Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C.
Y A R G I T A Y
İçtihadı Birleştirme Hukuk
Bölümü Genel Kurulu

E.	1994/2
K.	1995/2
T.	24.11.1995

*   KİRA TESBİT KARARININ KESİNLEŞMESİ
*   KİRA FARKI
*   FAİZ

ÖZET : Kira parasının tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile belirgin hale gelen
 kira farkı alacağına, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, kira tesbit kararının
 kesinleştiği tarihten faiz yürütülmesi gerekir.

  (818 s. BK. m. 101/f.1, 103)  (743 s. MK. m. 2, 4)

Avukat Halil Özcan imzalı 5.10.1993 günlü dilekçe ile (kira paralarının
 mahkemece tesbit olunması halinde kira farkı alacağına hangi tarihten
 itibaren faiz yürütülmesi gerekeceği konusunda) Yargıtay Dördüncü, Onikinci
 ve Onüçüncü Hukuk Daireleri kararları arasında aykırılık bulunduğu ileri
 sürülerek, aykırılığın içtihadı birleştirme yolu ile giderilmesinin
 istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nca konu incelenmiş ve
 (kira tesbitine ilişkin ilam ile belirlenen kira parasına hangi tarihten
 itibaren faiz yürütüleceği; temerrüt ihtarına gerek bulunup bulunmadığı
 konusunda.... meydana gelen içtihat aykırılığının, İçtihadı Birleştirme Hukuk
 Genel Kurulu'nda giderilmesi gerektiğine) 21.4.1994 gün, 30 sayı ile karar
 verilmiştir.

Konu, böylece Yargıtay Kanununun 45. maddesi uyarınca İçtihadı Birleştirme
 Hukuk Genel Kurulu'nda incelenmiş ve kararlar arasında içtihad aykırılığının
 varlığı ilk oturumda ve oybirliğiyle kabul edilerek işin esasının
 görüşülmesine geçilmiştir.

I- Dördüncü Hukuk Dairesi'nin, 20.12.1974 gün ve 7861/17141 sayılı kararında;
 "-Kira tesbit kararı kesinleşinceye kadar geçen döneme ilişkin kira
 farklarının adi alacağa dönüşüp buna direnme faizi yütürülemeyeceği görüşü
 yasaya aykırıdır. Esasen sözleşmede kira alacaklarında olduğu gibi yanlar
 kesin önel belirtmemiş olsalar bile bir alacağın ödenmesi zorunluluğu bir
 ilamın buyruğuna dayanan durumlarda alacağa faiz yürütülmesi gerekir. O halde
 mahkemece ihtara hacet kalmadan hükmün kesinleştiğini kabul ettiği tarihten
 başlayarak faiz yürütülmelidir-" denilmektedir.

Onikinci Hukuk Dairesi'nin, 27.9.1993 gün ve 7706/14048 sayılı kararında;
 "-Kesinleşen kira tesbit kararına dayanılarak talep edilen kira farkları için
 kararın kesinleşme tarihinden itibaren faiz istenebileceği, kesinleşme
 tarihinden önceki dönem hakkında faiz istenemeyeceği-" sonucuna varılmıştır.

Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin, 4.6.1992 gün ve 4455/5203 sayılı kararında;
 "-12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca kira
 tesbit ilamlarının kesinleşmesinden sonra kira bedelinin muaccel hale
 geleceği, temerrüdün oluşması için ayrıca ihtar gerekeceği, davacının ihtarı
 üzerine kira farkı ödendiğinden temerrüt oluşmaması sebebi ile tesbit
 tarihinden itibaren faiz istenemeyeceği-" esası benimsenmiştir. Üçüncü Hukuk
 Dairesi'nin 2.2.1993 gün ve 16372/1211 sayılı kararı da aynı mahiyettedir.

II- Borçlar Kanununun 103. maddesine göre, para borçlarından temerrüt halinde
 borçlu (temerrüt faizi) ödemek mükellefiyeti altındadır.

Kanun, borçlunun temerrüde düşmüş sayılması için, borcun muaccel olmasını
 yeterli bulmamakta ve prensip itibariyle alacaklının, borcu muaccel borçluya
 borcu ödemesini ihtarda bulunmasını aramaktadır (Borçlar Kanunu m. 101/f.1).
 Bu prensibin dışında kalan ve ihtara lüzum bulunmayan haller ise 101.
 maddenin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Bunlar, tarafların borcun ifa
 edileceği günü açıkca tayin etmeleri, ifa gününün tayininin taraflardan
 birine bırakılması veya sözleşmede temerrüt için ihtara lüzum bulunmadığının
 kararlaştırılması halleridir.

Ancak, Borçlar Kanununun 101. maddesinin 2. fıkrasında yer almamış olmamakla
 beraber, doktrin ve uygulamada; ihtar yapılmasının dürüstlük kuralına göre
 beklenemeyeceği veya alacağın bir mahkeme kararına dayandığı hallerde de
 borçlunun ihtara lüzum kalmadan temerrüde düşeceği kabul edilmektedir (Prof.
 Dr. M. Kemal Oğuzman-Doç. Dr. M. Turgut Öz, Borçlar Hukuku Genel Hükümler,
 Filiz Kitabevi İstanbul, Sh. 286 ccc... ve dipnot 52'de sayılan eserler;
 Tekinay/Akman/Burcuoğlu/Altop, Tekinay Borçlar Hukuku Genel Hükümler, Filiz
 Kitabevi 1993, Sh. 918 ve 919; Dördüncü Hukuk Dairesi'nin yukarıda özetlenen
 20.12.1974 tarihli kararı).

