 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
E. 1994/1-91
K. 1994/116
T. 25.4.1994
* SUÇ TARİHİNDE AKLEN MALUL OLAN SANIK ALEYHİNDEKİ ŞAHSİ HAK DAVASI
ÖZET : Hakkında adam öldürmek suçundan açılan dava sonucunda suçu sabit
görülen ve olay tarihinde tam akıl maluliyetine müptela olup ceza ehliyeti
bulunmadığından TCY.nın 46. maddesi gereğince hakkında ceza tayinine yer
olmadığına, bir akıl hastanesinde bir yıldan az olmamak üzere şifa buluncaya
kadar muhafaza ve tedavi altında bulundurulmasına hükmedilen sanık, MK.nun 13
ve 14. maddeleri içeriğine göre medeni hakların kullanma selahiyetinden
yoksun bulunduğundan; ceza mahkemesinde sanık aleyhine manevi tazminata karar
verilebilmesi için davalı-sanığın vesayet altına alınması, kendisine bir vasi
tayin edilmesi ve vasinin Sulh Hukuk Mahkemesinden husumet izni alması, bu
hususlar kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemece re'sen gözetilmesi
gerekmektedir. Temyiz kudreti olmayan sanık vekil tayin edemez. Re'sen tayin
edilen müdafiin görev ve yetkileri kamu davasıyla sınırlıdır. Bu inceleme ve
araştırmalar ile zararın vücuduna ve miktarına ilişkin tetkikleri yaparak
şahsi hak davasında infazı mümkün olabilecek bir karar vermek ceza davasının
uzamasına sebebiyet vereceği cihetle CMUY.nın 358/2. maddesi gereğince
davacının Hukuk Mahkemesine müracaat edebileceğine karar verilmelidir.
(765 s. TCK. m. 46) (1412 s. CMUK. m. 365, 358/2, 138) (743 s. MK. m. 13, 14,
355, 405/8) (1086 s. HUMK. m. 38, 42, 445/8)
Adam öldürmek suçundan sanık İsmail'in, TCY.nın 46/2. maddesi gereğince kapalı
bir akıl hastanesinde bir yıldan aşağı olmamak üzere şifa buluncaya kadar
muhafaza ve tedavi altına alınmasına, katılanlar lehine manevi tazminat tayin
ve takdirine, nisbi harç ve yargılama giderinin sanıktan tahsiline ilişkin,
(Kastamonu Ağır Ceza Mahkemesi)nce verilen 25.2.1993 gün, 163/26 sayılı
kararın sanık vekili tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay
Birinci Ceza Dairesi, 3.2.1994 gün, 13/187 sayı ile; "Bir kamu ya da şahsi
davada müdahilin şahsi haklarına ilişkin isteğinin hükme bağlanabilmesi için,
sanığın müdahale olunan suçtan mahkumiyetine (CMUK. 358/1) karar verilmesi ve
şahsi haklara ilişkin isteklerin duruşmanın uzamasını veya hükmün tehirini
mucip olmaması (CMUK. 358/2) gerekir.
Mahkumiyet hükmünün; beraatın karşıtı olduğu (CMUK. 253/2) ve sanığa isnat
olunan suçun sabit sayıldığını ifade eder olduğu içeriğinin ise; suçun kanuni
unsurları ile tatbik olunan kanun maddelerini ve tayin olunan ceza miktarı
gibi hususlardan teşekkül ettiği (CMUK. 260, 268) suçu işlediği sırada tam
akli maluliyet halinde olduğu tıbben belirlenen faillere ceza tertip
olunmayarak tıbben şifa buluncaya kadar MUHAFAZA ve TEDAVİ altında
bulundurulma (TCK. 45/3) kararı verileceği her ne kadar bu durumun sanık
açısından hürriyeti bağlayıcı cezaların sonuçlarına benzer nitelikte arz
ettiği; ancak tahkikatın her aşamasında sulh veya duruşma hakimi tarafından
verilebilmesi de nazara alınarak muhafaza ve tedavinin toplumu korumak ve
suçluyu iyileştirmek amacına matuf bulunması karşısında bu kararın mahkumiyet
kararı sayılamayacağı aksi halde; infaz tarzı, süresi, yeri ve infazın
sonuçları (tekerrür vs.) zamanaşımları gibi sayılamayacak sonuçları
bakımından cevaplandırılamayacak bir çok sorunlar çıkartacağı açıktır.
Bu itibarla; TCK.nun 46. madde uyarınca hakkında mahkumiyet kararı kurulmayan
sanık aleyhine ceza yargılaması yapan mahkemenin müdahilin, maddi ve manevi
tazminat talebi hususunun hukuk mahkemesine başvurmak hakkını mahfuz tutması
gerekirken yazılı şekilde tazminata karar verilmesi" isabetsizliğinden
bozulmasına; "Fiili işlediği zaman tam akıl hastalığına musap olan kişinin
TCK.nun 46.maddesi uyarınca tedavi ve müşahadesine hükmedilebilmesi için
eylemi işlediğinin sübutu, suç tipinin saptanması ve bu tipin ağır hapsi
gerektirir nitelikte olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir. Akıl
hastaları hakkında hükmedilecek tedavi ve muhafaza tedbirinin CMUK.nun 358.
maddesinde yazılı türden bir mahkumiyet hükmü olduğu öğretide kabul
edilmiştir.
Hazırlık soruşturmasında Sulh Hakiminin bu tedbire hükmedebilme yetkisi ile
donatılması, akıl hastasının acil tedavisine ve çevresine verebileceği
zararın geciktirilmeden önlenmesine yöneliktir. Bu yetkinin hazırlık
soruşturmasında dahi kullanılabilir oluşuna dayanılarak tedbirin mahkumiyet
sayılamayacağı neticesine varılamaz.
Tedavi ve müşahade kararı CMUY.nın 358. maddesine göre mahkumiyet niteliği
taşıdığından davaya katılan lehine maddi ve manevi tazminata hükmedilmesi
gerekir" karşı oyu ile ve oyçokluğuyla karar vermiştir.
Yargıtay Başsavcılığı, 31.3.1994 gün, 57444 sayı ile itiraz ederek Özel Daire
bozma kararının kaldırılıp, hükmün onanmasını talep ettiğinden dosya, Birinci
Başkanlığa gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca okundu, gereği konuşulup
düşünüldü:
Sanık hakkında adam öldürmek suçundan açılan davada; suçu sabit görülen
sanığın olay tarihinde tam akıl maluliyetine müptela olup ceza ehliyeti
bulunmadığından TCY.nın 46. maddesi gereğince hakkında ceza tayinine yer
olmadığına, bir akıl hastanesinde bir yıldan az olmamak üzere şifa buluncaya
kadar muhafaza ve tedavi altında bulundurulmasına, katılan lehine manevi
tazminata hükmedilmiş; sanık vekilinin temyizi üzerine karar yukarıda
açıklanan nedenle bozulmuştur.
Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, akıl hastası
olan sanık hakkında TCY.nın 46. maddesi uygulandığı takdirde ceza
mahkemesince, katılan lehine şahsi hakka hükmedilip hükmedilemeyeceğine
ilişkindir.
Kural olarak, bir ceza davasında tazminata hükmedilebilmesi için;suçtan zarar
gören davaya katılmalı, şahsi hak talebinde bulunmalı, sanığın mahkumiyetine
karar verilmeli ve tazminat istemi davanın sonuçlandırılmasını
geciktirmemelidir.
Suçtan zarar gören her şahsın CMUY.nın 365 ve devamı maddeleri gereğince kamu
davasına müdahale yolu ile katılması mümkündür. Müdahale talebinin kabulü
halinde şahsi davacının haiz olduğu haklardan yararlanacak ve şahsi hak
talebinde bulunabilecektir. Müdahale yolu ile dava öğreti ve yargı
kararlarında da kabul edildiği gibi kamu davasından ayrı, onun içinde ve kamu
davasıyla birleşmiş ayrı bir davadır. Müdahale yolu ile açılan her dava, kamu
davasının içinde ayrı hukuki varlığı olan, kural olarak yargılama usulü
açısından Hukuk Usulü Muhakemeleri Yasasına, (taraf ehliyeti, kabul, sulh,
feragat, isbat yükü, deliller, istekden fazlaya hükmedilememesi gibi) ancak
bazı yönleri ile de Ceza Muhakemeleri Usulü Yasasına (temyiz süresi, peşin
harç yatırılmaması, layihaların teatisi prosedürünün olmaması gibi) tabi olan
müstakil bir davadır. Bu nedenle davaya katılmak isteyenin davacı olma
ehliyeti yanında, aleyhine şahsi hak davası açılan sanığın da davalı olma
ehliyeti bulunmalıdır. Dava ehliyeti dava şartlarından olup mahkemece
öncelikle ve re'sen nazara alınmalıdır. Bu şart yoksa diğer itiraz ve
defilerin incelenmesine gerek kalmayacaktır. Çünkü, itiraz ve defiler ancak
davalı olabilecek mümeyyiz ve reşit kişiler tarafından ileri
sürülebilecektir. HUMY.nın 38. maddesi gereğince dava ehliyeti, Medeni Kanun
hükümlerine göre tayin ve tesbit olunacaktır. MK.nun 13. maddesi uyarınca,
yaşının küçüklüğü sebebiyle yahut akıl hastalığı veya akıl zayıflığı veya
sarhoşluk ve bunlara benzer sebeplerden biriyle makul surette hareket etmek
iktidarından mahrum olmayan her şahıs mümeyyizdir ve 14. madde hükmüne göre
mümeyyiz olmayanlar ile küçükler ve mahcurlar medeni hakları kullanmak
selahiyetinden yoksundurlar.
Temyiz kudretinden yoksun olan kişilerin medeni hakları kullanma ehliyeti
bulunmadığından, davacı veya davalı olarak ancak yasal temsilcileri
vasıtasıyla takip ve temsil olunabilirler. Dava ehliyeti olmayan davalıya
karşı yapılan işlemlerle onun tarafından yapılan usul işlemleri geçersizdir.
Bu nedenle, tam ehliyetsiz olan davalının yasal temsilcisi olmadan davaya
devam olunamaz. HUMY.nın 445/8. maddesi uyarınca Yasal temsilci olmadan
davaya bakılması iadei muhakeme sebebidir. İadei muhakeme sebepleri ise kesin
temyiz nedenlerindendir.
Bu itibarla, yüklenen suçu işlediği sırada tam akıl hastası olup ceza
ehliyetinin bulunmadığı anlaşılan sanık hakkındaki ceza davasına müdahale
edilerek şahsi hak talebinde bulunulması halinde sanığın şahsi hak davasında
taraf olma ehliyeti bulunmadığından, vesayet altına alınması ve kendisine
yasal temsilci atanması için HUMY.nın 42. maddesi gereğince yargılamanın
talikine karar verilecektir. MK.nun 355. maddesi gereğince vesayet altına
alınacak sanığa, yetkili mahkeme tarafından bir vasi tayin edilecektir.
Davanın takibi için vasi tayini de yeterli olmayıp, vasinin MK.nun 405/8.
maddesinde öngörüldüğü üzere Sulh Hukuk Hakiminden husumet izni alması
gerekmektedir. MK.nun 405. maddesi vesayet altına alınanların hukukunu
korumaya yönelik ve kamu düzeni ile ilgili olduğundan mahkemece re'sen
gözetilmesi gereken emredici kurallardandır. Sulh Mahkemesinden izin
alınmadıkça, temyiz kudreti olmayan şahsın davacı veya davalı olmasına
bakılmaksızın davaya devam olunamayacaktır.
Suçu işlediği tarihte akıl hastası olması nedeniyle temyiz kudreti olmayan
sanığın, vekil tayin etmesi ve kendisini bir vekille temsil ettirmesi
olanaksızdır. CMUY.nın 138. maddesi uyarınca mahkemece re'sen tayin edilen
müdafii ise, ceza davası için atanmış olup yetki ve görevleri kamu davasıyla
sınırlıdır. Sanığın genel vekili olmayıp müdafiidir. Ceza davasından ayrı ve
bağımsız nitelikte olan, müdahale yoluyla açılan davada sanığı temsil etme
yetkisi bulunmadığı gibi sanık adına da dava açamaz.
Bu nedenle, kendisine karşı şahsi hak davası açılan ve suçu işlediği zaman
akıl hastası olan davalı-sanığın vesayet altına alınarak kendisine vasi tayin
edilmesi ve vasinin sulh mahkemesinden izin alarak davada sanığı temsil
etmesi gerektiğinden, bu inceleme ve araştırma duruşmanın uzamasına neden
olacağı cihetle CMUY.nın 358/2. maddesi gereğince davacının hukuk mahkemesine
müracaat edebileceğine karar verilmelidir.
Ayrıca, hükmolunacak manevi tazminat miktarının tayininde, mağdurun olaya
sebebiyet verip vermediği, kusur durumu, fiilin haksız ve ağır tahrik altında
işlenip işlenmediği, haklı savunma sınırlarının aşılıp aşılmadığı da nazara
alınacaktır. Halbuki suçu işlediği sırada tam akli maluliyet halinde olduğu
anlaşılan sanığın akıl hastanesinde tedavi ve muhafaza altına alınmasına
ilişkin kararda; bu hususların değerlendirilmesi olanaksızdır. Bu nedenle
zaranın vücuduna ve miktarına ilişkin tetkikler de ceza davasının uzamasına
sebebiyet verecektir.
Akıl hastası olan sanık hakkında TCY.nın 46. maddesi uygulandıktan sonra
katılan lehine tazminata da hükmedildiği takdirde, kararın şahsi hak yönünden
herhangi bir nedenle bozulması halinde,akıl hastahanesinde olan sanığın
duruşmaya getirilmesi, dava ehliyeti olmadığından vesayet altına alınması ve
kendisine tayin edilen vasinin sulh mahkemesinden izin alarak şahsi hak
davasında sanığı temsil etmesi zaman alacak ve ceza davasının uzamasına neden
olacaktır. Ceza davasında, davanın daha sonraki aşamalarında nazara alınan bu
husus, hukuk mahkemesinde açılacak davada öncelikle taraf ehliyeti
araştırılacağından davanın başlangıcında dikkate alınacak ve davanın daha
çabuk sonuçlanması sağlanacaktır.
Öte yandan, akıl hastalığı nedeniyle temyiz kudreti bulunmayan sanık aleyhine
hükmolunan tazminata ilişkin ilamın infazında güçlüklerle karşılaşılacaktır.
Örneğin akıl hastası olan sanığın annesini öldürmesi, babasının davaya
katılarak şahsi hak talebinde bulunması halinde ceza hakiminin kime ve neye
karşı, kimin aleyhine karar vermesi gerektiği, davalı sanığın kim tarafından
temsil edileceği ve bu hakkın kimden nasıl alınacığı karışıklıklara neden
olacaktır.
Ceza Yasasının 46. maddesi gereğince, suçu işlediği sırada tam akıl
maluliyetine müptela olup ceza ehliyeti bulunmayan sanık hakkında şifa
buluncaya kadar akıl hastahanesinde muhafaza ve tedavi altına alınmasına
karar verilecektir. Maddede öngörülen bu tedbirin dışına çıkılarak bir başka
tedbire hükmedilemez. Şahsi hakka hükmedilebilmesi için CMUY.nın 358/1.
maddesinde belirtilen "mahkumiyet" şartını, sanığın cezalandırılması şeklinde
kabul etmek daha yerinde ve konunun gereklerine daha uygun olacaktır. Genel
af, durma, düşme, zamanaşımı nedeniyle davanın ortadan kaldırılması ve
tedbire hükmedilmesi hallerinde cezalandırma şartı da gerçekleşmemiştir.
Kamu davasından ayrı olan şahsi hak davası yukarıda açıklanan araştırma ve
incelemelerin sonucunda hükme bağlanabileceğinden ve tarafları tatmin
edebilecek, infazı mümkün olabilecek nitelikteki bir kararın hukuk
mahkemesince verilmesi mümkün ve icabı hale çok daha uygun olduğundan akıl
hastası olan sanık hakkındaki ceza davasının uzamasına neden olan şahsi hak
konusunda, hukuk mahkemesinde dava açılabileceğine karar verilmesi
gerekmektedir. Bu nedenle Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar
verilmelidir.
* Çoğunluk görüşüne katılmayan bir kısım Kurul Üyeleri; "haklı nedenlere
dayanan itirazın kabulü gerektiği" doğrultusunda ve Üyelerden O. Şirin; "Ceza
yargılamasında "şahsi hak" kavramı ve hakka hükmedilmesi koşulları, CYUY.nın
"şahsi dava" bölümünde tanımlanmış, Usul Yasası yönünden "kıyas"
müessesesinin geçerli olması nedeniyle 365/2. maddesi yollamasıyle, "kamu
davasına katılma" durumunda da geçerli sayılmıştır.
Şahsi hakka hükmedilebilmesi; yasal usulle istenilmesine, suçlananın eyleminin
sübutuna karar verilerek "mahkum" olunmasına, zararın varlığı ve miktarına
ilişkin tetkikin duruşmanın uzamasını veya hükmün tehirini gerektirmemesine
bağlanmaktadır.
Bu koşullar gerçekleştiğinde, suç nedeniyle kayba uğrayanlar, maddi ve manevi
zararlarını mahkumdan alabilme olanağına kavuşmakta, yargılama tasarrufu ile
en kısa yoldan hakkın teslimi sağlanabilmektedir.
Fiili işlediği zaman tam akıl hastalığına musap kişilerin yargılanması ve
haklarında "emniyet tedbiri"ne hükmedilmesi, farklı bir yargılama usulüne
bağlanmadığından, bu kişilerle ilgili kamu davalarına da "müdahil"
olunabilmek ve şahsi hak isteminde bulunabilmek mümkün olabilmektedir. Bu
kişilerin TCY.nın 46. maddesi uyarınca "muhafaza ve tedavisine
hükmedilebilmesi" için, eylemi işlediğinin sübutu, suç tipinin saptanması ve
bu tipin "ağır hapsi gerektirir" olup olmadığının belirlenmesi gerekmektedir.
Maddede her ne kadar "isnat olunan suç" tabiri geçmekte ise de, bundan dolayı
yanılgılı bir yoruma kayarak, sadece isnadı yeterli saymak ve asılsızlığı
sabit olan ya da olabilecek özellik taşıyan bir suçlama nedeniyle bir akıl
hastasının muhafaza ve tedaviye zorlanabileceğini kabullenebilmek, öğretide
de, uygulamada da kabul görmemektedir (1).
Sıralanan koşullar, ehil kişilerin ceza yargılamasında da aynen arandığından,
gerek suçun sübutu, gerek isnadı ve gerekse tipinin tayini yönünden, akıl
hastaları ile mümeyyizler arasında farklılık gözlenmemektedir. Hazırlık
soruşturmasında sulh hakiminin de bu yetki ile donatılması, bu zorunluluğa
istisna getirmemekte, gerek sübut gerek isnat ve gerekse suç türünün
saptanması lüzumu terkedilmemektedir (2).
Bu paralellik karşısında, sayın çoğunlukla çelişen görüşümüzün tahlili için
öncelikle, TCY.nın 46. maddesi uyarınca akıl hastaları için hükmedilecek
"muhafaza ve tedavi tedbirinin" hukuki niteliğini saptamak gerekmektedir. Bu
değerlendirme ile tedbirin, CYUY.nın 358. maddesinde tanımını bulan
"mahkumiyet" kavramına dahil olduğu sonucuna varılırsa, bu kişiler aleyhine
şahsi hakka da hükmedilebileceği aksi halde çözümün hukuk mahkemesine
bırakılması zorunluluğu doğacağı aydınlık kazanacaktır.
Her ne kadar Birinci Ceza Dairesi Sayın Çoğunluğu bazı gerekçelerle, bu tedbir
türünün "mahkumiyet" sayılamayacağı görüşünü benimsemekte ve bu yorum Ceza
Genel Kurulu Sayın Çoğunluğu'nca da kabullenilmekte ise de; öğreti, bu tür
tedbir kararlarının da CYUY.nın 358. maddesinde yazılı türden bir
"mahkumiyet" olduğunda fikir birliği halindedir.
Örneğin;
"1- Prof. Dr. Sayın Nurullah KUNTER:
A) Mahkum olma dar manada anlaşılmamalıdır. Suç sabit olduğu için "beraat"
kararı verilmeyip emniyet tedbirine hükmedilmesi halinde, şahsi hakka karar
verilmemesi için hiçbir neden yoktur (3).
B) Emniyet tedbiri de bir "cezadır". Bu tedbir kararı da bir mahkumiyet
niteliği taşıdığından temyiz edilebilmelidir (4).
2- Prof. Dr. Sayın Erdener YURTCAN:
A) Mahkumiyet kararını geniş anlamda anlamak gerekir. Bu bir cezaya mahkumiyet
olabileceği gibi emniyet tedbirine de mahkumiyet olabilir. Bu iki durumda da
yasanın 358. maddesinin aradığı koşullar gerçekleşmiş olur (5).
B) Emniyet tedbirleri de dar anlamda cezalar dışında birer "ceza
yaptırımıdır". Ceza yargılamasının bir bakıma iki aşamada gerçekleşen bir
faaliyet olduğu bilinmektedir. Birinci aşamada sanığın suçlu olup olmadığı
araştırılmakta ve olumlu sonuçlandığında, sanığa verilecek ceza, uygulanacak
yaptırım seçilmektedir. Emniyet tedbirleri yargılaması ikinci aşama
bakımından özellik taşır (6).
3- Doçent Dr. Sayın Bahri ÖZTÜRK:
Emniyet tedbirleri, isnat yeteneği olmayan veya azalmış bulunan kimselere sırf
iyilik yapmak amacıyla kabul edilmiş bir lütuf müessesesi değildir. Bunlar,
suç olarak nitelenmeyen ve fakat hukuka yakırı olan ve ancak böyle bir fiilin
işlendiğinin, yapılacak bir muhakeme neticesinde sabit olması halinde
hükmedilebilen bir yaptırımdır. Burada bir "mahkumiyet hükmü" söz konusudur
(7).
Tarzında özetlenebilen ilmi görüşleri ile konuyu, duraksamaya mahal
bırakmayacak düzeyde açıklığa kavuşturmaktadırlar.
Bu yöndeki doktriner yorumları dışlayabilmek için, haklı, yeterli ve doyurucu
gerekçeler bulunmadıkça ve yasal dayanakları da sergilenmedikçe, karşı görüşe
itibar edebilmek zorlaşmaktadır.
"Mahkumiyet" kavramı ile TCY.nın 11. maddesinde sıralanan cezaların
kastedildiği, yasanın 46. maddesinde tanımlanan tedbirin bunlardan olmadığı
biçimindeki kısıtlı yorum, doktirn ve uygulamada benimsenmemektedir.
Hazırlık soruşturmasında, gerekli görülen hallerde; sulh hakiminin bu tedbire
hükmedebilme yetkisi ile donatılması, akıl hastasının acil tedavisine ve
çevresine verebileceği benzer zararların geciktirilmeden önlenmesine
yöneliktir.
Bu yetkinin hazırlık soruşturmasında dahi kullanılabilir oluşuna dayanılarak
tedbirin "mahkumiyet olmadığı" neticesine varmak, ön ödemeli
cezalandırılmaların da mahiyetini tartışılabilir kılar ki, böyle bir yorumun
doğru olmayacağı ortadadır.
Birinci Ceza Dairesi Sayın Çoğunluğu, "muhafaza ve tedavi tedbirinin" infaz
tarzı, süresi ve infaz yerinin belirsizliğine işaretle "mahkumiyet"
sayılamayacağı sonucuna varmakta ise de; Yasanın 46. maddesinde gerek infaz
kurumu, gerek tedbirin süresi ve gerekse infaz koşulları açıklıkla yer almış
bulunduğundan, karşı tezi bu gerekçelerle kabullenmek de mümkün
görülmemektedir.
Öte yandan, yasakoyucu, her tür cezayı tekerrüre esas saymadığından ve hatta
tekerrüre esas ceza türlerinin bazı koşullarda tekerrür nedeni olamayacağına
yönelik istisnai düzenlemelerde vazettiğinden, "muhafaza ve tedavi
tedbirinin" tekerrür nisbeti ve koşulları tarif edilmedi denilmek suretiyle
bunların mahkumiyet sayılamayacağı yorumuna varabilmek de doyurucu
olmamaktadır.
Unutulmaması gereken bir gerçek vardır ki; ceza yargısının konusu "suç",
süjesi ise "suçlu"dur.
Ceza yargılaması kurumları, yürüttüğü yargı sonunda ilgili ve sorumlu
görmediği kişileri, hüküm sonrasında takip etme, ruhsal salahını denetleme,
şifa düzeyini gözetleme ve sonunda serbest bırakılmasını karara bağlama
zorunluluğunda olamaz.
Bu işlemler ancak ve mutlaka, bir suçun o şahıs tarafından işlendiğinin
sübutuna ve kişinin bir tedbirle hükümlendirilmesine bağlanabilir.
TCY.nın 46. maddesi uyarınca kişinin, "muhafaza ve tedavi altına alınması"
kararı kuşkusuz davayı ve yargılamasını sonuçlandırmayı hedefleyen ve bu
itibarla Yargıtay tetkikatına da açık bulunan "nihai hüküm" niteliğindedir.
Bu yapısı itibariyle gerek Birinci Ceza Dairesi'nde ve gerekse Yargıtay
Cumhuriyet Başsavcılığı'nın itirazı üzerine Ceza Genel Kurulu'nda incelemeye
konu olmaktadır.
Öyle ise; CYUY.nın 253. maddesinde beş başlık altında sıralanan hükümlerden
hangi türe uyduğunun saptanması zorunludur. Bu değerlendirme, farklı
görüşlerden hangisinin hukuki olduğunu da belirlemeye yardımcı olacaktır.
Yasakoyucu, zikredilen maddede hükümleri, BERAAT, MAHKUMİYET, DAVANIN REDDİ,
DÜŞME VE YARGILAMANIN DURMASI olarak sınırlandırdığına göre, Yasanın 46.
maddesince alınan "muhafaza ve tedavi" kararının bunlardan hangisi
olabileceği düşünülmelidir. Her halde, red, düşme ve durma olmadığı
kuşkusuzdur. Karşı görüş "mahkumiyet" de olmadığını savunduğuna göre tek
seçenek "beraat" sayılmasıdır.
Oysa; "beraat", suçlu sanılarak yargılanan kişinin, iddia ve isnat olunan
fiilin faili olmadığına veya fiilin hukuka ayıkırılık teşkil etmediğine dair
ceza mahkemesinden çıkan hüküm türünün adıdır.
Öğreti de, uygulama da, bu tanımlamada birleşmekte, aynı tarif "Türk Hukuk
Lugatı'nda da bu açıklamayla yer almaktadır.
Tanımlanan yapısı ile "beraat kararları", kesin nitelik kazandığında şahsın,
yargı kurumu ile ilgisi kesilmekte, tam ve eksiksiz bir serbestiye
kavuşmaktadır.
Ceza yargılaması kurumları, tedavi işlevi ile donatılmadığından, suç nitelikli
eylemle irtibatı olmayan, ya da irtibatlandığı eylemde hukuka aykırılık
bulunmayan kişileri, bu halin saptanmasından sonra da, sırf topluma tehlike
oluşturmasın diye, tedavi ve kontrole devam etmesi, ceza yargısının amacı ve
hedefi ve işlev türüne uymamaktadır.
Muhafaza ve tedaviye tabi tutulan ve eylemi ağır hapsi gerektirir nitelikte
olduğundan muhafaza süresi bir yıldan az olmayan bir akıl hastasının, bu
hükümle şahsi hürriyetinden kısıtlanacağı, bu kısıtlığın demir parmaklıklar
arkasında ve tam bir denetim altında süreceği velev salah buluşu daha kısa
sürede gerçekleşse dahi bir yıl geçmedikçe salıverilemeyeceği, serbest
bırakılışın kendiliğinden değil ancak ve mutlaka yargılamayı yapan kurumun
yeni bir kararını gerektireceği, salıverilmeyi takiben hastalığın nüksetme
bulguları ortaya çıktığında hakim yada mahkeme kararıyla yeniden muhafaza ve
tedavi altına sokulabileceği gözönüne alındığında, bu karar türünün "beraat"
olmadığı ve her yönüyle bir mahkumiyet hükmü niteliğini taşıdığı ortaya
çıkacaktır.
Esasen bu kabul, bir başka tedbir türüyle ilgili olarak Yargıtay'ca dahi
benimsenmektedir. TCY.nın 54. maddesi uyarınca farik ve mümeyyiz olmayışı
nedeniyle haklarında ceza tertip olunamayan küçük suçluların 53. madde
mucibince ihtiratla ana, baba yada vasisine teslimi koşullarında, iş bu
kararla "mahkumiyet" niteliğinde sayılmakta ve Usul'ün 407. maddesindeki
tanım uyarınca "mahkumiyet" ön koşulu gerçekleşmiş kabul edilerek, yargılama
giderleri bu küçük suçlulara yükletilmektedir.
Dikkat çekicidir ki, iş bu yargılamada da, yerel mahkeme, muhafaza ve tedavi
kararının yanısıra akıl hastası mahkuma yargılama giderini de yüklemiş, gerek
Yüksek Birinci Ceza Dairesi, gerekse konuyu itirazen inceleyen Yüksek Ceza
Genel Kurulu hükmün bu bölümünü isabetli sayarak bozma nedenlerine dahil
etmemiştir.
TCY.nın 46. maddesine göre "muhafaza ve tedaviye" tabi tutulan bir akıl
hastasına, ceza mahkemesince şahsi hak yükletilemeyeceğini savunan karşı
görüşü, sanığın temsil biçimi, şahsi hak isteminin davayı uzatabileceği, ya
da hukuk hakiminin konuyu daha iyi irdeleyebileceği gibi yan gerekçelerle
savunmaya kalkışmak da, sağlıklı neticeye varmayı engelleyecek ve yorum
kargaşası yaratabilecektir.
Gözardı edilmemelidir ki; Birinci Ceza Dairesi Sayın Çoğunluğu "Usul"ün, 358.
maddesi şahsi hakka hükmetmeyi mahkumiyet ön koşuluna bağlamıştır. Muhafaza
ve tedavi kararı mahkumiyet değildir. Mahkumiyet beraatın karşıtı bir
kavramdır. Ön koşul gerçekleşmediği için ceza mahkemesinin akıl hastası
aleyhine şahsi hakka hükmedebilmesi usul ve yasaya uygun düşmez" biçiminde
bir görüş savunmuş, bu görüşe karşı çıkışımız üzerine Yargıtay Başsavcılığı
muhalefetimizi benimseyerek konuyu itirazla Yüksek Ceza Genel Kurulu'na
getirmiştir.
Bu nedenledir ki, gerek akıl hastasının temsil ve müdafaa koşulları, gerekse
Usul'ün 358/2. maddesinde tanımı yapılan ve duruşmaları ve hükmün verilişini
geciktiren şahsi hak araştırmaları, çoğunluk görüşüne gerekçe
sayılmamaktadır.
Ancak bu konular Genel Kurul müzakeresinde ortaya atıldığından, zihinlerde
oluşabilecek bulutlanmayı çözmekte de yarar vardır.
Akıl hastası oluşu tıbben belirlenen bir kişinin ceza yargısında nasıl temsil
olunacağı, Usul'ün 138. maddesinde düzenlenmiş ve bu tür sanıklar "kendisini
savunamayacak derecede malül kişilerden" sayılarak, eğer müdafiileri yoksa
kendilerine mahkemece müdafii tayin edileceği kuralı getirilmiştir. "Müdafii
varsa"tabirinin yasal usulle tayin edilmiş müdafii ifade ettiği ve bu halin,
önce vasi tayinini bilahare vasinin seçeceği savunucuyla temsili ifade
edeceği tartışma getirmemelidir. Böyle bir müdafii mevcut değilse akıl
hastasına, mahkemece müdafii tayin edilecek, bu müdafii gerek muhafaza ve
tedavi kararında gerekse şahsi hak mahkumiyetinde kişinin haklarını
koruyacaktır. Böyle bir müdafiinin, vasi tarafından seçilen müdafiye göre
şahsı daha az temsil edeceği yada daha eksik düzeyde savunacağı varsayımına
itibar etmek mümkün olmadığı gibi böyle bir görüşe yasal gerekçe de
gösterilemeyecektir.
Usul'ün 138. maddesine göre mahkemece resen seçilen müdafiiyi yeterli görmeyen
ve vasinin seçeceği vekili gerekli sayarak şahsi hakka hükmedilmesi görevini
hukuk mahkemesine tevdi etmeyi öneren görüş sahiplerinin, vasinin
görevlendirdiği müdafii ile ceza mahkemesinde savunulan akıl hastasından
şahsi hak talep edilmesini hangi gerekçe ile reddedebilecekleri merak konusu
olabilecektir.
Şahsi hak davası, ceza yargısı içine monte edilen bir hukuk davasıdır. Ancak
yasa koyucu, suç nedeni ile zarar görenlerin, en kısa yoldan maddi ve manevi
tatmine ulaşmalarını hedeflediğinden, ceza yargıcının bu hakka da hükmetme
yetkisi ile donatmayı gerekli ve yararlı saymaktadır. Bu amaç ortadayken
sonuca ulaşmayı zorlaştıran bir yorumla tazmini konularda hukuk yargıcı ceza
yargıcından daha yetkili ve deneyimlidir demekde yasa koyucunun düşünce ve
düzenlemelerine uygun düşmeyecektir.
CYUY.nın 358/2. maddesinde zikredilen koşulların şahsi hakka hükmedilmenin ön
şartı olduğu gerçeği, tartışma kaldırmaz açıklıktadır. Şahsi hak
incelemesinin, davanın uzamamasını ve hükmün geciktirilmemesini gerektirmesi
mutlaka aranacaktır.
Geciktirici haller vukuunda, ceza yargılaması sonuçlandırılıp, şahsi hakkın
hükme bağlanışı hukuk mahkemesine tevdi edilecektir.
Ancak olayımız, bu koşullarla izah edilemez düzeydedir. Sübut ve sorumluluk
incelenmiş ve katılanın manevi tazminat istemi, başka bir araştırmayı gerekli
kılmadığından ve hükmün verilişini de geciktirmediğinden karar altına
alınmıştır.
Usulün 358/2. maddesinde yer alan "ceza tayinine hasredebilir" sözünün, "ceza"
kavramının "tedbir hallerini"de kapsadığı biçiminde geniş yorumlamak
suretiyle kapsamlaştırılması ilmi açıklamaların gereğidir.
Bu değerlendirmelerin doğal sonucu olarak akıl hastaları için TCY.nın 46.
maddesi uyarınca muhafaza ve tedavi kararı alınması, CYUY.nın 358. maddesine
göre "mahkumiyet" niteliğini taşıdığından, ceza yargılamasında, davaya
katılan lehine maddi ve manevi tazminat hükmedilmesine yasal engel olmadığı
ortaya çıkmaktadır. 358. madde başka bir koşul aramadığına ve tedbir de geniş
anlamıyla mahkumiyet olduğuna göre, zarar göreni kısa yoldan hakkına
kavuşturmak yerine hukuk mahkmesinde şahsi hak davası açmaya zorlamanın hukuk
zemininde yarar ve mantığı da kalmamaktadır.
Yerel Mahkeme isabetle yargılamayı yürütmüş, sübutu saptamış, akıl hastası
İsmail'in herhangi bir tahrik altında kalmadan maktül Tahir'i öldürdüğünü
belirlemiş, ceza ehliyetinin olmadığını tıbben belgeleyerek TCY.nın 46.
maddesi uyarınca muhafaza ve tedavi kararı almış, mahkumiyet nitelikli bu
kararı dayanak kabul etmek suretiyle, müdahil taraf lehine manevi tazminata
hükmedilmiştir. Bu karar, CYUY.nın 358 ve TCY.nın 38. maddelerine uygundur.
Yinel Yerel Mahkeme aynı isabetle mahkumiyetin doğal sonucu olmak üzere
yasanın 39. maddesi uyarınca "yargılama giderlerini"de maznuna yüklemiştir.
Bu karar usul ve yasaya ve ilmi yorumlara uygundur.
Yargıtay Cumhuriyet Bşasavcılığı'nca yapılan ve yerel mahkeme kararındaki
isabeti benimseyen itirazın reddine yönelik olarak Yüksek Ceza Genel Kurulu
Sayın Çoğunluğu tarafından verilen bu karar kanımızca ilmi tesbit kabullerle
uyumlu olmamıştır.
Bu nedenledir ki çoğunluk görüşünü benimseyemiyor ve konunun doktriner düzeyde
ve yeniden değerlendirilmesinde yarar görüyorum. Yararlandığım kaynaklar;
1- (1-2-3) Prof. Dr. N. Kunter C.M. Hukuku 487-489 prg.
2- (5) Prof. Dr. E. Yurtcan. CMUK Şerhi 3 C 162 sayfa.
3- (6) Prof. Dr. E. Yurtcan C.Y. Hukuku 534 sayfa.
4- (7) Doç. Dr. B. Öztürk Ceza Hukuku ve Emniyet T. Hukuku 308 sayfadır"
diyerek karşı oy kullanmışlardır.
S o n u ç : Açıklanan nedenlerle Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının
(REDDİNE), 25.4.1994 günü oyçokluğuyla karar verildi.
|