 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E. 1995/4-367
K. 1995/550
T. 24.05.1995
Özet : Dava konusu sendikanın kurulduğu tarihte henüz kamu
çalışanlarının sendika kurabileceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı
için, bu sendikanın tüzelkişilik kazanmadığının kabul edilmesi gerekir.
Mesleki dayanışma örgütü yahut adi ortaklık olarak nitelendirilmesi ve
kapatılmasına gerek olmadığı da benimsenemez. Çünkü, kurucular dahi fiilen
kendisini sendika olarak resmi kuruluşlara, topluma ve kendi meslek
mensuplarına tanıtmışlardır. Grev ve toplu sözleşme yapmayı öngören bir
kuruluşun tüzel kişiliğinin kabulüyle faaliyetini sürdürmesi anayasa ve yasal
ilkelere aykırıdır. Ayrıca, bu durum uygulamada yasa dışı sendikalaşmaya yol
açacağından kabul edilemez.
Bu davanın açılmasından sonra, Uluslararası Çalışma Örgütü (İLO)'nun
87 ve l5l sayılı Sözleşmeleri 25.11.1992 günlü Resmi Gazete ile yayınlanarak
yürürlüğe girmiştir. Bu sözleşmeler ile; işverenlerin ve kamu görevlilerinin
sendikalaşma özgürlüğüne halel getirecek her türlü ayırımcılığa karşı yeterli
korumadan yararlanacakları kabul edilmiştir. Ancak, bu sözleşmelerde
öngörülen güvencelerin üst düzey görevlilere veya çok gizli görev ifa
edenlere hangi ölçüde uygulanacağı ulusal yasalarla belirlenir. Her üye ülke
de ulusal koşullarına göre gerekli ve uygun önlemleri alır. Görülüyorki
TBBM'ce kanunla kabul edilen bu sözleşmeler, doğrudan doğruya konuyu
düzenlememekte üye ülkelere gerekli düzenlemeyi yapmak görevini
yüklemektedir. Bu sözleşmelerin kabulünden sonra da henüz kamu görevlileri
sendikası ile ilgili düzenleme yapılmadığından dava konusu sendika tüzel
kişilik kazanmamıştır. Böylece; tüzel kişilik kazanmayan bir kuruluşun hukuki
varlığının bulunmadığının tesbiti ile faaliyetlerine son verilmek üzere
kapatılmasına karar verilmesi gerekir.
Taraflar arasındaki "sendika faaliyetlerinin durdurulması ve
kapatılması" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; (Şişli Asliye Hukuk
Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair verilen 15.12.1992 gün ve 1992/110 E.,
1992/802 K. sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi
üzerine, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nin 14.2.1994 gün ve 1993/7488 E.,
1994/1016 K. sayılı ilamıyle; (...Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nın
"iddianamesinde" özetle; Tüm Haberleşme ve İletişim adlı bir sendikanın
kurulduğunu, kurucuların işçi ve işveren değil, kamu görevlisi
bulunduklarını, bunların sendika kuramıyacaklarını belirterek 2821 sayılı
Yasanın 6, 7 ve 54. maddeleri uyarınca kapatılması ve faaliyetlerinin
durdurulması istenmiştir.
Yerel Mahkemece, memurların sendika kurmalarına, anayasa ve Sendikalar
Yasası izin vermediğinden sendika faaliyetlerinin durdurulmasına ve
kapatılmasına dair isteğe bağlı olarak karar verilmiştir.
Davaya konu olan örgütün adında "Sendika" eklemesi bulunmaktadır.
Sendika özgürlüğü ve örgütlenme ile kamu hizmetinde örgütlenme haklarının
korunmasına yönelik Uluslararası Çalışma Örgütü sözleşmelerinin
onaylanmasından önceki bu davayla bağlantılı evrede eklentinin kesinlikle
teknik anlamda (toplu sözleşme ve grev yapabilen) sendikayla ilgisi yoktur.
Örgütün adında böyle bir eklenti olması, onu sendika durumuna getirmez.
Kapatılması istenen kuruluş bir meslek dayanışması örgütüdür. Hukuk
düzenimiz, bu tür gaye (ülkü amaçlı) örgütlerin kurulmasına izin vermektedir.
Örneğin, BK.nun 520/1. maddesi gereği ekonomik olmayan ülküye ulaşmak
bakımından birlik oluşturmayı yasaklamış değildir. İki ya da daha çok kişi,
emekleri ve paralarıyla katkıda bulunarak ortak amaç için anlaşma
yapabilirler, kurulan birlik meslek sorunlarını konuşabilir ve aksayan
yönlerini giderebilmek için Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa ve
ilgili mevzuat koşullarına göre çaba gösterebilirler.
Davada, meslek dayanışması için oluşturulan birliğin, yasalara aykırı
biçimde, amaç dışına çıktığı, eylemlerinde suç bulunduğu iddia edilmediğine
göre, (adında bir ekleme bulunması nedenine dayanılarak) yetkisi doğmamış
olan makamın kapatma isteği doğrultusunda karar verilmesi yasaya
aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden
yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden : Davalı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü
16.l.l992 tarihli dilekçe ile, İstanbul Valiliği'ne (Tüm Haber-Sen)
kısa adı ile (Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası) kurucu
üyeleri adına başvuruda bulunan kişi; Anayasa'da engel bir hüküm bulunmadığı
ve uluslararası sözleşmeler, İLO'nun 87, 98 ve l5l nolu sözleşmelerine göre
önceden izin almaksızın sendika kurmak hakları bulunduğundan bahisle,
kurdukları Tüm-Haber-Sen'in Ana Tüzüğü ile diğer belgelerini sunmuştur.
Gerek başvuru yazısında ve gerekse ana tüzüğünde, sendikanın toplu iş
sözleşmesi yapmak, grev kararı vermek de dahil olmak üzere tüm sendikal
faaliyetlerde bulunmak ve tüzelkişiliği haiz olmak işçi, memur, sözleşmeli
personel gibi statü ayırımını kaldırma ve (çalışanlar) olarak adlandırılmak
için çaba sarfetmek üzere 851 kurucu üye ile kurulduğu açıklanmış; 9 kişilik
geçici yönetim kurulu üyeleri ile kurucuların tümünün mesleği (sözleşmeli
personel) olarak gösterilmiştir.
İstanbul Valiliği'nin 20.1.1992 günlü yazısıyla; 657 sayılı Devlet
Memurları Kanunu kapsamına giren personel tarafından Tüm-Haber-Sen adında
sendika kurulduğu; kuruluşun, Anayasa'nın 51 ve 128. maddeleri ile 282l
sayılı Sendikalar Kanununun 1; 657 sayılı Kanunun 22 ve 27. maddelerine
aykırı olduğu belirtilerek, bu memur sendikasının faaliyetlerinin
durdurulması ve kapatılması için Asliye Hukuk Mahkemesinde dava açılması
hususu Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'na bildirilmiştir.
Şişli Cumhuriyet Başsavcılığı'nın 3.2.1992 tarihli iddianamesiyle; 657
sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurların sendika kurmak hakları
bulunmadığından, anılan sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanununun l, 2, 6/7
ve 54. maddeleri gereğince faaliyetinin durdurularak kapatılmasına karar
verilmesi istenmiştir.
Davalı vekilleri davaya verdikleri cevap dilekçelerinde; 2821 sayılı
Kanunun 6/7. maddesi gereğince bu davayı Valiliğin açabileceğini, Cumhuriyet
Savcılığının ancak aynı Kanunun 58. maddesindeki koşulların varlığı halinde
dava açabileceğini, davaya İş Mahkemesinde bakılması gerektiğini bildirerek
usul yönünden; ayrıca memurların sendika kurmak haklarının yasaklanmadığı, 87
ve 151 sayılı İLO sözleşmeleri ile kamu çalışanlarına sendika kurma hakkı
tanındığını bildirerek esas yönünden davanın reddini istemişlerdir.
Mahkemece; usule ilişkin itirazlar ara kararı ile reddedilmiş ve
esastan; davalı sendika kurucularının 657 sayılı Kanuna tabi memur oldukları,
memurların sendika kurma haklarının 23.11.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun
Hükmünde Kararname ile kaldırıldığı, 657 sayılı Kanunda memurların grev
kararı almalarının, grev ilan etmelerinin ve bu hususta propoganda
yapmalarının da yasaklandığı; 2821 sayılı Sendikalar Kanunu hükümleri
gereğince sendika kurma hakkının işçi ve işverenlere tanındığı; Anayasa'da
memurların sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hüküm bulunmadığı,
TBMM.'nce İLO Sözleşmeleri benimsenmiş ise de, halen yürürlükte bulunan
Anayasa ve Sendikalar Yasasının memurların sendika kurmalarına izin vermediği
belirtilerek, kurulmuş bulunan Tüm Haberleşme ve İletişim Sendikası'nın 2821
sayılı Sendikalar Kanununun 6/7 ve 54. maddeleri gereğince faaliyetlerinin
durdurulmasına ve kapatılmasına 15.12.1992 tarihinde karar verilmiştir.
Davalı vekilleri bu kararı usul ve esas yönlerinden temyiz etmişler;
Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesince usule ilişkin temyiz itirazları hakkında
olumlu veya olumsuz bir karar verilmeden, hüküm esastan oyçokluğu ile
bozulmuş, mahkemece bozmadan sonra taraflara diyecekleri sorulmuş; Cumhuriyet
Savcılığınca önceki hükümde ısrar edilmesi talep edilmiş; davalı vekili;
müvekkili kuruluşun sendika olarak isim kullandığını, bozma ilamındaki örgüt
ve mesleki dayanışma kuruluşu şeklindeki vasıflandırmaya katılmakla birlikte
bozma kararına uyulmasını istemiştir.
Mahkemece; davalıların, davanın başından beri kamu görevlileri
sendikası olduklarını savundukları ve nitekim bu hususu bozma kararından
sonra da vurguladıkları; memurların sendika kurmaları yönünde yasal bir
düzenlemenin bulunması gerektiği, böyle bir yasal düzenlemenin henüz kabul
edilmediği gerekçeleri ile önceki kararda direnmiş ve direnme kararı davalı
vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Hukuk Genel Kurulu'ndaki görüşmeler sırasında öncelikle yukarıda
anılan usule ilişkin sorunlar üzerinde durulmuştur.
Bu davaya İş Mahkemesinde mi, yoksa Asliye Hukuk Mahkemesinde mi
bakılabileceği sorunu tartışılmış ve anılan sendika kurucularının kamu
görevlisi oldukları ve kamu sendikası kurdukları ileri sürüldüğünden, dava
konusu sendikanın 2821 sayılı Sendikalar Kanunu kapsamına girmediği ve
dolayısıyla davaya İş Mahkemesinde değil, Asliye Hukuk Mahkemesinde
bakılabileceği sonucuna varılmıştır. Bundan sonra davanın Cumhuriyet
Savcılığı'nca açılabilip açılamayacağı sorunu üzerinde durulmuştur.
Gerek 2908 sayılı Dernekler Kanununun 50 ve 53., gerekse 2821 sayılı
Sendikalar Kanununun 58/1. maddelerinde dernek veya sendikaların kapatılması
veya feshi için Cumhuriyet Savcılığının dava açabileceği kabul edilmiştir.
Kanunla düzenlenen dernekler ve işçi ve işveren sendikalarının kapatılmaları
ya da faaliyetlerine son verilmesi için Cumhuriyet Savcılığınca kamu adına
dava açılabileceği öngörüldüğüne ve bu nedenle konu kamu düzeni ile ilgili
bulunduğuna göre, kamu görevlilerinin kurdukları sendikanın kapatılması için
dahi Cumhuriyet Savcılığınca dava açabileceğinin kabul edilmesi gerektiği
sonucuna varılmıştır.
Yukarıda açıklanan usul sorunları böylece çözümlendikten sonra, işin
esasının incelenmesine geçilmiştir.
Burada öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekirki, ülkemizde kamu
görevlilerine sendika kurma hakkı tanınması gerekip gerekmediği yönü yargı
organınca tartışma ve değerlendirme konusu yapılmamıştır. Çünkü bu husus,
yargı organının görev ve yetkisi dışında olup, demokratik bir hukuk
devletinde siyasi organın değerlendirebileceği bir konudur. Yargı organı
olarak sadece konunun yasal ve hukuksal yönü üzerinde durulmuş ve bu
çerçevede inceleme ve değerlendirme yapılmıştır.
Ülkemizde kamu görevlilerinin sendika kurma hakları ilk kez, 1961
Anayasası'nın 46. maddesinde düzenlenmiş ve işçi niteliği taşımayan kamu
hizmeti görevlilerinin bu alandaki haklarının Kanunla düzenleneceği
belirtilmiştir. Bu Anayasa hükmüne dayanılarak çıkarılan 8.6.1995 günlü ve
624 sayılı Devlet Personeli Sendikaları Kanunu ile; memurların ve işçi
niteliği taşımayan diğer kamu görevlilerinin ne şekilde sendika
kurabilecekleri, kurulacak sendikanın hak ve yetkilerinin neler olacağı,
nasıl ve hangi organ tarafından denetleneceği, ne şekilde son bulacağı gibi
konular düzenlenmiştir. Daha sonra, Anayasa'nın 46. maddesi, 20.9.1971 günlü
ve 1488 sayılı Kanunla değiştirilerek, sadece işçi ve işverenlerin, önceden
izin almaksızın, sendikalar ve sendika birlikleri kurma hakları kabul
edildiğinden, 624 sayılı Kamu Personeli Sendikaları Kanunu'nun uygulanmasına
son verilmiş ve yine bu değişikliğe paralel olarak 657 sayılı Devlet
Memurları Kanununun 22. maddesindeki memurların sendika kurabileceklerine
dair hüküm 23.12.1972 günlü ve 2 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile
yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece memurlar ve işçi niteliği taşımayan diğer
kamu görevlilerinin sendika kurma haklarının kullanılması olanağı ortadan
kaldırılmıştır. 1982 Anayasası'nın 5l. maddesinde de, sadece işçilerin ve
işverenlerin sendika kurma hakları düzenlenmiş olup, Anayasa'nın 128.
maddesinde memurların ve diğer kamu görevlilerinin hakları ve yetkilerinin
Kanunla düzenleneceği belirtilmiş bulunmaktadır. 657 sayılı Devlet Memurları
Kanununda veya diğer Kanunlarda memurların ve diğer kamu görevlilerinin
sendika kurabileceklerine dair herhangi bir hükme yer verilmemiştir. 657
sayılı Devlet Memurları Kanununun 27. maddesinde memurların grev yapmaları ve
greve katılmaları yasaklanmış olup, kamu İktisadi Teşebbüsleri Personel
Rejiminin Düzenlemesine Dair 22.1.1990 günlü ve 399 sayılı Kanun Hükmünde
Kararnamenin 3/d ve l4. maddelerinde sözleşmeli personelin toplu iş
sözleşmeleri kapsamına alınamayacağı, sendikaya üye olamayacakları ve grev
yapamayacakları hükme bağlanmıştır.
Anayasa'da yer alan temel hak ve özgürlüklerin bir kısmı, hiçbir yasal
düzenlemeye gerek olmadan doğrudan doğruya kullanılabilecek nitelikteki
özgürlüklerdir. Örneğin; yerleşme ve seyahat, düşünceyi açıklama, din ve
vicdan özgürlükleri, önceden herhangi bir yasal düzenlemeye gerek olmadan
doğrudan doğruya kullanılabilecek hak ve özgürlüklerdir. Yasa koyucu, bu
özgürlükleri, ancak Anayasa'da öngörülen nedenlerle ve hakların özüne
dokunmamak koşuluyla kanunla sınırlayabilir.
Anayasa'da yer alan dernek, sendika, siyasi parti kurmak, toplu
sözleşme, grev ve lokavt gibi hak ve özgürlükler ise, yasal düzenlemeye
dayanmadan, doğrudan doğruya kullanılmaları mümkün olmayan özgürlüklerdendir.
Çünkü, Anayasa'nın 33, 51, 53 ve 54. maddelerinde, bu hakların
kullanılmasının Kanunla düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa'da tanınmış
olmasına rağmen henüz yasal düzenleme yapılmamışsa dernek, sendika veya
siyasi partinin tüzelkişilik kazanması mümkün değildir.
Öte yandan, bir kuruluşun tüzelkişilik kazanması konusunda irade
serbestliği ilkesi uygulanamaz. Çünkü, gerçek kişiler, diledikleri şekilde
tüzelkişilik kuramazlar. Bunun için, Kanunda hangi tüzelkişiliklerin ne
şekilde kurulabileceğinin gösterilmesi gerekir. Böyle bir düzenleme yoksa,
kişilerin bir araya gelip istedikleri gibi tüzelkişilik oluşturmaları mümkün
değildir. Yasanın bu konuda, irade açıklanmasına hukuki sonuç bağlamış
olması gerekir. Ayrıca, yasada bu hususta irade açıklamasının ne şekilde
yapılacağı, yani daha açık bir ifade ile, ne gibi belgelerin hangi yetkili
makama verileceğinin ve hangi andan itibaren tüzelkişiliğin doğduğunun
düzenlenmiş olması zorunludur. Örneğin; dernek, sendika, siyasi parti,
ticaret şirketleri, vakıf gibi kuruluşların her birisi için yasal
düzenlemeler yapılmış olduğundan, bunlar ancak o Yasalarda öngörüldüğü
şekilde kuruldukları takdirde, tüzelkişilik kazanabilirler. Bunların dışında
örneğin, aile birliği, miras şirketi, adi ortaklık gibi birlik ve
topluluklar, isteseler de, tüzelkişilik kazanamazlar. Bütün bu açıklamalardan
anlaşıldığı üzere dernek, sendika ve siyasi parti kurma hakkının Anayasada
öngörülmüş bulunması, bunların tüzelkişilik kazanması için yeterli olmayıp,
yasal bir düzenlemeye dayanılması zorunludur. Aksi halde, tüzelkişilikden söz
edilemez. Bu düşünce, Anayasa'daki demokratik hukuk devleti ilkesine de
aykırı değildir. Çünkü, hukuk düzeni bunu zorunlu kılmaktadır. Gerçek
kişilerden ayrı bir hukuki varlığı olan tüzelkişilerin Devlet tarafından kamu
yararı düşüncesiyle denetlenmesi, bütün demokratik hukuk devletlerinde kabul
edilmiş temel bir ilkedir.
Dava konusu sendikanın kurulduğu tarihte, henüz kamu çalışanlarının
sendika kurabileceklerine dair yasal bir düzenleme bulunmadığı için,
yukarıdaki açıklamalara göre bu sendikanın tüzelkişilik kazanmadığının kabul
edilmesi gerekir. Buna karşın, kuruluşun Dernekler Kanununa göre tüzelkişilik
kazandığı veya tüzelkişiliği bulunmayan mesleki dayanışma örgütü yahut adi
ortaklık olarak nitelenmesi ve bu nedenle kapatılmasına gerek olmadığı görüşü
de, benimsenemez. Çünkü kurucular dahi, kendilerinin bu şekilde
nitelendirilmelerinin mümkün olmadığını bildirdikleri gibi, fiilen kendisini
sendika olarak resmi kuruluşlara, topluma ve kendi meslek mensuplarına
tanıtan, tüzüğünde bu şekilde faaliyette bulunmayı, grev ve toplu sözleşme
yapmayı öngören bir kuruluşun Dernekler Kanununa tabi bir dernek olduğu
yahut sadece mesleki bir dayanışma örgütü niteliğinde kabul edilmesi ve bu
nedenle faaliyetini sürdürmesine izin verilmesi yukarıda açıklanan Anayasal
ve yasal ilkelere aykırı olduğu gibi, bu durumun giderek uygulamada dolaylı
yoldan yasa dışı sendikalaşmaya yol açacağı için, kabul edilmesi mümkün
değildir.
Bu davanın açılmasından sonra ve dava devam ederken, 5.11.1992 günlü
ve 3847 sayılı "Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Haklarının Korunmasına
ilişkin 87 sayılı Sözleşmenin onaylanmasına dair kanun" ile 3848 sayılı "Kamu
Hizmetinde Örgütlenme Haklarının Korunmasına ve İstihdam Koşullarının
Belirlenmis Yöntemlerine ilişkin 15l sayılı Sözleşmenin onaylanması hakkında
kanun", 11.12.1992 tarihinde yürürlüğe girmiştir.
Kısaca, İLO Sözleşmeleri olarak anılan bu sözleşmeler ile; çalışanlar
ile işverenlerin ve kamu görevlilerinin sendikalaşma özgürlüğüne halel
getirecek her türlü ayrımcılığa karşı yeterli korumadan yararlanacakları
ancak, bu sözleşmelerde öngörülen güvencelerin üst düzey görevlilere veya çok
gizli görevleri ifa edenlere hangi ölçüde uygulanacağı, keza Silahlı
Kuvvetlere ve Polise ne ölçüde uygulanacağının ulusal yasalarla
belirleneceği, her üye ülkenin ulusal koşullarına göre gerekli ve uygun
önlemlerin alınacağı belirtilmiştir. Görülüyorki, TBMM.'nce Kanun ile kabul
edilen bu sözleşmeler, doğrudan doğruya konuyu düzenlememekte, üye ülkelere
gerekli düzenlemeyi yapmak görevini yüklemektedir. Bu sözleşmelerin
kabulünden sonra henüz kamu görevlileri sendikası ile ilgili bir yasal
düzenleme yapılmadığından, yukarıdan beri açıklanan ve varılan sonuç 151
sayılı İLO sözleşmeleri'nin kabulünden sonra da, geçerliliğini
sürdürmektedir. Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesinin kararında ve daire
sözcüsünün açıklamalarında, İLO Sözleşmesinden önceki yasal ve hukuksal
duruma göre karar verildiği, konusunun İLO Sözleşmelerine göre
tartışılamayacağı ileri sürülmüş ise de; dava devam ederken yürürlüğe giren
ve kamu düzeni ile ilgili olduğu için resen uygulanması gereken 151 sayılı
İLO Sözleşmesi hükümlerinin de gözönüne alınarak konunun tartışılması ve
değerlendirilmesi gerektiği görüşü çoğunlukça benimsenmiştir. Yukarıda
açıklandığı gibi, l5l sayılı İLO Sözleşmesinin kabulünden sonra da, henüz bu
konudaki özel yasa kabul edilip yürürlüğe konulmadığından, dava konusu
sendikanın tüzelkişilik kazanmadığı sonucuna varılmıştır.
Tüzelkişilik kazanmayan böyle bir kuruluşun hukuki varlığınının
bulunmadığının tesbiti ile yetinilmesi doğru görülmemiş, kamu düzeni ile
ilgili bulunduğu için faaliyetlerine son verilmek üzere kapatılmasına karar
verilmesi gerektiği görüşü benimsenmiştir. O itibarla direnme kararının
açıklanan bu gerekçelerle onanması gerekmiştir.
SONUÇ : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının reddi ile, direnme
kararının yukarıda açıklanan nedenlerle ONANMASINA, ve (64.500.Tl.) bakiye
temyiz ilam harcının temyiz edenden alınmasına, 24.5.1995 gününde yapılan ilk
görüşmede üçte ikiyi aşan oyçokluğu ile karar verildi.
Birinci Başkanvekili 13.Hukuk D.Bşk. 15.Hukuk D.Bşk. 18.Hukuk D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR A.İ.Arslan M.S.Aykonu S.Rezaki
Bozma
19.Hukuk D.Bşk. 11.Hukuk D.Bşk. 14.Hukuk D.Bşk. 1.Hukuk D.Bşk.
Y.M.Günel G.Eriş E.Özdenerol E.Özkay
Değişik Gerekçeli
Onama
16.Hukuk D.Bşk. 12.Hukuk D.Bşk. S.Tamur M.Elçin
O.Arslan C.Sanin
M.S.Atalay İ.Haznedaroğlu E.Taylan E.A.Özkul
Bozma
D.Topçuoğlu E.Aktekin H.S.Terzibaşıoğlu H.Özdemir
T.Algan B.Kartal H.Dinç 20.Hukuk D.Bşk.V.
Bozma H.Demirhan
M.H.Surlu M.M.Aktürk M.Ulusoy M.Sucu
Bozma
21.Hukuk D.Bşk.V. C.Dikmen G.Nazlıoğlu V.Canbilen
U.Araslı
Ü.Aydın O.G.Çankaya A.İ.Özuğur 17.Hukuk D.Bşk.V.
O.Özgürel
B.K.Kurşun B.Sınmaz A.Alyaz İ.Özmen
Bozma
H.Erdoğan H.Karakış Y.E.Selimoğlu M.S.Özgenç
KARŞI OY YAZISI
Davalılar Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları Sendikası ve
kurucuları İsmail ve arkadaşları hakkında, Şişli Cumhuriyet Savcılığı`nca
3.2.1992 günlü iddianeme ile davalılardan, sendikanın faaliyetinin
durdurulması ve kapatılması istenmiştir. Davalılar İsmail ve sekiz arkadaşı
16.1.1992 günlü başvuru ile Tüm Haberleşme ve İletişim Çalışanları
Sendikası'nı kurduklarını ileri sürmüşlerdir. Şişli Cumhuriyet Savcılığı'nca
düzenlenen iddianame ile faaliyetinin durdurulması ve kapatılması istenen
örgütün dosyadaki ana tüzüğüne göre bu örgütün sendika olarak kurulmak
istendiği anlaşılmıştır. Anılan sendikanın kurulması için yapılan 16.1.1992
başvuru tarihinde kamu görevlilerinin (memurların) bir sendika kurmaları söz
konusu değildir. Çünkü, yasalarımızda bu yönde olumlu bir yasal düzenleme
bulunmadığı gibi, aksine sendika kurulmasına olanak vermeyen kuralların
bulunduğu gözlenmiştir.
Ancak, Uluslararası Çalışma Örgütünün (İLO) 87 ve 151 sayılı
Sözleşmeleri 25.11.1992 günlü Resmi Gazete ile yayınlanarak yürürlüğe
girmiştir. Anayasanın 90/5. maddesi uyarınca, usulüne göre yürürlüğe konulmuş
uluslararası sözleşmeler Yasa hükmündedir. Bunlar hakkında, Anayasaya
aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Yani, uluslararası
sözleşmeler, Anayasa derecesinde kurallardır. İLO Sözleşmeleri'nin kabulünden
sonra ülkemizde artık kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları
için özel bir düzenlemeye gerek yoktur. Zira, aksi halin düşünülmesi, yasal
düzenleme sayılan uluslararası sözleşmelerin inkarı olur. Böyle bir durum
ise, ülkemizin yurt dışında olumsuzlukla karşılanması ve uluslararası
sözleşmelerin gözardı edilmesi gibi bir sonucu doğurur. Uluslararası
sözleşmeler yürürlüğe girdikten sonra, bunların uygulanmasına şöyle veya
böyle bir görüşle karşı çıkılması, Hukuk Devleti kurallarının dışlanması
anlamındadır. Bu düşünce ise, asla kabul edilemez ve uygulama olanağı
kazanamaz.
Açıklanan bu durum karşısında, sonuç olarak şunu söylemek olanaklıdır.
Davalılardan anılan sendikanın kuruluş tarihinde, İLO Sözleşmelerinin henüz
kabul edilmemiş olmasına göre, davalı sendikanın kapatılması ve faaliyetinin
durdurulması doğrudur. Ancak, İLO Sözleşmelerinin kabulünden sonra, ülkemizde
kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş kurmaları olanaklıdır. Bu
kuruluşlar için özel düzenlemeler çıkarılmamış olsa bile, ilgili diğer
yasaların ve özellikle 2821 sayılı Sendikalar Kanunu ile Dernekler Kanunu ve
Medeni Kanunun, kamu görevlilerinin kurduğu sendikalar ile bağdaşan hükümleri
kıyasen uygulanır. Sayın çoğunluğun, işbu davada, İLO Sözleşmelerinin
yürürlüğe girmesinden sonra da, kamu görevlilerinin sendika ve üst kuruluş
kuramayacakları biçiminde oluşan gerekçe ve kararına katılmıyor ve yerel
mahkeme kararının değişik gerekçe ile onanması gerektiğini düşünüyorum.
Gönen ERİŞ
11.H.D. Başkanı
KARŞI OY YAZISI
Şişli Cumhuriyet Savcılığı, "İddianame" başlıklı bir yazı ile, Türkiye
Haberleşme İletişim Çalışanları Sendikası Üyelerinin 657 sayılı Devlet
Memurları sıfatını taşımaları nedeniyle sendika kurmalarının yasal olmadığını
belirterek sendikanın kapatılmasını istemiştir.
Yerel Mahkeme, Anayasa'da Devlet Memurlarının sendika kuracaklarına
dair bir hüküm olmadığından, istemin kabulüne sendikanın kapatılmasına karar
vermiştir.
Karar, Yargıtay Dördüncü Hukuk Dairesi'nce bozulmuştur. Yerel
Mahkemenin ilk kararında direnmesi üzerine dosya Hukuk Genel Kuruluna gelmiş,
anılan kurulca, yerel mahkeme kararının yerinde olduğu belirtilerek
onanmıştır.
Aşağıda belirteceğim nedenlerle Hukuk Genel Kurulu'nun kararına
katılamıyorum.
Bize göre sorun, kapatılması istenilen kuruluşun tüzel kişilik kazanıp
kazanmadığından kaynaklanmaktadır.
Aslında davayı açan Cumhuriyet Savcılığı da, kuruluşun tüzellik
kazandığını kabul etmiş olacak ki, kapatılmasını istemiştir.
Karar, iç hukukta Devlet Memurları için bir düzenlemenin yapılmamış
olması esasına dayanmaktadır. Diğer bir anlatımla, yasal bir düzenleme
olmadan bir tüzel kişiliğin kazanılamayacağıdır. Halbuki, yasal bir düzenleme
olmadan da gerçek kişiler ortak bir amaca hizmet için bir araya gelmek, bu
amaç uğruna çalışmak veya o amaca hizmet etmek için emek ve sermayelerini
birleştirdikleri durumlarda o kuruluşun tüzel kişilik kazanacağı kabul
edilmelidir. Burada önemli olan yön amacın sürekli olması ve bu amacın hukuka
ve ahlaka aykırı bulunmamasıdır. Hukuk, yazılı olanın yanında yazılı olmayan
hukuk kurallarını da kapsamaktadır. Demek oluyorki, bir topluluğun
tüzelkişilik kazanabilmesi için toplum yapısının belirli bir aşamaya varmış
olması, sürekli amaçlara hizmet ve bu amaçlar çevresinde birleşme
düşüncesinin doğması ve gerçek kişilerden bağımsız olarak hak ehliyetine
sahip bulunması gerekmektedir.
Özel hukuk alanında, tüzelkişilik, bir kişilik kurma hukuki işlemi ile
oluşurlar. Hukuki işlem de, hukuki sonuç doğurmaya yönelik bir irade
açıklamasıdır. İrade açıklaması bu amaca yönelikse, tüzelkişilik kurulmuş
olur. Yeterki mevcut hukuk düzeninin bu sonuca engel olmaması ve
yasaklanmamasıdır. Tüzelkişiliğin kazanılması için ilgili olduğu ileri
sürülen kurumların iznine gerek yoktur. Zaten MK.nun 45 ve 53. maddelerinde
bu yön açık bir biçimde ifade edilmiştir. Kuruluşun veya topluluğun
tüzelkişilik kazanabilmesi için, amacının Yasaya ve ahlaka aykırı olmaması
MK.nun 45/2. maddesinde belirtilmiştir. Aynı Yasanın 71. maddesinde de,
tüzelkişiliğin amacının Yasaya veya ahlaka aykırı olması halinde
fesholunacağı hükme bağlanmıştır.
Açıklanan bu ilkeler gözetildiğinde, Siyasi Partiler Yasasının 5.,
2821 sayılı Sendikalar Yasasının 6., Dernekler Yasasının 4. maddesinde
önceden izin alınmaksızın, parti, sendika ve dernek kurulabileceği ve
tüzelkişilik kazanacağı belirtilmiştir. Bu yönden ihtiyaç duyulan bu
kuruluşlar için Yasa çıkarıldığı, yarın başka kuruluşlar için ihtiyaç
doğabileceği düşünülerek onlarında tüzelkişilik kazanması için mutlaka bir
Yasa çıkarılması gerekmez. Zaten parti, sendika ve dernek gibi kuruluşların
tüzelkişilik kazanmaları, Yasa ile değil, onlar ve benzeri kuruluşların belli
bir amaç için birleştiklerine ilişkin bulunan irade beyanlarını içeren
dilekçeyi ilgili kuruluşa vermekle tüzelkişiliği kazanmış bulunmaktadırlar. O
Yasa kuruluşlara tüzelkişiliği kazandırmak için değil, o kuruluşların çalışma
yöntemini belirlemek içindir. Yasada, o kuruluşun organları, hakları,
ödevleri, çalışma yöntemleri gibi düzenlemeler yer almaktadır. Belli ve
sürekli bir amaç uğruna birleşenlerin meydana getirdiği kuruluş,
tüzelkişilik kazanmış bulunmasına karşın o kuruluşun çalışma yöntemi hakkında
yasal bir düzenleme mevcut değilse, yaptığı faaliyetler yasal bir düzenlemeye
dayanmıyorsa, diğer bir anlatımla yasal düzenleme yoksa, ismi ne olursa olsun
o alanda ve aynı ismi taşıyanlarla aynı işi yapamıyacaklardır.
Somut olayda da, kapatılması istenen Tüm Haberleşme ve İletişim
Çalışanları Sendikası adı verilen kuruluşun tüzelkişilik kazanması herhangi
bir kurumun iznine bağlı değildir. Kuruluşa sendika adının verilmiş olması
onunda 2821 sayılı işçi sendikalarının sahip olduğu haklara sahip olması ve
onun yetkilerini kullanması sonucunu doğurmaz. O halde, tartışmalar sırasında
da ileri sürüldüğü üzere böyle bir kuruluş; sendikaların sahibi olduğu
hakları kullanamıyorsa hukuk alanında varlığına da gerek yoktur. Diğer bir
anlatımla, hukuki varlık da kazanamaz denmiştir. Böyle bir savı şöyle
yanıtlayabiliriz. Her doğan insanın konuşması, yürümesi vs. gerekir.
Konuşmayan yürüyemiyen bir insanın varlığına gerek yok mu diyeceğiz. Bir
varlığın, bir kuruluşun var olması başka şey, bir takım haklara sahip olması
ve onları kullanması başka şeydir. Her insan doğumundan itibaren medeni
haklara sahiptir. Ancak her insan bu hakları kullanamaz. Kullanması için fiil
ehliyetine sahip olması gerekir. İşte davamıza konu olan kuruluşta, belli ve
sürekli bir amaç etrafında birleşenlerin bu iradelerini valiliğe bildirmekle,
tüzelkişilik kazanmıştır.
Bir an için, tüzelkişilik kazanılması mutlaka bir Yasanın var olmasına
bağlanıyorsa, bize göre bu yasal düzenlemede mevcuttur. Şöyle ki, 4.11.1950
tarihinde imzalanan ve 10 Mart 1954 tarihinde 6366 sayılı Yasa ile
onaylanarak Türkiye'nin iç hukukuna aktarılan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesi'nin 11. maddesinde, herkesin barışçı amaçlarla çıkarlarını
korumak için sendika kuracağı öngörülmüştür. Aynı hak, İnsan Hakları Evrensel
Beyannamesi ve Paris Şartının 1. Bölümünün 5. maddesinde de ifade edilmiştir.
Bunlardan ayrı olarak kısaca (İLO) olarak adlandırılan Uluslararası Çalışma
Örgütü'ne ait 87 ve 151 sayılı sözleşmeler de 25.11.1992 tarihinde Yasa ile
kabul edilmiştir. 87 sayılı Sendika Özgürlüğüne ve Örgütlenme Hakkının
Korunmasına ilişkin Sözleşmenin özellikle 2, 3, 10 ve 11. maddeleri ile, 151
sayılı Kamu Hizmetinde Örgütlenme Hakkının Korunmasına ve İstihdam
Koşullarının Belirlenmesi Yöntemlerine İlişkin Sözleşmenin de 1, 2, 3, 4 ve
5. maddelerinde; çalışanların, önceden izin almadan istedikleri kuruluşları
kurmak ve üye olmak hakkına sahip oldukları ifade edildikten başka, kamu
makamlarının bu hakkı sınırlayacak veya kullanılmasına engel olacak her türlü
müdahaleden sakınmaları gerektiği de hükme bağlanmıştır. 151 sayılı
Sözleşmenin 3. maddesinde, "Kamu Görevlileri Örgütü" deyimi, oluşumu ne
olursa olsun, amacı kamu görevlilerinin çıkarlarını savunmak ve geliştirmeye
yönelik örgüt anlamına geldiği de belirtilmiştir.
Bu tür uluslararası sözleşmelere katılım, Yasa ile olmaktadır. Diğer
bir anlatımla, sözleşmenin TBMM'nde kabul edilmesi gerekmektedir. Bu kabul
sonucu, o sözleşme iç hukukumuzdaki bir Yasa gibi hukuki sonuç doğurmaktadır.
Hal böyle olmasına karşın, Anayasa'nın 90/5. maddesinde bu ilke ayrıca hükme
bağlanmış ve bu nitelikte olup yasalaşan sözleşmelerin Anayasa'ya aykırılık
iddiası ile Anayasa Mahkemesi'ne dahi götürülemeyeceği belirtilmiştir.
Tüm bu düzenlemeler gözönünde tutulduğunda, davaya konu edilen
kuruluşun belirtilen yasal dayanak nedeniyle de tüzelkişilik kazandığı kabul
edilmelidir. Tüzelkişiliğin kazanılması için Yasanın varlığı bir koşul olarak
ileri sürülmüyorsa, birden fazla Yasanın var olduğu ortadadır. Bu Yasalarla,
adı geçen kuruluşun (Sendika adının bulunması sonuca etkili değildir) bir
sendika gibi faaliyet göstermesi elbette beklenemez. O faaliyetlerde grev ve
toplu sözleşme yapma hakkıdır. İşte ancak bunun için bir yasal düzenleme
gereklidir. Çünkü çalışma usul ve yönteminin belirlenmesi gerekir. Bu
düşüncemizi güçlendiren 151 sayılı Sözleşmenin 1. maddesinin 3 nolu bendinde,
"Bu sözleşmede öngörülen güvencelerin Silahlı Kuvvetlere ve polise ne ölçüde
uygulanacağı ulusal Yasalarla belirlenecektir" hükmü getirilmiştir. Burada
adı geçen bu hizmet birimlerinin sözleşme dışında tutulduğu düzenlemenin
ulusal hukuka bırakıldığı anlaşılmaktadır. Bunun dışında kalan çalışanların
sözleşme dolayısıyla Yasa kapsamına alındığı ve kurulduğu kabul edilmelidir.
Kapatılması istenilen kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin olması, o
kuruluşun mutlaka 2821 sayılı İşçi Sendikalarının sahip olduğu hak ve
yetkileri kullanacağı anlamına gelmez. Nitekim, 1961 Anayasası'nda, 1971
yılında yapılan değişiklikle, 119. maddenin 3. fıkrasında işçi niteliği
taşımayan çalışanlarca kurulacak örgütlere, "Sendika" sözcüğü yerine
"Kuruluş" sözcüğünü koymuştur. Bunun gerekçesini de (... kamu hizmetlileri
kuruluşlarının gerçek manada sendikal bir faaliyette bulunmaları mümkün
değildir. Şu halde bu kuruluşların "Sendika" olarak isimlendirilmesi her
şeyden önce kavram karışıklığına sebebiyet vermekte ayrıca "Sendika"
teriminin etkisiyle bu kavrama olduğundan başka bir anlam verilmesi eğilimini
ortaya çıkarmaktadır... Bu itibarla... kamu hizmeti görevlilerinin mesleki
menfaatlerini korumak ve geliştirmek amacıyla kuracakları tüzelkişiliklerin
"Sendika" olarak değil, "Kuruluş" olarak isimlendirilmesi... uygun
görülmüştür) biçiminde açıklamıştır. Bu da düşüncemizi güçlendirmektedir.
Zaten Dairemiz de, bu kuruluş bir sendikadır. İşçi sendikaları da dahil olmak
üzere tüm sendikaların sahip olduğu hakları kullanacağını savunmamaktadır.
İddiamız bunun bir kuruluş olarak tüzelkişilik kazandığı yönündedir. Nitekim,
Tüm Belediye Memurları Sendikası adlı bir kuruluşun üyelerinden bazıları bir
ilin Büyükşehir Belediyesi ile bir toplu iş sözleşmesi yaptıklarını
belirterek bu sözleşmeye dayanarak alacak isteminde bulunmuşlardır. Yerel
Mahkemece bu istem kabul edilmişti. Ancak, Dairemizin 13.12.1994 gün ve
1994/5865-11183 sayılı kararı ile, kamu hizmetini yürüten bir memurun
atanması, görevi yürüttüğü işin nitelik ve kapsamı, sahip olduğu güvenceler
itibariyle, bir kamu kurumu ile arasındaki hukuki ilişki ve düzenleme, İş
Yasasına tabi olan işçi-işveren arasındaki ilişki gibi kabul edilemiyeceği ve
henüz bir yasal düzenleme de olmadığı için kamu kurumu ve kuruluşları ile
toplu iş sözleşmesi yapamayacağı bu nitelikteki bir sözleşme için yasal
düzenlemenin zorunlu olduğu belirtilerek yerel mahkeme kararı bozulmuştur.
Denebilirki, bu tür bir kuruluş, toplu sözleşme ve grev yapamayacaksa,
var olduğunun bir anlamı da yoktur. Halbuki durum hiçte öyle değildir. Bu gün
dahi kapatılan ve benzeri sendikalar Türk kamuoyunda ve siyasi alanda
mesleki alanda mesleki bir baskı grubu olarak varlığını kanıtlamış
bulunmaktadırlar. Aidatlar almakta, sayısız toplantılar yapmakta hatta
Türkiye'deki siyasi ve ekonomik gündemi dahi belirlemektedirler. Bu
yapılanların hiçbiri de hukuk dışı ve ahlaka aykırı değildir. Hatta 1965
yılında yürürlüğe giren 624 sayılı Devlet Personel Sendikaları Kanununda da,
grev dolayısıyla toplu iş sözleşmesi yapması yasaklanmıştır. O Yasada da bu
kuruluşun adı "Devlet Personeli Sendikası" idi. Yasanın 1. maddesinde de
adının "Sendika" veya "Meslek Birliği" olarak adlandırılacağı belirtilmiştir.
Açıkladığım bu olgular itibariyle, tüzelkişilik kazandığını kabul
ettiğimiz kuruluşun adında "Sendika" kelimesinin bulunması, onun mutlaka
sendikaların sahip olduğu hakları kullanacağı anlamına gelmez, üyelerine de,
bu hakları talep etme hakkını vermez.
Türkiye'de, dört-beş yılı aşkın süreden bu yana, anılan kuruluşların
var olduğu inkar edilmiyecek bir vakıadır. Şu aşamada bunların hukuken
kurulmamış, dolayısıyle tüzelkişilik kazanmadıklarının kabul edilmesi
yukarıda ifade edildiği üzere, gerek yazılı olmayan ve gerekse yazılı olan
özellikle kabul edilen sözleşmelerin kurallarına aykırı bulunmaktadır. Bundan
dolayıdır ki, varılan sonucun hukuka uygun olmadığını düşünmekteyim.
Kurulduğunu kabul ettiğim bu kuruluşları, fiili bir durum olarak da
nitelendiremeyiz. Bu kuruluşların her biri tüzüklerini hazırlayıp, ilgili
makama sunmuşlardır. Çok yüksek miktarlara varan aidatlar toplamaktadırlar.
Tüm bunlardan sonra, bu kuruluşları yok saymak, kurulmuş bir düzeni kabul
etmemek sonucunu doğurur.
Anayasa'nın 49. maddesinde "Devlet çalışanların hayat seviyesini
yükseltmek, çalışma hayatını geliştirmek için çalışanları korumak, çalışmayı
desteklemek.... elverişli ekonomik bir ortam yaratmak için gerekli tedbirler
alır" kuralı yer almıştır. Davaya konu olan kuruluşların varlık ve etkinlik
kazanmalarını isteyenler de çalışan kamu görevlileridir. Bu nitelikteki
kuruluşların, özel işyerinde çalışanlardan farklı bazı koşullara bağlı
tutulmaları doğaldır. Ancak bunların hukuken var olmadığını, doğmadığını
kabul etmek doğru değildir.
Yukarıda açıkladığım nedenler ve tüm hukuk ilkeleri, mevcut
düzenlemeler gözetildiğinde, bu kuruluşların tüzelkişilik kazandıkları ve
yazılı hukuk kurallarına ve ahlaka aykırı olmadığı, özellikle yazılı olmayan
hukuk ilkelerine uygun bulunduğu, kapatılması içinde, hiçbir yasadışı
faaliyetin mevcut ve iddia da edilmediği düşüncesi ile, çoğunluğun kapatma
gerekçesine ve sonucuna katılamıyorum. Bu nedenle, yerel mahkeme kararının
bozulması gerektiği kanaatindeyim.
Bilal Kartal
4.HD. Üyesi
|