III- Kararlar arasındaki uyuşmazlık kira tesbitine ilişkin ilam ile saptanan
 kira parasına değil, kira farkı parasına hangi tarihten itibaren faiz
 yürütülebileceğine ilişkin bulunmakla; içtihadı birleştirmenin kapsamı kira
 farkı alacağı ile sınırlandırılmıştır.

12.11.1979 gün ve 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararının
 gerekçesindeki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, kira farkı alacağının
 kiranın tesbiti kararının verildiği günde mi, yoksa kararın kesinleştiği
 günde mi ödenmesinin istenebileceği konusunda çıkan içtihad uyuşmazlığı söz
 konusu idi. İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nca; kira farkının
 mahkemede dava edilebilir veya icrada takip edilebilir hale gelmesi için
 miktarının belli olması gerektiği,... bu belirginliğin ise ancak kira
 tesbitine ilişkin kararın kesinleşmesiyle oluşabileceği ve kiracının edayı
 yerine getirme borcunun da o zaman gelmiş sayılabileceği benimsenmiş ve
 sonuçta "-ki-ranın tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile tesbit edilen kira
 farkı alacağının ifa zamanının gelmiş sayılması için sadece alacaklının
 borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamanı gelmiş bulunması yeter
 olmayıp aynı zamanda o kararın kesinleşmesi gerektiğine-" karar verilmiştir.

Görüldüğü üzere, 12.11.1979 günlü İçtihadı Birleştirme Kararı ile, kira
 tesbitine ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihte kira farkı
 alacağının belirgin ve muaccel hale geleceği kabul edilmiştir. Bu içtihadı
 birleştirme kararı ve BK.nun 101/1. maddesi hükmü karşısında, kira farkı
 alacağına tesbite ilişkin mahkeme kararının kesinleştiği tarihten önceki bir
 zaman diliminden itibaren faiz yürütülemeyeceği gerçeği ortadadır. Ancak,
 içtihadı birleştirme kararında, muaccel hale gelen kira farkı alacağına faiz
 yürütülebilmesi için ihtar şartını zorunlu kılan bir ilke öngörülmüş
 değildir.

Kira tesbiti kararının kesinleşmesine kadar geçen döneme ait kira farkları adi
 alacağa dönüşmez. Tesbit kararı kesinleşmiş olmakla da kira farkı alacağı
 belirgin ve muaccel hale gelmiştir ve kiracı bu olguları bilmek durumundadır.
 Kira farkı alacağının kesinleşen mahkeme kararına dayanması ve niteliği
 itibariyle, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, mahkeme kararının kesinleştiği
 tarihten itibaren (talep halinde) kira farkı alacağına faiz yürütülmelidir.
 Benimsenen bu istisnai hal aynı zamanda Medeni Kanunun 2. maddesinde
 öngörülen ve re'sen gözetilmesi gereken dürüstlük kuralının da bir sonucudur.
 II nolu bendde de açıklandığı gibi ihtar yapılmasının dürüstlük kuralına göre
 beklenemeyeceği hallerde de borçlunun ihtara gerek kalmadan temerrüde
 düşeceği, borcun ifa edileceği tarihi alacaklı değil, borçlu bilebilecek
 durumda ise, dürüstlük kuralının temerrüt için ihtarı gereksiz kılacağı
 doktrinin de baskın görüşüdür. Aksinin kabulü ise kötü niyetli kiracıya
 fırsat yaratırken, iyi niyetli kiralayanı kiracının insaf ve keyfine terk
 sonucunu h‰sıl edebilir. Esasen Medeni Kanunun 4. maddesi uyarınca h‰kim,
 adalete uygun karar vermeye çağırılmaktadır. O, menfaatlerin doğru ve adil
 bir muvazenesini yapmak ve gerçekleri gözetmekle yükümlüdür.

S o n u ç : Kira tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile belirgin hale gelen kira
 farkı alacağına, ayrıca ihtara gerek kalmaksızın, kira tesbiti kararının
 kesinleştiği tarihten itibaren faiz yürütülmesi gerektiğine, 24.11.1995
 gününde ve üçücü toplantıda oyçokluğuyla karar verildi.

KARŞI OY YAZISI

* Sağlıklı sonuca kavuşabilmek için öncelikle para borçları bakımından borçlu
 temerrüdünün oluşum koşulları üzerinde durulmalıdır.

Bütün borçlar açısından olduğu gibi; para borçlarında da temerrüdün temel
 koşulu geçerli bir borcun "muaccel" hale gelmiş bulunmasıdır. Muacceliyet;
 alacaklının edimi isteyebileceği  ve borçlunun da edimi yerine getirmekle
 yükümlü olduğu andan itibaren gerçekleşir. Diğer bir anlatımla; alacaklının
 ödemeyi isteyebileceği, borçlunun ise ödemede bulunmaktan kaçınamayacağı
 zamanın gelmiş olmasıdır. Muacceliyet kavramının hududu çizilirken önemli
 olan husus konuya sırf "ZAMAN" unsuru yönünden yaklaşıldığıdır. Muacceliyetin
 oluşması ile alacaklı ödemeyi talep hakkını kullanabilmek için artık bir süre
 daha beklemek zorunda kalmayacak, borçlu da ödemeyi bir süre daha
 geciktiremeyecektir.

O nedenle, borcun muaccel olması ile alacağın cebren tahsile elverişli hale
 gelmesi birbirinden tamamen farklı hususlardır. Bu iki durumun her zaman bir
 arada bulunması zorunlu değildir. Borcun muacceliyeti zaman unsuru ile ilgili
 olup taşıdığı anlam ve yerine getirdiği fonksiyon itibariyle "İFA ZAMANI"
 kavramını ilgilendirir; muacceliyetin gerçekleşmesiyle birlikte alacaklı
 ödeme talebinde bulunma yetkisini kazanır (Bkz., Dr. Nami Barlas, Para
 Borçlarının İfasında Borçlunun Temerrüdü ve Bu Temerrüt Açısından Düzenlenen
 Genel Sonuçlar, İst. 1992, Sh. 22).

Borçlunun temerrüdünün doğması için borcun muaccel olması ana şartı yanında,
 ayrıca alacaklının ihtarı gerekir (BK. md. 101/1).

Alacaklı ödeme talebinden ibaret iradesini, borçluya yönelteceği bir ihtar ile
 biçimlendirerek ciddi ve kararlı bir şekilde borçludan ediminin ifasını
 isteyecektir.

BK. 101/1'de getirilen ihtar sistemi ile borçluyu koruyanı bir fonksiyon
 amaçlanmış onun pek sert ve zararlı muamele ve neticeye uğramaktan korunması
 istenmiştir.

Gerçekte de; borç muaccel olur olmaz alacaklının aniden hazırlıksız bir
 şekilde borçluya müracaatı adalet, amme vicdanı ve ahl‰k kurallarına ters
 sonuçlar yaratabileceği gibi, borçlu temerrüdün ağır sonuçlarıyla da karşı
 karşıya bırakılmış olur.

Büyük Hukukçu von Tuhr, "Kural olarak temerrüt ve bunun borçlu için olan
 zararlı sonuçları, alacağın muacceliyetinden itibaren değil, ancak
 alacaklının ihtarda bulunmak suretiyle edayı kabule hazır olduğunu borçluya
 bildirmesinden itibaren husule gelir. Borçlu edayı yerine getirmeye ihtarla
 zorunlu tutulmalıdır" demek suretiyle, ihtarın önem ve gerekliliğine açıkca
 işaret etmiştir (Bkz., von Tuhr, Borçlar Hukuku, Cevat Edege Tercümesi, Sh.
 650).

O nedenle; sosyal, ekonomik, kültürel ve tarihsel bir gelişim içinde yılların
 hayat deneyimlerince olumlu olumsuz yönleri düşünülerek düzenlenen BK.nun
 101/1. maddesindeki temerrüt için alacaklının ihtarının şart kılınması öyle
 rahatlıkla dışlanacak bir kural değildir. Bunlardan sonra tesbitine ilişkin
 ilamın hukuki niteliği özellikle bununla ihdas edilen borcun muacceliyet ve
 temerrüt açısından hüküm ve sonuçlarının nelerden ibaret olduğunun
 değerlendirilmesine sıra gelmiştir. Esasen bu yönde 18.11.1964 T., 2/4;
 7.7.1965 T., 5/5; 21.11.1966 T., 9/10 sayılı Yargıtay Tevhidi İçtihatları ile
 bu tevhidi içtihatları bünyesinde toplayan ve onlara açık atıflar da yaparak
 sonuca kavuşan 12.11.1979 T. ve 1979/1-E., 1979/3-K. sayılı Yargıtay İçtihadı
 Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararları meseleyi tamamen çözümlemişlerdir.

Hemen belirtelim ki, bir tevhidi içtihadın gerekçesi ile sonuç bölümü arasında
 sıkı organik bağlar bulunması halinde, gerekçelerinde sonuç gibi kesin
 bağlayıcı sonuçlar yaratacağı Yargıtay'ın sapma göstermeyen
 içtihatlarındandır. 1979 tarihli Tevhidi İçtihatta da, bu bağlantı izlenmekte
 olup, gerekçe ile sonuç arasında ayrılmaz şekilde tamamlayıcı birlik
 kurulduğu, gerekçenin doğrudan sonucu meydana getirdiği çok açık bir şekilde
 görülmektedir. O nedenle, sözü edilen tevhidi içtihat hem gerekçe hem de
 sonuç yönünden olayımızı bağlayıcıdır. Etkisi yönünden yasa kuvvetine sahip
 tevhidi içtihatlarda benimsenen hukuki kavram ve sonuçların diğer bir tevhidi
 içtihatla kaldırılması ve tam tersi görüşlerle çözüme gidilmesi tehlikeli ve
 sakıncalıdır. Hukukta istikrar ve güveni dolayısıyle, kamu düzenini bozacağı
 için çok önemi haizdir. Oysa, aşağıda açıklanacağı üzere 1979 tarihli Tevhidi
 İçtihadın aksine düşünceler benimsenerek bu tehlikeli yol yeğlenmiştir. Bu
 durumun daha somut bir şekilde açıklanması için 1979 tarihli Tevhidi
 İçtihatta, Onikinci Hukuk Dairesi'nin azınlıkta kalan görüşü ile çoğunluğun
 benimsediği hukuki tanım ve kurallar ile sonucun belirtilmesinde yarar
 vardır. Yargıtay Onikinci Hukuk Dairesi'nin görüşü; "Kiranın tesbiti isteği
 ile bir dava olup bu dava sonunda taraflara verilen örneklerin hüküm
 fıkrasında eda hükmünü taşıyıp taşımadığına bakılmaksızın ilam sayılması
 gerektiği; bu nedenle böyle bir ilama dayanan infaz isteğinin onun
 kesinleşmesine bağlı olup olmadığının Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 443.
 maddesi hükmüne göre çözümlenmesinin zorunlu olduğu, sözü edilen maddede
 taşınmaz mala ve buna ilişkin haklara, nafaka hükümleri hariç aile ve şahsın
 hukukuna dair hükümlerin kesinleşmedikçe ve bunun sonucu olarak o ilama
 dayanılarak alacağın ancak kesinleşme ile muaccel hale geleceğinden söz
 edilerek, infazın kesinleşme şartına bağlı saymanın yasal dayanağı
 bulunmadığı ve ilamda kiranın artırma günü gösterilmiş ve bu güne göre belli
 bir süre geçmişse alacağın ayrıca bir ihtara hacet kalmaksızın muaccel hale
 geleceği bu nedenle, ilamda yazılı artırma gününden itibaren geçmiş aylara
 ait kira farkının alınmasında ve ihtar süresi içinde ödenmediği takdirde
 tahliyenin sağlanması amacıyla borçlu aleyhine takip açılmasında ve borçluya
 İİK.nun 269. maddesi uyarınca ihtarlı ödeme emri gönderilmesinde yasalara
 aykırı bir yön bulunmadığı" şeklindedir. Buna karşın çoğunluk; "Tesbit davası
 eda davasının öncesi durumundadır. Henüz şartları tamamlanmadığı için
 açılamayan eda davası için ilerdeki hukuki ilişkinin belli edilmesi
 bakımından kesin delil olarak kullanılmak üzere tesbit davası açılabilir.
 Tesbit davası, ilerde açılacak ve fakat henüz şartları bulunmadığından
 açılamayan kira alacağını hazırlamak amacını güder. Tesbit davası sonunda
 yalnız tesbit hükmü verilir. Eğer tesbit hükmüne rağmen davacının hakkını
 davalı vermezse, o zaman davacı eda davası açmaya mecbur kalacaktır. Böylece
 eda davası da tesbit davasında taraf olan kişi aleyhine açılmışsa tesbite
 ilişkin keşinleşmiş karar kesin bir delil teşkil edecektir. Kiranın tesbitine
 ilişkin mahkeme kararları icrai kuvvete sahip değillerdir. Kararda yeni
 kiranın hangi günden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş olsa bile ilamların
 icrası yoluyla takip yapılamaz. İlamsız icra takibi yapılabilir ve borçlu
 itiraz ederse Tetkik Merciinden itirazın kaldırılması istenebilir. Bu
 durumda, kiranın tesbitine ilişkin mahkeme kararı ile tesbit edilen kira
 farkı alacağının ifa zamanının gelmiş sayılması için sadece alacaklının
 borçludan edada bulunmasını isteyebileceği zamanın gelmesi, yeterli olmayıp
 aynı zamanda o kararın kesinleşmiş olması gerekir" demek suretiyle sonuca
 kavuşmuştur (Ayrıca Bkz. Baki Kuru, Tesbit Davaları, Sh. 104-105; İİK. md.
 24, İİK. md. 68).

Tevhidi içtihadın bu gerekçe ve sonucundan da anlaşıldığı şekilde kira
 tesbitine ilişkin mahkeme kararının kesinleşmesiyle tesbit edilen kira farkı
 alacağının sadece ifa zamanının geldiği yani "muaccel" olduğu, eş söyleyişle
 alacaklının (kiralayanın) artırılıp tesbit edilen kira parasına yönelik edayı
 talep hakkının doğmuş olduğu ve dava edilebilir hale geldiği tesbit
 edilmiştir. Temerrüt ise hiç düşünülmemiş, böylece borcun muaccel olması ile
 alacağın bir mahkeme kararıyla da elverişli hale gelmesinin birbirinden
 farklılığı isabetle gözönünde tutulmuştur.

Görüldüğü gibi; 1979 tarihli Tevhidi İçtihatla azınlıkta kalan Onikinci Hukuk
 Dairesi'nin bu görüşü, bu defa çoğunluk görüşü olarak kabule şayan
 görülmüştür. Dahası, 1979 tarihli Tevhidi İçtihatta, kira farkının ancak
 kararının kesinleşmesiyle sadece muaccel hale gelebileceği kabul edilmesine
 rağmen, bu kez bu sınırlama aşılmış kesinleşmeyle temerrüdün de oluşacağı
 sonucuna maalesef varılmıştır. Bu durum hukuki emniyet ve kararlılığı,
 tevhidi içtihatların bağlayıcılık unsurunu zedelemiştir. Tehlikeli ve yanlış
 bir kapının aralanmasına sebebiyet verilmiştir.

Müzakerelerde çoğunluğun görüşüne egemen olan düşünce; "H‰kim kararı ile
 kiracı borcunu öğrenmiş ve bilmektedir, o nedenle temerrüt için alacaklının
 ihtar keşide etmesini beklemek MK.nun 2. maddesindeki objektif iyiniyet
 kurallarıyla bağdaşmaz" şeklinde belirtilmiştir. Görüldüğü üzere borcun
 bilinmesi ile temerrüt hukuki kavramı eş anlamda mütal‰a edilerek yanlış
 noktadan hareket edilmiştir. Borcun bilinmesi, onun ne muaccel olmasına yol
 açar ne de temerrüdü oluşturur. Önemli olan borcun ne zaman ödeneceğinin
 tahakkuku ile ihtardan sonra borçlunun direngen olmasıdır.

Ancak, BK.nun 100/II. maddesine göre; bazı istisnai hallerde borçlu ihtara
 lüzum kalmadan mütemerrit olur ki bu hallerden biri de dürüstlük kuralına
 göre ihtarın fuzuli telakki edilebilmesidir. Ne varki, BK.nun 101/2. maddesi
 ifa gününün akitte taraflarca kararlaştırılmış olmasına matufdur. Fakat vade
 akitte değil de kanunda veya mahkeme kararında saptanmış bulunuyorsa
 temerrüdün meydana gelmesi için yine ihtara gerek vardır ve BK. 101/1. madde
 uygulanması zorunludur (Tekinay/Akman/Burun-oğlu/Altop, Sh. 1228; Fevzioğlu,
 Sh. 236; YHGK., 8.4.1964 T., E: 3-34, K: 12; 4.11.1981 T., E: 9-427, K: 819).

Öte yandan, Medeni Kanunun 2. maddesindeki dürüstlük (objektif, hüsnüniyet)
 kuralı ancak kanuda ya da ilmi ve kazai içtihatlarda özel bir kural
 bulunmadığı alanlarda uygulanabilir. Buna dürüstlük kuralının "ikinciliği"
 (taliliği prensibi) adı verilir (Prof. Dr. Merz, "Bern Şehri" 1962, Cilt: I,
 Sh. 239, N. 49; Prof. Dr. İsmet Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt: 4,
 1984, İstanbul, Sh. 435). 

Özel kanun hükümleri objektif, gerçek anlam ve değerlerini korurken, tamamen
 ihmal edilerek doğrudan doğruya dürüstlük kuralına dayanılması genel hükmün
 özel hükme üstün tutulması gibi sakıncalar yaratır.

J.W. Hedemann; "Umumi Kaidelere Kaçış Hukuk ve Devlet İçin Tehlike" adlı
 yazısında, yargı kararlarının hukuki uyuşmazlık ve sorunları, sadece umumi
 kaidelere (objektif hüsnüniyet, hakkın suiistimali, ahl‰k, amme intizamı vs.)
 yollama yapmak suretiyle, çözümlenmeye çalışılmasından doğan tehlikelere
 dikkat çekerek, bu şekilde çözümleme kolaylığına uyulursa, hukuk ilmi ve
 hukuki emniyetin ortadan kalkacağını önemle ifade etmektedir (Ord. Prof.
 Andreas B. Schwarz, Borçlar Hukuku Dersleri, Cilt: I, İstanbul 1948; Çeviren
 Doç. Dr. Bülent Davran, Sh. 324, Not; 27; Sungurbey, age., Sh. 436).

Yine Schwarz, (Medeni Hukuka Giriş, Çeviren Dr. H. Veldet, İstanbul-1946, Sh.
 203/204) eserinde, MK.nun 2. maddesinin uygulanmasında çok ihtiyatlı ve
 basiretli olmak icap eder. Bu genel hükümleri sık sık uygulamak, yani hukuki
 meselelerin hallini bunlara dayandırmak, tehlikeli bir temayüldür. Bu yanlış
 bir hukuki metotdur; zira her hukuki meseleyi, şu keyfiyet hüsnüniyet kaidesi
 gereğindedir, bu keyfiyet hüsnüniyete karşıdır, şunu talep etmek bir hakkın
 suiistimalidir, diyerek, basit, kolay ve müphem bir takım hakkaniyet
 duygularıyla çözümlemek tabiatıyla çok mümkündür. Çünkü, nihayet hukuken
 doğru her çözüm şekli hüsnüniyete uygun olmak zorundadır ve her haksızlık da
 bir hakkın kötüye kullanılması olarak nitelendirilebilir. Fakat her zaman bu
 bakımdan hareket edilecek olursa, bundan hukuki kat'iyyetsizlik ve
 emniyetsizlik doğar, zira hüsnüniyet ve hakkın kötüye kullanılması, kat'i
 surette tarifi mümkün olan menfhumlar olmayıp müphem ve geniş bir mahiyet
 arzeden mefhumlardır. Roma Hukuku'nun doğumundan beri geçen ikibin seneden
 fazla bir zamandaki gelişmenin neticesi olarak bugünkü kanunlarda ifadesini
 bulan bütün rasyonel özel hukukun manası, hukuki meseleleri sarih olmayan
 hakkaniyet duygularıyla değil, kesin ve açık kurallarla çözümlemektir. Sadece
 hüsnüniyet ve hakkın suistimaline dayanan bir hukuk tatbikatı, bu hedefi
 tehlikeye koyar, işbu iki esasın önemi çok büyüktür, fakat hukuki meselelerin
 halline bunlarla başlamayıp, her meseleye ona taalluk eden özel hükmü
 uygulamak ve bu umumi kaideleri de fevkalade zaruri olan hallerde sırf itmam
 ve tashih edici bir şekilde uygulamak lazımdır". Dr. Karl Lorenz'de (Borçlar
 Hukuku Ders Kitabı) adlı eserinde, yukarıda adı geçen yazarları şu sözlerle
 doğrulamaktadır.

"Hukuka yeni başlayanlar Alman Medeni Kanunu" 242'ye (Türk Medeni Kanunu 2.
 maddesi) dayanarak kanunun özenle gözönünde tutulması ve derinlemesine
 düşünme çabasından kaçınmak ve çabucak hakkaniyet hükümleri verme tehlikesine
 karşı ne kadar uyarılsa azdır (Sungurbey, Medeni Hukuk Sorunları, Cilt: II,
 İstanbul-1974, Sh. 123, Cilt: V, Sh. 438).

Yine, İsviçre-Türk Hukukunda tam bir görüş birliğiyle belirtildiği üzere
 MK.nun 2/2. fıkrasındaki hakkın kötüye kullanılması yasağının ikinci derecede
 ve düzeltici bir görevi vardır. Kanunun doğrudan ya da kıyasen uygulanması
 mümkün ve gerekli olan kural ve ilkeleri; hakkın kötüye kullanılması
 yasağından söz edilerek ortadan kaldırılamaz (Prof. Dr. Seyfullah Edis,
 Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç Hükümleri, Ankara-1979, Sh. 322; Dr. Zahit
 İmre, Medeni Hukuka Giriş, 3. Bası, İstanbul-1980, Sh. 307).

O nedenle, BK.nun 101/1. maddesindeki ihtar gerekliliğine ilişkin çok açık
 hükme rağmen içtihat aykırılığının MK.nun 2. maddesine dayanılarak
 çözümlenmesi fevkalade isabetsiz olmuştur. Kaldı ki; BK.nun 101/1. maddesinde
 getirilen ihtar keşide etme yükümlülüğü alacaklıya bir zorunluk tahmil
 ederken borçluya da ihtarı bekleme hakkı tanımıştır. Diğer bir anlatımla,
 yasa koyucu alacaklıya ihtar gönderme zorunluğunda bırakırken borçluyu
 korumak istemiş, bu amaçla düzenlenmiştir. Borcun ödenmesi yönünden bir vade
 içermeyen, sırf borcun muaccel olduğunu hükme bağlayan, kira parasının
 tesbitine ilişkin karar karşısında sadece BK. 101/1'deki ihtarın gelmesini
 beklemeye dair yasal hakkın güvenliği içinde bulunan kiracının objektif
 hüsnüniyet kaidesine aykırı davranış içinde olacağının kabulü mümkün
 değildir.

Yine borçlunun ödememe kararlılığında olduğu; alacaklının ihtarda bulunmasının
 veya ihtarın ulaşmasının borçlunun iyiniyete aykırı tutumlarıyla engellendiği
 şeklinde gerçekten MK. md. 2'nin uygulanması gündeme getirilebilecek somut
 olgular da çoğunluk düşüncesinin oluşmasında dayanak alınmamış, her nasılsa
 münhasıran kararın kesinleşme tarihine tutunularak bir iyiniyet hukukçuluğu
 zihniyeti ile yanlış bir sonuca kavuşulmuştur. Kesinleşen ilama karşı
 borçlunun durumu, olsa olsa bir ifa zamanına (borcun muacceliyetine)
 riayetsizlik olarak belki telakki edilebilir. Bu bağlamda da yasa koyucu
 borçlunun temerrüde düşmesi için sadece ifa zamamına riayetsizliği kural
 olarak yeterli bulmamış, ayrıca alacaklı tarafından ihtarı şart saymıştır
 (BK. md. 101/1).

Kira parasının tesbitine ilişkin ilamın kesinleşmesi yani Yargıtay'ın yerel
 mahkeme kararını onadığı tarihin faiz başlangıcı olarak alınması uygulamada
 bir takım adaletsizliklere ve ihtilaflara neden olacaktır. Yargıtay'da bir
 davanın sonuçlanması tarihinden sonra işlerin yoğunluğu nedeni ile kararın
 yazımı, imzalanması, postaya verilmesi, postada geçen süreler gözönünde
 tutulduğunda, en iyimsel bir düşünceyle dava dosyasının asgari bir aydan
 evvel mahkemesine dönmesi maddeten mümkün değildir ve her dosya için de bu
 süre değişebilir. Bu durumda, tevhidi içtihadın temelini oluşturan (mahkeme
 ilamını bilme, öğrenme) olgusuyla borçlunun bilgisi dışında oluşan, örneğin
 bir aylık süredeki olumsuzluk nasıl bağdaştırılacaktır? Bozulacağı düşünce ve
 inancıyla kararı temyiz eden kiracıya, aksi olabilir, "Yargıtay'a hergün
 müracaat et, kararın çıkıp çıkmadığını öğren ve takip et, böylece ancak
 faizin önünü kesebilirsin" şeklinde Yargıtay'dan işlemlerin akışını izleme
 zorunluluğuna itmek hukuka aykırıdır.

Özellikle kiralayanın kurum olduğu davalarda kira parasının tesbiti ilamında
 kira farkı alacağı milyarlara baliğ olmaktadır. Bunun tabii sonucu;
 örneklediğimiz bir aylık süredeki faiz miktarının ağırlığı da gözden
 kaçırılmamalıdır. Tamamen bilgi ve tumumu dışında oluşan bu faizden kiracının
 sorumlu tutulması hakkaniyet ve nasafet kurallarıyla bağdaşmayacağı açıktır.
 Esasen bu aradaki faiz miktarı hukuki bir sebebe dayanmadığı için kiralayanın
 haksız iktisabını oluşturduğunda kuşku ve duraksamaya yer olmamalıdır. Bu
 dönemdeki faiz miktarı çok cüz'i kaldığı düşünülse dahi yine hukuken müsamaha
 ile karşılanamaz. Hukuk toplumun her bireyine en küçük değerlerde de olsa
 nüfuz edebildiği takdirde kurumlaşır ve yücelir. O nedenle hakkın küçüklük ve
 büyüklüğü, azlığı veya çokluğu şeklinde nisbi, izafi kavramlar adaletin
 dağıtılmasında, gerçekleşmesinde etkili bir unsur olarak ele alınamaz. Kira
 parasının tesbitine ilişkin binlerce dava sahiplerinin faizden en ucuz
 şekilde kurtulmak amacıyla taşradan gelerek, Yargıtay'a başvurmalarının sonuç
 alamayınca tekrar gidip gelmelerinin veya beklemelerinin yaratacağı sıkıntı
 ve güçlükler ile ekonomik olumsuzluklar ve zaman israfı da sorunların diğer
 bir yönünü ortaya koymaktadır. Görülüyor ki, BK. md. 101/1'in özü, metni, ve
 çeşitli yollardan yapılan anlatımlar çoğunluk görüşüne katılmaya mümkün
 kılmamaktadır. Açıklanan nedenlerle çoğunluk görüşüne karşıyım.

A. İsmet ARSLAN
13. Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

* Kira parasının mahkemece tespit edilmesi halinde, birikmiş kira farklarına
 hangi tarihten itibaren temerrüt faizi yürütüleceği konusunda Yargıtay
 Onikinci Hukuk Dairesi ile Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin kararları arasında
 çıkan içtihat aykırılığı, Yargıtay İçtihadı Birleştirme Hukuk Genel
 Kurulu'nca; kira tespiti kararının kesinleştiği tarihten itibaren faiz
 yürütüleceği; ayrıca ihtara gerek olmadığı yolunda birleştirilmiştir. Bu
 karara aşağıdaki nedenlerle katılmıyorum:

Yargıtay İçtihadı Birleştirme büyük Genel Kurulu'nun 12.11.1979 günlü ve
 1979/1-3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına göre; mahkemece tespit edilen
 kira farkı alacağı, kararın kesinleştiği tarihte muaccel olur. Bu içtihadı
 birleştirme kararının gerekçesinde özetle; kira tespiti kararının, eda davası
 sonunda verilen mahkumiyet kararı değil, inşai davalar sonunda verilen
 kararlara yakın bir nitelik gösterdiği, tespit kararının, icra kuvvetinden
 yoksun olduğu, eğer sonradan bir eda ve icra istenecekse eda davası açılması
 ve bu dava sonunda alınacak ilamın icraya konulması gerektiği, tespit
 kararında yeni kiranın hangi günden itibaren geçerli olduğu belirtilmiş olsa
 bile ilamların icrası yolu ile takip yapılamayacağı, kiranın tespiti
 kararında hükmolunan bir para veya eşya bulunmadığı, bu ilamın cebri icra
 yolu ile infazının sözkonusu olmadığı, eda davası açılırsa tespite ilişkin
 kesinleşmiş kararın kesin delil teşkil edeceği, 7.7.1965 günlü ve 5/5 sayılı
 Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de bu hukuki esasın
 benimsendiği, kira farkının mahkemede dava edilebilir veya icrada takip
 edilebilir hale gelmesi için miktarının kesin olarak belli olması gerektiği,
 bu belirliliğin ise ancak tespite ilişkin kararın kesinleşmesi ile
 oluşabileceği açıklanmıştır.

Yukarıda açıklanan İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümü ve sonuç bölümü
 ile doğrudan bağlantılı olan gerekçesi bağlayıcıdır. Öyle olunca, kira tespit
 kararının kesinleşmesi, o zamana kadar birikmiş kira farklarının muaccel
 olmasından başka bir hukuki sonuç doğurmaz. Bu sonucun, mahkeme kararı ile
 ortaya çıkmış olması, kira paralarını ödeme zamanının geçmiş bulunması,
 kiracının durumunu bilmesi gibi olgular, kesinleşme anında muacceliyet ile
 birlikte temerrüdün de gerçekleştiğini göstermez. Çünkü, tespit kararı
 kesinleşmeden borç muaccel olmadığından, daha önce yapılan ödeme ihtarları ve
 ödeme günlerinin geçmiş olması, birikmiş kira farkları yönünden kiracının
 temerrüdüne esas alınamaz. Öte yandan, kiracının borcun muaccel olduğunu
 bilmesi de temerrüdü için yeterli değildir. Borçlar Kanununun 101. maddesinin
 1. fıkrası gereğince muaccel bir borcun borçlusu, alacaklının ihtarı ile
 mütemerrit olur. Borcun muaccel olmasından önceki olgular temerrüde esas
 olamaz. Temerrüdün gerçekleşmesi için ihtarın, borcun muaccel olmasından
 sonra yapılması gerekir. Bu kuralın tek istisnası 101. maddenin 2.
 fıkrasındaki, borcun ifa edileceği günün birlikte tayin edilmiş olması veya
 muhafaza edilen bir hakka dayanılarak iki taraftan birinin bunu usulen bir
 ihbarda bulunmak suretiyle tespit etmiş olması halidir. Bu durumda, sadece bu
 günün geçmesi ile borçlu mütemerrit olur. Birikmiş kira farklarının ödenmesi
 için taraflarca önceden kararlaştırılmış bir gün yoktur. Bu nedenle, ihtara
 gerek vardır.

Açık kanun hükmü ve bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararı gözardı
 edilerek, Medeni Kanunun 2. maddesindeki objektif iyiniyet kuralına
 dayanılarak, burada ihtara gerek olmadığı ve tespit kararının kesinleştiği
 andan itibaren o zamana kadar birikmiş kira farklarına temerrüt faizi
 yürütülmesi gerektiği yolundaki sayın çoğunluğun görüşüne katılmıyorum.

Mustafa Sadrettin AYKONU
15. Hukuk Dairesi Başkanı

KARŞI OY YAZISI

* 6570 sayılı Yasanın 2 ve 3. maddelerinin, Anayasa Mahkemesi'nin 26.3.1963
 gün, 3/67 sayılı kararı ile iptal edilmesiyle oluşan yasal boşluğun, yasa
 koyucu tarafından doldurulmaması üzerine, ilki 8.11.1964 ve ikincisi
 21.11.1966 günlü İçtihadı Birleştirme Kararları ile, kira parasını h‰kimin
 belirlemesi gerektiği, bu davanın eda davasının öncüsü niteliğinde olduğu
 kabul edilmiştir. 12.11.1979 gün, 1/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile
 de önceki kira bedeliyle tesbit olunan yeni kira miktarı arasındaki kira
 farkının istenebilir olması için tesbit kararının kesinleşmesi gerektiği
 kabul edilmiştir. Artık bu üç İçtihadı Birleştirme Kararından sonra tesbit
 davasının inşai dava olup olmadığının tartışılmasına gerek kalmamıştır.
 Özellikle kira tesbiti kararının bir eda kararı olmadığı, o kararın
 kesinleşmesi ile kiralayanın ifa isteyebilme hakkı kazandığı, gerektiğinde
 alacak davası açmak ya da icra takibi yapmak zorunda kalabileceği açıktır. Bu
 esaslarda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.

Temerrüt faizinden söz edebilmek için;

1- Miktarı belli ve muayyen olan bir borcun doğmuş olması, 
2- Bu borcun muaccel hale gelmesi,
3- Borçlunun bu borcu ödememekte direnmesi, şeklindeki şartların gerçekleşmiş
 olması zorunludur. Bu üç şartın gerçekleşmesinden sonra direnme (temerrüt)
 faizi işlemeye başlayacaktır. Bu bakımdan temerrrüdün ne zaman oluşacağı
 öncelikle ve açıkca saptanmalıdır.

Borçlar Kanununun 101. maddesinde, muaccel bir borcun borçlusunun ihtarla
 mütemerrit kılınabileceğini asıl kural olarak kabul edilmiştir (BK. 101/1).
 Ancak, BK. 101/2. maddede belirtilen hallerde ihtara gerek olmadan temerrüt
 gerçekleşecektir.

Bu noktada kira tesbiti kararından sonra faiz başlangıç zamanının doğru olarak
 tayin edilebilmesi için, kesinleşmiş tesbit kararı ile oluşan iki ayrı durumu
 gözönünde bulundurmak lazımdır.

Birinci hal; tesbit kararının kesinleşmesinden sonra ödeme zamanı gelecek kira
 borçları, ikinci hal ise; kesinleşmeden önceki devrede birikmiş kira farkları
 borcudur.

Kesinleşmeden sonra ödeme zamanı gelecek kira borçlarının ne zaman ifa
 edileceği kira sözleşmesiyle tayin edilmiş olduğundan o günün bitmesiyle
 tesbit olunan miktardaki kira borcu için kiracı mütemerrit olacak (BK. 101/2)
 ve faiz işlemeye başlayacaktır.

Kira tesbit kararı ile saptanmış yeni miktarın geçerli olacağı gün ile kararın
 kesinleşme günü arasında birikmiş hale gelen "kira farkları toplamı" için
 durum tamamen farklıdır. O dönem için kira paralarının ödeme zamanları çoktan
 geçmiştir. Tesbit kararının kesinleşmesi ile kira farkları tutarı yeni bir
 borç olarak ortaya çıkmış, belli ve muayyen hale gelmiştir. Yeni doğan bu
 borcun ifası hakkında mahkeme kararı bulunmadığı gibi, kiralayan ile
 kiracının birlikte kararlaştırdıkları bir tarih mevcut değildir. Böyle bir
 kararlaştırma, ancak tesbit kararının kesinleşmesinden sonra tarafların
 görüşmeleri ile mümkün olabilir. "Muhafaza edilen bir hakka istinaden iki
 taraftan birisi bunu usulen bir ihtarda bulunmak suretiyle tesbit etme" (BK.
 101/2) hali de bulunmamaktadır. "Kiracı farkların ödenmesi gerektiğini
 bilmiyor mu? Ayrıca ihtar beklemekte iyiniyetli sayılamaz" düşüncesi, BK.
 101/2. maddenin uygulanmasını haklı kılmaz. Esasen "ifanın mümkün olduğu
 kadar çabuk yapılması, malın tesliminden sonra ödeme yapılmasının
 kararlaştırılmış olması gibi hallerde dahi borcun vade günü belli ve
 muayyendir denemez" (von Tuhr, Borçlar Hukukunun Umumi Kısmı, Cevat Edege
 Çevirisi, Ankara 1983, S. 609). Onun için birikmiş kira farkları borcundan
 dolayı borçlunun mütemerrit olması ve faiz borcunun doğması için BK.nun
 101/1. maddesi gereğince ihtar yapılması zorunludur. Kesinleşme ile muaccel
 hale gelen bu borç borçlusunun aynı günde mütemerrit olduğunun kabul
 edilmesi, tesbit kararının niteliğine, yukarıda sözü edilen İçtihadı
 Birleştirme Kararlarına ve BK.nun 101. maddesinin l‰fzına ve ruhuna uygun
 düşmez.

Çoğunluğun kabul ettiği sonuç, pratikte faiz borcunun başlangıcını, asıl
 borcun miktarının ve muaccel hale geldiğinin taraflarca bilinmesinden önceye
 taşımaktadır. Zira, kira tesbit kararının onanmasına ilişkin Yargıtay kararı
 karar düzeltmeye tabi olmadığı için, onama tarihinde borç muaccel hale
 gelmektedir. Ancak, ilgili dosya ve kararın mahkemesine gönderilmesine,
 taraflarca öğrenilmesine kadar çoğu kez uzun zaman geçtiğinden, borç miktarı
 ve istenebilir olduğu bilinmeden borçlunun mütemerrit hale geldiği, birikmiş
 faiz borcu oluştuğu kabul edilemez.

Açıklanan nedenlerle İçtihatların Onüçüncü Hukuk Dairesi'nin görüşüne uygun
 olarak birleştirilmesi gerektiği kanaatı ile sayın çoğunluğun kararına
 katılamıyorum.

Muammer ELÇİN
6. Hukuk Dairesi Üyesi



    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini