 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
13. HUKUK DAİRESİ
SAYI
ESAS l995 KARAR
267 545l
Y A R G I T A Y İ L A M I
Nejat Sabuncu vekili avukat Yılmaz Başar ile l-Mehmet Şakir Erman vs.
vekili avukat Binnur Başkalfa 2-Yapı ve Kredi Bankası A.Ş. vekili avukat
Nesrin Çevik 3-Belediye Başkanlığı vekili avukat Güven Özgülüş aralarındaki
dava hakkında İstanbul 3. Asliye Hukuk Hakimliğinden verilen l0.2.l994 tarih
ve 535-37 sayılı hükmün Dairenin 27.6.l994 tarih ve 4500-6339 sayılı ilamiyle
onanmasına karar verilmişti. Süresi içinde davacı avukatı tarafından kararın
düzeltilmesi istenilmiş olmakla dosya incelendi, gereği konuşuldu.
KARAR
Davacı, davalılardan Yapı Kredi Bankası A.Ş.nin işlettiği depoya
emaneten bıraktığı mallarının, diğer davalıların sahip ve kiracısı olduğu
bitişik binada 6.8.l977 tarihinde meydana gelen yangının sırayet etmesi
sonucu tamamen yandığını, o günün rayiç bedeli 529.000 TL.nin giderimi
konusunda İstanbul 2. Asliye Hukuk Mahkemesinin 983/l46 esasına kayden açtığı
davanın onüç yıl süren yargılamadan sonra lehine sonuçlandığını, asıl
alacak ve faizini toplam l.248.000 TL. olarak l99l yılında ancak tahsil
edebildiğini, enflasyonist baskının para değerinde meydana getirdiği olumsuz
etkilerden dolayı faizle karşılanması mümkün olmayan fahiş zarara uğradığını
öne sürerek l76.002.000 TL. munzam zararının davalılardan müştereken ve
müteselsilen tahsiline karar verilmesini istemiştir.
Davalılar, ilk davada munzam zarar alacağını davacının saklı
tutmadığını, olayda zamanaşımı süresinin de dolduğunu yargılamanın uzun
sürmesinin kendisine atfedilecek bir kusur kabul edilemeyeceğini savunmuş
davanın reddini dilemişlerdir.
Mahkemece, l20.4l7.0l0 TL.nin 6.8.l977 tarihinden itibaren
hesaplanacak 30 faizi ile birlikte davalılardan müştereken ve müteselsilen
tahsiline, davacının fazla isteminin reddine karar verilmiş, hüküm
davalılardan Yapı Kredi Bankası A.Ş. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı
Nesrin Dilman, Mehmet Şahin Erman, Ayten Erman, Sevim Akçakoyunlu, Hasan
Recai Erman tarafından temyiz edilmiş, Dairemizce yerel mahkeme kararı temyiz
eden davalılar yararına bozulmuştur, davacı karar düzeltme isteminde
bulunmuştur.
l-Hemen belirtelim ki; uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme
kavuşturulabilmesi için "Munzam Zarar" "Temerrüt faizi ile karşılanmıyan
zarar" kavramının somut olay içinde hukuki nitelendirme ve
değerlendirilmesini yapmak zorunludur.
Gerçekte de; borçlunun temerrüdü sonucu para borcunun vadesinde
ödenmemesi alacaklının zararına neden olacağı açıktır. Yasa koyucu bu şekilde
oluşan zararın kural olarak temerrüt faizi ile karşılanacağını varsaymıştır.
Ne varki alacaklının bu yüzden uğradığı zarar, her zaman özellikle
enflasyonun egemen olduğu ülkelerde temerrüt faizi ile karşılanabileceğini
kabul somut adalet kurallarıyla bağdaşmayacağı gözardı edilemez. O nedenle
yasa koyucu B.K.nun l05. maddesinin l. fıkrası ile "Alacaklının düçar olduğu
zarar, geçmiş günler faizinden fazla olduğu surette, borçlu kendisine hiç bir
kusur isnat edilemeyeceğini isbat etmedikçe bu zararı dahi tazmin ile
yükümlüdür" hükmünü getirmiştir. Nitekim, borçlu temerrüdünün temel
sonuçlarından biri de; borçlunun alacaklıya karşı edimini onun zararına
meydan vermeyecek şekilde borcun zamanında, eksiksiz, tam ifa edilmesi ve bu
yönde gerekli özenin gösterilmesidir.
Her ne kadar, anılan yasa hükmünde; geçmiş günler faizini aşan bir
zarardan söz edilerek, zararın türü niteliği ve özellikleri konusunda bir
açıklık getirilmemişse de buradaki zararın hukukumuzdaki genel zarar
tanımlamasıyla özdeş olduğunda duraksamaya yer olmamalıdır.
Hal böyle olunca; bu zarar, borçlu temerrüde düşmeden borcunu ödemiş
olsaydı, alacaklının mal varlığının kazanacağı durum ile temerrüt sonucunda
ortaya çıkan ve oluşan durum arasındaki fark; temerrüt faizi ile
karşılanmayan onu aşan bölüme tekabül eden zarar diye tanımlanması mümkündür.
Böyle bir zarar her somut olayın kendine özgü koşullarından, alacaklının özel
durumundan, borcun ifa edileceği para biriminden diğer etkenlerden
kaynaklanabilir. Munzam zarar alacaklısı; öncelikle temerrüde uğrayan asıl
alacağının varlığını; bu alacağının geç veya hiç ifa edilmemesinden dolayı
temerrüt faizi ile karşılanmayan zararını ve miktarını; zarar ile borçlu
temerrüdü arasındaki uygun illiyet bağını isbat etmek, zararın ortaya
çıkışını belirleyen inandırıcı hükme esas tutulabilecek nitelikte maddi
olguları da açıklamakla yükümlüdür. Borçlu, ancak temerrüdündeki
kusursuzluğunu kanıtlamakla sorumluluktan kurtulabilir.
Sırası gelmişken vurgulayalım ki; alacaklının açıklanan ispat
yükümlülüğü çok sıkı kurallara bağlanmamalı genel isbat yöntemlerinde olduğu
gibi her olayın kendi yapısı ve özelliği içinde değerlendirmeye tutulmalıdır.
Özellikle yaşanan hayatın gerçekleri ve deneyimlerinin zorunlu kıldığı
herkesçe bilinen normal durumlar ile, fiili karineler diğer bir anlatımla
M.K. 6. maddesinde anlamını bulan genel kuralın istisnaları şeklinde isbat
yükümünü ortadan kaldıran olgular isbat hukuku açısından alacaklı yararına
değerlendirilmeli bunların aksini iddia eden borçluya isbat yükünün düştüğü
kabul edilmeli en önemlisi hükmedilecek zarar miktarı ve kapsamının
tesbitinde B.K. Md. 43/2 hükmünden yararlanılmalıdır.
Yine B.K.nun l05. maddesinde sözü edilen borçlunun munzam zararı
tazmin yükümlülüğü asıl borç ve temerrüt faizi ödeme yükümlülüğünden farklı;
temerrüt ile oluşmaya başlayan asıl borcun ifasına kadar zaman içinde artarak
devam eden asıl borçtan tamamen bağımsız, yeni bir borçtur. Asıl borcun
hukuki sebebi kaideten haksız fiil, nedensiz zenginleşme, veya sözleşme
olduğu halde; bu borcun hukuki sebebi asıl alacağın temerrüde uğraması,
farklı bir anlatımla borcun ödenmemesi veya zamanında ödenmemesi gibi hukuka
aykırılıktır. O nedenle bu hukuki niteliği ve karakteri itibariyle asıl
alacak ve faizleri yönünden icra takibinde bulunulması veya dava açılmasıyla
sona ermeyeceği gibi icra takibi veya dava açılması sırasında asıl alacak ve
temerrüt faizi yanında istenilmemiş olması halinde dahi (B.K. Md. l05/2)
takip veya davanın konusuna dahil bir borç olarak da kabul edilemez.
Hal böyle olunca; asıl alacağın faizi ile birlikte tahsiline yönelik
icra takibinde ve davada munzam zarar hakkı saklı tutulmasına gerek yoktur.
Ayrı bir dava ile zamanaşımı süresi içinde her zaman istenmesi mümkündür. Bu
bağlamda; evveliyetle, munzam zararın tabi olduğu zamanaşımı süresi,
başlangıç tarihi üzerinde durulmalıdır. B.K.nun l05. maddesindeki hak esas
itibariyle bir alacak hakkıdır ve anılan yasa maddesinde zamanaşımı yönünden
de ayrık özel bir hüküm getirilmemiştir.
O nedenle; başka kanunlarda alacak haklarına ilişkin zaman aşımı
süresi belirtilmemişse B.K.nun l25. maddesindeki l0 senelik zaman aşımı
uygulanacaktır. Sürenin başlangıcı da; az yukarıda açıklanan munzam zararın
hukuki yapısından hareket edilerek genel hüküm uyarınca alacağın muaccel
olduğu zamandan başlatılacaktır. (B.K. Md. l28)
Bir davada ileri sürülen maddi olguların hukuki nitelendirmesini
yapmak uygulanacak yasa maddelerini bulmak ve uygulamak Hakimin doğrudan
görevidir. (HUMK. Md. 76)
Somut olayda davacının; 6.8.l977 tarihinde yanan mallarının o günkü
rayiç bedeli 529.000 TL. alacağı ile faizlerinin tahsilini teminen l9.7.l978
tarihinde açtığı davanın ancak 3l.l0.l99l tarihinde kesinleşip
sonuçlanabildiğini o nedenle asıl alacağı ile temerrüt faizlerinin geç
ödenmesinden dolayı temerrüt tarihi ile ödeme tarihi arasındaki geçen zaman
zarfında enflasyonun etkisi ile para değerinin düşmesi, alım gücünün
azalmasıyle oluşan munzam zararının ödetilmesini istediği anlaşılmaktadır.
Davalıların 6.8.l977 tarihinde ödemeleri gereken asıl borcu ödemeyerek
temerrüde düştükleri kesinleşen hükümle çok açıktır. Dava konusu munzam zarar
ilk temerrüt tarihinden itibaren başlayıp, asıl borcun ve temerrüt
faizlerinin ödendiği zamana kadar geçen zaman dilimi içinde her gün artarak
devam eden zarar olması nedeni ile davacı munzam zarara ilişkin bu davanın
açıldığı 4.ll.l99l tarihinden geriye doğru l0 yıllık süre içinde gerçekleşen
zarar bölümünü talep edebilir. Bu süre dışında kalan dava zamanaşımına
uğramış sayılır.
Davalıların temerrütleri borcun ödeme tarihi 6.8.l977 tarihinde
gerçekleşmiştir. O nedenle davacının asıl alacağın tahsili için açtığı
davanın çok uzun sürmesi davalıların temerrütten kaynaklanan munzam zarar
yönünden kusurlarını ortadan kaldıracak bir olgu olarak kabul edilemez.
2-Ülkemizde seyreden reel enflasyonun yıllık hızı ortalama 30-90
oranında hatta daha fazla olmak üzere seyir takip ettiği bilinen gerçektir.
Böyle bir ortamda, alacağını zamanında elde eden ticari hayatın içinde
bulunan alacaklının bunu, bir an önce paranın alım gücü kaybını önleyici mal
veya hizmet yatırımlarına yöneltmesi, banka mevduat faizine, devlet tahviline
yatırması veya dövize dönüştürmesi yaşanan hayat gerçeklerine uygun bir
davranış olarak benimsenmelidir. Enflasyon olgusu belirli düzeylerde devam
ettiği müddetçe buna bağlı olarak para değerinin düşmesi, alım gücünün
azalmasından alacağını geç tahsil eden alacaklının zarar gördüğü, 30
oranlarındaki temerrüt faizinin bu zararı karşılamaya yetmeyeceği tartışmasız
bir gerçektir. O nedenle hukukumuzda, para değerinin düşmesi, alım gücünün
azalması şeklinde ortaya çıkan zarar istemlerinin B.K.nun l05. maddesi
kapsamında yorumlanması kaçınılmazdır. Hal böyle olunca bu ekonomik olgular
davacının ayrıca zararını ispat yönünden kanıt getirmesini ortadan kaldırır
normal durumlar ve fiili karineler niteliğinde olduğunun kabulü zorunlu
olmaktadır. Davalı bunların aksini ve kusursuzluğunu kanıtlayamamıştır. Az
yukarıda açıklananlar ışığında mahkemece yapılacak iş; bu davanın açıldığı
4.ll.l99l tarihinden geriye doğru l0 yıllık sürenin başlangıç tarihi olan
4.ll.l98l tarihinden asıl borç ve temerrüt faizlerinin icrada ödendiği
8.l0.l990 tarihine kadar geçen zaman zarfında, her yıl itibariyle gerçekleşen
yıllık enflasyon artış oranını, bu oranın eşya fiyatlarına yansıma durumunu,
mevduat ve devlet tahvillerine verilen faiz oranlarını, TL. karşısında döviz
kurlarını gösteren listeyi davacıdan istemek, gerektiğinde ilgili resmi kurum
ve kuruluşlardan araştırmak, konusunda uzman bilirkişi düşüncesinden de
yararlanmak suretiyle bu süre içinde para değerinin düşmesi, alım gücünün
azalması nedeniyle ortalama davacı alacaklının maruz kaldığı zarar miktarını
B.K.nun 43/ll maddesi hükmü de dikkate alınmak suretiyle tesbit etmek, sonra
bulunan zarar miktarından davacının icrada tahsil ettiği temerrüt faizini
mahsup ederek bakiyesine davacının munzam zararı olarak hükmetmekten
ibarettir.
Mahkemece belirtilen şekilde inceleme ve araştırma yapılmadan yazılı
şekilde karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. Ne varki
mahkeme hükmü bu gerekçe ile bozulması gerekirken zuhulen bozma kararında
belirtilen gerekçelerle bozulmuş olduğu bu defa yapılan inceleme ile
anlaşıldığından davacının karar düzeltme istemi kabul edilmeli, dairemiz
bozma kararı kaldırılmalı, mahkeme kararı anılan gerekçe ile bozulmalıdır.
SONUÇ: l nolu bentte açıklanan nedenlerle davacının karar düzeltme
isteminin kabulüne, dairemizin 27.6.l994 gün ve 4500-6339 sayılı bozma
kararının kaldırılmasına, 2 nolu bentte açıklanan gerekçe ile mahkeme
hükmünün temyiz eden davalılar yararına BOZULMASINA, istek halinde peşin
harcın iadesine, l.6.l995 gününde oybirliğiyle karar verildi.
Başkan Üye Üye Üye Üye
A.İ.Arslan K.Kadıoğlu Ş.Yüksel A.E.Baççıoğlu S.Özyörük
|