Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C
Y A R G I T A Y
Birinci Ceza Dairesi

	E.	1994/1547
	K.	1994/1538
	T.	16.5.1994

*  HÜKÜM KESİNLEŞTİKTEN SONRA  MAĞDURUN ÖLMESİ 

ÖZET : Sanığın, Hüsamettin'i taammüden öldürmeye tam teşebbüs suçundan
 mahkemece yargılandığı, verilen mahkumiyet kararının Yargıtay Birinci Ceza
 Dairesi'nce onanıp kesinleşmesinden sonra Hüsamettin'in öldüğü, ölüm
 sebebinin ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırığı ve beyin dokusu
 lezyonu ve bunun sonucunda oluşan geç komplikasyonlar olduğu Adli Tıp Kurumu
 Ankara Grup Başkanlığı raporunda tesbit edilmiş olduğunun anlaşılması
 karşısında; öldürme suçundan ek dava açılarak yapılacak yargılama sonunda
 verilecek cezadan daha önce verilmiş ve kesinleşmiş olan varlığını muhafaza
 eden hükümdeki cezanın mahsubuna karar verilmesi gerekmektedir. Mahkemenin
 CMUK.nun 327/5. madde ve fıkrasını uygulayarak yargılamanın yenilenmesine
 karar vermesi yasaya aykırıdır.

 (1412 s. CMUK. m. 327/5) (765 s. TCK. m. 450/4) (Y. CGK. Kararı- 2.6.1986 gün
 ve 98/324 s.)

Hüsamettin'i tammüden öldürmekten sanık Doğan'ın yapılan yargılanması sonunda,
 müebbet ağır hapis cezasıyla hükümlülüğüne, eski kesinleşmiş müebbet ağır
 hapis cezasından dolayı TCK.nun 70. maddesi uyarınca bir yıl geceli gündüzlü
 bir hücrede tecrit edilmesine ve yargılamanın yenilenmesine ilişkin, (Burdur
 Ağır Ceza Mahkemesi)nden verilen 9.12.1993 gün ve 61 karar sayılı hüküm
 re'sen temyize tabi bulunmuş olduğundan dava dosyası C. Başsavcılığı'ndan
 tebliğname ile Dairemize gönderilmekle incelendi ve aşağıdaki karar tesbit
 edildi.

Sanık Doğan'ın Hüsamettin'i taammüden öldürmeye tam teşebbüs suçundan Burdur
 Ağır Ceza Mahkemesi'nin 21.3.1991 tarih, 1991/61 esas, 1991/20 sayılı
 mahkumiyet kararı Yargıtay Birinci Ceza dairesi'nin 5.7.1991 tarihli,
 991/1489-1922 sayılı kararı ile onanarak kesinleşmiş, 31.3.1993 tarihinde
 ölen Hüsamettin'in ölümünün ateşli silah yaralanmasına bağlı kafatası kırığı
 ve beyin dokusu lezyonu ve bunun sonucunda oluşan geç komplikasyonlar olduğu
 8.3.1993 tarihli Adli Tıp Kurumu Ankara Grup Başkanlığı'nın raporunda tesbit
 edilmiştir.

Taammüden öldürmeye tam teşebbüs nedeniyle verilen mahkumiyetle ilgili kesin
 hüküm karşısında mahkeme CMUK.nun 327/5. madde ve fıkrasına göre
 yargılanmanın yenilenmesine karar vermiştir.

Ortada mevcut kesin hüküm karşısında yeniden yargılama söz konusu olduğundan
 "kesin hüküm" üzerinde durmak gerekmektedir.

"Kesin hükmün" biri olumlu, diğeri olumsuz iki etkisi vardır.

a- Olumlu etkisi bağlayıcılık.

b- Olumsuz etkisi ise hükmün konusunu oluşturan eylemlerden dolayı aynı
 kişinin ikinci defa koğuşturulamamasıdır. Öğretide "Nebis in idam" olarak
 ifade edilmektedir. Kesin hükmün etkisinden söz edebilmek için,
a- Kişinin aynı olması,
b- Fiilin aynı olması gerekmektedir.

Birinci şartta tereddüt yoktur. Fiilin aynılığı hususunda iddianamede yer alan
 maddi vakıa ile sınırlıdır. Fiil mahkeme tarafından yargılanabildiği ölçüde
 mevcuttur. Fiilin önceki ve yargılamada aynı olup olmadığı hakkında karar
 verirken mahkemenin olayı yargılamak yetkisinin hukuken var olup olmadığına
 bakılmamalı, fiili durumun maddi bakımdan mümkün olup olmadığı esas
 alınmalıdır. Hüküm kesinleştikten sonra mağdurun ölmesi nedeniyle birinci
 yargılamada fiili durum "ölüm" olayını mahkeme gözönünde bulundurmamıştır.
 Mahkemenin bu durumu gözönünde bulundurarak karar vermesi mümkün değildir.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 2.6.1986 tarih, 98/324 sayılı kararındaki ve
 yukarıdaki gerekçeye göre "öldürme" suçundan ek dava açılarak yapılacak
 yargılama sonunda verilecek cezadan daha önce verilmiş ve kesinleşmiş olan
 varlığını muhafaza eden hükümdeki cezanın mahsubuna karar verilmesi
 gerekmektedir.

Bu nedenle, sanık lehine iadeyi muhakeme sebeplerini içeren CMUK. nun 327/5.
 maddesinin uygulanması imkanı olmadığı halde usule aykırı karar verilmesi, 
Mahkemenin kabulüne göre, CMUK.nun 327/5. maddesine göre naip hakimin
 incelemesini müteakip muhakemenin yenilenmesine karar verildikten sonra
 duruşma açılıp sanığın sorgusu yapılmadan karar verilerek usule riayet
 edilmemesi,
Yasaya aykırı olup, re'sen kabili temyiz olan hükmün tebliğnamedeki düşünce
 hilafına (BOZULMASINA), Üye Osman Şirin'in sanık aleyhine iadeyi muhakeme
 şartları mevcut olduğundan CMUK.nun 330/1. madde ve fıkrası gereğince
 yargılanmanın yenilenmesine karar verilerek yapılacak duruşma ile sanığın
 yeniden yargılanması gerekeceği yolundaki oyuna karşılık 16.5.1994 günü
 ekseriyetle karar verildi.

KARŞI OY
* Konu; öldürmeye tam kalkışmaktan TCY.nın 450/4, 62, 59. maddeleri uyarınca
 mahkum edilip hükümlülüğü kesinleşerek infaza verilen ve halen infazı
 sürmekte bulunan şahsın, mağdurun ölmesi ve ölümün sanıktan sadır olan
 yaralamanın doğal sonucu olduğunun Adli Tıp raporuyla anlaşılması durumunda,
 TCY.nın 450/4. maddesi mucibince yeniden yargılanıp yargılanamayacağı ve
 yargılanacak sa yönteminin ne olacağıdır.

İncelemeye konu olayda, sanık Doğan, Burdur Ağır Ceza Mahkemesi'nde dava nakli
 yoluyla yargılanmış, 21.3.1991 gün ve 61-20 sayılı kararla, maktül Mehmet'i
 öldürmekten TCY.nın 450/8, 59. maddeleri uyarınca ömür boyu ağır hapse,
 müdahil mağdur Hüsamettin'i öldürmeye tam kalkışmaktan TCY.nın 450/4, 62, 59.
 maddelerince 16 yıl 8 ay ağır hapse ve ayrıca yasak silah taşımaktan hapis ve
 para cezasına mahkum edilmiş, Yasanın 73. maddesi uyarınca ağır hapis ve
 hapis cezaları altı ay geceli gündüzlü hücre hapsi cezasına çevirtilmiştir.
 Bu karar, Yargıtay Birinci Ceza Dairesi'nin 5.7.1991 günlü ve 1489-1922
 sayılı onayı ile kesinleşmiş, hükümlünün cezasının infazına 31.7.1991 gününde
 başlanılmıştır.

Ancak, infaz süresince 31.1.1993 tarihinde mağdur müdahil Hüsamettin ölmüş,
 Adli Tıp Kurumu Grup Başkanlığı'nın otopsi raporuyla "bu ölümün, ateşli silah
 yaralanmasına bağlı kafatası kırığı, beyin doku lezyonu ve bunlarla gelişen
 geç komplikasyolardan kaynaklandığı ve eylemin doğal, irtibatlı ve beklenir
 sonucu olduğu" bildirilmiştir.

Bu gelişme karşısında Burdur C. Savcılığı, 18.6.1993 günlü yazısıyla
 "yargılamanın yenilenmesi" isteminde bulunmuştur.

Burdur Ağır Ceza Mahkemesi, 7.10.1993 günlü kararıyla CYUY.nın 327/5.
 maddesine göre yargılamanın yenilenmesi isteminin "yeni kanıt oluşumu"
 gerekçesiyle kabul etmiş ve aynı Yasanın 337/1. maddesine göre üye hakimini
 soruşturmayla görevlendirmiştir. Üye hakim, hükümlünün ve ölenin eşinin
 ifadelerini talimatla almakla yetinmiş ve dosyayı heyete sunmuştur. Mahkeme,
 9.12.1993 günlü oturumda C. Savcısından, ölen Hüsamettin'in katline ilişkin
 görüş sormuş ve ilk yargılamadaki 1990/61 esas sayıyla ancak karar nosu dahi
 taşımayan ek kararıyla sanık Doğan'ı, maktül Hüsamettin'i tasarlayarak
 öldürmekten TCY.nın 450/4, 59. maddeleri uyarınca ömür boyu ağır hapse mahkum
 etmiş, önceden verilip kesinleşen aynı tür diğer cezayı gözeterek Yasanın 70.
 maddesine göre, içtima yoluyla "bir yılı geceli gündüzlü bir hücrede tecrit
 ile ömür boyu ağır hapsin infazına hükmetmiş ancak öldürmeye kalkışmak
 nedeniyle önceden verilip kesinleşen ve infazına devam edilen hükmün iptali
 yoluna gitmemiştir.

Bu kararı, CYUY.nın 305/1. maddesi uyarınca re'sen inceleyen Yargıtay Birinci
 Ceza Dairesi, hükümlünün kesin hüküm sonrası oluşan ölüm nedeniyle yeniden
 yargılanması gerekeceğini kabul etmiş, ancak Dairenin sayın çoğunluğu bu
 yargılanma için uygulanacak yöntemin "yargılamanın yenilenmesi"
 olamıyacağını, öldürme suçundan dolayı ek iddianame ile yeni bir dava
 açtırılması ve öldürmeden hüküm kurulduğunda, teşebbüs gerekçesiyle önceden
 verilen ve kesinleşerek infazına başlanan cezanın mahsubuna karar verilmesi
 gerekeceğini bildirmiş ve ayrıca yerel mahkemenin yargılamayı yenilemede
 uyguladığı usulün de yasal merasime uymadığına işaret ederek hükmü bozmuştur.

Bize göre; iddianameyle yeni dava açtırmak ve verilecek yeni cezadan
 kesinleşmiş eski mahkumiyetin "mahsubuna" hükmederek konuyu çözüme ulaştırmak
 mümkün olmadığı gibi böyle bir yöntemin yasal dayanağı da bulunamıyacaktır.

Gözardı edilmemelidir ki; yasa koyucu TCY.nın 68-80. maddeleriyle sadece suç
 ve cezaların içtimaı kavramlarını kurala bağlamış ve fakat bir cezanın diğer
 cezadan yada bir mahkumiyet hükmünün diğer bir mahkumiyetten mahsubuna yer
 vermemiştir. Esasen müebbet ağır hapisten süreli hapsin mahsup olanağı da
 yoktur.

Bir kişinin maruz kaldığı silahlı saldırı adli yanılgı ile öldürmeye kalkışma
 sayılmış, bu doğrultuda mahkumiyet hükmü tesis olunmuş ve bu karar
 kesinleşmiş ise, şahsın aldığı yara sonucu sonradan ölmesi halinde, ilk
 kararın kesin hüküm mahiyeti arzettiğini ve CYUY.nın 253. maddesi uyarınca
 artık öldürme suçundan bahisle dava açılamayacağını, açılması durumunda da
 redde mahkum olacağını kabullenebilmek mümkün olmamalıdır.

Bu konuda sayın çoğunlukla aynı fikri paylaşarak deriz ki; ilk yargılamada
 mağdur hayattadır, ölümü davaya konu değildir. Hüküm de ölüm gereğini
 içermemektedir. Şahıs sonradan öldüğüne ve yeni yargılamada ölüm hadisesi ilk
 olarak yer olacağına göre her iki davanın aynı konuyu kapsamadığı ortaya
 çıkmaktadır.

Ancak nevar ki; ilk dava ve karar ile sonraki davanın konusu bütünüyle farklı
 da değildir. Suç kastı ve icra hareketleri itibariyle birlik varken sadece
 eyleme vasıf veren sonuçta farklılaşma söz konusudur.

Kabul edilmek gerekir ki; olağandışı bir vakıa niteliğinde bulunan ve bu
 istisnai halin nedeniyle yasa koyucu tarafından gözönünde tutulamayarak usuli
 yönteme bağlanamayan bu tür olaylar, ancak "kıyaslama ve yorum geliştirme
 yöntemiyle" çözüme ulaştırılabilecektir.

CYUY.nın 253/3. maddesinde tanımını bulan ve sonraki davanın reddini zorunlu
 hale sokan "kesin hüküm" halinin bu olayda var olmaması, "ek iddianame-ek
 dava" yoluyla çözümü bir an için düşündürmekte isede, eylemi öldürmeye
 kalkışma sayarak verilen ve kesinleştirilerek infazına girişilen ilk kararın
 varlığını ve sonuç hasıl etmeye devam edebilme niteliğini bu yolla ortadan
 kaldırmak mümkün olamıyacaktır.

Çünkü, ek dava ile TCY.nın 450/4, 59. maddeleri uyarınca yeni bir ceza tertip
 olunacak ve bu kararda kesinleşecektir. Bu durumda geçerliliğini koruyan ve
 infazı zorunlu olan iki kararla karşı karşıya kalınacaktır. Aynı eylemin tam
 kalkışma evresini cezalandıran hükümle tamamlandığını kabul edip yaptırıma
 konu eden ikinci hüküm çatışacaktır.

Gerek Ceza ve gerekse Usul Yasasında bu yöntemle; aynı eylemin hem
 kalkışmasını hem de tamamlanmış halini ayrı ayrı ceza yaptırımına bağlamaya
 izin veren bir kural olmadığı gibi, eyleme kalkışmaktan verilip kesinleşerek
 infazına başlanmış bir mahkumiyeti, tamamlanmış eylemden verilen
 mahkumiyetten "mahsup" ettirmeye olanak sağlayan bir kural da
 bulunmamaktadır.

"Mahsup" kavramı TCY.nın 40. maddesiyle düzenlenmiş olup ancak "hükmün
 kesinleşmesinden evvel vukubulan ve o yargılama nedeniyle vaki olan
 tutukluluğun ceza mahkumiyetinden indirilmesine" olanak vermektedir. Ancak bu
 kavramı, kesinleşmiş bir mahkumiyetin yok sayılmasına, yada iptaline yahut
 bir diğer mahkumiyetten indirilmesine imkan verecek yapıda değildir. Her ne
 kadar 6.3.1940 gün ve 5/68 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 40.
 madde kapsamını yorumla genişletmiş ve beraatle sonuçlanmış bir diğer
 yargılama nedeniyle vaki olan tutukluluğun belli koşullarda sonraki
 mahkumiyetten mahsubu olanağı sağlatmış ise de; bu içtihat dahi bir
 mahkumiyetin diğer mahkumiyetten düşülmesine yada diğeri içinde eritilerek
 geçerliliğini yitirmesine müsait bir içerik taşımamaktadır.

"Cezada kanunilik" kuralı esastır. Bu kural ceza yargılaması için dahi
 geçerlidir. Yargı yönteminde yasal kaidelerden uzaklaşmak ve hızlı
 muhakemenin yada aklın gereği bu olmalıdır diyerek bir başka usule yönelmek
 doğru sayılamamalıdır. Eğer bir ceza mahkumiyetinin bir diğer mahkumiyetten
 mahsubu öneriliyorsa, kanunilik "kuralının doğal sonucu olarak böyle bir
 işlemin "yasal dayanağı" mutlaka gösterilebilmelidir.

Oysa, sayın çoğunluğun önerisine uyularak ek iddianame ile öldürme fiilinden
 dava açtırılıp yeni bir mahkumiyet kararı alındığında, teşebbüsten verilip
 kesinleşen ve infazı süren eski karar, hangi yasa maddesine dayanılarak yok
 sayılacak yada iptal edilecektir. TCY.nın 40. maddesini bu ahvalde devreye
 sokmak ve aranan iptal sonucunu bu yöntemle elde edebilmek olanaksızdır.
 Geniş bir yorumlama ile yada kıyas yoluyla bu maddeyi uygulamak ve metni
 zorlayarak mahsup yoluyla konuyu çözümlemeye yeltenmek ise bir başka yasağı
 ihlal olacaktır. O da "ceza kuralının kıyas yoluyla uygulanamayacağıdır".
 Kaldı ki 40. madde, önceki mahkumiyetin ne icrasını tehir ettirebilecek ne de
 iptalini olanaklı kılabilecektir.

Öyleyse karşılaşılan hukuki sorunun çözümünde ancak ve mutlaka; önceki
 kesinleşmiş hükmün iptaline, aleyhe yeni mahkumiyet hükmü alınmasına, bu
 yargılama süresinde de eski hükmün icrasını tehire olanak sağlayabilen bir
 usuli yönteme kesin gereksinim bulunmaktadır.

Bu gereksinim için tek seçenek kanımızca, CYUY.nda 4 kitap Birinci fasılda
 tanımlanan YARGILAMANIN YENİLENMESİ yoludur.

Zira, sadece bu yöntemle kesinleşmiş önceki karar iptal edilebilecek ve yerine
 kaim olacak yeni bir mahkumiyete hükmedilebilecektir. Yine bu yöntemle
 gerektiğinde eski kararın icrası tehir olunabilecektir.

Olayımızda tam kalkışmaktan mahkum olan hükümlü, mağdurun ölümü nedeniyle
 tamamlanmış fiilden dolayı yeniden yargılanacağından ve cezası
 ağırlaşacağından, yenilenecek mahkumiyetin aleyhe olacağı tartışılmazdır. Bu
 nedenledir ki, Usul Yasasının 330. maddesinde sıralanan ve dört paragraf
 altında tarif olunan sebeplere dayanılabilecektir.

Kabul edilmelidir ki; kesinleşmiş kararın dayanağı belgelerden birisi ve belki
 de en önemlisi mağdur Hüsamettin'e ait kesin rapordur. Bu raporda Adli Tıp,
 "şahsın hayati tehlike geçirdiğine ve yaralamanın 45 gün iş ve güçten
 engeller düzeyde olduğuna" dair görüş bildirmiştir. Bu görüş "kesin
 nitelikte" gösterilmesine ve sonradan vukubulabilecek bir ölümle
 irtibatlanmıyacağı anlamını taşımasına rağmen şahsın 31.1.1993 tarihinde
 ölmesi üzerine yapılan otopsisinde aynı kurum hatasını zımnen kabulle farklı
 bir görüş bildirmiş, vaki ölümü önceki etkili eylemden gelişen ancak gelişimi
 yavaş ve sinsi düzeyde oluşan nedenlere bağlamıştır. Böylece kesin nitelikli
 ilk rapor geçerliliğini ve değerini yitirmiştir Otopsi raporu ve sergilediği
 görüş, "yeni vakıa ve yeni kanıt" niteliğinde isede bu tür belgelerle "yeni
 kanıt olduğu gerekçesine" dayanılarak şahsın aleyhine yargılama
 yenilenemiyeceğinden Usulün 330/1-2. madde ve bentlerinin genişletilmiş yorum
 ve kıyas yoluyla uygulanmasına yönelmekten başka olanak kalmamaktadır.
 "Kıyas" ceza yasasında mümkün değil isede, usul yasasında geçerli
 bulunduğundan, çözüm çaresi arayışında yararlanılabilecek bir vasıta
 olabilecektir. Aksi halde şahsı, sonradan oluşmuş ölümle sorumlu
 tutabilmenin, yasal çaresi sağlanamıyacaktır.

"Kıyas" yöntemi uygulandığında denilebilir ki hükümlünün mağdura yönelik
 eylemini hayati tehlike doğurur ve 45  gün iş ve güçten engeller düzeyde
 gösteren ve kesinlik iddiası taşıyan rapor gerçeği yansıtmamış, sahte bir
 vesikanın inandırıcılıktan uzak oluşu misali mahkemeyi yanıltmıştır. 

Adli Tıp Kurumu, CYUY.nın 66/3. maddesine göre resmi bilirkişi sıfatıyla ceza
 yargıcına yardım eden bir kuruluştur. Bu Kurum'un yada Kurum'a dahil bir
 bilirkişinin velev ihmal sonucu da olsa yanılgılı bir belge düzenlemiş
 olması, Usul Yasasının 330/2. maddesinde zikredildiği üzere, "bilirkişinin
 hükme tesir edecek surette sanık lehine ihmal ile hakikat hilafına rey ve
 mütalaa beyan etmesi" sayılmalıdır.

Nitekim olayımızda da bu durum gerçekleşmiştir. Kabul zorunluluğu vardır ki;
 olaydan iki yıl sonra ölen ve ölümü eski kurşun yaralanmasıyle doğrudan
 irtibatlandırılan Hüsamettin'in yaralanmasını adli yönden 45 gün iş ve güçten
 engel düzeyde sayan ve kesin olduğunu bildirmek suretiyle muhakemenin
 bitişine neden olan ilk rapor bir ihmalin ve eksik değerlendirmenin ürünüdür.
 Beşeri yanılgı çizgisinde değerlendirilse dahi bu ilk raporu yeminli resmi
 bilirkişi sıfatıyla düzenleyip imzalayan ve böylece görüşünü bu doğrultuda
 saptayarak sanığın öldürmeğe kalkışmaktan ceza almasını sağlayan yetkililer,
 "ihmal suretiyle böyle bir neticeye varmak ve ilk hatalı raporu 330/2. madde
 ve bendinde tarif edilen "bilirkişinin hataya dayalı reyi" sayarak
 yargılamanın aleyhe yenilenmesi sebebi telakki etmek, herhalde zorlama
 olmayacaktır. En azından bu yöntem, sayın çoğunluğun benimsediği usule göre
 daha yasal ve daha savunulur düzeyde sayılabilecektir.

Bu yöntem benimsenerek yargılama aleyhe yenilendiğinde; kesinleşmiş ilk karar
 Usulün 341/1. maddesi uyarınca iptal edilecek, öldürme fiilinden bahisle yeni
 hüküm verilecek ve hatta 328. maddesi uyarınca önceki hükmün icrası dahi,
 gerekirse tehir olunabilecektir. İlk hüküm iptal edildiğinde yargılama icabı
 tutuklulukta geçen süre ile infazda geçen müddet TCY.nın 40. maddesinde tarif
 olunan "mevkufiyet" niteliğine dönüşecek ve son hükümle verilen cezadan yasal
 dayanağı da gösterilmek suretiyle "mahsup" olunabilecektir.

Bu genel izahat ışığında incelendiğinde görülmektedir.

Yerel Mahkeme, hukuki sorunu çözümleyebilmek için isabetli bir saptamayla
 yöntemi belirlemiş, "yargılamayı yenilemiştir."
Ancak;
1- Usul Yasasının aleyhe yenilemeyi düzenleyen 330/1-2. maddelerinden
 yararlanmak yerine sadece lehte yenilemeye olanak veren 327/5. maddesinden
 yola çıkmak suretiyle yasal dayanakta yanılgıya düşmüş,
2- Yasanın 336. maddesine göre yargılamayı yenilemeye usulen karar verdikten,
 337. maddeye göre üyesini kanıt toplamak üzere görevlendirdikten, üye hakimin
 naip sıfatıyle kanıt derlemesinden sonra 338/son maddesi mucibince
 yargılamanın yenilenmesine esastan hükmeyledikten sonra; duruşma açma,
 sanığın birde heyet huzurunda veya zorunlu ise istinabe ile savunmasını alma
 gereğini duymayarak ve hatta hükümlünün son Adli Tıp otopsisine itiraz
 hakkını da tanıyıp bu yönde soruşturmayı genişletmeye lüzum olup olmıyacağını
 tartışmayarak savunmayı kısıtlamak suretiyle usule aykırı davranmış,
3- 341/1. madde uyarınca, eski hükmün öldürmeye tam kalkışmaya ilişkin
 bölümünü de iptal etmeyerek usul kuralını ihlal eylemiştir.

Bir başka ifadeyle yerel mahkeme, yöntemini doğru seçmiş ancak bu yöntemin
 yasal ve zorunlu gereklerini yerine getirmemiştir. Karar sadece bu eksikler
 nedeniyle hatalıdır.

Bu gerekçelerle; sayın Daire çoğunluğunun, yargılamanın yenilenmesinde yerel
 mahkemece yapılan hatalı ve eksik uygulamaya işaretle kararı bozmasına
 katılıyor ancak yargılamanın yenilenmesi yöntemini hatalı bulup ek dava
 ikamesini ve mahkumiyetlerin mahsubunu öneren bozma gerekçesine katılmıyorum
Osman ŞİRİN
Muhalif Üye



    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini