Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.
 Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
     S A Y I 
Esas            Karar           Tebliğname   
1995/7-165	1995/302	7/12677	 

                   Y A R G I T A Y  K A R A R I

Bozma kararı veren 
Yargıtay Dairesi         : 7. Ceza Dairesi
Mahkemesi                : İstanbul 2.Asliye Ceza 
Günü                     : 18.10.1994
Sayısı                   : 444-428
Davacı                   : K.H.
Davaya katılan           : -
Sanık                    : Ercümend Akın Vekili Av.Şenay Özkaragöz

	5680 Sayılı Yasaya aykırı davranışta bulunmak suçundan sanık Ercümend
 Akın'ın, aynı yasanın 33/2-son, T.C.Y.nın 119, 59 ve 647 Sayılı Yasanın 4.
 maddesi uyarınca 12.540.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına
 ilişkin, İstanbul 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 26.11.1993 gün ve 354-1350 sayı
 ile verilen kararın, sanık müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı
 inceleyen Yargıtay 7. Ceza Dairesince 08.07.1994 gün ve 5764-8086 sayı ile;
	(3842 Sayılı Yasa ile değişik C.Y.U.Y.nın 135. maddesi uyarınca yasal
 hakları hatırlatılmadan sanığın sorgusu yapılmak suretiyle savunma hakkının
 kısıtlanması) isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
	Yerel Mahkeme ise 18.10.1994 gün ve 444-428 sayı ile;
	(Sanığa duruşma gününün tebliğ edildiği, ilk celseye sanığın
 gelmediği, müdafiinin hazır bulunduğu, 19.10.1993 günlü oturumda sanık ile
 müdafiinin hazır bulundukları, C.Y.U.Y.nın 135. maddesine uygun biçimde
 kimliğinin saptandığı, yüklenen suçun anlatıldığı, sanığın daha önceden
 hazırladığı yazılı savunmasını sunduğu bir gazetenin sorumlu müdürü olan
 sanığın yasal haklarını da bildiği, bu nedenle duruşmaya müdafii ile birlikte
 gelen ve önceden hazırladığı savunmayı sunan sanığa ayrıca "Avukat tutma
 hakkın ve susma hakkın vardır" demek bir şekil koşulu değildir. Davanın
 mahiyeti, dosya içeriğine göre sanığa hatırlatılmayan hiçbir hakkı yoktur.
 Kaldı ki, benzer hususlar 7. Ceza Dairesinin 12.09.1994 gün ve 5900/8347 ve
 10. Ceza Dairesinin 19.04.1994 gün ve 1504/5699 sayılı kararlarında bozma
 nedeni yapılmamıştır.) Açıklamasıyla direnmiştir.
	Bu karar da sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden,
 dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "onama" istekli 05.05.1995 gün ve 7/12677
 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza
 Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup, düşünüldü:

	 	CEZA GENEL KURULU KARARI

	İncelenen dosyaya göre;
	Sanığın üzerine yüklenen suçtan 5680 Sayılı Yasanın 33/2-son maddesi
 uyarınca mahkumiyetine karar verilirken, sorgusunun 3842 Sayılı Yasa ile
 değişik C.Y.U.Y.nın 135. maddesine uygun biçimde yapılıp yapılmadığı, Özel
 Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlığı oluşturmaktadır.
	Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görev alanı dışında kalan tüm suçların
 soruşturma ve kovuşturma aşamalarında uygulanması gereken (3842 Sayılı
 Yasanın 31. maddesi) C.Y.U.Y.nın değişik 135. maddesinde; hazırlık
 soruşturması sırasında ifade alma ve sorgu yapılmasında gözetilmesi gereken
 ilkeler hüküm altına alınmıştır. Aynı yasanın 236. maddesinde ise; sorgunun
 C.Y.U.Y.nın 135. maddesine uygun biçimde yapılacağı düzenlenmiştir.
	C.Y.U.Y.nın 3842 Sayılı Yasa ile değişik 135. maddesinde;
	"Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade
 almada ve hakim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur.
	1- İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tesbit edilir. İfade
 veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak
 cevaplandırmak zorundadır.
	2- Kendisine isnad edilen suç anlatılır.
	3- Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda
 değilse Baro tarafından tayin edilecek bir müdafii talep edebileceği ve onun
 hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı
 geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır
 bulunacağı bildirilir. Yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği
 söylenir.
	4- İsnad edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı
 olduğu söylenir.
	5- Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını talep
 edebileceği hatırlatılır ve kendisi aleyhine var olan şüphe sebeplerini
 ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.
	6- İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi
 alınır.
	7- İfade veya sorgu bir tutanakla tesbit edilir. Bu tutanakta;
	a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
	b) İfade verme, sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim
 ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
	  c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin
 yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise
 sebepleri,
	  d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır
 olan müdafii tarafından okunduğu veya imzalarının alındığı,
	  e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır." Hükmü
 bulunmaktadır. Böylece; yasa koyucu kovuşturma ve soruşturma sırasında
 ifadesi alınan ve sanığa tanınan savunma hakkına ne denli önem verilmesi
 gerektiğini kabul etmiş, böylece daha iyi savunma olanakları sağlanarak, bazı
 kanıtların toplanmasını isteme hakkı yanında, istediği taktirde hiçbir şey
 söylememe "susma hakkı" tanınmıştır.
	Soruşturma sırasında sorgunun, 3842 Sayılı Yasa ile değişik
 C.Y.U.Y.nın 135. maddesi uyarınca yapılacağını belirleyen, 236. maddede;
 "Duruşmaya tanıkların ve bilirkişinin yoklamasıyla başlanır. Bundan sonra
 sanığın açık kimliği ve şahsi durumu tesbit olunur. Daha sonra iddianame
 okunur ve sanık sorguya çekilir." hükmü yer almaktadır.
	Bu düzenlemeye uygun olarak, duruşmaya sanığın kimliğinin
 belirlenmesinden ve iddianamenin okunmasından sonra, 3842 Sayılı Yasa ile
 değişik C.Y.U.Y.nın 135. maddesine göre sorguya çekilmesi ile başlanır.
	Sanığın sorgusu her nekadar bir savunma aracı ise de, sorgunun kamusal
 yanı da bulunmaktadır. Zira, bazı durumlarda bir kamu davasında, kararın tek
 dayanağı, sanığın sorgusundaki ikrarı olabilir. Nitekim, Yargıtay'ın
 duraksamasız uygulamalarına göre, bir davada suçun sübut ve vasfının ortaya
 çıkmasına ikrarı ile katkıda bulunan sanık hakkında T.C.Y.nın 59. maddesinin
 uygulanması gerektiği benimsenmektedir. Ancak, bu sonuca ulaşabilmek için
 sorgunun usulüne uygun biçimde yapılması gerekir. C.Y.U.Y.nın 321/2. maddesi
 gereğince "Hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti bu hükme
 esas olarak tesbit edilen vakıalarda olmuş ise bu muameleler dahi aynı
 zamanda bozulacaktır." Savunma hakkı da bunun vazgeçilemez bir parçasıdır. Bu
 aşamada sanık suçunu ikrar etmemiş ise bunun C.Y.U.Y.nın 135. maddesinin
 getirdiği güvencelerden yoksun kılınmasından kaynaklanması da olanaklıdır.
	Hal böyle iken, temyiz davası üzerine, savunma hakkı ile doğrudan
 doğruya ilgili olan bu hüküm gözardı edilerek; dosyanın esasına girilmeli,
 sanığın usulüne uygun biçimde alınmayan sorgusu dışındaki kanıtlar mahkumiyet
 için yeterli ise sübutun varlığı kabul edilmeli, uygulama hatası bulunmadığı
 da anlaşıldığında onama kararı verilmeli biçimindeki bir uygulama C.Y.U.Y.nın
 135 ve savunma hakkının kısıtlanmasına dayalı olan 308/8. bendine uygun
 olmayacaktır. Buyurucu usul kuralları bir tarafa bırakılarak, önce işin
 esasının incelenmesi, kararda sanığın ikrarı dışındaki kanıtlara
 dayanıldığının saptanması halinde onama kararı verilmesi, mahkumiyet
 kararının sanığın ikrarına dayalı olması halinde ise bu usul eksikliği
 nedeniyle kararın bozulması, ikili uygulamaya ve yanlış anlamalara neden
 olur. Bu aşamadan sonra C.Y.U.Y.nın 135. maddesi hükmünün uygulanmasının
 mantıki ve hukuki bir anlamı da kalmayacaktır. Zira, Yargıtay'ın görüşü belli
 olmuş olacaktır. Ayrıca, bu durum oy'un açıklanması niteliğinde olduğu gibi
 böyle bir bozma sadece yasa hükmünün şeklen yerine getirilmesine yönelik,
 hiçbir yararı bulunmayan, anlamsız bir bozma olacak ve savunma hakkı ile
 bağlantılı olan maddenin amacı ile de bağdaşmayacaktır.
	Kamu düzeni ile ilgili ve buyurucu nitelikteki C.Y.U.Y.nın 135.
 maddesine aykırı davranıldığının belirlenmesine rağmen, esasın incelenmesi,
 C.Y.U.Y.nda yer alan diğer buyurucu kuralların da (tanığın ve bilirkişinin
 yeminsiz dinlenmesi, esaslı işlemlerin yapıldığı tutanakların imzadan yoksun
 bulunması) sübut ve vasıf hususu halledildikten sonra gözönüne alınması gibi
 bir sonucun doğumuna yol açar. Halbuki; sübut ve vasıf bu kanıtların
 değerlendirilmesi sonucunda ortaya çıkar. Usulüne uygun ve maddede belirtilen
 biçimde yapılacak sorgu sırasında, sanığın hangi haklarını kullanacağı ve
 hangi kanıtları sunacağı, savunmasında neleri getirebileceği önceden
 bilinemeyeceğinden, esasa girilmeksizin hükmün öncelikle ve sair yönleri
 incelenmeksizin bu usuli nedenle bozulmasına karar verilmelidir.
	Öte yandan sanığın sosyal ve kültürel durumu, tahsili, koşulları
 gözönüne alınarak; sanık C.Y.U.Y.nın 135. maddesindeki haklarından bilgi
 sahibidir bu nedenle ona hatırlatılmasına gerek yoktur biçimindeki bir
 yaklaşım hukuksal olamayacağı gibi, hukuk uygulamasında eşitlik ve istikrara
 da aykırıdır. Kaldı ki, hazırlık soruşturması sırasında ifadesi alınırken ve
 sulh hakimi tarafından sorguya çekilirken C.Y.U.Y.nın 135. maddesindeki
 hakları hatırlatılan sanığa, duruşmada müdafii hazır olsa dahi yasal
 haklarının yeniden hatırlatılması gerektiği Ceza Genel Kurulunun 01.05.1995
 gün ve 71/147 sayılı kararı ile benimsenmiştir. Zira, bu madde ile sanığa
 tanınan haklar sadece müdafii tayininden ibaret olmayıp 135. maddenin diğer
 bentlerindeki hususların da aynı derecede önemli ve savunma hakkına ilişkin
 olduğu bilinmelidir.
	Sorgunun usulüne uygun biçimde yapılması zorunluğunun, davaların
 uzamasına yol açmayacağı, basit bir değerlendirme ile ortaya çıkarılabilir.
 Zira, sanık duruşmada hazırdır. Yapılması gereken sadece ve sadece hakim
 tarafından usulüne uygun bir sorguya başvurmaktır. Ancak, hakimin usulüne
 uygun biçimde sorgu yapmadığının belirlenmesine rağmen, sırf davaların
 uzayacağı düşüncesiyle, bu usul aykırılığını mazur ve meşru görmek, diğer
 buyurucu usul kurallarına aykırılıklarında davaların uzamasına sebebiyet
 vereceği düşüncesiyle göz ardı edilmesine, bunun sonucunda imzasız olmaları
 nedeniyle belge kanıtı değeri taşımayan duruşma tutanaklarına dayanılarak
 kurulan kararların da bozulmaması gibi bir sonucun ortaya çıkmasına yolaçar
 ki, bu ve benzeri anlayışların maddi gerçeği ortaya çıkarmayı amaçlayan
 yargılama yasası ile bağdaştığı söylenemez. Böyle bir uygulama evrensel
 nitelikteki adil ve güvenli yargılanma hakkı ile de bağdaşamaz.
	Bu itibarla sair yönleri incelenmeyen kararın bu usuli sebepten
 bozulmasına karar verilmelidir.
	Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 1. Ceza Dairesi Başkanı
 T.Güven, "Ceza Yargılamasının temel amacı, daha önce işlenmiş olan eylemle
 ilgili maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için
 yapılan araştırma ve soruşturma kuşkusuz mutlak ve sınırsız değildir. Bu
 etkinlikler sırasında kişisel veya toplumsal değerlerin korunması zorunludur.
 Bu nedenlerle yasa koyucu, ceza yargılaması yasasının çeşitli maddelerinde,
 kanıtın kendisi ve elde edilmesiyle ilgili birçok sınırlamalar ve yasaklar
 getirmiştir.
	Ceza Yargılama yasasında 3842 Sayılı Yasayla yapılan değişiklik de bu
 bağlamda olmuş, kanıt elde etme (md. 135/a) ve hukuka aykırı olarak elde
 edilen kanıtlarla ilgili değerlendirme (md. 254/2) yasakları getirilmiştir.
	"Ceza Yargılama Yasasının aynı Yasayla değişik 135. maddesinde
 öngörülen savunma hakkı ve aydınlatma yükümlülüğüne uyulmayarak ve özellikle
 susma, savunma ve bir savunmadan yararlanma hakları bildirilmeden yapılan
 sorgu ve bu sorguyla elde edilen anlatım kanıtı da, kuşkusuz hukuka aykırı
 bir kanıttır ve değerlendirme yasağı kapsamındıdır."
	Ne var ki, Ceza Yargılamasının bir başka temel dayanağı da, kamu
 yararı ve birey yararı arasındaki duyarlı dengeyi kollayan ölçülülük
 ilkesidir. Bu ilke gözetilmez ve kamu yararı birey zararına işletilirse,
 haklar ve değerler örselenir; birey yararı toplum zararına kayırılırsa
 yargılama kilitlenebilir ve dolayısıyla her iki durumda da, hukuk barışı
 tehlikeye düşer.
	Bu nedenlerle yasa koyucu, hukuka aykırı kanıtlar için değerlendirme
 yasağını getirirken, bu tür "kanıtların hükme dayanak" yapılamayacağını,
 yapıldıkları takdirde hükmün sakatlanacağını (md. 254/2) belirtmekle
 birlikte, ayrıca bir hükmün bozulması için, hukuka aykırı işlemle hüküm
 arasında nedensellik bağı arayarak, yasaya aykırılığın konulan hükmü
 etkilemesi gerektiğini de vurgulamıştır. (md. 320/1)
	Bu koşullar bulunduğu takdirde hiç kuşkusuz hüküm bozulacaktır.
 "Tartışma konusu dosya incelendiğinde; sanığın hazırlık soruşturmasında
 Cumhuriyet Savcısı ve Sulh Hakimi önünde CMUK. 135'e göre hakları
 hatırlatılmış ve müdafii hazır bulunmuştur. Duruşmada da sanık müdafii ile
 gelmiş suçsuzluğunu savunarak delillerinin toplanmasını istemiş ve savunması
 samimi bulunarak beraat etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının tebliğnamesi de
 Beraat hükmünün onanması isteğini kapsamaktadır.
	CMUK.nun "309. maddesine göre" sanık lehine olan hukuki kaidelere
 muhalefet nedeniyle sanığın aleyhine hükmün bozulmasını gerektirmediğinden
 açıklanan davada duruşmada da sanığa susma hakkının hatırlatılmaması
 şeklindeki usule muhalif nedeniyle beraat etmiş sanık aleyhine hükmün
 bozulmasını gerektirmemektedir.
	"CYY.nın 135. maddesine göre, hazır olan sanık müdafiinin yalnızca
 sorgulamada gözlemci olarak bulunmayacağı, onun hukuki yardımından sanığın
 yararlanabileceği maddenin 3. fıkrasında belirtilmiştir. O yüzden duruşmada
 hazır bulunan sanığın müdafii, sanığın susma hakkını kullanmasını her an
 sağlayabilecek durumdadır."
	"Kaldı ki, CYY.nın 308/8. maddesi savunma hakkının sınırlanmış olması"
 hüküm için önemli noktalarda "olmuşsa bozma nedeni yapılabileceğini; 321.
 madde ise, bozulmasına yol açan yasaya aykırılık, esas olarak saptanan
 olaylarda olmuş ise bozulabileceğini öngörmüştür."
	"Sanığın hazırlık soruşturmasında yargıç önünde C.Y. Yasasının 135.
 maddesindeki hakları anımsatılarak yapılan sorgusu vardır ve sanığın
 duruşmada susma hakkını kullanması sonuca etkili bulunmamaktadır. Bu nedenle
 de, mahkemenin verdiği kararda, sanığın duruşmadaki savunmasını kanıt olarak
 kabul etmesi zorunluluğu bulunmadığı gibi, hukuken geçerli öbür kanıtlarla
 yetinmesi de olanaklıdır."
	"Sanığa CY. Yasasının 135. maddesinde yazılı haklarını benzer biçimde
 benimsemiş tüm demokratik ülkelerin uygulaması da yukarıda açıklanan görüşler
 doğrultusundadır. Kaynak Alman CY. Yasasının 243 ve 136. maddeleri, bizim CY.
 Yasasının 236-135. maddeleriyle aynı doğrultudadır. Alman Federal Mahkemesi
 (BGH) eski kararlarında sanığa susma hakkı konusunda başka yerde bilgi
 verilmemiş olmasına ya da yargıcın bu hakkı anımsatmamasına karşın, yargıcın
 başka başka sorularından bu hususu gerçekleştirebileceği durumlarda, o
 kanıtın değerlendirileceğini kabul etmiştir. Aynı biçimde sanığın ikinci
 sorgusunda kendisine anımsatmada bulunulmuş ve sanık bu sorgusunda önceki ve
 anımsatma yapmadan geçen sorgusundaki savunmasını yenilemiş ise 1.
 sorgusundaki savunmasının da değerlendirme yasağından etkilenmeyeceği
 sonucuna ulaşılmaktadır. Kern-Roxin Alman Federal Mahkemesinin yeni bir
 kararında 135. maddenin sonucu elde edilen sorgunun değerlendirilmesinde
 yasaya aykırılık bulunmadığı sonucuna vardığını belirtmektedirler. Eyalet
 Yüksek Mahkemeleri ve öğretide de bugün için baskın görüş, 135. maddedeki
 kuralın bir düzenleyici nitelikte olduğu noktasındadır."
	"QUARLES davasında, Amerikan mahkemeleri" yiyecek satan dükkanı
 soymaya çalışan kişiyi elindeki boş tabanca ile yakalayan ve bir yandan onu
 etkisiz hale getirirken öbür yandan silahın nerede olduğunu soran, ancak
 bundan önce Miranda uyarısı yapmayan polisin bu eksikliğinin, üstün tutulan
 ve diğerlerinden önde gelen kamu ve toplum güvenliği düşüncesiyle göz
 yumulabileceği ve dolayısıyla yasal bir eksiklik sayılmaması gerektiği
 yönünde karar vermiştir.
	15.02.1950 gün 21/1 sayılı içtihatları birleştirme kararında, CY.
 Yasasının 308. maddesinde belirtilen mutlak bozma nedenleri dışındaki usule
 ilişkin yasaya aykırılıkların, bozma nedeni yapılıp yapılmamasının yargıcın
 takdirine bağlı olduğu belirtilmiştir. Başka bir deyimle hükme etkili
 olmayacak usuli yanılgıların bozma nedeni yapılmaması gerekmektedir."
	"Sonuç olarak; yukarıda açıklandığı üzere kollukta, Cumhuriyet
 Savcılığında ve Sulh Cezadaki sorgulamalarında CY. Yasasının 135. maddesi
 gereğince 3 kez hakları anımsatılan, bu nedenle haklarını bildiğinde kuşku
 bulunmayan ve son soruşturmada müdafii yanında sorgulanan sanık için söz
 konusu hukuka aykırı işlemin kurulan hüküm açısından nedensellik bağı ve CY.
 Yasasının 308. maddesindeki mutlak hukuka aykırılığı bulunmamaktadır. Bu
 nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmamaktayız." görüşüyle, 
	Üyelerden Vural Savaş: (Konunun Genel Kurulumuzdaki tartışmaları
 sırasında, çoğunluk görüşünü açıklamaya çalışan bazı Daire Başkanları ve
 üyeler, usul hukukuna aykırı o kadar çok şey söylediler ki; bu kadar
 yanlıştan elbette "doğru" bir karar çıkamazdı. Şöyle ki:
	1- Çoğunluk görüşüne göre, bir dosya Yargıtay'a geldiğinde önce "usul"
 yönünden incelenir. Herhangi bir usul hükmüne aykırılık varsa bu aykırılığın
 esasa etkili olup olmadığına bakılmaz. Zira, usul hükümlerinin hepsi de "kamu
 düzenini" ilgilendirir ve CMUK.un herhangi bir maddesinin ihlali "mutlak
 bozma" nedenidir.
	Bu konudaki bilimsel görüşlere kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.
	a-Prof. Dr. NURULLAH KUNTER (N.529): SON KARARA TESİRSİZ AYKIRILIKLAR:
 Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda
 başka ve haklı bir karar verilebilmesi lazımdır. Eger başka bir karar
 verilemeyecekse, bozmanın bir manası da yoktur. Yargıtay'ın Adli tatilde
 tanık dinlendi, keşif yapıldı diye bozduğu vardır. Son karara tesir
 etmeyeceğine göre bizce adli tatil normlarına riayeti sağlamak için dahi
 olsa, davaları gereksizce uzatan bu çareye başvurulmamalıdır. ONUN İÇİN
 AYKIRILIĞIN SON KARARA TESİRİNİ ARAŞTIRMAK GEREKİR. Son karar doğru ve haklı
 olduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni
 sayılmamalıdır. Bu ölçüyü 320. madde "hükme tesiri olacak derecede" diye,
 20.5.1957 tarihli İçtihadı birleştirme kararı da "hükmün esasına ve
 neticesine tesir etmiş veya etmesi muhtemel görülmüş olmak" diye ifade
 etmiştir. AYKIRILIK, MUHAKEME NORMLARI BAKIMINDANSA, "MUTLAK TEMYİZ
 SEBEBLERİ" DIŞINDA, SON KARARA TESİRİ HER OLAYDA ARAŞTIRILMALIDIR.
	b- Prof. Dr. BAHRİ ÖZTÜRK (Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası,
 1994, s.611): CMUK.nun 308. maddede de sayılanlar dışında kalan muhakeme
 hukukuna aykırılıklar mutlak olmayan temyiz sebebleri olarak ifade
 edilmelidir. Mutlak temyiz edenleri bulunduğunda hüküm mutlaka bozulacaktır.
 Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin bulunması durumunda ise, hükmün
 bozulabilmesi için SÖZ KONUSU TEMYİZ SEBEBİNİN HÜKMÜ ETKİLEMİŞ OLUP
 OLMADIĞINA BAKILACAKTIR.
	c- Prof. Dr. FERİDUN YENİSEY (Duruşma ve Kanun yolları, 2. bası, 1990,
  s.184): Temyiz sebebi ile bozma sebebi farklı kavramlardır. HÜKME TESİRİ
 OLMAYAN AYKIRILIKLAR, CEZANIN ARTIRILAMAYACAĞI HALLERDE SADECE CEZAYI
 ARTIRMAYA YOL AÇAN AYKIRILIKLAR (m. 326/4), SADECE SANIK LEHİNE KONULMUŞ OLAN
 NORMLARA SANIK ALEYHİNE BOZMA SONUCU DOĞURABİLECEK AYKIRILIKLAR BOZMA SEBEBİ
 TEŞKİL ETMEZLER.
	d- Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN (Suç Muhakemesi El Kitabı): Maddi hukuka
 aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna aykırılıklar kural
 olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılıklar
 verilmiş kararı etkilememişler ise, hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni
 sayılmazlar, bu kuralın istisnası 308. maddedeki mutlak bozma nedenleridir.
	e- LÖWE OTTO SCHWARZ (Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi):
 Temyiz müracaatları muteber ve makbul olmak için, hükmün kanun ihlal edilerek
 verilmiş olduğu, başka bir deyişle eğer kanun ihlal edilmeseydi hükmün bu
 suretle verilmesine imkan olamayacağı sebebine istinat etmelidir.
	f- Prof. Dr. ERDENER YURTCAN (Ceza Yargılaması Hukuku, 4.Bası, 1991,
 S.443) NİSBİ TEMYİZ NEDENLERİ: Mahkemenin son kararında var olan hukuka
 aykırılık (hukukun zedelenmesi) mahkemenin son kararını etkilemiş, karardaki
 hukuki ihlal, kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından
 doğmuşsa, bunun bir temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması
 gerekir. Aksine son kararda bir HUKUKU ZEDELEME OLMASINA KARŞILIK, BU
 AYKIRILIK SON KARARI ETKİLEMEMİŞ, MAHKEMENİN SON KARARI BU İHLAL OLMADIĞI
 TAKDİRDE DE, DEĞİŞMEYECEK DURUMDA BULUNMUŞ OLURSA, BİR TEMYİZ NEDENİNDEN SÖZ
 EDİLEMEZ. DEMEK Kİ; NİSBİ TEMYİZ NEDENLERİNDEN SÖZ EDİLDİĞİNDE, BİR YARGILAMA
 HUKUKU İHLALİNİN SON KARARA NİSBETİ, YANİ ETKİSİ ARAŞTIRILMALIDIR. Bu etki
 saptandığında karar bozulmakta, etki saptanmadığında, bu aykırılık yok
 sayılmakta ve bozma nedeni yapılmamaktadır.
	g- BAHA KANTAR (Ceza Muhakemesi Usulü, 4.Bası, S.365): Hükmün usulden
 bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kafi değildir. Hükmün kanunun
 ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu
 içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı,
 hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabir ile, HÜKMÜN BOZULMASI
 İÇİN, HÜKÜM İLE KANUNUN İHLALİ ARASINDA BİR RABITANIN MEVCUT OLMASI İCAP
 EDER.
	h- Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün
 değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık, Yargıtay'ca bozma
 nedeni sayılmamaktadır. Daha açıkcası kendisine aykırı davranılan kural ister
 mahkemece kendiliğinden gözönünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz
 üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek
 nitelikte olmadıkça bozma sebebi değildir (RECAİ SEÇKİN, Yargıtay Tarihçesi
 ve İşleyişi, S.82). 
	2- Esasen bu konu, 15.02.1950 gün ve 21/1 sayılı İçtihadı Birleştirme
 Kararıyla halledilmiştir: "YARGITAY CEZA DAİRELERİ, KANUNUN HERHANGİ BİR
 HÜKMÜNE RİAYET EDİLMEMESİ HALİNİ, BOZMA SEBEBİ SAYIP SAYMAMAKTA TAKDİR
 HAKKINA MALİK bulunmakta ise de, kanuna mutlak muhalefet sayılan hallerde
 behemahal hükmün bozulması zarureti vardır. Bu haller CMUK.nun 308.
 maddesinde sekiz bent halinde gösterilmiştir.
	3- CMUK. hükümlerinin pek azı kamu düzenini ilgilendirir.
	Esasen, "susma hakkı"nın kullanılıp kullanılmaması sanığın takdirine
 bırakılmıştır. Bu dahi, bu hakkın "kamu düzenine" ilişkin olmadığının kesin
 kanıtıdır.
	4- Çoğunluk yaptığı yorumlarla savunma hakkının kısıtlanmasını ancak
 "HÜKÜM İÇİN MÜHİM OLAN NOKTALARDA" olmuşsa bozma nedeni yapılabileceğine
 değinen CMUK.nun 308/8. maddesini, "sanığın lehine olan hukuki kaidelere
 muhalefetin, sanığın aleyhine hükmün bozulması için C.Savcılığına bir hak
 vermeyeceğine" ilişkin 309. maddesini, Yargıtay'ın "hükme tesiri olacak
 derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi
 bu hususu tetkik edeceğine" ilişkin 320. maddesini yok farzetmektedir.
	Anılan maddelerin dikkatlice incelenmesinden anlaşılacaktır ki, bazı
 hallerde usul bozması yapabilmek için dosyayı esas yönünden de incelemek,
 Yargıtay'a görev olarak verilmiştir.
	5- Sanık lehine konulmuş bir hukuk kuralı, sanık aleyhine sonuç
 doğuracak biçimde yorumlanmıştır.
	Zira, çoğunluk görüşüne katılmayan üyeler CMUK.nun 135. maddesinde
 belirtilen hakların son soruşturma aşamasında  hatırlatılmamasını, a- suçunu
 tamamen inkar etmesi veya beraatine karar verilmesini veya "susma hakkını"
 kullandığı taktirde daha ağır bir ceza ile cezalandırılmasının muhakkak
 olduğu, b- aşamalarda defalarca hatırlatıldığının tutanaklardan anlaşılması
 ve avukat tutarak haklarını bildiğini eylemli olarak göstermekle birlikte,
 tüm ifadelerinin aynı mahiyette olması ve susma hakkını kullansa bile, mesela
 Sulh Cezadaki sorgusu usulüne uygun yapılmışsa, CMUK.nun 247. maddesi
 gereğince "delil" olarak kullanılabileceğini ve bu nedenle de sonuca etkili
 olamayacağının anlaşılması gibi istinai hallerde bozma nedeni yapılmasını
 istememektedir.
	Bu hallerin hiçbirinde, susma hakkının hatırlatılmaması sanık aleyhine
 sonuç doğurmaz ama pek çok olayda usulden yapılan gereksiz bozmalar
 sanıkların beraatini ve tahliyesini geciktirmekten başka sonuç
 doğurmamaktadır. Sanığa tanınmış bir hakkı, sanık aleyhine sonuç
 doğurabilecek şekilde yorumlamamak gerekir.
	Nitekim, Yargıtay'da yapılan duruşmalarda avukatlar "Benim müvekkilim
 suçsuz. Hakları hatırlatılmadı diye hükmü bozup, beraatini geciktirmeyin. Bu
 kadar şekilci olmayın." diyerek Yargıtay üyelerine adeta yalvarmakta, hatta
 dilekçe vermektedirler.
	6- "Gecikmiş adelet, adalet değildir". Bu güzel vecize, Avrupa İnsan
 Hakları Sözleşmesinin 5/3 ve 6/1. maddeleriyle hayata geçirilmeye
 çalışılmaktadır.
	Sözleşmenin söz konusu hükümleri kişi özgürlüğünün taşıdığı hayati
 önemden hareketle, bir suç ithamı altında yakalanan kişinin yargılanmak veya
 suçsuzsa salıverilmek üzere derhal yargı önüne çıkarılmasını, YARGILANMASI
 HALİNDE MAKUL BİR SÜRE İÇİNDE SONUÇLANDIRILMASINI EMRETMEKTEDİR.
	Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhindeki ilk kararının bu
 konuya ilişkin olması, kaderin bir cilvesidir (Doç. Dr. ŞEREF ÜNAL, Avrupa
 İnsan Hakları Mahkemesinin Yağcı ve Sargın- Türkiye Davasına İlişkin
 08.06.1995 tarihli kararı, Yargıtay Dergisi, 1995-Ekim).
	Yargıtayımız, gereksiz bozmalarıyla sanıkların çoğunun "makul sürede
 yargılanmasını" imkansız kılmakta, Hükümetimizin maddi tazminat ödemesine
 zemin hazırlamaktadır. 
	7- "Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi,
 mahkemeye ait vezaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve İŞBU KUSUR VE
 HATANIN LAHİK OLAN HÜKMÜ TAĞYİR EDECEK DERECEDE BULUNMASINA MÜTEVAKKIFTIR"
 yolundaki HUMK.nun 428/son maddesi hükmünün, aksine hüküm bulunmadığından
 ceza yargılamasında da uygulanması gerekmektedir.
	Maddeyi yorumlarken BAKİ KURU şöyle demektedir: "Mutlak temyiz
 sebepleri dışındaki hallerde, bir usul hukuku kaidesinin yanlış
 uygulanmasının bozma sebebi teşkil edebilmesi için, hukukun bu yanlış
 tatbikinin, verilen kararı değiştirebilecek mahiyette olması lazımdır. Yani,
 o usul hukuku kaidesi yanlış uygulanmasaydı karar başka türlü olacak ise, bu
 hal temyiz sebebi olarak kabul edilebilir".
	"Usul hukukuna" ilişkin tüm yapıtlarda, "hukuk yargılaması hukukunun,
 ceza yargılaması hukukuna göre daha şekli mahiyet arzettiğinden" bahsedilir.
 Gerçek bu olmakla birlikte, yaptığımız hatalı yorumlarla ceza yargılamasını,
 hukuk yargılamasından daha "şekli" hale getirmeyi başarmış bulunuyoruz.
	8- Konunun Ceza Genel Kurulundaki her müzakeresinde "Tüm ülkelerde
 yargılamaya iddianamenin okunmasıyla başlanır, arkasından sanık sorguya
 çekilir. Sanığa bizim tanıdığımız haklar, pekçok demokratik ülkede
 tanınmıştır. Bu hakların hatırlatılmamasını bizim gibi mutlak bozma nedeni
 yapan tek ülke gösterin" dedik, tatminkar bir cevap alamadık.
	Usul yasası bizimkine ençok benzeyen bir ülkeden, Almanya'dan söz
 etmek dahi, bu konuda çağdaş ülkelere ne kadar ters düştüğümüzü gösterecektir
 sanıyorum.
	ALMAN CMUK. madde 136 (Bizim CMUK. 135)- İlk defa sorguya çekilen
 şüpheliye, sorgusunun başlangıcında kendisine isnat edilen suç ve sözkonusu
 ceza hükümleri açıklanmalıdır. Şüpheliye isnat hakkında açıklamada
 bulunmasının veya olay hakkında hiç bir şey söylememesinin ve her zaman,
 hatta sorguya çekilmesinden önce dahi kendisi tarafından seçilecek bir
 müdafiye danışmasının, kanuni hakkı olduğu söylenerek uyarılmalıdır. Ayrıca
 şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını talep edebileceği
 öğretilmelidir. Şartların elverdiği hallerde, sanık yazılı olarak açıklamada
 bulunabileceği konusunda da uyarılmalıdır.
	Alman CMUK. madde 342/4- (Bizim CMUK. 236) iddianamenin okunmasından
 sonra sanığa, iddia ve esas hakkında açıklamada bulunup bulunmamak veya esas
 hakkında hiçbir şey söylememek konusunda serbest olduğu açıklanır. Ceza
 davalısı sanık, beyanda bulunmaya hazır ise, 136. madde uyarınca esas
 hakkında dinlenmelidir.
	ALMAN YÜKSEK MAHKEMESİ VE DOKTRİNİ YUKARIDA YAZILI MADDELERİN ŞU
 ŞEKİLDE UYGULANMASI GEREKTİĞİNİ VURGULAMAKTADIRLAR.
	a- Alman Federal Mahkemesi (BGH) eski kararlarında, sanığa susma hakkı
 konusunda başka yerde bilgi verilmiş olmasını, ya da yargıcın bu hakkı
 konusunda sanığa hatırlatmada bulunmamasına rağmen, yargıcın başka
 sorularından bu hususun gerçekleşebileceği durumlarda, bu delili
 değerlendireceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde sanığın ikinci sorgusunda
 kendisine hatırlatmada bulunulmuş ve sanık bu sorgusunda önceki ve
 hatırlatmasız sorgusunda beyanını tekrar etmişse, birinci sorgusundaki
 beyanında değerlendirme yasağından etkilenmiyeceği sonucuna ulaşılmaktadır
 -KERN/ ROXIN- Alman Federal Mahkemesi yeni bir kararında, 135. maddenin
 ihlali sonucu elde edilen beyanın değerlendirilmesinde, bu konudaki yasaya
 aykırılık bulunmadığı sonucuna varmıştır. EYALET YÜKSEK MAHKEMELERİ VE
 ÖĞRETİDE DE BUGÜN İÇİN BASIN GÖRÜŞ, 135.MADDEDEKİ KURALIN BİR DÜZENLEYİCİ
 KURAL OLDUĞU NOKTASINDADIR. (Prof. Dr. Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması
 Hukuku, 1994, 5.Bası, S. 255)
	b- Alman Fedaral Mahkemesince ortaya konulan ve geliştirilen "HAKLAR
 ALANI TEORİSİ- Rechtstreistkheorie"ye göre, 135/adaki gibi yasada gösterilen
 yasaklama halleri dışında, hukuka aykırı delillerin yargılamada
 kullanılabilip kullanılamayacağını ve bu tür delilleri dikkate alan hüküm
 yönünden bunun bir temyiz sebebi olarak kabul edilip edilemeyeceğini saptamak
 için, hukuka aykırılığın sanığın haklarını ne ölçüde ihlal ettiğine
 bakılmalıdır. Sanığın hakları esaslı bir şekilde ihlal edilmiş ise böyle bir
 delilin değerlendirme dışında tutulması ve şayet değerlendirilmişse, bunun
 bir temyiz nedeni sayılması gerekir. Buna karşılık, hukuka aykırılığın
 sanığın hakları açısından hiçbir önemi yoksa veya o kadar önemli değilse,
 hukuka aykırı olmasına rağmen delil değerlendirme dışı bırakılamaz. Alman
 Federal Mahkemesi, bu görüşünün sonucu olarak, bizim 135. maddenin karşılığı
 olan 136. parağrafın düzenleyici bir norm niteliğini taşıdığını ve 1964
 yılında yapılan genişletici düzenlemeye rağmen bu niteliğinin devam ettiğini,
 bu norma aykırılığın sanığın haklarını önemli derecede ihlal etmeyeceğini
 ileri sürerek, "sanığın hakları açıklanmadan alınan ifadesi"nin
 "değerlendirme yasağı"nın kapsamına girmeyeceği ve bozma sebebi
 sayılamayacağı sonucuna ulaşmıştır. (Prof. Dr. KAYIHAN İÇEL, 28.04.1995
 tarihinde Yargıtayımızda yapılan sempozyuma sunduğu teğliğden).
	Açıkladığım tüm bu hususları değerlendirerek, direnme kararını haklı
 bulduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum) diyerek,
	Diğer üyeler de direnme kararının haklı nedenlere dayandığını ileri
 sürerek karşı oy kullanmışlardır.
	SONUÇ	: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz
 itirazları bu itibarla yerinde görüldüğünden, tebliğnamedeki onama
 düşüncesinin reddiyle, direnme kararının BOZULMASINA, 24.10.1995 tarihinde
 yasal oyçokluğuyla karar verildi.

Birinci Başkanvekili  1.C.D.Bşk.   7.C.D.Bşk.   5.C.D.Bşk.
Mehmet UYGUN          T.GÜVEN      S.GENÇAY     N.BENLİ
                      D.D.Daireye

9.C.D.Bşk.            6.C.D.Bşk.   4.C.D.Bşk.V. C.GENÇKAYA
D.TAVİL               N.MUTİŞ      M.M.DİNÇ
                                   D.D.Daireye

R.SÖNMEZ              M.Z.TURAN    M.N.ÜNVER    E.ÖCAL	

C.YILMAZ              O.K.KESKİN   V.SAVAŞ      K.GÜVEN
                                   D.D.Daireye

S.ÇELİK               İ.KILINÇ     G.KINIK      A.İ.HEKİMOĞLU	
                      D.D.Daireye

M.S.ASLAN             N.APAYDIN    T.METEOĞLU   Y.KALAY
                                                D.D.Daireye

B.KIZILTAN            O.ŞİRİN      S.Ö.ÇETİNKOL	H.CEVHEROĞLU
D.D.Daireye           D.D.Daireye  D.D.Daireye	D.D.Daireye

Y.TURAN               Ö.GÖĞÜŞ      Z.ASLAN
D.D.Daireye           D.D.Daireye
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini