Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.
 Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu

E. 1994/10-800
K. 1995/166
T. 15.3.1995

	Özet : Bildirimsiz sigortalı çalıştırılması nedeniyle zararlandırıcı
 sigorta olayı sonrasında açılan rücüan tazminat davalarında da, işverenin
 kusurlu sorumluluğundan doğan tazminat davalarındaki tavanın kıyas yoluyla
 uygulanması hak ve nesafet kurallarına uygun bulunduğundan, mahkemenin
 yapacağı iş; hak sahiplerinin işverenden isteyebileceği tazminat (tavan)
 miktarını, önce kusur durumunu hiç gözetmeksizin belirlemek ve belirlenen
 tazminat miktarını geçmemek üzere tarafların kusurlu veya kusursuz
 durumlarını gözönüne alarak, tenkis hükümlerini uygulamak olmalıdır.
	Taraflar arasındaki "rücuan alacak" davasından dolayı yapılan
 yargılama sonunda; (Ankara Dördüncü İş Mahkemesi)'nce davanın kabulüne dair
 verilen 16.12.1993 gün ve 1993/803- 1993/902 sayılı kararın incelenmesi
 davalı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk
 Dairesinin 2.6.1994 gün ve 69l-10927 sayılı ilamı ile; (... Davacı, iş
 kazasında ölen sigortalı işçinin haksahiplerine yapılan harcamalar üzerine
 uğranılan Kurum zararının rucuan ödetilmesini istemiştir.
	Mahkeme, isteği hüküm altına almıştır.
	1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı
 gerektirici nedenlere göre sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
	2- Dava, zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalıya veya
 haksahiplerine Kurum'ca yapılan sosyal sigorta harcamalarının rücuan
 ödettirilmesi istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, 9 ve 10. maddelerin
 öngördüğü koşulların oluştuğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, 10.
 maddeye dayanan rücu davalarında 26. maddenin öngördüğü "tavanın" uygulanıp
 uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
	Davanın yasal dayanağı, 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 9 ve
 10. maddeleridir. Anılan 10. maddenin üçüncü fıkrasındaki, "ancak yukarıdaki
 fıkralarda belirtilen sigorta olayları için Kurum'ca yapılan ve ileride
 yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa
 bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye
 değerleri tutarı 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene
 ayrıca ödettirilir" hükmü yer almıştır. Anılan hükümde yazılı "sorumluluk
 halleri" ibaresi sözlük anlamıyla sorumluluğa neden olan maddi olguları,
 başka bir anlatımla kusur durumunu hedeflemektedir. Yoksa sorumluluğun kapsam
 ve tutarını içermez. Gerçekten, l0. maddenin yollamada bulunduğu 26. maddenin
 ilk metninde sorumluluğu tazminat tutarı bakımından sınırlayan bir hüküm yer
 almamış ve böyle bir sınırlama 3395 sayılı Kanunla maddeye dahil edilmiştir.
 O halde, kanun yazım tekniği açısından 10. maddenin 26. maddeye sonradan
 getirilen tazminat tutarı sınırlamasını dışladığı düşünülemez. Öte yandan,
 işverenin kusurlu ve suç sayılır eyleminden dolayı sorumluluğunu düzenleyen
 26. maddede 3395 sayılı Yasa ile yapılan değişiklikle, işverenin ödemesi
 gerektiği rücu tazminatının miktarına sınır getirilmiştir. Başka bir
 anlatımla kusurlu veya suç sayılır eylemi ile sigortalıya veya haksahiplerine
  sosyal sigorta harcamalarının yapılmasına neden olan işverenin ödeyeceği
 rücu tazminatı miktarı sigortalı veya haksahiplerinin işverenden
 isteyebileceği tazminat miktarı ile sınırlandırılmıştır.
	Hal böyle olunca ve özellikle kusursuz sorumluluğu öngören 10. maddeye
 dayanılarak açılan rücu davalarında da 26. maddenin öngördüğü tavanın kıyas
 yoluyla uygulanmasının hak ve nesafet kurallarına uygun olacağı esasen
 davanın yasal dayanağını oluşturan 10. maddenin uygulamaya cevaz verdiği,
 engelleyici hüküm içermediği açıktır.
	Mahkemece yapılacak iş, sigortalının veya haksahiplerinin işverenden
 isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını önce kusur durumu hiç gözetmeksizin
 belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek üzere tarafların kusurlu
 veya kusursuz durumları nazara alınarak Borçlar Kanununun 43, 44. maddeleri
 gözönünde tutularak rücu alacağına hükmetmekten ibarettir.
	Mahkemece bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın eksik
 inceleme ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya
 aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden
 yapılan yargılama sonunda; mahkemece, önceki kararda direnilmiştir.

	Temyiz eden : Davalı vekili

	Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
 edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
 görüşüldü:
	Davada, işkazası sonucu vefat eden sigortalının haksahiplerine
 bağlanan gelirin peşin değerinin tahsili için 506 sayılı Yasanın 9 ve 10.
 maddesine dayanılarak daha önce açılan rücu davasının kabulle sonuçlanıp
 kesinleştiği, bilahare katsayının artması nedeniyle gelirlerde artış meydana
 geldiği öne sürülmüş, bu artışın peşin değerinin 9 ve 10. maddeye göre
 davalıdan tahsiline karar verilmesi istenmiştir.
	Dava konusu olayda, 9 ve 10. maddelerin öngördüğü koşulların oluştuğu
 hususu tartışmasızdır. Uyuşmazlık, 506 sayılı Yasanın 26. maddesinin
 getirdiği davanın sınırlandırılmasının 9 ve 10. maddeye göre açılan rücu
 davalarında da uygulanıp uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
	Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 9 ve 10. maddeleridir. 9.
 madde aynen; "işveren çalıştırdığı sigortalıları örneği Kurum'ca hazırlanacak
 bildirgelerle engeç bir ay içinde Kurum'a bildirmeğe mecburdur" hükmünü
 getirmiştir. İşverence bu yükümlülüğün yerine getirilmemesi halinde izlenecek
 yol ve işverenin sorumluluğunun kapsamı l0. maddede düzenlenmiştir. Anılan
 maddede de bildirimsiz sigortalı çalıştırılmış ve bir işkazası meydana gelmiş
 ise, Kurum ilgililere gerekli sigorta yardımlarını yapar ve yardımlar için
 l0. maddenin son fıkrası gereğince işverene rücu eder. Zira bu fıkrada
 "ancak, yukarıdaki fıkralarda belirtilen sigorta olayları için Kurum'ca
 yapılan ve ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile
 gelir bağlanırsa, bu gelirin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesab
 edilecek sermaye değerleri tutarı 26. maddede yazılı sorumluluk halleri
 aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir" hükmü yer almıştır. Buradaki
 "sorumluluk halleri" ibaresi sorumluluğa neden olan maddi olguları ve kusur
 durumunun tesbitini hedeflemektedir. Yoksa sorumlu tutulacak tazminat
 miktarını belirlemeyi amaçlamamaktadır. Çünkü işverenin 26. maddeye göre
 sorumluluğu kusur esasına, 10. maddeye göre sorumluluğu ise kusursuzluk
 ilkesine dayanır. İşkazasının oluşumunda işverenin hiçbir kusuru yoksa bile
 sigortayı kuruma bildirmemiş ise yapılan sigorta yardımlarından ötürü 10.
 maddeye göre sorumlu tutulur.
        İşte "26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın" ibaresi,
 kusursuz sorumluluğu ifade etmek için metinde yeralmıştır.
	Bu açıklamaların ışığında öncelikle belirlenmesi gereken husus, 9 ve
 10. maddeye göre açılan rücu davalarında, işverenin sorumluluğu sınırının
 tazminat miktarı bakımından nereye kadar gideceği, başka bir anlatımla
 ileriki yıllarda her katsayı artışında gelirlerde artış sözkonusu olacağından
 işverenin hudutsuz bir biçimde bu artışlardan sorumlu tutulup
 tutulamayacağıdır. Özel Dairenin bozma kararında 26. maddede olduğu gibi 9 ve
 10. maddeye dayanılarak açılacak rücu davalarında da işverenin sorumluluğuna
 sınırlama (tavan) getirilmesi gerektiği görüşünün benimsendiği görülmektedir.
	Gerçekten 26. maddenin l. fıkrasında, "hertürlü giderlerin tutarları
 ile gelir bağlanmışsa bu gelirlerin 22. maddede belirtilen tarifeye göre
 hesaplanacak sermaye değerleri toplamı sigortalı veya haksahibi kimselerin
 işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere Kurum'ca işverene
 ödettirilir" hükmü getirilmiştir. Böyle bir sınırlama 26. maddeye ilk defa
 3395 sayılı Yasa ile ve bu konudaki boşluğu dolduran Yargıtay İçtihatlarından
 esinlenerek dahil edilmiştir. Yasa koyucunun aynı değişikliği 10. maddede
 yapmamış olması, bu maddeye göre açılan davalara sınır tanımadığı anlamına
 gelmez. Öte yandan, 10. maddenin amaca yönelik yorumlanmasından bu maddeye
 göre açılan davaların sınırsız şekilde süreceği sonucu çıkmamaktadır. O
 itibarla, kusursuz sorumluluğu öngören 9 ve 10. maddeye dayanılarak açılan
 rücu davalarında da 26. maddenin öngördüğü sınırlamanın (tavanın) kıyas
 yoluyla uygulanmasının hak ve nesafet kurallarına uygun düşeceği açıktır. 
	Esasen her sorumluluğun bir yerde bitmesi gerekir. Kişilerin ölünceye
 kadar kendilerinin, ölümleri halinde onların halefi durumunda bulunan
 mirasçıların aynı olay nedeniyle sonsuza dek dava tehdidi altında
 tutulmalarına cevaz vermek, gerek Usul Hukukunun gerekse Maddi Hukukun
 evrensel kurallarına uygun düşmez.
	10. madde ile 26. madde arasında benzerlik bulunmadığı, dolayısıyla
 kıyas hükümlerinin uygulanamayacağı görüşü ile sınırlamanın, zamanaşımı veya
 Borçlar Kanununun 43 ve 44. maddelerinin uygulanması suretiyle
 gerçekleşebileceği görüşlerine de itibar etmek mümkün değildir. Zira 26.
 madde ile 10. madde Kurum'un rücu hakkını düzenlemiş olup ayrıldığı tek nokta
 sırasıyla kusurlu ve kusursuz sorumluluğa ilişkin olmalarıdır. Tek bir
 noktada ayrılığın varlığı kıyas hükümlerinin uygulanmasını engellemez.
 Özellikle rücu alacaklarının miktarını hesaplama şekli, izlenecek yol
 bakımından aralarında ayniyet vardır. 1992/3 Esas sayılı Yargıtay İçtihadı
 Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararı ile her artış ayrı bir olgu kabul
 edilerek zamanaşımının olay tarihinden değil, artışın onayı tarihinden
 itibaren hesap edileceği kabul edildiğinden davanın zamanaşımı hükümleriyle
 sınırlandırılması yoluna da gidilememektedir. Borçlar Kanununun 43 ve 44.
 maddelerinin uygulanması da uyuşmazlığı bir yerde bitirmemektedir. Bu
 uygulama sadece hükmedilen tazminat miktarından bir kesimin indirilmesi
 sonucunu doğurabilir.
	Hal böyle olunca mahkemece yapılacak iş, haksahiplerinin işverenden
 isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını önce kusur durumunu hiç
 gözetmeksizin belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek üzere
 davalının olaydaki kusursuzluğu dikkate alınarak Borçlar Kanununun 43 ve 44.
 maddeleri uygulanarak varılacak sonuç uyarınca rücu alacağına hükmetmekten
 ibarettir. 
	Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma
 kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya
 aykırıdır. Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

	Sonuç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme
 kararının Özel daire bozma kararında gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun
 429. maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri
 verilmesine, 15.3.1995 gününde, bozmada oybirliği, sebebinde oyçokluğuyla
 karar verildi. 

Birinci Başkanvekili  10.H.D.Bşk.      8.H.D.Bşk.     l7.H.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR        İ.T.Ozanoğlu     M.F.Ildız      H.H.Karadoğan
                       Değişik Bozma

13.H.D.Bşk.           21.H.D.Bşk.      15.H.D.Bşk.    18.H.D.Bşk.
A.İ.ARslan            O.YAlçınkaya     M.S.Aykonu     S.REzaki

11.H.D.Bşk.           14.H.D.Bşk.      16.H.D.Bşk.    12.H.D.Bşk.
G.Eriş                E.Özdenerol      O.Arslan       C.Sanin

9.H.D.Bşk.V.          R.Aslanköylü     K.N.Fadıllıoğlu T.Y.Darendelioğlu
M.Demirtürk
Değişik Bozma
19.H.D.Bşk.V.         E.Taylan         A.C.Göğüş      A.Hamzaoğulları
Y.M.Günel

K.Tokman              E.Aktekin        İ.P.Solak      K.ÖZtekin

T.Türkçapar           N.Turhan         İ.Ulusoy       M.Tunaboylu
                                                      Değişik Bozma

M.Oskay               M.H.Surlu        U.Araslı       Ö.Aksoy
                                       DEğişik Bozma

O.G.Çankaya           H.A.Bengü        A.E.Baçcıoğlu  Z.Sağdur
    
B.Doğan               İ.Erdemir        O.H.Mustafaoğlu H.Kılıç
                                       Değişik Bozma
A.Nazlıoğlu           Y.Yasun          L.Gürün         C.Şat 

F.ULusoy              Y.Büken          Y.Acun          S.Tekin
                                       Değişik Bozma
M.S.Özgenç            O.Can

                	-KARŞI OY YAZISI-

	1- Özel Daire çoğunluğu, 30 yılı aşkın bir tatbikatı ve yerleşmiş
 içtihadı, Yargıtay Kanununun 15/b maddesindeki prosedürü işletmeden ve
 kendisini yasa koyucu yerine koyarak ve anılan maddeye aykırı bir şekilde
 değiştirmiş ve Hukuk Genel Kurulu'nun sayın çoğunluğu da bu aykırılığı
 gözardı ederek içtihadı birleştirme mekanizmasını işletmeden konuyu kendisi
 çözümlemiştir. Bu yönteme karşıyım. 
	 2- 506 sayılı Kanun m. 10, işyerinde sigortalı çalıştırıldığının
 işveren tarafından süresinde Kurum'a bildirilmemesi halinin, işverene yönelik
 müeyyidesini düzenlemektedir. İşveren çalıştırdığı sigortalıları, örneği
 Kurum'ca hazırlanacak bildirgelerle (işe giriş bildirgesi ile) en geç bir ay
 içinde, m. 9 uyarınca, Kurum'a bildirecektir. Şayet bildirmez ise,
 sigortalıyı kaçak çalıştırmış olacaktır. İşte kaçak çalıştırılan bu kişiler
 bildirim süresi geçtikten sonra, bir işkazası, meslek hastalığı, hastalık ve
 analık risklerinden herhangi birine maruz kalırsa, kaçak çalıştırılmalarına,
 Kurum'a tescilli olmamalarına rağmen, Kurum kendilerine gerekli sigorta
 yardımlarını yapacaktır. Ancak, m. 10/3 uyarınca yapılan ve ileride yapılması
 gerekli bulunan, hertürlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa, bu
 gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye
 değerleri tutarı, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın,
 işverene ayrıca ödettirilecektir". Oysa, işkazası, meslek hastalığı halinde,
 Kurum harcamalarını m. 26 ve hastalık halinde ise m. 39 ve 41 uyarınca,
 işverene ve üçüncü kişilere, rücuan ödettirebilmektedir. Madde 10/3'de ise,
 Kurum'un karşıladığı risk, işkazası, meslek hastalığı ve hastalık riski
 olmasına karşın, o maddelerden ayrı, halefiyete dayanmayan, sırf işverene ve
 onun bildirge vermeme eylemine yönelik, bağımsız bir rücu davası
 öngörülmüştür. Halefiyete dayanmamaktadır. Çünkü, işveren sigorta olayının
 meydana gelmesinde, kusursuzluğu nedeniyle, sigortalısına karşı sorumlu
 olmasa bile, bildirge vermemesi yüzünden, Kurum'a karşı sorumlu
 olabilmektedir. İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde, ister kusurlu,
 ister kusursuz olsun, bildirge vermesi nedeniyle, Kurum'a karşı sorumlu
 olacaktır. Yani, burada, işverenin bildirge vermeme- kaçak işçi çalıştırma
 eylemi, bir çeşit medeni ceza ile, kusursuz rücu tazminatı sorumluluğu ile,
 cezalandırılmaktadır. İşverenin bu eylemi, ayrıca 506 sayılı Kanun m. 140/b
 uyarınca, idari para cezası ile dahi müeyyidelendirilmiştir. İşverenin, m.
 10/3'e dayanan sorumluluğunun haleflik ilkesi ile ilgisi olmadığı 10. Hukuk
 Dairesi'nin 7.2.1984 tarih ve 14444/1527 s.; 8.3.1987 tarih ve 921/1096 s.;
 14.9.1987 t. ve 4220/4215 s.; 24.3.1992 t. ve 2264/3672 s.; 27.3.1990 t. ve
 8961/2902 s.; 30.5.1989 t. ve 2781/4811 s.; 6.3.1989 t. ve 187/2054 sayılı
 kararlarında ve öteki birçok kararında vurgulanmıştır. 
	Gerçekten, burada, işyerinde kaçak çalıştırılan işçiye yardım yapma
 yükümü, Kurum'a özel bir kanun maddesiyle yükletilmiştir. İşçi, sigortalı
 olarak tescilli olmadığı halde, sosyal bir düşünceyle S.S. Kurumu devreye
 sokulmuş, belli risklerle karşılaşması halinde, ona yardım etmekle mükellef
 kılınmıştır. İşçi de, icabında işveren ve işyeri de, tescilli olmadığı ve
 Kurum'ca bilinmediği, ve de işverenden hiç bir prim ve yarar sağlanmadığı
 halde, sırf ekonomik açıdan güçsüz olan işçi ortada kalmasın diye, Kurum,
 yükümlülük altına sokulmuştur.  İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde
 kusursuz da olsa, diğer bir deyimle, m. 26 uyarınca işverene rücu caiz olmasa
 bile, m. 10'a göre rücu mümkün olacaktır. Madde 26'ya giren hallerde, işveren
 prim ödediği ve işkazası ve meslek hastalığına karşı işçinin resmi
 sigortalanması işlemini sağladığı için kusuru olmayan olaylarda sorumluluktan
 kurtulmakta, m. 10'da ise, kaçak çalıştırma sigortalattırmama eylemi
 nedeniyle sigorta olayının oluşmasında, kusuru olmasa da, Kurum'u yasal
 yardım yükümlülüğü ile karşı karşıya bıraktığı için, işveren, Kurum'un
 giderlerini karşılamakla yükümlü tutulmaktadır. Böyle bir sonuç ve ilişkide,
 ne klasik, nede temelinde rücu hakkı bulunan türden, yasal bir halefiyet
 sözkonusu değildir. Madde 26'da ise, kanundan doğan ve temelinde rücu hakkını
 içeren bir halefiyet ilişkisi vardır ve bu nedenle, oradaki işverenin rücu
 sorumluluğuna, önceleri Yargıtay içtihatlarıyla ve sonra 3395 sayılı Kanunun
 bu içtihatları benimsemesi ile yasal olarak, "sigortalı veya haksahibi
 kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere"
 şeklinde bir tavan sınırı uygulanmıştır. Şu halde, 26. maddede tavan sınırı
 uygulanması, haleflik ilkesinin gereği ve sonucudur. Madde 10'a dayanan
 davalar ise, haleflik ilkesine dayanmayıp, kaçak işçi çalıştırmanın medeni
 cezasını oluşturmakla, böyle bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır. O kadarki,
 3395 sayılı Kanun ile 26/1. madde değiştirilerek tavan sınırı konurken, 10/3.
 maddeye hiç dokunulmamıştır. Yasa koyucunun bu davranışı tamamen bilinçlidir.
	İmdi, m. 10/3'e dayanan tazminat davalarında sorumluluğun sınırı ve
 kapsamı nedir? Bunu, m. 10/3; "Kurum'ca yapılan ve ilerde yapılması gerekli
 bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22.
 maddede sözügeçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarı, 26.
 maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir"
 şeklinde belirlenmektedir. Demekki, her ne masraf yapılmışsa veya gelirlerin
 peşin sermaye değeri ne ise, o işverenden alınacaktır. 26. maddede ise, aynı
 şeylerin yani gider ve gelirlerin peşin değerlerinin, hemen aynı sözcüklerle
 işverene ödettirileceği yazılı olmakla beraber, "sigortalı veya haksahibi
 kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olarak" şeklinde bir
 tavan sınırı getirilmektedir. Bu sınır, 10/3. maddede yoktur. Daha önce
 halefiyetten hareketle, içtihaden kabul edilen bu tavan sınırını 3395 sayılı
 Kanunla 26/1. maddeye ekleyen yasakoyucu, yukarda belirtildiği gibi 10/3.
 maddeye hiç dokunmayarak, 10. madde için böyle bir sınırın sözkonusu
 olamayacağını, özellikle ifade etmiş olmaktadır.
	Nitekim, geçmişte 1803 sayılı Af Kanununun 9/A maddesinin son
 cümlesinde; "...506 sayılı Kanunun 10. maddesinin son fıkrasındaki ödeme, 26.
 maddedeki sorumluluk hallerinin tahakkuk etmesine bağlıdır..." denilerek, 10.
 maddedeki sorumluluk, 26. madde koşullarına tabi tutulmuştur. 
	Bu uygulama zaman içinde hükmünü icra ederek ortadan kalkmış ve
 uygulamada bu hükmün 10. maddeyi değiştirmediği ve 1803 sayılı Kanun kapsamı
 dışında kalan olaylarda maddenin uygulanacağı kabul edilmiştir. Şu halde 3395
 sayılı Kanunun 4772 sayılı Kanundan beri içtihaden uygulanan "...sermaye
 değerleri toplamı, sigortalı veya hak sahibi kimselerin, işverenden
 isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere..." şeklindeki tavan sınırı
 506 sayılı Kanunun 26. maddesine ekler iken, eğer isteseydi aynı sınırı 10.
 maddesine de eklerdi denilebilmektedir. Eklememesi işin tarihi seyri de
 gözönünde tutulunca yasa koyucunun tamamen bilinçli bir davranışı olarak
 yorumlanabilmektedir. Yasakoyucunun bu bilinçli davranışı karşısında artık
 26. maddeye konan bu tavan sınırı, kıyasen 10. maddeye dayanan davalarda
 uygulanamaz. 
	Bu güne kadarki Yargıtay uygulaması da, istisnasız bu görüşler
 çevresinde şekillenmiş iken, bu davada yasal düzenlemelerin esprisine, hukuki
 dayanaklarına ve açık yasa metinlerine aykırı bir tarzda, sayın çoğunluk
 tarafından, 506 sayılı Kanun m. 10/3'e dayanan davalarda da m. 26'daki tavan
 sınırının kıyas yoluyla uygulanması gerekeceği kararlaştırılmıştır.
	Bu görüş, yukarda açıklanan  nedenlerle, açıkça kanuna aykırıdır. Öte
 yandan, burada kıyas da caiz değildir. Çünkü, her iki maddede yer alan
 Kurumlar, ilkeler ve çözümler, farklıdır. Madde 10/3'de kaçak işçi
 çalıştırmanın etkin müeyyidesi düzenlenmişken, buna işverenin ve işçinin prim
 ödeyerek sigorta ettirdiği risklere ilişkin rücu davasının kural ve
 sınırlarını, yaptırımın, güç ve etkinliğini ortadan kaldıracak şekilde
 kıyasen uygulamak hukuken mümkün değildir. Ayrıca, kıyasen varılan sonuç,
 kaçak işçi çalıştıran işvereni, nizami ve yasal işçi çalıştıran işverenle
 aynı sınıra tabi tutmakla açık eşitsizliğe de yol açmaktadır. Örneğin,
 sigorta olayının meydana gelmesinde 100 kusurlu fakat resmi işçi çalıştıran
 ve primlerini ödeyen işvereni eşit şekilde sorumlu tutmaktadır. Oysa, kaçak
 işçi çalıştıran işverenin sorumluluğunun, resmi işçi çalıştıran işverenin
 sorumluluğundan daha ağır olması lazımdır.
	O halde, 506 sayılı Kanun 10/3. madde uygulamasında, 26. maddeye özgü
 tavan sınırlaması, kıyasen uygulanamaz. 
	Bundan başka; çoğunluk kararı, m. 10/3'deki rücu davalarının kusursuz
 sorumluluğu öngördüğünü açıkça kabul etmektedir. Bu doğrudur. Fakat kusursuz
 sorumluluğa dayanan bu davalarda, kusurlu sorumluluk esasına dayanan ve kusur
 oranı da gözetilerek belirlenen m. 26'daki tavanın, kıyas yoluyla
 uygulanmasını önermektedir ki bu, açık bir çelişkidir. Tavan, kusur durumu
 nazara alınmaksızın belirlenecek ise, o zaman da ortaya çıkacak tavan hesap,
 kıyasen uygulanması kabul edilen 26. maddedeki tavan olmayacaktır ki, bu da
 ayrı bir çelişkidir. Öte yandan, çoğunluğun kararında "kusurlu veya kusursuz
 durumları gözönünde tutarak rücu alacağına hükmedilmesi önerilmektedir ki, bu
 da ayrı bir çelişkidir. Zira, burada bir çeşit rücu tazminatı hesabında,
 kusur durumunun dikkate alınması tavsiye ediliyor. Bu görüş, hem yukarıdaki
 çoğunluk tavsiyeleriyle, hem de maddenin yapısındaki kusursuz sorumluluk
 ilkesiyle, çelişmektedir. Diğer bir deyimle, tam bir kavram kargaşası
 sözkonusudur. 26. maddedeki tavan sınırının kusurda hesaba katılarak
 yapılacak bir hesaplamayı içerdiği gözden kaçırılmıştır. 
	"10. maddenin tavan sınırlaması uygulanmasına cevaz verdiği ve
 engelleyici bir hüküm içermediğinin" ileri sürülmesi, ayrı bir yanılgıdır.
 Bir kusursuz sorumluluk halinin, tavanla sınırlanabilmesi için, yasal cevaz
 hükmünün bulunması gerekir. İlke olarak, kabul edilen bir sorumluluk halinin,
 sınırlandırılması, açık kanun hükümleriyle öngörülmelidir. Böyle bir sınır,
 diğer bir deyimle, yasal cevaz hükmü olmadıkça, engel hüküm yok diye,
 mahiyeti başka bir sorumluluk düzenine özgü sınırlamalar, kusursuz
 sorumlulukta kıyasen uygulanamaz. 
	Sayın çoğunluğun, 506 sayılı Kanun m. 10/son'un sorumluluk hallerinden
 sadece kusura atıf yaptığı, tavana tazminat miktarına atıf yapmadığı yollu
 görüşüne de katılmak olanaksızdır. 
	Yasakoyucu, bu atfı yaptığı zaman, tavan uygulamasını biliyordu,
 sadece kusuru amaçlasaydı, kapsamlı olan "haller" sözcüğü yerine "kusur"
 sözcüğünü kullanırdı. Böyle yapmayarak çoğul olarak "haller" sözcüğünü
 kullanması, sorumluluk unsurlarından hem kusuru, hem de tazminatın şumul ve
 sınırını ifade etmek istediğini, açık ve seçik olarak göstermektedir. 
	Öte yandan, burada sınırsız tahsil ve ilanihaye dava da sözkonusu
 değildir. İşçi çalıştırdığını bildirmemek bir çeşit haksız eylem olmakla
 burada Borçlar Kanunu m. 60'daki bir ve on yıllık zamanaşımı uygulanmalıdır.
 Tazminat alacaklısı Kurum'la borçlusu işveren arasındaki hizmet akti ilişkisi
 bulunmadığı ve haleflik de sözkonusu olmadığından bu tür davalar haksız eylem
 zamanaşımına tabidir. Bunun tersini savunan çoğunluğun, zamanaşımına ve sınır
 oluşturmayacağına ilişkin görüşlerine katılmak olanaksızdır. 
	Ayrıca Kanunun, 1992/3 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararıyla da bir
 ilgisi yoktur. Sözkonusu karar, 506 sayılı Kanun m. 26/1'e ilişkin olup 10.
 maddeyi kapsamamaktadır. Hukuk Genel Kurulu'nun sayın çoğunluğun aksini
 içeren görüşü kabul edilemez. 
	Bundan başka, Borçlar Kanunu m. 43-44'ün uyuşmazlığı bitirmeyeceği ve
 10. madde uygulamasında yarar sağlanamayacağı yolundaki görüşler de
 benimsenemez. 
	Aslında burada sorun şudur: 
	Madde 10'a dayanan rücu davalarında, koşullar oluşmakla beraber,
 sigorta olayının meydana gelmesinde, işverenin hiç kusuru yoksa veya belli
 bir oranda ise, buna karşın sigortalı, üçüncü kişiler kusurlu iseler veya
 kaçınılmaz etkenlerin olayda payı varsa, bunlar tazminatın şumulünün
 tayininde hiç etkili olmayacak mıdır? Dairemizin, giderek Yargıtay'ın
 uygulamasında, bu haller, genel hüküm niteliğinde olup, bu davalar da
 uygulanması gereken, Borçlar Kanunu m. 43 ve 44 çevresinde, tazminatta bir
 indirim nedeni olarak kabul edilmektedir. Bu konuda bir uyuşmazlık
 bulunmamaktadır.
        Ne varki, ekonomide enflasyonist baskıların etkili olduğu dönemlerde
 10. madde çevresinde, Kurum'ca karşılanan riskler nedeniyle, özellikle
 sigortalılara gelir bağlanan hallerde, bu gelirlerde, zaman zaman, Kanun ve
 Kararnamelerle ayarlamalar ve artışlar yapılmaktadır. Bu işlemler, büyük
 oranda enflasyonun, gelirlerde meydana getirdiği erimeyi gidermek, kısmen de
 gelir seviyesini iyileştirmek amacıyla yapılmaktadır. İşte, bu gelir
 artışları, m. 10/3 çevresinde, işverenden ayrıca istenmektedir. Onuncu Hukuk
 Dairesi, giderek Yargıtay uygulamasında, bu artışların zamanaşımı sınırları
 içerisinde istenebileceği kabul edilmektedir. Bu işler, artış gerçekleştikçe
 devam ettiğinden, sınır arama eğilimi, bu olgulardan doğmuştur. Gerçekten,
 sonradan yapılan artışlar için, zamanaşımı sınırları içerisinde, dava
 açılabilir. Fakat bu davalar, büyük çapta, Devletin, ekonomide istikrarı
 sağlayamaması ve enflasyonu ortadan kaldıramaması yada hiç değilse, gelir ve
 ücretleri eritmeyecek bir orana indirememesi yüzünden açıldığı için, bu
 risklerin yükünü, tümüyle bildirge vermeyen, kaçak işçi çalıştıran işverene
 çektirmek, adalet ve nesafete ters düşmektedir. İşveren, bildirge vermemek,
 kaçak işçi çalıştırmakla, işbu medeni cezayı haketmekle beraber, enflasyonun
 oluşması ve sürmesinde bir kusuru olmadığından, artışlara ilişkin rücu
 davalarında tazminatın Borçlar Kanunu m. 43, 44 çevresinde, ayrı bir indirime
 tabi tutulması gerekir. Nasılki sigorta olayının meydana gelmesinde,
 işverenin kusuru olmadığı, buna karşın, sigortalı ve üçüncü kişinin kusurlu
 bulunduğu veya olay kaçınılmaz olduğu zaman, Borçlar Kanunu m. 43 ve 44'e
 göre, 50'den az olmamak üzere, tazminatta bir hakkaniyet indirimi
 yapılıyorsa, işverenin kusuru olmayan, buna karşın Devletin kusurundan oluşan
 enflasyon olgusu nedeniyle yapılan gelir artışlarının rücuan tahsiline
 ilişkin davalarda da, yeniden bir hakkaniyet indiriminin, aynı maddeler
 uyarınca, ayrıca uygulanması, adalet ve nesafete uygun olur. Diyelim ki,
 önceki davada, sigortalının karşılıklı kusurlu ve işverenin kusursuzluğu
 nedeniyle, işveren, gelirlerin 40'ı oranında rücu tazminatıyla sorumlu
 tutulsa, artış davasında yukarda açıklanan nedenle, 20 oranında bir
 hakkaniyet indirimi de gözönünde tutularak gelir artışlarının 80'i
 indirilip, 20'si ile sorumlu tutulabilir. Sonradan açılacak davalarda bu
 indirim adalet ve nesafetin gerektirdiği bir miktar olarak belirlenebilir ve
 icabında tazminattan sarfınazar da edilebilir. Diğer bir deyimle, artışlarda
 enflasyon payının, önceki davada uygulanan hakkaniyet indirim oranını
 artırıcı bir etken olarak kabulü icabeder.
       Bu işlem, 506 sayılı Kanun m. 10/3'deki özel hükme, Borçlar Kanunu m.
 43, 44'deki genel kuralların uygulanması suretiyle gerçekleştirilmiş olur ve
 tamamen yasaya uygun bir nitelik taşır.
       Bu imkan ve yol ve yasal cevaz varken, nitelikçe, kıyası caiz olmayan,
 başka yasal rücu sistemlerine, kurumlarına ait, yöntem ve müesseseleri, tüm
 Yargıtay uygulamasına ters düşecek biçimde, m. 10/3'e dayanan artış
 davalarında, kıyasen uygulamaya kalkışmak, kanuna aykırı ve hukuk düzenini
 altüst eden, dava ekonomisi ilkesine de uymayan bir davranıştır.
       Özetle, m. 10'a dayanan davalarda, haleflik esası, tavan sınırlaması
 uygulanmaz, tavan hesabı yaptırılması gerekmez. Özellikle, çoğunluk kararında
 öngörülen biçimde bir hesap hiç yapılamaz. Borçlar Kanunu m. 43, 44 uyarınca,
 uygun ve gerekli ölçüde hakkaniyet indirimi yoluyla sorun çözülebilir.
       Bu nedenlerle sayın çoğunluğun kararına karşıyım.

	 	 	Teoman Ozanoğlu
	 	 	10.H.D. Başkanı
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Clicking Here TLO lookup 
  • 02.05.2025 08:42
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini