaya
yatırıldığına dair banka dekontu, kamulaştırma krokisi, davanın aleyhine
açılacak idarenin adı vs.) tebligatın çıkarılmamış yada tebligatı çıkarmakla
beraber geçersiz kılınmış veya usulüne uygun (Tebligat Kanunu hükümlerine
göre) yapılmamış ise davacının bu tarihten 15 yıl sonra kamulaştırmaya yeni
muttali olduğu gerekçesiyle açabileceği bedel arttırım davasında taşınmazın
değeri, 1995 yılındaki özellikleri ve birim fiyatlarına göre belirlenecektir.
Bu suretle belirlenen değere faiz yürütülmesi gerektiğinden faizin başlangıcı
ne olacağı önem kazanmaktadır.
Kamulaştırılan taşınmaza, kamu yararının alındığı tarihte el atılmış
(örneğin yol yapımı sebebiyle) yada kamulaştırma gereği taşınmaz, inşaa
edilen tesis ile bütünleşmiş (baraj kamulaştırmalarında su altında kalmış)
ise bu olguların gerçekleştiği tarihin, faizin başlangıcı olarak alınmasının
doğru olmayacağı iki yönden kendini açıkca göstermektedir.
Herşeyden önce kamulaştırma yasal bir işlem olup, Yasanın öngördüğü
işlemleri yaptıktan sonra (Kamulaştırma Kanununun 13. maddesinde
belgelendirilmeleri öngörülen işlemler ve tebligata çıkarma) kamu hizmetinin
ifası için taşınmaza el koyan idarenin bu davranışı bir haksız eylem olarak
nitelendirilemez. Çünkü, idare haksız yararlanma yada gasp amacıyla taşınmaza
el atmış değildir. Belli yasal işlemlerden sonra bu yola başvurmuştur.
Kaldıki idarenin bu davranışı "elatma" haksız eylem olarak nitelendirildiği
takdirde bir "kamulaştırma"dan söz edilemez. Böyle hallerde Kamulaştırma
Kanununun 38. maddesinde tanımlanan kamulaştırmasız el atmadan ancak
sözedilebilir ki bu konumuz dışında olup, taşınmaz maliki yıllar sonra bu
olguya değil, kamulaştırma hukuki nedenine dayanarak bedel arttırım davası
açmıştır. Bu durumda arttırılan bedele haksız eylem tazminatında olduğu gibi
zararın gerçekleştiği (elatma) tarihin faiz başlangıcına esas alınmasına
hukuken olanak yoktur.
Diğer taraftan yukarıda açıklandığı gibi böyle "geç kalmış" bedel
arttırım davalarında, Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası hükmü
gereği taşınmaz dava tarihindeki kıymet ve niteliklerine (örneğin tarım
arazisinde net gelir esas alınacağı için dava tarihindeki üretim miktarı ve
ürünün fiatları- arsalarda dava tarihindeki benzer alım- satımlar) göre
değerlendirilir. Böylece, örneğin 1995 fiyatları ile bulunan değere, sanki bu
değer 1980 yılında gerçekleşmiş gibi bu yıldan itibaren (elatma tarihi) faiz
yürütülmesi anlamsız ve dayanaksız kalmaktadır. Çünkü, bilinmektedir ki
haksız eyleme dayalı tazminat davalarında, haksız eylemin gerçekleştiği
tarihteki zarar dikkate alındığı için bunun karşılığı olan tazminata zararın
vuku bulduğu bu suretle tazminatın muaccel sayıldığı tarihten itibaren faiz
yürütülür. O halde kamulaştırma hukuki nedenine dayanılarak açılan bedel
arttırımı davalarında hükmolunan arttırılmış bedele, kamulaştırma bir haksız
eylem olmadığı ve bir an için böyle (haksız fiil) olsa bile, yasa gereği
değerlendirmede dava tarihi esas alındığı için (elatma) tarihinden geçerli
olmak üzere faize hükmedilemiyeceği sonucuna varılmalıdır. Bu gibi "geçikmiş"
davalarda, tebligat yokluğuna, geçersizliğine yada usülsüzlüğüne dayanıldığı
için, ıttıla (tebliğ) tarihi (Tebligat Kanunu madde 32/son) en geç dava
tarihi kabul edilerek bunu izleyen 30 günlük sürenin bitiminde kamulaştırma
idari yönden keşinleşmiş olacağından, (ve bu suretle Medeni Kanunun 633.
maddesi uyarınca mülkiyet davalı idareye geçmiş olacağından) bu tarih esas
alınarak faize hükmedilmelidir. Böylece daha önce el koyma veya işgal mevcut
olsa bile tebligat yapılamamış olması nedeniyle değerlendirmede Kamulaştırma
Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrası uygulandığı durumlarda faiz başlangıcı
yönünden yukarıda sözü edilen 20.10.1989 tarihli Tevhidi İçtihat Kararıyla
parelellik sağlamış olmaktadır.
Taşınmaz malikinin, kamulaştırma üzerine idarenin elatma tarihi ile
açtığı dava tarihi arasındaki süre içinde taşınmazdan yararlanmadığı, bu
hakkın kendisinden alındığı, bu sebeple haksız yere zarara uğradığına dair
iddiaları kamulaştırma bedelinin arttırılması davası kapsamı dışındadır.
Taşınmaz maliki böyle bir zarar iddiasında ise, bunu ayrı bir tazminat davası
konusu edebileceği açıktır. Böyle bir zararın faizle karşılanması, hem faizin
niteliği ile bağdaşmaz, hemde taşınmaz malikinin idare aleyhine haksız
zenginleşmesine yol açar. Malik, taşınmazlarda amortisman süresi, yani
değerin taşınmazın geliri ile karşılanabileceği süre içerisinde, taşınmazın
dava tarihindeki değerinin bir kaç katını elde edecektir. Oysa, kamulaştırma
olmasaydı, haksız işgal tazminatı, mahrum kalınan gelir olarak
belirleneceğinden, malik her yıl sonu itibariyle ancak bu gelir miktarını
elde edecekti.
Bu durumda, Kamulaştırma Kanununun 15. maddesinin 13. fıkrasının
uygulandığı, diğer bir deyimle değerlendirmenin, Kamulaştırma Kanununun 11.
maddesinde olduğu gibi taşınmazın kamulaştırma tarihindeki niteliklerine ve
durumuna göre yapılmadığı hallerde, dava tarihindeki değere, geriye gidilerek
faiz yürütülmesi hukuka ve adalete uygun olmadığı belirli bir şekilde ortaya
çıkmaktadır.
Değerlendirilmesi gereken bir hususta şudur; Kamulaştırma benzeri yada
"fiili kamulaştırma" olarak tanımlanabilen, Kamulaştırma Kanununun 38.
maddesi kapsamındaki kamulaştırmasız elatma davalarında, 16.5.1956 gün ve
1956/1-6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararı ile Yargıtay uygulamalarına
göre, malikin taşınmazını elatan idareye bırakması karşılığında alacağı
tazminat (bedel) taşınmaza ilk elatıldığı tarihteki nitelikleri dikkate
alınarak, dava tarihindeki değerine göre hesaplanmakta ve faiz, taşınmazın
dava tarihindeki değerine hükmedildiği için bu tarihten başlatılmaktadır.
Yasal kamulaştırma olarak kabul edilerek açılan bu davalarda (bedel arttırım
davası) yasal olmayan (kamulaştırmasız elatma) eyleme dayanılarak açılan
davadakinden daha fazlasına hükmedilemeyeceği açıktır.
Böylece:
1-Yukardaki açıklamalar karşısında, artırılan bedel faizine daha önce
ferağ var ise ferağı verilip taşınmaz mülkiyetinin davalı idareye geçtiği
tarihten, yoksa kamulaştırmanın idari yönden kesinleşip taşınmaz mülkiyetinin
davalı idareye geçtiği 4.2.1993 tarihinden itibaren hükmedilmesi gerektiği
halde, taşınmaza kamu hizmetinin ifası için el atıldığı 30.9.1984 tarihinden
hükmedilmesi,
2-Hükme esas alınan bilirkişi raporu ile buna ek rapor dikkate
alındığında, bulunan 779.740 Tl/m2, bilirkişi kurulunca 750.000 Tl/m2ye
yuvarlatılarak getirilmiş olduğu halde mahkemece bunun üzerinde bir meblağa
(171.216.444 yerine 178.060.499 Tl.ye) ulaşılmış olması doğru görülmemiştir.
Bu itibarla yukarıda açıklanan esaslar gözönünde tutulmaksızın yazılı
şekilde hüküm tesisi isabetsiz, temyiz itirazları bu nedenlerle yerinde
olduğundan kabulü ile hükmün HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA,
temyiz onama harcının istek halinde temyiz eden davalıya iadesine, karar
düzeltme harcının ise istek halinde davacıya iadesine, 8.9.1995 gününde
oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
Sait Rezaki M.A.Selçuk S.Erçoklu V.Canbilen A.Nazlıoğlu
|