 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
S A Y I
Esas Karar Tebliğname
1995/6-238 1995/305 6/6225
Y A R G I T A Y K A R A R I
Bozma kararı veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi : Ankara 5. Ağır Ceza
Günü : 08.12.1994
Sayısı : 216/200
Davacı : K.H.
Davaya katılan : Maliye ve Gümrük Bakanlığı
Vekili Av. Fatma Özbay
Sanık : Yunus Canpolat
Vekili Av. Hüsamettin Demir
Sahte evrakı bilerek kullanmak ve dolandırıcılık suçlarından sanık
Yunus Canpolat'ın beraatine ilişkin Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince verilen
16.12.1993 gün 217/204 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyizi
üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesi 20.09.1994 gün 7782/7976
sayı ile;
"Yüklenen suçtan dolayı CMUK.'nun 236. maddesinin yollamada bulunduğu,
aynı yasanın 3842 Sayılı Yasa ile değişik 135. maddesi uyarınca sorguya
çekilmesi gereken sanığa, bu madde ile tanınan savunmaya ilişkin bulunan
hakları hatırlatılmadan ve hatırlatılmış ise bu husus tutanağa geçirilmeden
karar verilmesi" isabetsizliğinden bozmuş,
Yerel Mahkemece 08.12.1994 gün 216/200 sayı ile;
"CMUY.nın 308. maddesinde kanuna mutlaka muhalefet halleri
gösterilmiştir. 309. maddede ise, sanığın çıkarına konulan hukuk kurallarının
ihlalinin, sanık aleyhine kararın bozdurulması için savcıya hak vermeyeceği
belirtilmiştir. Son karar sanık lehine olduğundan, bu ihlal durumu ileri
sürülemez. CMUK.un 135. maddesinde sanığın lehine konulan kuralın ihlal
edilmesi, sanık lehine doğmuş bulunan hukuki durumu ortadan kaldırmaz."
gerekçesiyle direnilmiştir.
Bu hükmün de Yargıtayca incelenmesi katılan vekili tarafından
süresinde istenildiğinden dosya; Yargıtay C.Başsavcılığının "Onama" istemli
29.05.1995 günlü tebliğnamesiyle 6. Ceza Dairesine ve Özel Dairenin
27.06.1995 gün 7544/7626 sayılı görevsizlik kararı ile Birinci Başkanlığa
gönderilmekle Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın, sahte evrakı bilerek kullanmak ve dolandırıcılık suçlarından
beraatine karar verilen olayda, Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki
uyuşmazlık, beraat kararı verilmesi halinde de CMUY.nın 135. maddesindeki
haklarının sanığa hatırlatılmasına gerek olup olmadığına ilişkindir.
3842 Sayılı Yasanın 31. maddesi gereğince Devlet Güvenlik Mahkemeleri
görev alanı dışında kalan suçlarda uygulanması gereken Ceza Muhakemeleri
Usulü Yasasının "İfade ve Sorgunun Tarzı" başlıklı 135. maddesinde;
"Zabıta amir ve memurları ile Cumhuriyet Savcısı tarafından ifade
almada ve hakim tarafından sorguya çekilmede aşağıdaki hususlara uyulur:
1- İfade verenin veya sorguya çekilenin kimliği tespit edilir. İfade
veren veya sorguya çekilen kimliğe ilişkin soruları doğru olarak
cevaplandırmak zorundadır.
2- Kendisine isnad edilen suç anlatılır.
3- Müdafi tayin hakkının bulunduğu, müdafi tayin edebilecek durumda
değilse Baro tarafından tayin edilecek bir müdafi talep edebileceği ve onun
hukuki yardımından yararlanabileceği, isterse müdafiin soruşturmayı
geciktirmemek kaydı ile ve vekaletname aranmaksızın ifade veya sorguda hazır
bulunacağı bildirilir. Yakınlarından istediğine yakalandığını duyurabileceği
söylenir.
4- İsnat edilen suç hakkında açıklamada bulunmamasının kanuni hakkı
olduğu söylenir.
5- Şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını talep
edebileceği hatırlatılır ve kendisi alayhine var olan şüphe sebeplerini
ortadan kaldırmak ve lehine olan hususları ileri sürmek imkanı verilir.
6- İfade verenin veya sorguya çekilenin şahsi halleri hakkında bilgi
alınır.
7- İfade veya sorgu bir tutanakla tespit edilir. Bu tutanakta:
a) İfade verme veya sorguya çekme işleminin yapıldığı yer ve tarih,
b) İfade verme sorguya çekme sırasında hazır bulunan kişilerin isim
ve sıfatları ile ifade veren veya sorguya çekilen kişinin açık kimliği,
c) İfade vermenin veya sorgunun yapılmasında yukarıdaki işlemlerin
yerine getirilip getirilmediği, bu işlemler yerine getirilmemiş ise
sebepleri,
d) Tutanak içeriğinin ifade veren veya sorguya çekilen ile hazır
olan müdafi tarafından okunduğu ve imzalarının alındığı,
e) İmzadan imtina halinde bunun nedenleri yer alır." hükmü
bulunmaktadır.
Madde ile sanığa, kendisini daha iyi savunma olanağı sağlanmış, bazı
delillerin toplanmasını isteme hakkı verilmiş veya hiçbir şey söylememe
imkanı tanınmıştır.
Aynı yasanın 236. maddesinde ise, "Duruşmaya tanıkların ve
bilirkişinin yoklamasıyla başlanır. Bundan sonra sanığın açık kimliği ve
şahsi durumu tespit olunur. Daha sonra iddianame okunur ve 135. maddeye göre
sanık sorguya çekilir." hükmü yer almaktadır.
Açıklanan bu yasal hükümler karşısında duruşmaya, sanığın kimliğinin
saptanması, iddianame okunduktan sonra 135. maddeye göre sorguya çekilmesi
ile başlanacaktır.
İncelenen dosyada sahte evrakı bilerek kullanmak ve dolandırıcılık
suçlarından sanığın beraatine ilişkin hüküm, katılan vekili tarafından sanık
aleyhine temyiz edilmiştir. Katılan vekilinin temyiz davası açması üzerine
öncelikle, emredici usul kurallarının uygulanıp uygulanmadığı, usuli bir hata
olup olmadığı incelenmeli, olmadığı taktirde dosyanın esasına girilmelidir.
Usuli hükümlerin, emredici kuralların bir tarafa bırakılarak önce işin
esasının incelenmesi, sübut olmadığı takdirde hükmün onanması, sübutun
varlığında ise bu usuli eksiklik nedeniyle hükmün bozulması, ikili uygulamaya
ve yanlış anlamalara neden olacaktır. Bu şekilde yani önemli usuli eksikliğe
rağmen esasa ilişkin bir inceleme yapılarak bozma kararı verilmesi durumunda
sübutun varlığı kabul edilmiş olacağından; artık bundan sonra CMUY.nın 135.
maddesi hükmünün uygulanmasının mantiki ve hukuki bir anlamı kalmayacaktır.
Çünkü, suçun oluştuğu Yargıtayca peşinen kabul edilmiş ve üst mahkemenin
görüşü belli olmuştur. Ayrıca bu durum "oy'un açıklanması" niteliğinde olduğu
gibi, böyle bir bozma sadece yasa hükmünü şeklen yerine getirmeye yönelik
hiçbir yararı bulunmayan anlamsız bir bozma olacak ve maddenin amacı ile
bağdaşmayacaktır.
Usulüne uygun ve maddede belirtildiği şekilde yapılacak sorgu
sırasında, sanığın hangi haklarını kullanacağı ve hangi delilleri sunacağı,
savunmasında neler getireceği önceden bilinemeyeceğinden, esasa girilmeksizin
hükmün öncelikle ve sair yönleri incelenmeksizin usuli bu nedenle bozulmasına
karar verilmelidir.
Öte yandan, CMUY.nın 135. maddesinde yer alan güvencelerin sanığa
hatırlatılması halinde, sanığın ikrarda bulunması ve bu beyanı ile elde
edilecek delillerin gözardı edilemeyeceği, sunacağı delillerle suçun eski
tarihte işlenmiş ve zamanaşımına uğramış olduğunu ya da suç vasfının farklı
olduğunu ileri sürmesinin mümkün bulunduğu nazara alındığında, sözü edilen
hükmün bu nedenle de uygulanması zorunludur. Belki de sanık, 135. maddenin
getirdiği güvencelerden yoksun olduğu için ikrarda bulunacakken
bulunmamaktadır.
Sorgu; sadece (sırf) sanık lehine konulmuş bir usul kurumu değildir.
Maddi gerçeği bulmak için konulmuş, kamusal niteliği de oldukça ağır basan
bir usul kuralıdır. Öyle ki, çok ağır ceza gerektiren birçok olayda, örneğin
ıssız yerlerde işlenen adam öldürme olaylarında tek kanıt sanığın ikrarı
olabilmektedir. Bu ikrarın ise yasanın öngördüğü tüm koşulları içeren bir
sorgu ile saptanmış olması kesinlikle gerekir. Çünkü CMUY.nın 321/2. maddesi
gereğince, "hükmün bozulmasına sebep olan kanuna muhalefet keyfiyeti bu hükme
esas olarak tesbit edilen VAKIALARDA olmuş ise bu muameleler dahi aynı
zamanda bozulacaktır."
Ayrıca kamu düzeni ile ilgili ve buyurucu hüküm olan CMUY.nın 135.
maddesine uyulmadığının saptanmasına rağmen dosyanın esasının incelenmesi,
diğer usuli hataların da gözardı edilmesi ve dosyanın esasına girilmesi
sonucunu doğuracaktır. Örneğin, hükme dayanak yapılan bilirkişi raporunu
düzenleyen bilirkişiye, otopsiye katılan doktor bilirkişiye yemin
verdirilmemesi, esaslı işlemlerin yapıldığı sanık ve tanıkların dinlendiği
oturuma ilişkin duruşma tutanaklarının imzasız bulunması hallerinde de, esasa
girilmesi; sübutun varlığında bu nedenlerle hükmün bozulması, aksi halde
kararın onanması gerekecektir. Halbuki sübutun varlığı, bu delillerle
saptanacaktır. Yeminsiz dinlenen bilirkişi raporu, otopsi tutanağı veya
imzasız olması nedeniyle gerçek olup olmadığı bilinmeyen duruşma tutanakları
esas alınmak suretiyle hüküm kurulması olanaksızdır.
Yerel Mahkemece sanık hakkında kurulan beraat hükmünün, Yargıtay
C.Başsavcılığınca düzenlenen tebliğnamede "onanmasının istenmesi" hususuna
dayanılarak, CMUY.nın 135. maddesindeki haklarının sanığa hatırlatılmasına
gerek olmadığı yönündeki düşünceye de katılmak mümkün değildir. Zira birçok
Özel Daire ve Ceza Genel Kurulu kararının, tebliğnamedeki isteme aykırı
olarak verildiği bilinen bir gerçektir. Bu itibarla tebliğnamede dosyanın
esası incelenerek kararın onanması talep edilse bile, sair yönleri
incelenmeksizin hükmün öncelikle bu usuli sebepten dolayı bozulmasına karar
verilmelidir.
Direnme konusu olayda 01.12.1992 günlü Resmi Gazetede yayımlanan ve
yürürlüğe giren 3842 Sayılı Yasa ile CMUY.nın 135. maddesi değiştirilmeden
önce 04.11.1992 günlü iddianame ile sanık hakkında dava açılmış ve
yargılamanın hiçbir aşamasında sanığa CMUY.nın 135. maddesinde yer alan
hakları hatırlatılmamıştır.
Kaldı ki, poliste, savcılıkta ifadesi alınırken, Sulh Ceza
Mahkemesinde hakim tarafından sorguya çekilirken CMUY.nın 135. maddesindeki
hakları hatırlatılan sanığa, duruşmada vekili hazır olsa bile yasal
haklarının yeniden hatırlatılması gerektiği, zira madde ile sanığa tanınan
hakların sadece müdafi tayininden ibaret olmadığı, 135. maddenin diğer
bentlerindeki hususların da aynı derecede önemi haiz ve savunma hakkına
ilişkin olduğu Ceza Genel Kurulunun 01.05.1995 gün 71/147, 01.05.1995 gün
72/148 sayılı kararları ile kabul edilmiştir.
Bu itibarla, usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire bozma kararına
uyulması gerekirken, önceki kararda direnilmesi isabetsiz olup, Yerel Mahkeme
direnme hükmü bozulmalıdır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 1. Ceza Dairesi Başkanı
T.Güven, "Ceza Yargılamasının temel amacı, daha önce işlenmiş olan eylemle
ilgili maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Bu amacı gerçekleştirmek için
yapılan araştırma ve soruşturma kuşkusuz mutlak ve sınırsız değildir. Bu
etkinlikler sırasında kişisel veya toplumsal değerlerin korunması zorunludur.
Bu nedenlerle yasa koyucu, ceza yargılaması yasasının çeşitli maddelerinde,
kanıtın kendisi ve elde edilmesiyle ilgili birçok sınırlamalar ve yasaklar
getirmiştir.
Ceza Yargılama yasasında 3842 Sayılı Yasayla yapılan değişiklik de bu
bağlamda olmuş, kanıt elde etme (md. 135/a) ve hukuka aykırı olarak elde
edilen kanıtlarla ilgili değerlendirme (md. 254/2) yasakları getirilmiştir.
"Ceza Yargılama Yasasının aynı Yasayla değişik 135. maddesinde
öngörülen savunma hakkı ve aydınlatma yükümlülüğüne uyulmayarak ve özellikle
susma, savunma ve bir savunmadan yararlanma hakları bildirilmeden yapılan
sorgu ve bu sorguyla elde edilen anlatım kanıtı da, kuşkusuz hukuka aykırı
bir kanıttır ve değerlendirme yasağı kapsamındıdır."
Ne varki, Ceza Yargılamasının bir başka temel dayanağı da, kamu yararı
ve birey yararı arasındaki duyarlı dengeyi kollayan ölçülülük ilkesidir. Bu
ilke gözetilmez ve kamu yararı birey zararına işletilirse, haklar ve değerler
örselenir; birey yararı toplum zararına kayrılırsa yargılama kilitlenebilir
ve dolayısıyle her iki durumda da, hukuk barışı tehlikeye düşer.
Bu nedenlerle yasa koyucu, hukuka aykırı kanıtlar için değerlendirme
yasağını getirirken, bu tür "kanıtların hükme dayanak" yapılamayacağını,
yapıldıkları takdirde hükmün sakatlanacağını (md.254/2) belirtmekle birlikte,
ayrıca bir hükmün bozulması için, hukuka aykırı işlemle hüküm arasında
nedensellik bağı arayarak, yasaya aykırılığın konulan hükmü etkilemesi
gerektiğini de vurgulamıştır. (md.320/1)
Bu koşullar bulunduğu takdirde hiç kuşkusuz hüküm bozulacaktır.
"Tartışma konusu dosya incelendiğinde; sanığın hazırlık
soruşturmasında Cumhuriyet Savcısı ve Sulh Hakimi önünde CMUK. 135'e göre
hakları hatırlatılmış ve müdafii hazır bulunmuştur. Duruşmada da sanık
müdafii ile gelmiş suçsuzluğunu savunarak delillerinin toplanmasını istemiş
ve savunması samimi bulunarak beraat etmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığının
tebliğnamesi de beraat hükmünün onanması isteğini kapsamaktadır.
CMUK.nun "309. maddesine göre" sanık lehine olan hukuki kaidelere
muhalefet nedeniyle sanığın aleyhine hükmün bozulmasını gerektirmediğinden
açıklanan davada duruşmada da sanığa susma hakkının hatırlatılmaması
şeklindeki usule muhalif nedeniyle beraat etmiş sanık aleyhine hükmün
bozulmasını gerektirmemektedir.
"CYY.nın 135. maddesine göre, hazır olan sanık müdafiinin yalnızca
sorgulamada gözlemci olarak bulunmayacağı, onun hukuki yardımından sanığın
yararlanabileceği maddenin 3. fıkrasında belirtilmiştir. O yüzden duruşmada
hazır bulunan sanığın müdafii, sanığın susma hakkını kullanmasını her an
sağlayabilecek durumdadır." "Kaldı ki, CYY.nın 308/8. maddesi savunma
hakkının sınırlanmış olması" hüküm için önemli noktalarda "olmuşsa bozma
nedeni yapılabileceğini; 321. madde ise, bozulmasına yol açan yasaya
aykırılık, esas olarak saptanan olaylarda olmuş ise bozulabileceğini
öngörmüştür."
"Sanığın hazırlık soruşturmasında yargıç önünde C.Y. Yasasının 135.
maddesindeki hakları anımsatılarak yapılan sorgusu vardır ve sanığın
duruşmada susma hakkını kullanması sonuca etkili bulunmamaktadır. Bu nedenle
de, mahkemenin verdiği kararda, sanığın duruşmadaki savunmasını kanıt olarak
kabul etmesi zorunluluğu bulunmadığı gibi, hukuken geçerli öbür kanıtlarla
yetinmesi de olanaklıdır."
"Sanığa CY.Yasasının 135. maddesinde yazılı haklarını benzer biçimde
benimsemiş tüm demokratik ülkelerin uygulaması da yukarıda açıklanan görüşler
doğrultusundadır. Kaynak Alman CY. Yasasının 243 ve 136. maddeleri, bizim CY.
Yasasının 236-135. maddeleriyle aynı doğrultudadır. Alman Federal Mahkemesi
(BGH) eski kararlarında sanığa susma hakkı konusunda başka yerde bilgi
verilmemiş olmasına ya da yargıcın bu hakkı anımsatmamasına karşın, yargıcın
başka başka sorularından bu hususu gerçekleştirebileceği durumlarda, o
kanıtın değerlendirileceğini kabul etmiştir. Aynı biçimde sanığın ikinci
sorgusunda kendisine anımsatmada bulunulmuş ve sanık bu sorgusunda önceki ve
anımsatma yapmadan geçen sorgusundaki savunmasını yenilemiş ise 1.
sorgusundaki savunmasının da değerlendirme yasağından etkilenmeyeceği
sonucuna ulaşılmaktadır. Kern Roxin Alman Federal Mahkemesinin yeni bir
kararında 135. maddenin sonucu elde edilen sorgunun değerlendirilmesinde
yasaya aykırılık bulunmadığı sonucuna vardığını belirtmektedirler. Eyalet
Yüksek Mahkemeleri ve öğretide de bugün için baskın görüş, 135. maddedeki
kuralın bir düzenleyici nitelikte olduğu noktasındadır."
"QUARLES davasında, Amerikan Mahkemeleri" yiyecek satan dükkanı
soymaya çalışan kişiyi elindeki boş tabanca ile yakalayan ve bir yandan onu
etkisiz hale getirirken öbür yandan silahın nerede olduğunu soran, ancak
bundan önce Miranda uyarısı yapmayan polisin bu eksikliğinin, üstün tutulan
ve diğerlerinden önde gelen kamu ve toplum güvenliği düşüncesiyle göz
yumulabileceği ve dolayısıyla yasal bir eksiklik sayılmaması gerektiği
yönünde karar vermiştir.
15.02.1950 gün 21/1 sayılı içtihatları birleştirme kararında, CY.
Yasasının 308. maddesinde belirtilen mutlak bozma nedenleri dışındaki usule
ilişkin yasaya aykırılıkların, bozma nedeni yapılıp yapılmamasının yargıcın
takdirine bağlı olduğu belirtilmiştir. Başka bir deyimle hükme etkili
olmayacak usuli yanılgıların bozma nedeni yapılmaması gerekmektedir."
"Sonuç olarak; yukarıda açıklandığı üzere kollukta, Cumhuriyet
Savcılığında ve Sulh Cezadaki sorgulamalarında CY. Yasasının 135. maddesi
gereğince 3 kez hakları anımsatılan, bu nedenle haklarını bildiğinden kuşku
bulunmayan ve son soruşturmada müdafii yanında sorgulanan sanık için söz
konusu hukuka aykırı işlemin kurulan hüküm açısından nedensellik bağı ve CY.
Yasasının 308. maddesindeki mutlak hukuka aykırılığı bulunmamaktadır. Bu
nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmamaktayız." görüşüyle,
Üyelerden Vural Savaş: (Konunun Genel Kurulumuzdaki tartışmaları
sırasında, çoğunluk görüşünü açıklamaya çalışan bazı Daire Başkanları ve
üyeler, usul hukukuna aykırı o kadar çok şey söylediler ki; bu kadar
yanlıştan elbette "doğru" bir karar çıkamazdı. Şöyle ki:
1- Çoğunluk görüşüne göre, bir dosya Yargıtay'a geldiğinde önce "usul"
yönünden incelenir. Herhangi bir usul hükmüne aykırılık varsa bu aykırılığın
esasa etkili olup olmadığına bakılmaz. Zira, usul hükümlerinin hepsi de "kamu
düzenini" ilgilendirir ve CMUK.nun herhangi bir maddesinin ihlali "mutlak
bozma" nedenidir.
Bu konudaki bilimsel görüşlere kısaca değinmekte yarar bulunmaktadır.
a-Prof. Dr. NURULLAH KUNTER (N.529): SON KARARA TESİRSİZ AYKIRILIKLAR:
Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda
başka ve haklı bir karar verilebilmesi lazımdır. Eger başka bir karar
verilemiyecekse, bozmanın bir manası da yoktur. Yargıtay'ın adli tatilde
tanık dinlendi, keşif yapıldı diye bozduğu vardır. Son karara tesir
etmeyeceğine göre bizce adli tatil normlarına riayeti sağlamak için dahi
olsa, davaları gereksizce uzatan bu çareye başvurulmamalıdır. ONUN İÇİN
AYKIRILIĞIN SON KARARA TESİRİNİ ARAŞTIRMAK GEREKİR. Son karar doğru ve haklı
olduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni
sayılmamalıdır. Bu ölçüyü 320. madde "hükme tesiri olacak derecede" diye,
20.5.1957 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı da "hükmün esasına ve
neticesine tesir etmiş veya etmesi muhtemel görülmüş olmak" diye ifade
etmiştir. AYKIRILIK, MUHAKEME NORMLARI BAKIMINDANSA, "MUTLAK TEMYİZ
SEBEBLERİ" DIŞINDA, SON KARARA TESİRİ HER OLAYDA ARAŞTIRILMALIDIR.
b- Prof. Dr. BAHRİ ÖZTÜRK (Uygulamalı Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası,
1994, s.611): CMUK.nun 308. maddede de sayılanlar dışında kalan muhakeme
hukukuna aykırılıklar mutlak olmayan temyiz sebebleri olarak ifade
edilmelidir. Mutlak temyiz nedenleri bulunduğunda hüküm mutlaka bozulacaktır.
Mutlak olmayan temyiz nedenlerinin bulunması durumunda ise, hükmün
bozulabilmesi için SÖZ KONUSU TEMYİZ SEBEBİNİN HÜKMÜ ETKİLEMİŞ OLUP
OLMADIĞINA BAKILACAKTIR.
c- Prof. Dr. FERİDUN YENİSEY (Duruşma ve Kanun yolları, 2. bası, 1990,
s.184): Temyiz sebebi ile bozma sebebi farklı kavramlardır. HÜKME TESİRİ
OLMAYAN AYKIRILIKLAR, CEZANIN ARTIRILAMAYACAĞI HALLERDE SADECE CEZAYI
ARTIRMAYA YOL AÇAN AYKIRILIKLAR (m. 326/4), SADECE SANIK LEHİNE KONULMUŞ OLAN
NORMLARA SANIK ALEYHİNE BOZMA SONUCU DOĞURUBALİCEK AYKIRILIKLAR BOZMA SEBEBİ
TEŞKİL ETMEZLER.
d- Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN (Suç Muhakemesi El Kitabı): Maddi hukuka
aykırılıklar daima bozma nedeni olurken, muhakeme hukukuna aykırılıklar kural
olarak her zaman bozma nedeni sayılmazlar. Muhakeme hukukuna aykırılıklar
verilmiş kararı etkilememişler ise, hukuka aykırı olsalar bile bozma nedeni
sayılmazlar, bu kuralın istisnası 308. maddedeki mutlak bozma nedenleridir.
e- LÖWE OTTO SCHWARZ (Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu Şerhi):
Temyiz müracaatları muteber ve makbul olmak için, hükmün kanun ihlal edilerek
verilmiş olduğu, başka bir deyişle eğer kanun ihlal edilmeseydi hükmün bu
suretle verilmesine imkan olamayacağı sebebine istinat etmelidir.
f- Porf. Dr. ERDENER YURTCAN (Ceza Yargılaması Hukuku, 4.Bası, 1991,
S.443) NİSBİ TEMYİZ NEDENLERİ: Mahkemenin son kararında var olan hukuka
aykırılık (hukukun zedelenmesi) mahkemenin son kararını etkilemiş, karardaki
hukuki ihlal, kararın temellerini oluşturan hukuk normlarının aykırılığından
doğmuşsa, bunun bir temyiz nedeni olarak kabul edilmesi ve kararın bozulması
gerekir. Aksine son kararda bir HUKUKU ZEDELEME OLMASINA KARŞILIK, BU
AYKIRILIK SON KARARI ETKİLEMEMİŞ, MAHKEMENİN SON KARARI BU İHLAL OLMADIĞI
TAKDİRDE DE, DEĞİŞMEYECEK DURUMDA BULUNMUŞ OLURSA, BİR TEMYİZ NEDENİNDEN SÖZ
EDİLEMEZ. DEMEK Kİ; NİSBİ TEMYİZ NEDENLERİNDEN SÖZ EDİLDİĞİNDE, BİR YARGILAMA
HUKUKU İHLALİNİN SON KARARA NİSBETİ, YANİ ETKİSİ ARAŞTIRILMALIDIR. Bu etki
saptandığında karar bozulmakta, etki saptanmadığında, bu aykırılık yok
sayılmakta ve bozma nedeni yapılmamaktadır.
g- BAHA KANTAR (Ceza Muhakemesi Usulü, 4. Bası, S.365): Hükmün usulden
bozulması için kanunun ihlal edilmiş olması kafi değildir. Hükmün kanunun
ihlaline de istinat etmiş olması lazımdır. Yani kanun ihlal edilmiş olduğu
içindir ki, hüküm bu suretle verilmiştir. Eğer kanun ihlal edilmemiş olsaydı,
hüküm verildiği gibi verilmeyecek idi. Diğer bir tabir ile, HÜKMÜN BOZULMASI
İÇİN, HÜKÜM İLE KANUNUN İHLALİ ARASINDA BİR RABITANIN MEVCUT OLMASI İCAP
EDER.
h- Hükmün sonucunun başka türlü olabileceği, yani hükmün
değişebileceği kabul edilmeyen durumlarda usule aykırılık, Yargıtay'ca bozma
nedeni sayılmamaktadır. Daha açıkcası kendisine aykırı davranılan kural ister
mahkemece kendiliğinden gözönünde tutulması gereken, ister iddia yahut itiraz
üzerine uygulanması gereken bir kural olsun, hükmün sonucunu değiştirecek
nitelikte olmadıkça bozma sebebi değildir (RECAİ SEÇKİN, Yargıtay Tarihçesi
ve İşleyişi, S.82).
2- Esasen bu konu, 15.02.1950 gün ve 21/1 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararıyla halledilmiştir: "YARGITAY CEZA DAİRELERİ, KANUNUN HERHANGİ BİR
HÜKMÜNE RİAYET EDİLMEMESİ HALİNİ, BOZMA SEBEBİ SAYIP SAYMAMAKTA TAKDİR
HAKKINA MALİK bulunmakta ise de, kanuna mutlak muhalefet sayılan hallerde
behemahal hükmün bozulması zarureti vardır. Bu haller CMUK.nun 308.
maddesinde sekiz bent halinde gösterilmiştir.
3- CMUK. hükümlerinin pek azı kamu düzenini ilgilendirir.
Esasen, "susma hakkı"nın kullanılıp kullanılmaması sanığın takdirine
bırakılmıştır. Bu dahi, bu hakkın "kamu düzenine" ilişkin olmadığının kesin
kanıtıdır.
4- Çoğunluk yaptığı yorumlarla savunma hakkının kısıtlanmasını ancak
"HÜKÜM İÇİN MÜHİM OLAN NOKTALARDA" olmuşsa bozma nedeni yapılabileceğine
değinen CMUK.nun 308/8. maddesini, "sanığın lehine olan hukuki kaidelere
muhalefetin, sanığın aleyhine hükmün bozulması için C.Savcılığına bir hak
vermeyeceğine" ilişkin 309. maddesini, Yargıtay'ın "hükme tesiri olacak
derecede kanuna muhalefet edilmiş olduğunu görürse talepte mevcut olmasa dahi
bu hususu tetkik edeceğine" ilişkin 320. maddesini yok farzetmektedir.
Anılan maddelerin dikkatlice incelenmesinden anlaşılacaktır ki, bazı
hallerde usul bozması yapabilmek için dosyayı esas yönünden de incelemek,
Yargıtay'a görev olarak verilmiştir.
5- Sanık lehine konulmuş bir hukuk kuralı, sanık aleyhine sonuç
doğuracak biçimde yorumlanmıştır.
Zira, çoğunluk görüşüne katılmayan üyeler CMUK.nun 135. maddesinde
belirtilen hakların son soruşturma aşamasında hatırlatılmamasını,
a- suçunu tamamen inkar etmesi veya beraatine karar verilmesini veya
"susma hakkını" kullandığı taktirde daha ağır bir ceza ile
cezalandırılmasının muhakkak olduğu,
b- aşamalarda defalarca hatırlatıldığının tutanaklardan anlaşılması ve
avukat tutarak haklarını bildiğini eylemli olarak göstermekle birlikte, tüm
ifadelerinin aynı mahiyette olması ve susma hakkını kullansa bile, mesela
Sulh Cezadaki sorgusu usulüne uygun yapılmışsa, CMUK.nun 247. maddesi
gereğince "delil" olarak kullanılabileceğini ve bu nedenle de sonuca etkili
olamayacağının anlaşılması gibi istinai hallerde bozma nedeni yapılmasını
istememektedir.
Bu hallerin hiçbirinde, susma hakkının hatırlatılmaması sanık aleyhine
sonuç doğurmaz ama pek çok olayda usulden yapılan gereksiz bozmalar
sanıkların beraatini ve tahliyesini geciktirmekten başka sonuç
doğurmamaktadır. Sanığa tanınmış bir hakkı, sanık aleyhine sonuç
doğurabilecek şekilde yorumlamamak gerekir.
Nitekim, Yargıtay'da yapılan duruşmalarda avukatlar "Benim müvekkilim
suçsuz. Hakları hatırlatılmadı diye hükmü bozup, beraatini geciktirmeyin. Bu
kadar şekilci olmayın." diyerek Yargıtay üyelerine adeta yalvarmakta, hatta
dilekçe vermektedirler.
6- "Gecikmiş adelet, adalet değildir". Bu güzel vecize, Avrupa İnsan
Hakları Sözleşmesinin 5/3 ve 6/1. maddeleriyle hayata geçirilmeye
çalışılmaktadır.
Sözleşmenin söz konusu hükümleri kişi özgürlüğünün taşıdığı hayati
önemden hareketle, bir suç ithamı altında yakalanan kişinin yargılanmak veya
suçsuzsa salıverilmek üzere derhal yargı önüne çıkarılmasını, YARGILANMASI
HALİNDE MAKUL BİR SÜRE İÇİNDE SONUÇLANDIRILMASINI EMRETMEKTEDİR.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin Türkiye aleyhindeki ilk kararının bu
konuya ilişkin olması, kaderin bir cilvesidir (Doç. Dr. ŞEREF ÜNAL, Avrupa
İnsan Hakları Mahkemesinin Yağcı ve Sargın-Türkiye Davasına İlişkin
08.06.1995 tarihli kararı, Yargıtay Dergisi, 1995-Ekim).
Yargıtayımız, gereksiz bozmalarıyla sanıkların çoğunun "makul sürede
yargılanmasını" imkansız kılmakta, Hükümetimizin maddi tazminat ödemesine
zemin hazırlamaktadır.
7- "Usulü muhakemeye muhalefetten dolayı bir hükmün nakzolunabilmesi,
mahkemeye ait vezaifte usulü muhakemenin ihlal olunmasına ve İŞBU KUSUR VE
HATANIN LAHİK OLAN HÜKMÜ TAĞYİR EDECEK DERECEDE BULUNMASINA MÜTEVAKKIFTIR"
yolundaki HUMK.nun 428/son maddesi hükmünün, aksine hüküm bulunmadığından
ceza yargılamasında da uygulanması gerekmektedir.
Maddeyi yorumlarken BAKİ KURU şöyle demektedir: "Mutlak temyiz
sebepleri dışındaki hallerde, bir usul hukuku kaidesinin yanlış
uygulanmasının bozma sebebi teşkil edebilmesi için, hukukun bu yanlış
tatbikinin, verilen kararı değiştirebilecek mahiyette olması lazımdır. Yani,
o usul hukuku kaidesi yanlış uygulanmasaydı karar başka türlü olacak ise, bu
hal temyiz sebebi olarak kabul edilebilir".
"Usul hukukuna" ilişkin tüm yapıtlarda, "hukuk yargılaması hukukunun,
ceza yargılaması hukukuna göre daha şekli mahiyet arzettiğinden" bahsedilir.
Gerçek bu olmakla birlikte, yaptığımız hatalı yorumlarla ceza yargılamasını,
hukuk yargılamasından daha "şekli" hale getirmeyi başarmış bulunuyoruz.
8- Konunun Ceza Genel Kurulundaki her müzakeresinde "Tüm ülkelerde
yargılamaya iddianamenin okunmasıyla başlanır, arkasından sanık sorguya
çekilir. Sanığa bizim tanıdığımız haklar, pekçok demokratik ülkede
tanınmıştır. Bu hakların hatırlatılmamasını bizim gibi mutlak bozma nedeni
yapan tek ülke gösterin" dedik, tatminkar bir cevap alamadık.
Usul yasası bizimkine en çok benzeyen bir ülkeden, Almanya'dan söz
etmek dahi, bu konuda çağdaş ülkelere ne kadar ters düştüğümüzü gösterecektir
sanıyorum.
ALMAN CMUK. madde 136 (Bizim CMUK. 135)- İlk defa sorguya çekilen
şüpheliye, sorgusunun başlangıcında kendisine isnat edilen suç ve sözkonusu
ceza hükümleri açıklanmalıdır. Şüpheliye isnat hakkında açıklamada
bulunmasının veya olay hakkında hiç bir şey söylememesinin ve her zaman,
hatta sorguya çekilmesinden önce dahi kendisi tarafından seçilecek bir
müdafiye danışmasının, kanuni hakkı olduğu söylenerek uyarılmalıdır. Ayrıca
şüpheden kurtulması için somut delillerin toplanmasını talep edebileceği
öğretilmelidir. Şartların elverdiği hallerde, sanık yazılı olarak açıklamada
bulunabileceği konusunda da uyarılmalıdır.
Alman CMUK.nun madde 342/4- (Bizim CMUK. 236) iddianamenin
okunmasından sonra sanığa, iddia ve esas hakkında açıklamada bulunup
bulunmamak veya esas hakkında hiçbir şey söylememek konusunda serbest olduğu
açıklanır. Ceza davalısı sanık, beyanda bulunmaya hazır ise, 136. madde
uyarınca esas hakkında dinlenmelidir.
ALMAN YÜKSEK MAHKEMESİ VE DOKTRİNİ YUKARIDA YAZILI MADDELERİN ŞU
ŞEKİLDE UYGULANMASI GEREKTİĞİNİ VURGULAMAKTADIRLAR.
a- Alman Federal Mahkemesi (BGH) eski kararlarında, sanığa susma hakkı
konusunda başka yerde bilgi verilmiş olmasını, ya da yargıcın bu hakkı
konusunda sanığa hatırlatmada bulunmamasına rağmen, yargıcın başka
sorularından bu hususun gerçekleşebileceği durumlarda, bu delilin
değerlendireceğini kabul etmiştir. Aynı şekilde sanığın ikinci sorgusunda
kendisine hatırlatmada bulunulmuş ve sanık bu sorgusunda önceki ve
hatırlatmasız sorgusunda beyanını tekrar etmişse, birinci sorgusundaki
beyanında değerlendirme yasağından etkilenmeyeceği sonucuna ulaşılmaktadır
-KERN/ROXIN- Alman Federal Mahkemesi yeni bir kararında, 135. maddenin ihlali
sonucu elde edilen beyanın değerlendirilmesinde, bu konudaki yasaya aykırılık
bulunmadığı sonucuna varmıştır. EYALET YÜKSEK MAHKEMELERİ VE ÖĞRETİDE DE
BUGÜN İÇİN BASIN GÖRÜŞ, 135. MADDEDEKİ KURALIN BİR DÜZENLEYİCİ KURAL OLDUĞU
NOKTASINDADIR. (Prof. Dr. Erdener Yurtcan, Ceza Yargılaması Hukuku, 1994, 5.
Bası, S.255)
b- Alman Fedaral Mahkemesince ortaya konulan ve geliştirilen "HAKLAR
ALANI TEORİSİ- Rechtstreistkheorie"ye göre, 135/a'daki gibi yasada gösterilen
yasaklama halleri dışında, hukuka aykırı delillerin yargılamada
kullanılabilip kullanılamıyacağını ve bu tür delilleri dikkate alan hüküm
yönünden bunun bir temyiz sebebi olarak kabul edilip edilemiyeceğini saptamak
için, hukuka aykırılığın sanığın haklarını ne ölçüde ihlal ettiğine
bakılmalıdır. Sanığın hakları esaslı bir şekilde ihlal edilmiş ise böyle bir
delilin değerlendirme dışında tutulması ve şayet değerlendirilmişse, bunun
bir temyiz nedeni sayılması gerekir. Buna karşılık, hukuka aykırılığın
sanığın hakları açısından hiçbir önemi yoksa veya o kadar önemli değilse,
hukuka aykırı olmasına rağmen delil değerlendirme dışı bırakılamaz. Alman
Federal Mahkemesi, bu görüşünün sonucu olarak, bizim 135. maddenin karşılığı
olan 136. parağrafın düzenleyici bir norm niteliğini taşıdığını ve 1964
yılında yapılan genişletici düzenlemeye rağmen bu niteliğinin devam ettiğini,
bu norma aykırılığın sanığın haklarını önemli derecede ihlal etmeyeceğini
ileri sürerek, "sanığın hakları açıklanmadan alınan ifadesi"nin
"değerlendirme yasağı"nın kapsamına girmeyeceği ve bozma sebebi
sayılamayacağı sonucuna ulaşmıştır. (Prof. Dr. KAYIHAN İÇEL, 28.04.1995
tarihinde Yargıtayımızda yapılan sempozyuma sunduğu tebliğden).
Açıkladığım tüm bu hususları değerlendirerek, direnme kararını haklı
bulduğumdan çoğunluk görüşüne katılmıyorum) diyerek,
Bir kısım kurul üyeleri ise, "mahkemece gösterilen gerekçeye göre
direnme kararının onanması gerektiği" düşüncesiyle, karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, Yerel Mahkeme direnme hükmününü
BOZULMASINA, 10.10.1995 günü yapılan birinci müzakerede yasal çoğunluk
sağlanamadığından, 24.10.1995 günlü ikinci müzakerede tebliğnamedeki isteme
aykırı olarak oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 1.C.D.Bşk. 7.C.D.Bşk. 5.C.D.Bşk.
Mehmet UYGUN T.GÜVEN S.GENÇAY N.BENLİ
D.D.Daireye D.D.Daireye
9.C.D.Bşk. 6.C.D.Bşk. 4.C.D.Bşk.V. C.GENÇKAYA
D.TAVİL N.MUTİŞ M.M.DİNÇ
D.D.Daireye
R.SÖNMEZ M.Z.TURAN M.N.ÜNVER E.ÖCAL
D.D.Daireye D.D.Daireye
C.YILMAZ O.K.KESKİN V.SAVAŞ K.GÜVEN
D.D.Daireye D.D.Daireye
S.ÇELİK İ.KILINÇ G.KINIK A.İ.HEKİMOĞLU
D.D.Daireye
M.S.ASLAN N.APAYDIN T.METEOĞLU Y.KALAY
D.D.Daireye
B.KIZILTAN O.ŞİRİN S.Ö.ÇETİNKOL H.CEVHEROĞLU
D.D.Daireye D.D.Daireye D.D.Daireye D.D.Daireye
Y.TURAN Ö.GÖĞÜŞ Z.ASLAN
D.D.Daireye D.D.Daireye
|