Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.
 Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu

E. 1995/4-367
K. 1995/550
T. 24.05.1995

	Özet : Dava konusu sendikanın kurulduğu tarihte henüz kamu
 çalışanlarının sendika kurabileceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı
 için, bu sendikanın tüzelkişilik kazanmadığının kabul edilmesi gerekir.
 Mesleki dayanışma örgütü yahut adi ortaklık olarak nitelendirilmesi ve
 kapatılmasına gerek olmadığı da benimsenemez. Çünkü, kurucular dahi fiilen
 kendisini sendika olarak resmi kuruluşlara, topluma ve kendi meslek
 mensuplarına tanıtmışlardır. Grev ve toplu sözleşme yapmayı öngören bir
 kuruluşun tüzel kişiliğinin kabulüyle faaliyetini sürdürmesi anayasa ve yasal
 ilkelere aykırıdır. Ayrıca, bu durum uygulamada yasa dışı sendikalaşmaya yol
 açacağından kabul edilemez.
	Bu davanın açılmasından sonra, Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO)'nun
 87 ve l5l sayılı Sözleşmeleri 25.11.1992 günlü Resmi Gazete ile yayınlanarak
 yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeler ile; işverenlerin ve kamu görevlilerinin
 sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayırımcılığa karşı yeterli
 korumadan yararlanacakları kabul edilmiştir. Ancak, bu sözleşmelerde
 öngörülen güvencelerin üst düzey görevlilere veya çok gizli görev ifa
 edenlere hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenir. Her üye ülke
 de ulusal koşullarına göre gerekli ve uygun önlemleri alır. Görülüyorki
 TBBM'ce kanunla kabul edilen bu sözleşmeler, doğrudan doğruya konuyu
 düzenlememekte üye ülkelere gerekli düzenlemeyi yapmak görevini
 yüklemektedir. Bu sözleşmelerin kabulünden sonra da henüz kamu görevlileri
 sendikası ile ilgili düzenleme yapılmadığından dava konusu sendika tüzel
 kişilik kazanmamıştır. Böylece; tüzel kişilik kazanmayan bir kuruluşun hukuki
 varlığının bulunmadığının tesbiti ile faaliyetlerine son verilmek üzere
 kapatılmasına karar verilmesi gerekir.
	Taraflar arasındaki "sendika faaliyetlerinin durdurulması ve
 kapatılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Şişli Asliye Hukuk
 Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 15.12.1992 gün ve 1992/110 E.,
 1992/802 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi
 üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 14.2.1994 gün ve 1993/7488 E.,
 1994/1016 K. sayılı ilamıyle; (...Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın
 "iddianamesinde" özetle; Tüm Haberleşme ve İletişim adlı bir sendikanın
 kurulduğunu, kurucuların işçi ve işveren değil, kamu görevlisi
 bulunduklarını, bunların sendika kuramıyacaklarını belirterek 2821 sayılı
 Yasanın 6, 7 ve 54. maddeleri uyarınca kapatılması ve faaliyetlerinin
 durdurulması istenmiştir.
	Yerel Mahkemece, memurların sendika kurmalarına, anayasa ve Sendikalar
 Yasası izin vermediğinden sendika faaliyetlerinin durdurulmasına ve
 kapatılmasına dair isteğe bağlı olarak karar verilmiştir.
	Davaya konu olan örgütün adında "Sendika" eklemesi bulunmaktadır.
 Sendika özgürlüğü ve örgütlenme ile kamu hizmetinde örgütlenme haklarının
 korunmasına yönelik Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinin
 onaylanmasından önceki bu davayla bağlantılı evrede eklentinin kesinlikle
 teknik anlamda (toplu sözleşme ve grev yapabilen) sendikayla ilgisi yoktur.
 Örgütün adında böyle bir eklenti olması, onu sendika durumuna getirmez. 
	Kapatılması istenen kuruluş bir meslek dayanışması örgütüdür. Hukuk
 düzenimiz, bu tür gaye (ülkü amaçlı) örgütlerin kurulmasına izin vermektedir.
 Örneğin, BK.nun 520/1. maddesi gereği ekonomik olmayan ülküye ulaşmak
 bakımından birlik oluşturmayı yasaklamış değildir. İki ya da daha çok kişi,
 emekleri ve paralarıyla katkıda bulunarak ortak amaç için anlaşma
 yapabilirler, kurulan birlik meslek sorunlarını konuşabilir ve aksayan
 yönlerini giderebilmek için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa ve
 ilgili mevzuat koşullarına göre çaba gösterebilirler.
	Davada, meslek dayanışması için oluşturulan birliğin, yasalara aykırı
 biçimde, amaç dışına çıktığı, eylemlerinde suç bulunduğu iddia edilmediğine
 göre, (adında bir ekleme bulunması nedenine dayanılarak) yetkisi doğmamış
 olan makamın kapatma isteği doğrultusunda karar verilmesi yasaya
 aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden
 yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

	 Temyiz Eden : Davalı vekili 

	Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü
	16.l.l992 tarihli dilekçe ile, İstanbul Valiliği'ne (Tüm Haber-Sen)
 kısa adı ile (Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası) kurucu
 üyeleri adına başvuruda bulunan kişi; Anayasa'da engel bir hüküm bulunmadığı
 ve uluslararası sözleşmeler, İLO'nun 87, 98 ve l5l nolu sözleşmelerine göre
 önceden izin almaksızın sendika kurmak hakları bulunduğundan bahisle,
 kurdukları Tüm-Haber-Sen'in Ana Tüzüğü ile diğer belgelerini sunmuştur.
	Gerek başvuru yazısında ve gerekse ana tüzüğünde, sendikanın toplu iş
 sözleşmesi yapmak, grev kararı vermek de dahil olmak üzere tüm sendikal
 faaliyetlerde bulunmak ve tüzelkişiliği haiz olmak işçi, memur, sözleşmeli
 personel gibi statü ayırımını kaldırma ve (çalışanlar) olarak adlandırılmak
 için çaba sarfetmek üzere 851 kurucu üye ile kurulduğu açıklanmış; 9 kişilik
 geçici yönetim kurulu üyeleri ile kurucuların tümünün mesleği (sözleşmeli
 personel) olarak gösterilmiştir.
	İstanbul Valiliği'nin 20.1.1992 günlü yazısıyla; 657 sayılı Devlet
 Memurları Kanunu kapsamına giren personel tarafından Tüm-Haber-Sen adında
 sendika kurulduğu; kuruluşun, Anayasa'nın 51 ve 128. maddeleri ile 282l
 sayılı Sendikalar Kanununun 1; 657 sayılı Kanunun 22 ve 27. maddelerine
 aykırı olduğu belirtilerek, bu memur sendikasının faaliyetlerinin
 durdurulması ve kapatılması için Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılması
 hususu Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na bildirilmiştir.
	Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 3.2.1992 tarihli iddianamesiyle; 657
 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurların sendika kurmak hakları
 bulunmadığından, anılan sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanununun l, 2, 6/7
 ve 54. maddeleri gereğince faaliyetinin durdurularak kapatılmasına karar
 verilmesi istenmiştir.
	Davalı vekilleri davaya verdikleri cevap dilekçelerinde; 2821 sayılı
 Kanunun 6/7.  maddesi gereğince bu davayı Valiliğin açabileceğini, Cumhuriyet
 Savcılığının ancak aynı Kanunun 58. maddesindeki koşulların varlığı halinde
 dava açabileceğini, davaya İş Mahkemesinde bakılması gerektiğini bildirerek
 usul yönünden; ayrıca memurların sendika kurmak haklarının yasaklanmadığı, 87
 ve 151 sayılı İLO sözleşmeleri ile kamu çalışanlarına sendika kurma hakkı
 tanındığını bildirerek esas yönünden davanın reddini istemişlerdir.
	Mahkemece; usule ilişkin itirazlar ara kararı ile reddedilmiş ve
 esastan; davalı sendika kurucularının 657 sayılı Kanuna tabi memur oldukları,
 memurların sendika kurma haklarının 23.11.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun
 Hükmünde Kararname ile kaldırıldığı, 657 sayılı Kanunda memurların grev
 kararı almalarının, grev ilan etmelerinin ve bu hususta propoganda
 yapmalarının da yasaklandığı; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu hükümleri
 gereğince sendika kurma hakkının işçi ve işverenlere tanındığı; Anayasa'da
 memurların sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı,
 TBMM.'nce İLO Sözleşmeleri benimsenmiş ise de, halen yürürlükte bulunan
 Anayasa ve Sendikalar Yasasının memurların sendika kurmalarına izin vermediği
 belirtilerek, kurulmuş bulunan Tüm Haberleşme ve İletişim Sendikası'nın 2821
 sayılı Sendikalar Kanununun 6/7 ve 54. maddeleri gereğince faaliyetlerinin
 durdurulmasına ve kapatılmasına 15.12.1992 tarihinde karar verilmiştir.
	Davalı vekilleri bu kararı usul ve esas yönlerinden temyiz etmişler;
 Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesince usule ilişkin temyiz itirazları hakkında
 olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden, hüküm esastan oyçokluğu ile
 bozulmuş, mahkemece bozmadan sonra taraflara diyecekleri sorulmuş; Cumhuriyet
 Savcılığınca önceki hükümde ısrar edilmesi talep edilmiş; davalı vekili;
 müvekkili kuruluşun sendika olarak isim kullandığını, bozma ilamındaki örgüt
 ve mesleki dayanışma kuruluşu şeklindeki vasıflandırmaya katılmakla birlikte
 bozma kararına uyulmasını istemiştir.
	Mahkemece; davalıların, davanın başından beri kamu görevlileri
 sendikası olduklarını savundukları ve nitekim bu hususu bozma kararından
 sonra da vurguladıkları; memurların sendika kurmaları yönünde yasal bir
 düzenlemenin bulunması gerektiği, böyle bir yasal düzenlemenin henüz kabul
 edilmediği gerekçeleri ile önceki kararda direnmiş ve direnme kararı davalı
 vekili tarafından temyiz edilmiştir.
	Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında öncelikle yukarıda
 anılan usule ilişkin sorunlar üzerinde durulmuştur.
	Bu davaya İş Mahkemesinde mi, yoksa Asliye Hukuk Mahkemesinde mi
 bakılabileceği sorunu tartışılmış ve anılan sendika kurucularının kamu
 görevlisi oldukları ve kamu sendikası kurdukları ileri sürüldüğünden, dava
 konusu sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanunu kapsamına girmediği ve
 dolayısıyla davaya İş Mahkemesinde değil, Asliye Hukuk Mahkemesinde
 bakılabileceği sonucuna varılmıştır. Bundan sonra davanın Cumhuriyet
 Savcılığı'nca açılabilip açılamayacağı sorunu üzerinde durulmuştur.
	Gerek 2908 sayılı Dernekler Kanununun 50 ve 53., gerekse 2821 sayılı
 Sendikalar Kanununun 58/1. maddelerinde dernek veya sendikaların kapatılması
 veya feshi için Cumhuriyet Savcılığının dava açabileceği kabul edilmiştir.
 Kanunla düzenlenen dernekler ve işçi ve işveren sendikalarının kapatılmaları
 ya da faaliyetlerine son verilmesi için Cumhuriyet Savcılığınca kamu adına
 dava açılabileceği öngörüldüğüne ve bu nedenle konu kamu düzeni ile ilgili
 bulunduğuna göre, kamu görevlilerinin kurdukları sendikanın kapatılması için
 dahi Cumhuriyet Savcılığınca dava açabileceğinin kabul edilmesi gerektiği
 sonucuna varılmıştır.
	Yukarıda açıklanan usul sorunları böylece çözümlendikten sonra, işin
 esasının incelenmesine geçilmiştir.
	Burada öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekirki, ülkemizde kamu
 görevlilerine sendika kurma hakkı tanınması gerekip gerekmediği yönü yargı
 organınca tartışma ve değerlendirme konusu yapılmamıştır. Çünkü bu husus,
 yargı organının görev ve yetkisi dışında olup, demokratik bir hukuk
 devletinde siyasi organın değerlendirebileceği bir konudur. Yargı organı
 olarak sadece konunun yasal ve hukuksal yönü üzerinde durulmuş ve bu
 çerçevede inceleme ve değerlendirme yapılmıştır.
	Ülkemizde kamu görevlilerinin sendika kurma hakları ilk kez, 1961
 Anayasası'nın 46. maddesinde düzenlenmiş ve işçi niteliği taşımayan kamu
 hizmeti görevlilerinin bu alandaki haklarının Kanunla düzenleneceği
 belirtilmiştir. Bu Anayasa hükmüne dayanılarak çıkarılan 8.6.1995 günlü ve
 624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile; memurların ve işçi
 niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin ne şekilde sendika
 kurabilecekleri, kurulacak sendikanın hak ve yetkilerinin neler olacağı,
 nasıl ve hangi organ tarafından denetleneceği, ne şekilde son bulacağı gibi
 konular düzenlenmiştir. Daha sonra, Anayasa'nın 46. maddesi, 20.9.1971 günlü
 ve 1488 sayılı Kanunla değiştirilerek, sadece işçi ve işverenlerin, önceden
 izin almaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma hakları kabul
 edildiğinden, 624 sayılı Kamu Personeli Sendikaları Kanunu'nun uygulanmasına
 son verilmiş ve yine bu değişikliğe paralel olarak 657 sayılı Devlet
 Memurları Kanununun 22. maddesindeki memurların sendika kurabileceklerine
 dair hüküm 23.12.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
 yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece memurlar ve işçi niteliği taşımayan diğer
 kamu görevlilerinin sendika kurma haklarının kullanılması olanağı ortadan
 kaldırılmıştır. 1982 Anayasası'nın 5l. maddesinde de, sadece işçilerin ve
 işverenlerin sendika kurma hakları düzenlenmiş olup, Anayasa'nın 128.
 maddesinde memurların ve diğer kamu görevlilerinin hakları ve yetkilerinin
 Kanunla düzenleneceği belirtilmiş bulunmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları
 Kanununda veya diğer Kanunlarda memurların ve diğer kamu görevlilerinin
 sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. 657
 sayılı Devlet Memurları Kanununun 27. maddesinde memurların grev yapmaları ve
 greve katılmaları yasaklanmış olup, kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel
 Rejiminin Düzenlemesine Dair 22.1.1990 günlü ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
 Kararnamenin 3/d ve l4. maddelerinde sözleşmeli personelin toplu iş
 sözleşmeleri kapsamına alınamayacağı, sendikaya üye olamayacakları ve grev
 yapamayacakları hükme bağlanmıştır. 
	Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin bir kısmı, hiçbir yasal
 düzenlemeye gerek olmadan doğrudan doğruya kullanılabilecek nitelikteki
 özgürlüklerdir. Örneğin; yerleşme ve seyahat, düşünceyi açıklama, din ve
 vicdan özgürlükleri, önceden herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadan
 doğrudan doğruya kullanılabilecek hak ve özgürlüklerdir. Yasa koyucu, bu
 özgürlükleri, ancak Anayasa'da öngörülen nedenlerle ve hakların özüne
 dokunmamak koşuluyla kanunla sınırlayabilir.
	Anayasa'da yer alan dernek, sendika, siyasi parti kurmak, toplu
 sözleşme, grev ve lokavt gibi hak ve özgürlükler ise, yasal düzenlemeye
 dayanmadan, doğrudan doğruya kullanılmaları mümkün olmayan özgürlüklerdendir.
 Çünkü, Anayasa'nın 33, 51, 53 ve 54. maddelerinde, bu hakların
 kullanılmasının Kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa'da tanınmış
 olmasına rağmen henüz yasal düzenleme yapılmamışsa dernek, sendika veya
 siyasi partinin tüzelkişilik kazanması mümkün değildir.
	Öte yandan, bir kuruluşun tüzelkişilik kazanması konusunda irade
 serbestliği ilkesi uygulanamaz. Çünkü, gerçek kişiler, diledikleri şekilde
 tüzelkişilik kuramazlar. Bunun için, Kanunda hangi tüzelkişiliklerin ne
 şekilde kurulabileceğinin gösterilmesi gerekir. Böyle bir düzenleme yoksa,
 kişilerin bir araya gelip istedikleri gibi tüzelkişilik oluşturmaları mümkün
 değildir. Yasanın bu konuda, irade açıklanmasına hukuki sonuç  bağlamış
 olması gerekir. Ayrıca, yasada bu hususta irade açıklamasının ne şekilde
 yapılacağı, yani daha açık bir ifade ile, ne gibi belgelerin hangi yetkili
 makama verileceğinin ve hangi andan itibaren tüzelkişiliğin doğduğunun
 düzenlenmiş olması zorunludur. Örneğin; dernek, sendika, siyasi parti,
 ticaret şirketleri, vakıf gibi kuruluşların her birisi için yasal
 düzenlemeler yapılmış olduğundan, bunlar ancak o Yasalarda öngörüldüğü
 şekilde kuruldukları takdirde, tüzelkişilik kazanabilirler. Bunların dışında
 örneğin, aile birliği, miras şirketi, adi ortaklık gibi birlik ve
 topluluklar, isteseler de, tüzelkişilik kazanamazlar. Bütün bu açıklamalardan
 anlaşıldığı üzere dernek, sendika ve siyasi parti kurma hakkının Anayasada
 öngörülmüş bulunması, bunların tüzelkişilik kazanması için yeterli olmayıp,
 yasal bir düzenlemeye dayanılması zorunludur. Aksi halde, tüzelkişilikden söz
 edilemez. Bu düşünce, Anayasa'daki demokratik hukuk devleti ilkesine de
 aykırı değildir. Çünkü, hukuk düzeni bunu zorunlu kılmaktadır. Gerçek
 kişilerden ayrı bir hukuki varlığı olan tüzelkişilerin Devlet tarafından kamu
 yararı düşüncesiyle denetlenmesi, bütün demokratik hukuk devletlerinde kabul
 edilmiş temel bir ilkedir.
  Dava konusu sendikanın kurulduğu tarihte, henüz kamu çalışanlarının
 sendika kurabileceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı için,
 yukarıdaki açıklamalara göre bu sendikanın tüzelkişilik kazanmadığının kabul
 edilmesi gerekir. Buna karşın, kuruluşun Dernekler Kanununa göre tüzelkişilik
 kazandığı veya tüzelkişiliği bulunmayan mesleki dayanışma örgütü yahut adi
 ortaklık olarak nitelenmesi ve bu nedenle kapatılmasına gerek olmadığı görüşü
 de, benimsenemez. Çünkü kurucular dahi, kendilerinin bu şekilde
 nitelendirilmelerinin mümkün olmadığını bildirdikleri gibi, fiilen kendisini
 sendika olarak resmi kuruluşlara, topluma ve kendi meslek mensuplarına
 tanıtan, tüzüğünde bu şekilde faaliyette bulunmayı, grev ve toplu sözleşme
 yapmayı öngören bir  kuruluşun Dernekler Kanununa tabi bir dernek olduğu
 yahut sadece mesleki bir dayanışma örgütü niteliğinde kabul edilmesi ve bu
 nedenle faaliyetini sürdürmesine izin verilmesi yukarıda açıklanan Anayasal
 ve yasal ilkelere aykırı olduğu gibi, bu durumun giderek uygulamada dolaylı
 yoldan yasa dışı sendikalaşmaya yol açacağı için, kabul edilmesi mümkün
 değildir. 
	Bu davanın açılmasından sonra ve dava devam ederken, 5.11.1992 günlü
 ve 3847 sayılı "Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Haklarının Korunmasına
 ilişkin 87 sayılı Sözleşmenin onaylanmasına dair kanun" ile 3848 sayılı "Kamu
 Hizmetinde Örgütlenme Haklarının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının
 Belirlenmis Yöntemlerine ilişkin 15l sayılı Sözleşmenin onaylanması hakkında
 kanun", 11.12.1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
	Kısaca, İLO Sözleşmeleri olarak anılan bu sözleşmeler ile; çalışanlar
 ile işverenlerin ve kamu görevlilerinin sendikalaşma özgürlüğüne halel
 getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacakları
 ancak, bu sözleşmelerde öngörülen güvencelerin üst düzey görevlilere veya çok
 gizli görevleri ifa edenlere hangi ölçüde uygulanacağı, keza Silahlı
 Kuvvetlere ve Polise ne ölçüde uygulanacağının ulusal yasalarla
 belirleneceği, her üye ülkenin ulusal koşullarına göre gerekli ve uygun
 önlemlerin alınacağı belirtilmiştir. Görülüyorki, TBMM.'nce Kanun ile kabul
 edilen bu sözleşmeler, doğrudan doğruya konuyu düzenlememekte, üye ülkelere
 gerekli düzenlemeyi yapmak görevini yüklemektedir. Bu sözleşmelerin
 kabulünden sonra henüz kamu görevlileri sendikası ile ilgili bir yasal
 düzenleme yapılmadığından, yukarıdan beri açıklanan ve varılan sonuç 151
 sayılı İLO sözleşmeleri'nin kabulünden sonra da, geçerliliğini
 sürdürmektedir. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin kararında ve daire
 sözcüsünün açıklamalarında, İLO Sözleşmesinden  önceki yasal ve hukuksal
 duruma göre karar verildiği, konusunun İLO Sözleşmelerine göre
 tartışılamayacağı ileri sürülmüş ise de; dava devam ederken yürürlüğe giren
 ve kamu düzeni ile ilgili olduğu için resen uygulanması gereken 151 sayılı
 İLO Sözleşmesi hükümlerinin de gözönüne alınarak konunun tartışılması ve
 değerlendirilmesi gerektiği görüşü çoğunlukça benimsenmiştir. Yukarıda
 açıklandığı gibi, l5l sayılı İLO Sözleşmesinin kabulünden sonra da, henüz bu
 konudaki özel yasa kabul edilip yürürlüğe konulmadığından, dava konusu
 sendikanın tüzelkişilik kazanmadığı sonucuna varılmıştır.
	Tüzelkişilik kazanmayan böyle bir kuruluşun hukuki varlığınının
 bulunmadığının tesbiti ile yetinilmesi doğru görülmemiş, kamu düzeni ile
 ilgili bulunduğu için faaliyetlerine son verilmek üzere kapatılmasına karar
 verilmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. O itibarla direnme kararının
 açıklanan bu gerekçelerle onanması gerekmiştir.

	SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
 kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, ve (64.500.Tl.) bakiye
 temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 24.5.1995 gününde yapılan ilk
 görüşmede üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verildi.

Birinci Başkanvekili    13.Hukuk D.Bşk.   15.Hukuk D.Bşk.    18.Hukuk D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR          A.İ.Arslan        M.S.Aykonu         S.Rezaki
                                                             Bozma

19.Hukuk D.Bşk.         11.Hukuk D.Bşk.   14.Hukuk D.Bşk.    1.Hukuk D.Bşk.
Y.M.Günel               G.Eriş            E.Özdenerol        E.Özkay
                        Değişik Gerekçeli
                        Onama

16.Hukuk D.Bşk.         12.Hukuk D.Bşk.   S.Tamur            M.Elçin
O.Arslan                C.Sanin


M.S.Atalay              İ.Haznedaroğlu    E.Taylan           E.A.Özkul
                                          Bozma

D.Topçuoğlu             E.Aktekin         H.S.Terzibaşıoğlu  H.Özdemir


T.Algan                 B.Kartal          H.Dinç             20.Hukuk D.Bşk.V.
                        Bozma                                H.Demirhan

M.H.Surlu               M.M.Aktürk        M.Ulusoy           M.Sucu
                                                             Bozma

21.Hukuk D.Bşk.V.       C.Dikmen         G.Nazlıoğlu         V.Canbilen
U.Araslı 


Ü.Aydın                 O.G.Çankaya      A.İ.Özuğur          17.Hukuk D.Bşk.V.
                                                             O.Özgürel

B.K.Kurşun              B.Sınmaz         A.Alyaz             İ.Özmen
Bozma


H.Erdoğan               H.Karakış        Y.E.Selimoğlu       M.S.Özgenç

                           KARŞI OY YAZISI	

	Davalılar Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası ve
 kurucuları İsmail ve arkadaşları hakkında, Şişli Cumhuriyet Savcılığı`nca
 3.2.1992 günlü iddianeme ile davalılardan, sendikanın faaliyetinin
 durdurulması ve kapatılması istenmiştir. Davalılar İsmail ve sekiz arkadaşı
 16.1.1992 günlü başvuru ile Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları
 Sendikası'nı kurduklarını ileri sürmüşlerdir. Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca
 düzenlenen iddianame ile faaliyetinin durdurulması ve kapatılması istenen
 örgütün dosyadaki ana tüzüğüne göre bu örgütün sendika olarak kurulmak
 istendiği anlaşılmıştır. Anılan sendikanın kurulması için yapılan 16.1.1992
 başvuru tarihinde kamu görevlilerinin (memurların) bir sendika kurmaları söz
 konusu değildir. Çünkü, yasalarımızda bu yönde olumlu bir yasal düzenleme
 bulunmadığı gibi, aksine sendika kurulmasına olanak vermeyen kuralların
 bulunduğu gözlenmiştir.
	Ancak, Uluslararası Çalışma Örgütünün (İLO) 87 ve 151 sayılı
 Sözleşmeleri 25.11.1992 günlü Resmi Gazete ile yayınlanarak yürürlüğe
 girmiştir. Anayasanın 90/5. maddesi uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş
 uluslararası sözleşmeler Yasa hükmündedir. Bunlar hakkında, Anayasaya
 aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Yani, uluslararası
 sözleşmeler, Anayasa derecesinde kurallardır. İLO Sözleşmeleri'nin kabulünden
 sonra ülkemizde artık kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları
 için özel bir düzenlemeye gerek yoktur. Zira, aksi halin düşünülmesi, yasal
 düzenleme sayılan uluslararası sözleşmelerin inkarı olur. Böyle bir durum
 ise, ülkemizin yurt dışında olumsuzlukla karşılanması ve uluslararası
 sözleşmelerin gözardı edilmesi gibi bir sonucu doğurur. Uluslararası
 sözleşmeler yürürlüğe girdikten sonra, bunların uygulanmasına şöyle veya
  böyle bir görüşle karşı çıkılması, Hukuk Devleti kurallarının dışlanması
 anlamındadır. Bu düşünce ise, asla kabul edilemez ve uygulama olanağı
 kazanamaz.
	Açıklanan bu durum karşısında, sonuç olarak şunu söylemek olanaklıdır.
 Davalılardan anılan sendikanın kuruluş tarihinde, İLO Sözleşmelerinin henüz
 kabul edilmemiş olmasına göre, davalı sendikanın kapatılması ve faaliyetinin
 durdurulması doğrudur. Ancak, İLO Sözleşmelerinin kabulünden sonra, ülkemizde
 kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları olanaklıdır. Bu
 kuruluşlar için özel düzenlemeler çıkarılmamış olsa bile, ilgili diğer
 yasaların ve özellikle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile Dernekler Kanunu ve
 Medeni Kanunun, kamu görevlilerinin kurduğu sendikalar ile bağdaşan hükümleri
 kıyasen uygulanır. Sayın çoğunluğun, işbu davada, İLO Sözleşmelerinin
 yürürlüğe girmesinden sonra da, kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş
 kuramayacakları biçiminde oluşan gerekçe ve kararına katılmıyor ve yerel
 mahkeme kararının değişik gerekçe ile onanması gerektiğini düşünüyorum. 

                                                    Gönen ERİŞ 
                                                 11.H.D. Başkanı


                            KARŞI OY YAZISI 

	Şişli Cumhuriyet Savcılığı, "İddianame" başlıklı bir yazı ile, Türkiye
 Haberleşme İletişim Çalışanları Sendikası Üyelerinin 657 sayılı Devlet
 Memurları sıfatını taşımaları nedeniyle sendika kurmalarının yasal olmadığını
 belirterek sendikanın kapatılmasını istemiştir. 
	Yerel Mahkeme, Anayasa'da Devlet Memurlarının sendika kuracaklarına
 dair bir hüküm olmadığından, istemin kabulüne sendikanın kapatılmasına karar
 vermiştir.
	Karar, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nce bozulmuştur. Yerel
 Mahkemenin ilk kararında direnmesi üzerine dosya Hukuk Genel Kuruluna gelmiş,
 anılan kurulca, yerel mahkeme kararının yerinde olduğu belirtilerek
 onanmıştır.
	Aşağıda belirteceğim nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nun kararına
 katılamıyorum.
	Bize göre sorun, kapatılması istenilen kuruluşun tüzel kişilik kazanıp
 kazanmadığından kaynaklanmaktadır.
	Aslında davayı açan Cumhuriyet Savcılığı da, kuruluşun tüzellik
 kazandığını kabul etmiş olacak ki, kapatılmasını istemiştir.
	Karar, iç hukukta Devlet Memurları için bir düzenlemenin yapılmamış
 olması esasına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla, yasal bir düzenleme
 olmadan bir tüzel kişiliğin kazanılamayacağıdır. Halbuki, yasal bir düzenleme
 olmadan da gerçek kişiler ortak bir amaca hizmet için bir araya gelmek, bu
 amaç uğruna çalışmak veya o amaca hizmet etmek için emek ve sermayelerini
 birleştirdikleri durumlarda o kuruluşun tüzel kişilik kazanacağı kabul
 edilmelidir. Burada önemli olan yön amacın sürekli olması ve bu amacın hukuka
 ve ahlaka aykırı bulunmamasıdır. Hukuk, yazılı olanın yanında yazılı olmayan
 hukuk kurallarını da kapsamaktadır. Demek oluyorki, bir topluluğun
 tüzelkişilik kazanabilmesi için toplum yapısının belirli bir aşamaya varmış
 olması, sürekli amaçlara hizmet ve bu amaçlar çevresinde birleşme
 düşüncesinin doğması ve gerçek kişilerden bağımsız olarak hak ehliyetine
 sahip bulunması gerekmektedir.
	Özel hukuk alanında, tüzelkişilik, bir kişilik kurma hukuki işlemi ile
 oluşurlar. Hukuki işlem de, hukuki sonuç doğurmaya yönelik bir irade
 açıklamasıdır. İrade açıklaması bu amaca yönelikse, tüzelkişilik kurulmuş
 olur. Yeterki mevcut hukuk düzeninin bu sonuca engel olmaması ve
 yasaklanmamasıdır. Tüzelkişiliğin kazanılması için ilgili olduğu ileri
 sürülen kurumların iznine gerek yoktur. Zaten MK.nun  45 ve 53. maddelerinde
 bu yön açık bir biçimde ifade edilmiştir. Kuruluşun veya topluluğun
 tüzelkişilik kazanabilmesi için, amacının Yasaya ve ahlaka aykırı olmaması
 MK.nun 45/2. maddesinde belirtilmiştir. Aynı Yasanın 71. maddesinde de,
 tüzelkişiliğin amacının Yasaya veya ahlaka aykırı olması halinde
 fesholunacağı hükme bağlanmıştır.
	Açıklanan bu ilkeler gözetildiğinde, Siyasi Partiler Yasasının 5.,
 2821 sayılı Sendikalar Yasasının 6., Dernekler Yasasının 4. maddesinde
 önceden izin alınmaksızın, parti, sendika ve dernek kurulabileceği ve
 tüzelkişilik kazanacağı belirtilmiştir. Bu yönden ihtiyaç duyulan bu
 kuruluşlar için Yasa çıkarıldığı, yarın başka kuruluşlar için ihtiyaç
 doğabileceği düşünülerek onlarında tüzelkişilik kazanması için mutlaka bir
 Yasa çıkarılması gerekmez. Zaten parti, sendika ve dernek gibi kuruluşların
 tüzelkişilik kazanmaları, Yasa ile değil, onlar ve benzeri kuruluşların belli
 bir amaç için birleştiklerine ilişkin bulunan irade beyanlarını içeren
 dilekçeyi ilgili kuruluşa vermekle tüzelkişiliği kazanmış bulunmaktadırlar. O
 Yasa kuruluşlara tüzelkişiliği kazandırmak için değil, o kuruluşların çalışma
 yöntemini belirlemek içindir. Yasada, o kuruluşun organları, hakları,
 ödevleri, çalışma yöntemleri gibi düzenlemeler yer almaktadır. Belli ve
 sürekli bir amaç uğruna  birleşenlerin meydana getirdiği kuruluş,
 tüzelkişilik kazanmış bulunmasına karşın o kuruluşun çalışma yöntemi hakkında
 yasal bir düzenleme mevcut değilse, yaptığı faaliyetler yasal bir düzenlemeye
 dayanmıyorsa, diğer bir anlatımla yasal düzenleme yoksa, ismi ne olursa olsun
 o alanda ve aynı ismi taşıyanlarla aynı işi yapamıyacaklardır.
	Somut olayda da, kapatılması istenen Tüm Haberleşme ve İletişim
  Çalışanları Sendikası adı verilen kuruluşun tüzelkişilik kazanması herhangi
 bir kurumun iznine bağlı değildir. Kuruluşa sendika adının verilmiş olması
 onunda 2821 sayılı işçi sendikalarının sahip olduğu haklara sahip olması ve
 onun yetkilerini kullanması sonucunu doğurmaz. O halde, tartışmalar sırasında
 da ileri sürüldüğü üzere böyle bir kuruluş; sendikaların sahibi olduğu
 hakları kullanamıyorsa hukuk alanında varlığına da gerek yoktur. Diğer bir
 anlatımla, hukuki varlık da kazanamaz denmiştir. Böyle bir savı şöyle
 yanıtlayabiliriz. Her doğan insanın konuşması, yürümesi vs. gerekir.
 Konuşmayan yürüyemiyen bir insanın varlığına gerek yok mu diyeceğiz. Bir
 varlığın, bir kuruluşun var olması başka şey, bir takım haklara sahip olması
 ve onları kullanması başka şeydir. Her insan doğumundan itibaren medeni
 haklara sahiptir. Ancak her insan bu hakları kullanamaz. Kullanması için fiil
 ehliyetine sahip olması gerekir. İşte davamıza konu olan kuruluşta, belli ve
 sürekli bir amaç etrafında birleşenlerin bu iradelerini valiliğe bildirmekle,
 tüzelkişilik kazanmıştır.
	Bir an için, tüzelkişilik kazanılması mutlaka bir Yasanın var olmasına
 bağlanıyorsa, bize göre bu yasal düzenlemede mevcuttur. Şöyle ki, 4.11.1950
 tarihinde imzalanan ve 10 Mart 1954 tarihinde 6366 sayılı Yasa ile
 onaylanarak Türkiye'nin iç hukukuna aktarılan Avrupa İnsan Hakları
 Sözleşmesi'nin  11. maddesinde, herkesin barışçı amaçlarla çıkarlarını
 korumak için sendika kuracağı öngörülmüştür. Aynı hak, İnsan Hakları Evrensel
 Beyannamesi ve Paris Şartının 1. Bölümünün 5. maddesinde de ifade edilmiştir.
 Bunlardan ayrı olarak kısaca (İLO) olarak adlandırılan Uluslararası Çalışma
 Örgütü'ne ait 87 ve 151 sayılı sözleşmeler de 25.11.1992 tarihinde Yasa ile
 kabul edilmiştir. 87 sayılı  Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının
 Korunmasına ilişkin Sözleşmenin özellikle 2, 3, 10 ve 11. maddeleri ile, 151
 sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam
 Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin Sözleşmenin de 1, 2, 3, 4 ve
 5. maddelerinde; çalışanların, önceden izin almadan istedikleri kuruluşları
 kurmak ve üye olmak hakkına sahip oldukları ifade edildikten başka, kamu
 makamlarının bu hakkı sınırlayacak veya kullanılmasına engel olacak her türlü
 müdahaleden sakınmaları gerektiği de hükme bağlanmıştır. 151 sayılı
 Sözleşmenin 3. maddesinde, "Kamu Görevlileri Örgütü" deyimi, oluşumu ne
 olursa olsun, amacı kamu görevlilerinin çıkarlarını savunmak  ve geliştirmeye
 yönelik örgüt anlamına geldiği de belirtilmiştir.
	Bu tür uluslararası sözleşmelere katılım, Yasa ile olmaktadır. Diğer
 bir anlatımla, sözleşmenin TBMM'nde kabul edilmesi gerekmektedir. Bu kabul
 sonucu, o sözleşme iç hukukumuzdaki bir Yasa gibi hukuki sonuç doğurmaktadır.
 Hal böyle olmasına karşın, Anayasa'nın 90/5. maddesinde bu ilke ayrıca hükme
 bağlanmış ve bu nitelikte olup yasalaşan sözleşmelerin Anayasa'ya aykırılık
 iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne dahi götürülemeyeceği belirtilmiştir.
	Tüm bu düzenlemeler gözönünde tutulduğunda, davaya konu edilen
 kuruluşun belirtilen yasal dayanak nedeniyle de tüzelkişilik kazandığı kabul
 edilmelidir. Tüzelkişiliğin kazanılması için Yasanın varlığı bir koşul olarak
 ileri sürülmüyorsa, birden fazla Yasanın var olduğu ortadadır. Bu Yasalarla,
 adı geçen kuruluşun (Sendika adının bulunması sonuca etkili değildir) bir
 sendika gibi faaliyet göstermesi elbette beklenemez. O faaliyetlerde grev ve
 toplu sözleşme yapma hakkıdır. İşte ancak bunun için bir yasal düzenleme
 gereklidir. Çünkü çalışma usul ve yönteminin belirlenmesi gerekir. Bu
 düşüncemizi güçlendiren 151 sayılı Sözleşmenin 1. maddesinin 3 nolu bendinde,
 "Bu sözleşmede öngörülen güvencelerin Silahlı Kuvvetlere ve polise ne ölçüde
 uygulanacağı ulusal Yasalarla belirlenecektir" hükmü getirilmiştir. Burada
 adı geçen bu hizmet birimlerinin sözleşme dışında tutulduğu düzenlemenin
 ulusal hukuka bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında kalan çalışanların
 sözleşme dolayısıyla Yasa kapsamına alındığı ve kurulduğu kabul edilmelidir.
	Kapatılması istenilen kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin olması, o
 kuruluşun mutlaka 2821 sayılı İşçi Sendikalarının sahip olduğu hak ve
 yetkileri kullanacağı anlamına gelmez. Nitekim, 1961 Anayasası'nda, 1971
 yılında yapılan değişiklikle, 119. maddenin 3. fıkrasında işçi niteliği
 taşımayan çalışanlarca kurulacak örgütlere, "Sendika" sözcüğü yerine
  "Kuruluş" sözcüğünü koymuştur. Bunun gerekçesini de (... kamu hizmetlileri
 kuruluşlarının gerçek manada sendikal bir faaliyette bulunmaları mümkün
 değildir. Şu halde bu kuruluşların "Sendika" olarak isimlendirilmesi her
 şeyden önce kavram karışıklığına sebebiyet vermekte ayrıca "Sendika"
 teriminin etkisiyle bu kavrama olduğundan başka bir anlam verilmesi eğilimini
 ortaya çıkarmaktadır... Bu itibarla... kamu hizmeti görevlilerinin mesleki
 menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kuracakları tüzelkişiliklerin
 "Sendika" olarak değil, "Kuruluş" olarak isimlendirilmesi... uygun
 görülmüştür) biçiminde açıklamıştır. Bu da düşüncemizi güçlendirmektedir.
 Zaten Dairemiz de, bu kuruluş bir sendikadır. İşçi sendikaları da dahil olmak
 üzere tüm sendikaların sahip olduğu hakları kullanacağını savunmamaktadır.
 İddiamız bunun bir kuruluş olarak tüzelkişilik kazandığı yönündedir. Nitekim,
 Tüm Belediye Memurları Sendikası adlı bir kuruluşun üyelerinden bazıları bir
 ilin Büyükşehir Belediyesi ile bir toplu iş sözleşmesi yaptıklarını
 belirterek bu sözleşmeye dayanarak alacak isteminde bulunmuşlardır. Yerel
 Mahkemece bu istem kabul edilmişti. Ancak, Dairemizin 13.12.1994 gün ve
 1994/5865-11183 sayılı kararı ile, kamu hizmetini yürüten bir memurun
 atanması, görevi yürüttüğü işin nitelik ve kapsamı, sahip olduğu güvenceler
 itibariyle, bir kamu kurumu ile arasındaki hukuki ilişki ve düzenleme, İş
 Yasasına tabi olan işçi-işveren arasındaki ilişki gibi kabul edilemiyeceği ve
 henüz bir yasal düzenleme de olmadığı için kamu kurumu ve kuruluşları ile
 toplu iş sözleşmesi yapamayacağı bu nitelikteki bir sözleşme için yasal
 düzenlemenin zorunlu olduğu belirtilerek yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
	Denebilirki, bu tür bir kuruluş, toplu sözleşme ve grev yapamayacaksa,
 var olduğunun bir anlamı da yoktur. Halbuki durum hiçte öyle değildir. Bu gün
 dahi kapatılan ve  benzeri sendikalar Türk kamuoyunda ve siyasi alanda
 mesleki alanda mesleki bir baskı grubu olarak varlığını kanıtlamış
 bulunmaktadırlar. Aidatlar almakta, sayısız toplantılar yapmakta hatta
 Türkiye'deki siyasi ve ekonomik gündemi dahi belirlemektedirler. Bu
 yapılanların hiçbiri de hukuk dışı ve ahlaka aykırı değildir. Hatta 1965
 yılında yürürlüğe giren 624 sayılı Devlet Personel Sendikaları Kanununda da,
 grev dolayısıyla toplu iş sözleşmesi yapması yasaklanmıştır. O Yasada da bu
 kuruluşun adı "Devlet Personeli Sendikası" idi. Yasanın 1. maddesinde de
 adının "Sendika" veya "Meslek Birliği" olarak adlandırılacağı belirtilmiştir.
	Açıkladığım bu olgular itibariyle, tüzelkişilik kazandığını kabul
 ettiğimiz kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin bulunması, onun mutlaka
 sendikaların sahip olduğu hakları kullanacağı anlamına gelmez, üyelerine de,
 bu hakları talep etme hakkını vermez.
	Türkiye'de, dört-beş yılı aşkın süreden bu yana, anılan kuruluşların
 var olduğu inkar edilmiyecek bir vakıadır. Şu aşamada bunların hukuken
 kurulmamış, dolayısıyle tüzelkişilik kazanmadıklarının kabul edilmesi
 yukarıda ifade edildiği üzere, gerek yazılı olmayan ve gerekse yazılı olan
 özellikle kabul edilen sözleşmelerin kurallarına aykırı bulunmaktadır. Bundan
 dolayıdır ki, varılan sonucun hukuka uygun olmadığını düşünmekteyim.
	Kurulduğunu kabul ettiğim bu kuruluşları, fiili bir durum olarak da
 nitelendiremeyiz. Bu kuruluşların her biri tüzüklerini hazırlayıp, ilgili
 makama sunmuşlardır. Çok yüksek miktarlara varan aidatlar toplamaktadırlar.
 Tüm bunlardan sonra, bu kuruluşları yok saymak, kurulmuş bir düzeni kabul
 etmemek sonucunu doğurur.
	Anayasa'nın 49. maddesinde "Devlet çalışanların hayat seviyesini
 yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı
 desteklemek.... elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirler
  alır" kuralı yer almıştır. Davaya konu olan kuruluşların varlık ve etkinlik
 kazanmalarını isteyenler de çalışan kamu görevlileridir. Bu nitelikteki
 kuruluşların, özel işyerinde çalışanlardan farklı bazı koşullara bağlı
 tutulmaları doğaldır. Ancak bunların hukuken var olmadığını, doğmadığını
 kabul etmek doğru değildir.
	Yukarıda açıkladığım nedenler ve tüm hukuk ilkeleri, mevcut
 düzenlemeler gözetildiğinde, bu kuruluşların tüzelkişilik kazandıkları ve
 yazılı hukuk kurallarına ve ahlaka aykırı olmadığı, özellikle yazılı olmayan
 hukuk ilkelerine uygun bulunduğu, kapatılması içinde, hiçbir yasadışı
 faaliyetin mevcut ve iddia da edilmediği düşüncesi ile, çoğunluğun kapatma
 gerekçesine ve sonucuna katılamıyorum. Bu nedenle, yerel mahkeme kararının
 bozulması gerektiği kanaatindeyim.

                                                     Bilal Kartal
                                                     4.HD. Üyesi
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini