 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Birinci Ceza Dairesi
E. 1994/1547
K. 1994/1538
T. 16.5.1994
* HÜKÜM KESİNLEŞTİKTEN SONRA MAĞDURUN ÖLMESİ
ÖZET : Sanığın, Hüsamettin'i taammüden öldürmeye tam teşebbüs suçundan
mahkemece yargılandığı, verilen mahkumiyet kararının Yargıtay Birinci Ceza
Dairesi'nce onanıp kesinleşmesinden sonra Hüsamettin'in öldüğü, ölüm
sebebinin ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin dokusu
lezyonu ve bunun sonucunda oluşan geç komplikasyonlar olduğu Adli Tıp Kurumu
Ankara Grup Başkanlığı raporunda tesbit edilmiş olduğunun anlaşılması
karşısında; öldürme suçundan ek dava açılarak yapılacak yargılama sonunda
verilecek cezadan daha önce verilmiş ve kesinleşmiş olan varlığını muhafaza
eden hükümdeki cezanın mahsubuna karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemenin
CMUK.nun 327/5. madde ve fıkrasını uygulayarak yargılamanın yenilenmesine
karar vermesi yasaya aykırıdır.
(1412 s. CMUK. m. 327/5) (765 s. TCK. m. 450/4) (Y. CGK. Kararı- 2.6.1986 gün
ve 98/324 s.)
Hüsamettin'i tammüden öldürmekten sanık Doğan'ın yapılan yargılanması sonunda,
müebbet ağır hapis cezasıyla hükümlülüğüne, eski kesinleşmiş müebbet ağır
hapis cezasından dolayı TCK.nun 70. maddesi uyarınca bir yıl geceli gündüzlü
bir hücrede tecrit edilmesine ve yargılamanın yenilenmesine ilişkin, (Burdur
Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 9.12.1993 gün ve 61 karar sayılı hüküm
re'sen temyize tabi bulunmuş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığı'ndan
tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tesbit
edildi.
Sanık Doğan'ın Hüsamettin'i taammüden öldürmeye tam teşebbüs suçundan Burdur
Ağır Ceza Mahkemesi'nin 21.3.1991 tarih, 1991/61 esas, 1991/20 sayılı
mahkumiyet kararı Yargıtay Birinci Ceza dairesi'nin 5.7.1991 tarihli,
991/1489-1922 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiş, 31.3.1993 tarihinde
ölen Hüsamettin'in ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırığı
ve beyin dokusu lezyonu ve bunun sonucunda oluşan geç komplikasyonlar olduğu
8.3.1993 tarihli Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı'nın raporunda tesbit
edilmiştir.
Taammüden öldürmeye tam teşebbüs nedeniyle verilen mahkumiyetle ilgili kesin
hüküm karşısında mahkeme CMUK.nun 327/5. madde ve fıkrasına göre
yargılanmanın yenilenmesine karar vermiştir.
Ortada mevcut kesin hüküm karşısında yeniden yargılama söz konusu olduğundan
"kesin hüküm" üzerinde durmak gerekmektedir.
"Kesin hükmün" biri olumlu, diğeri olumsuz iki etkisi vardır.
a- Olumlu etkisi bağlayıcılık.
b- Olumsuz etkisi ise hükmün konusunu oluşturan eylemlerden dolayı aynı
kişinin ikinci defa koğuşturulamamasıdır. Öğretide "Nebis in idam" olarak
ifade edilmektedir. Kesin hükmün etkisinden söz edebilmek için,
a- Kişinin aynı olması,
b- Fiilin aynı olması gerekmektedir.
Birinci şartta tereddüt yoktur. Fiilin aynılığı hususunda iddianamede yer alan
maddi vakıa ile sınırlıdır. Fiil mahkeme tarafından yargılanabildiği ölçüde
mevcuttur. Fiilin önceki ve yargılamada aynı olup olmadığı hakkında karar
verirken mahkemenin olayı yargılamak yetkisinin hukuken var olup olmadığına
bakılmamalı, fiili durumun maddi bakımdan mümkün olup olmadığı esas
alınmalıdır. Hüküm kesinleştikten sonra mağdurun ölmesi nedeniyle birinci
yargılamada fiili durum "ölüm" olayını mahkeme gözönünde bulundurmamıştır.
Mahkemenin bu durumu gözönünde bulundurarak karar vermesi mümkün değildir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2.6.1986 tarih, 98/324 sayılı kararındaki ve
yukarıdaki gerekçeye göre "öldürme" suçundan ek dava açılarak yapılacak
yargılama sonunda verilecek cezadan daha önce verilmiş ve kesinleşmiş olan
varlığını muhafaza eden hükümdeki cezanın mahsubuna karar verilmesi
gerekmektedir.
Bu nedenle, sanık lehine iadeyi muhakeme sebeplerini içeren CMUK. nun 327/5.
maddesinin uygulanması imkanı olmadığı halde usule aykırı karar verilmesi,
Mahkemenin kabulüne göre, CMUK.nun 327/5. maddesine göre naip hakimin
incelemesini müteakip muhakemenin yenilenmesine karar verildikten sonra
duruşma açılıp sanığın sorgusu yapılmadan karar verilerek usule riayet
edilmemesi,
Yasaya aykırı olup, re'sen kabili temyiz olan hükmün tebliğnamedeki düşünce
hilafına (BOZULMASINA), Üye Osman Şirin'in sanık aleyhine iadeyi muhakeme
şartları mevcut olduğundan CMUK.nun 330/1. madde ve fıkrası gereğince
yargılanmanın yenilenmesine karar verilerek yapılacak duruşma ile sanığın
yeniden yargılanması gerekeceği yolundaki oyuna karşılık 16.5.1994 günü
ekseriyetle karar verildi.
KARŞI OY
* Konu; öldürmeye tam kalkışmaktan TCY.nın 450/4, 62, 59. maddeleri uyarınca
mahkum edilip hükümlülüğü kesinleşerek infaza verilen ve halen infazı
sürmekte bulunan şahsın, mağdurun ölmesi ve ölümün sanıktan sadır olan
yaralamanın doğal sonucu olduğunun Adli Tıp raporuyla anlaşılması durumunda,
TCY.nın 450/4. maddesi mucibince yeniden yargılanıp yargılanamayacağı ve
yargılanacak sa yönteminin ne olacağıdır.
İncelemeye konu olayda, sanık Doğan, Burdur Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava nakli
yoluyla yargılanmış, 21.3.1991 gün ve 61-20 sayılı kararla, maktül Mehmet'i
öldürmekten TCY.nın 450/8, 59. maddeleri uyarınca ömür boyu ağır hapse,
müdahil mağdur Hüsamettin'i öldürmeye tam kalkışmaktan TCY.nın 450/4, 62, 59.
maddelerince 16 yıl 8 ay ağır hapse ve ayrıca yasak silah taşımaktan hapis ve
para cezasına mahkum edilmiş, Yasanın 73. maddesi uyarınca ağır hapis ve
hapis cezaları altı ay geceli gündüzlü hücre hapsi cezasına çevirtilmiştir.
Bu karar, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 5.7.1991 günlü ve 1489-1922
sayılı onayı ile kesinleşmiş, hükümlünün cezasının infazına 31.7.1991 gününde
başlanılmıştır.
Ancak, infaz süresince 31.1.1993 tarihinde mağdur müdahil Hüsamettin ölmüş,
Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı'nın otopsi raporuyla "bu ölümün, ateşli silah
yaralanmasına bağlı kafatası kırığı, beyin doku lezyonu ve bunlarla gelişen
geç komplikasyolardan kaynaklandığı ve eylemin doğal, irtibatlı ve beklenir
sonucu olduğu" bildirilmiştir.
Bu gelişme karşısında Burdur C. Savcılığı, 18.6.1993 günlü yazısıyla
"yargılamanın yenilenmesi" isteminde bulunmuştur.
Burdur Ağır Ceza Mahkemesi, 7.10.1993 günlü kararıyla CYUY.nın 327/5.
maddesine göre yargılamanın yenilenmesi isteminin "yeni kanıt oluşumu"
gerekçesiyle kabul etmiş ve aynı Yasanın 337/1. maddesine göre üye hakimini
soruşturmayla görevlendirmiştir. Üye hakim, hükümlünün ve ölenin eşinin
ifadelerini talimatla almakla yetinmiş ve dosyayı heyete sunmuştur. Mahkeme,
9.12.1993 günlü oturumda C. Savcısından, ölen Hüsamettin'in katline ilişkin
görüş sormuş ve ilk yargılamadaki 1990/61 esas sayıyla ancak karar nosu dahi
taşımayan ek kararıyla sanık Doğan'ı, maktül Hüsamettin'i tasarlayarak
öldürmekten TCY.nın 450/4, 59. maddeleri uyarınca ömür boyu ağır hapse mahkum
etmiş, önceden verilip kesinleşen aynı tür diğer cezayı gözeterek Yasanın 70.
maddesine göre, içtima yoluyla "bir yılı geceli gündüzlü bir hücrede tecrit
ile ömür boyu ağır hapsin infazına hükmetmiş ancak öldürmeye kalkışmak
nedeniyle önceden verilip kesinleşen ve infazına devam edilen hükmün iptali
yoluna gitmemiştir.
Bu kararı, CYUY.nın 305/1. maddesi uyarınca re'sen inceleyen Yargıtay Birinci
Ceza Dairesi, hükümlünün kesin hüküm sonrası oluşan ölüm nedeniyle yeniden
yargılanması gerekeceğini kabul etmiş, ancak Dairenin sayın çoğunluğu bu
yargılanma için uygulanacak yöntemin "yargılamanın yenilenmesi"
olamıyacağını, öldürme suçundan dolayı ek iddianame ile yeni bir dava
açtırılması ve öldürmeden hüküm kurulduğunda, teşebbüs gerekçesiyle önceden
verilen ve kesinleşerek infazına başlanan cezanın mahsubuna karar verilmesi
gerekeceğini bildirmiş ve ayrıca yerel mahkemenin yargılamayı yenilemede
uyguladığı usulün de yasal merasime uymadığına işaret ederek hükmü bozmuştur.
Bize göre; iddianameyle yeni dava açtırmak ve verilecek yeni cezadan
kesinleşmiş eski mahkumiyetin "mahsubuna" hükmederek konuyu çözüme ulaştırmak
mümkün olmadığı gibi böyle bir yöntemin yasal dayanağı da bulunamıyacaktır.
Gözardı edilmemelidir ki; yasa koyucu TCY.nın 68-80. maddeleriyle sadece suç
ve cezaların içtimaı kavramlarını kurala bağlamış ve fakat bir cezanın diğer
cezadan yada bir mahkumiyet hükmünün diğer bir mahkumiyetten mahsubuna yer
vermemiştir. Esasen müebbet ağır hapisten süreli hapsin mahsup olanağı da
yoktur.
Bir kişinin maruz kaldığı silahlı saldırı adli yanılgı ile öldürmeye kalkışma
sayılmış, bu doğrultuda mahkumiyet hükmü tesis olunmuş ve bu karar
kesinleşmiş ise, şahsın aldığı yara sonucu sonradan ölmesi halinde, ilk
kararın kesin hüküm mahiyeti arzettiğini ve CYUY.nın 253. maddesi uyarınca
artık öldürme suçundan bahisle dava açılamayacağını, açılması durumunda da
redde mahkum olacağını kabullenebilmek mümkün olmamalıdır.
Bu konuda sayın çoğunlukla aynı fikri paylaşarak deriz ki; ilk yargılamada
mağdur hayattadır, ölümü davaya konu değildir. Hüküm de ölüm gereğini
içermemektedir. Şahıs sonradan öldüğüne ve yeni yargılamada ölüm hadisesi ilk
olarak yer olacağına göre her iki davanın aynı konuyu kapsamadığı ortaya
çıkmaktadır.
Ancak nevar ki; ilk dava ve karar ile sonraki davanın konusu bütünüyle farklı
da değildir. Suç kastı ve icra hareketleri itibariyle birlik varken sadece
eyleme vasıf veren sonuçta farklılaşma söz konusudur.
Kabul edilmek gerekir ki; olağandışı bir vakıa niteliğinde bulunan ve bu
istisnai halin nedeniyle yasa koyucu tarafından gözönünde tutulamayarak usuli
yönteme bağlanamayan bu tür olaylar, ancak "kıyaslama ve yorum geliştirme
yöntemiyle" çözüme ulaştırılabilecektir.
CYUY.nın 253/3. maddesinde tanımını bulan ve sonraki davanın reddini zorunlu
hale sokan "kesin hüküm" halinin bu olayda var olmaması, "ek iddianame-ek
dava" yoluyla çözümü bir an için düşündürmekte isede, eylemi öldürmeye
kalkışma sayarak verilen ve kesinleştirilerek infazına girişilen ilk kararın
varlığını ve sonuç hasıl etmeye devam edebilme niteliğini bu yolla ortadan
kaldırmak mümkün olamıyacaktır.
Çünkü, ek dava ile TCY.nın 450/4, 59. maddeleri uyarınca yeni bir ceza tertip
olunacak ve bu kararda kesinleşecektir. Bu durumda geçerliliğini koruyan ve
infazı zorunlu olan iki kararla karşı karşıya kalınacaktır. Aynı eylemin tam
kalkışma evresini cezalandıran hükümle tamamlandığını kabul edip yaptırıma
konu eden ikinci hüküm çatışacaktır.
Gerek Ceza ve gerekse Usul Yasasında bu yöntemle; aynı eylemin hem
kalkışmasını hem de tamamlanmış halini ayrı ayrı ceza yaptırımına bağlamaya
izin veren bir kural olmadığı gibi, eyleme kalkışmaktan verilip kesinleşerek
infazına başlanmış bir mahkumiyeti, tamamlanmış eylemden verilen
mahkumiyetten "mahsup" ettirmeye olanak sağlayan bir kural da
bulunmamaktadır.
"Mahsup" kavramı TCY.nın 40. maddesiyle düzenlenmiş olup ancak "hükmün
kesinleşmesinden evvel vukubulan ve o yargılama nedeniyle vaki olan
tutukluluğun ceza mahkumiyetinden indirilmesine" olanak vermektedir. Ancak bu
kavramı, kesinleşmiş bir mahkumiyetin yok sayılmasına, yada iptaline yahut
bir diğer mahkumiyetten indirilmesine imkan verecek yapıda değildir. Her ne
kadar 6.3.1940 gün ve 5/68 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 40.
madde kapsamını yorumla genişletmiş ve beraatle sonuçlanmış bir diğer
yargılama nedeniyle vaki olan tutukluluğun belli koşullarda sonraki
mahkumiyetten mahsubu olanağı sağlatmış ise de; bu içtihat dahi bir
mahkumiyetin diğer mahkumiyetten düşülmesine yada diğeri içinde eritilerek
geçerliliğini yitirmesine müsait bir içerik taşımamaktadır.
"Cezada kanunilik" kuralı esastır. Bu kural ceza yargılaması için dahi
geçerlidir. Yargı yönteminde yasal kaidelerden uzaklaşmak ve hızlı
muhakemenin yada aklın gereği bu olmalıdır diyerek bir başka usule yönelmek
doğru sayılamamalıdır. Eğer bir ceza mahkumiyetinin bir diğer mahkumiyetten
mahsubu öneriliyorsa, kanunilik "kuralının doğal sonucu olarak böyle bir
işlemin "yasal dayanağı" mutlaka gösterilebilmelidir.
Oysa, sayın çoğunluğun önerisine uyularak ek iddianame ile öldürme fiilinden
dava açtırılıp yeni bir mahkumiyet kararı alındığında, teşebbüsten verilip
kesinleşen ve infazı süren eski karar, hangi yasa maddesine dayanılarak yok
sayılacak yada iptal edilecektir. TCY.nın 40. maddesini bu ahvalde devreye
sokmak ve aranan iptal sonucunu bu yöntemle elde edebilmek olanaksızdır.
Geniş bir yorumlama ile yada kıyas yoluyla bu maddeyi uygulamak ve metni
zorlayarak mahsup yoluyla konuyu çözümlemeye yeltenmek ise bir başka yasağı
ihlal olacaktır. O da "ceza kuralının kıyas yoluyla uygulanamayacağıdır".
Kaldı ki 40. madde, önceki mahkumiyetin ne icrasını tehir ettirebilecek ne de
iptalini olanaklı kılabilecektir.
Öyleyse karşılaşılan hukuki sorunun çözümünde ancak ve mutlaka; önceki
kesinleşmiş hükmün iptaline, aleyhe yeni mahkumiyet hükmü alınmasına, bu
yargılama süresinde de eski hükmün icrasını tehire olanak sağlayabilen bir
usuli yönteme kesin gereksinim bulunmaktadır.
Bu gereksinim için tek seçenek kanımızca, CYUY.nda 4 kitap Birinci fasılda
tanımlanan YARGILAMANIN YENİLENMESİ yoludur.
Zira, sadece bu yöntemle kesinleşmiş önceki karar iptal edilebilecek ve yerine
kaim olacak yeni bir mahkumiyete hükmedilebilecektir. Yine bu yöntemle
gerektiğinde eski kararın icrası tehir olunabilecektir.
Olayımızda tam kalkışmaktan mahkum olan hükümlü, mağdurun ölümü nedeniyle
tamamlanmış fiilden dolayı yeniden yargılanacağından ve cezası
ağırlaşacağından, yenilenecek mahkumiyetin aleyhe olacağı tartışılmazdır. Bu
nedenledir ki, Usul Yasasının 330. maddesinde sıralanan ve dört paragraf
altında tarif olunan sebeplere dayanılabilecektir.
Kabul edilmelidir ki; kesinleşmiş kararın dayanağı belgelerden birisi ve belki
de en önemlisi mağdur Hüsamettin'e ait kesin rapordur. Bu raporda Adli Tıp,
"şahsın hayati tehlike geçirdiğine ve yaralamanın 45 gün iş ve güçten
engeller düzeyde olduğuna" dair görüş bildirmiştir. Bu görüş "kesin
nitelikte" gösterilmesine ve sonradan vukubulabilecek bir ölümle
irtibatlanmıyacağı anlamını taşımasına rağmen şahsın 31.1.1993 tarihinde
ölmesi üzerine yapılan otopsisinde aynı kurum hatasını zımnen kabulle farklı
bir görüş bildirmiş, vaki ölümü önceki etkili eylemden gelişen ancak gelişimi
yavaş ve sinsi düzeyde oluşan nedenlere bağlamıştır. Böylece kesin nitelikli
ilk rapor geçerliliğini ve değerini yitirmiştir Otopsi raporu ve sergilediği
görüş, "yeni vakıa ve yeni kanıt" niteliğinde isede bu tür belgelerle "yeni
kanıt olduğu gerekçesine" dayanılarak şahsın aleyhine yargılama
yenilenemiyeceğinden Usulün 330/1-2. madde ve bentlerinin genişletilmiş yorum
ve kıyas yoluyla uygulanmasına yönelmekten başka olanak kalmamaktadır.
"Kıyas" ceza yasasında mümkün değil isede, usul yasasında geçerli
bulunduğundan, çözüm çaresi arayışında yararlanılabilecek bir vasıta
olabilecektir. Aksi halde şahsı, sonradan oluşmuş ölümle sorumlu
tutabilmenin, yasal çaresi sağlanamıyacaktır.
"Kıyas" yöntemi uygulandığında denilebilir ki hükümlünün mağdura yönelik
eylemini hayati tehlike doğurur ve 45 gün iş ve güçten engeller düzeyde
gösteren ve kesinlik iddiası taşıyan rapor gerçeği yansıtmamış, sahte bir
vesikanın inandırıcılıktan uzak oluşu misali mahkemeyi yanıltmıştır.
Adli Tıp Kurumu, CYUY.nın 66/3. maddesine göre resmi bilirkişi sıfatıyla ceza
yargıcına yardım eden bir kuruluştur. Bu Kurum'un yada Kurum'a dahil bir
bilirkişinin velev ihmal sonucu da olsa yanılgılı bir belge düzenlemiş
olması, Usul Yasasının 330/2. maddesinde zikredildiği üzere, "bilirkişinin
hükme tesir edecek surette sanık lehine ihmal ile hakikat hilafına rey ve
mütalaa beyan etmesi" sayılmalıdır.
Nitekim olayımızda da bu durum gerçekleşmiştir. Kabul zorunluluğu vardır ki;
olaydan iki yıl sonra ölen ve ölümü eski kurşun yaralanmasıyle doğrudan
irtibatlandırılan Hüsamettin'in yaralanmasını adli yönden 45 gün iş ve güçten
engel düzeyde sayan ve kesin olduğunu bildirmek suretiyle muhakemenin
bitişine neden olan ilk rapor bir ihmalin ve eksik değerlendirmenin ürünüdür.
Beşeri yanılgı çizgisinde değerlendirilse dahi bu ilk raporu yeminli resmi
bilirkişi sıfatıyla düzenleyip imzalayan ve böylece görüşünü bu doğrultuda
saptayarak sanığın öldürmeğe kalkışmaktan ceza almasını sağlayan yetkililer,
"ihmal suretiyle böyle bir neticeye varmak ve ilk hatalı raporu 330/2. madde
ve bendinde tarif edilen "bilirkişinin hataya dayalı reyi" sayarak
yargılamanın aleyhe yenilenmesi sebebi telakki etmek, herhalde zorlama
olmayacaktır. En azından bu yöntem, sayın çoğunluğun benimsediği usule göre
daha yasal ve daha savunulur düzeyde sayılabilecektir.
Bu yöntem benimsenerek yargılama aleyhe yenilendiğinde; kesinleşmiş ilk karar
Usulün 341/1. maddesi uyarınca iptal edilecek, öldürme fiilinden bahisle yeni
hüküm verilecek ve hatta 328. maddesi uyarınca önceki hükmün icrası dahi,
gerekirse tehir olunabilecektir. İlk hüküm iptal edildiğinde yargılama icabı
tutuklulukta geçen süre ile infazda geçen müddet TCY.nın 40. maddesinde tarif
olunan "mevkufiyet" niteliğine dönüşecek ve son hükümle verilen cezadan yasal
dayanağı da gösterilmek suretiyle "mahsup" olunabilecektir.
Bu genel izahat ışığında incelendiğinde görülmektedir.
Yerel Mahkeme, hukuki sorunu çözümleyebilmek için isabetli bir saptamayla
yöntemi belirlemiş, "yargılamayı yenilemiştir."
Ancak;
1- Usul Yasasının aleyhe yenilemeyi düzenleyen 330/1-2. maddelerinden
yararlanmak yerine sadece lehte yenilemeye olanak veren 327/5. maddesinden
yola çıkmak suretiyle yasal dayanakta yanılgıya düşmüş,
2- Yasanın 336. maddesine göre yargılamayı yenilemeye usulen karar verdikten,
337. maddeye göre üyesini kanıt toplamak üzere görevlendirdikten, üye hakimin
naip sıfatıyle kanıt derlemesinden sonra 338/son maddesi mucibince
yargılamanın yenilenmesine esastan hükmeyledikten sonra; duruşma açma,
sanığın birde heyet huzurunda veya zorunlu ise istinabe ile savunmasını alma
gereğini duymayarak ve hatta hükümlünün son Adli Tıp otopsisine itiraz
hakkını da tanıyıp bu yönde soruşturmayı genişletmeye lüzum olup olmıyacağını
tartışmayarak savunmayı kısıtlamak suretiyle usule aykırı davranmış,
3- 341/1. madde uyarınca, eski hükmün öldürmeye tam kalkışmaya ilişkin
bölümünü de iptal etmeyerek usul kuralını ihlal eylemiştir.
Bir başka ifadeyle yerel mahkeme, yöntemini doğru seçmiş ancak bu yöntemin
yasal ve zorunlu gereklerini yerine getirmemiştir. Karar sadece bu eksikler
nedeniyle hatalıdır.
Bu gerekçelerle; sayın Daire çoğunluğunun, yargılamanın yenilenmesinde yerel
mahkemece yapılan hatalı ve eksik uygulamaya işaretle kararı bozmasına
katılıyor ancak yargılamanın yenilenmesi yöntemini hatalı bulup ek dava
ikamesini ve mahkumiyetlerin mahsubunu öneren bozma gerekçesine katılmıyorum
Osman ŞİRİN
Muhalif Üye
|