 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
S A Y I
Esas Karar Tebliğname
1994/1-298 1994/324 1-74835
Y A R G I T A Y K A R A R I
Bozma kararı veren
Yargıtay Dairesi : 1.Ceza Dairesi
Mahkemesi : Ankara 6.Ağır Ceza
Günü : 27.6.1994
Sayısı : 109-102
Davacı : K.H.
Sanık : Murat Kaplan vekili Av.Mehmet Oktar
Davaya Katılan : Fatma Altaş vek. Av.Reyhan Kaymaz
Tasarlayarak adam öldürmek ve 6136 Sayılı Yasaya aykırı davranmak
suçlarından sanık Murat Kaplan'ın T.C.Y.nın 450/4, 55/3. maddesi uyarınca 24
yıl ağır hapis ve 6136 Sayılı Yasanın 13/1., T.C.Y.nın 55/3. maddesi ile de 1
yıl 4 ay hapis ve 200.000 lira ağır para cezası ile cezalandırılmasına
ilişkin Ankara 6ncı Ağır Ceza Mahkemesince 11.10.1993 gün ve 61/143 sayı ile
verilen kararın, sanık müdafi tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen
Yargıtay 1nci Ceza Dairesince 18.4.1994 gün ve 1018/1016 sayı ile;
(Sair itirazlar yerinde görülmeyerek;
Failin, bir kimseye karşı belli bir suçu işleme niyetinde sebatle ve
koşulsuz olarak karar vermesi, ulaştığı ruhi sükunete rağmen bu kararından
vazgeçmeyip, ısrarla bu akış içersinde kararını icraya başlaması, olaysal
olarak değerlendirilmek suretiyle tasarlamanın var olup olmadığı
saptanmaktadır.
Ölenin, sanığın annesini 13 yıl kadar önce tabanca ile yaraladığı, bu
sebepten dolayı sanığın ailesi ile ölen arasında husumet doğduğu, bir süre
önce ölenin sanığa küfür ettiği gibi olay gününden bir gün önce de, ölenin
sanığın arkadaşını dövdüğünün açıklığa kavuşması karşısında, açıklanan
olaylar zinciri için de sanığın öldürme kararını ne zaman verdiğinin
kesinlikle saptanamaması da gözönünde tutularak, sanığın eyleminin adi tahrik
altında kasten adam öldürme olarak nitelendirilmesinde zorunluluk bulunduğu
halde, yazılı şekilde hüküm kurulması) isabetsizliğinden bozulmasına karar
verilmiştir.
Yerel Mahkeme ise 27.6.1994 gün ve 109/102 sayı ile;
Özel Daire öldürme nedenini yalnız 13 sene önceki bir yaralama olayına
bağlamıştır. Halbuki, Mahkememiz öldürme olayına neden olan olaylar zincirini
saptamış tanıkları da duyarlı bir biçimde dinlemiştir.
13 sene önce taraflar arasında bir yaralama olayının olduğu gerçektir.
12 seneden, olay tarihine dek aralarında bir dizi olaylar geçmiştir.
26.4.1992de sanığın babası Zeynel hakkında, ölen Rıfat Altaş'ı silahla
tehdit suçundan Ankara 7. Asliye Ceza Mahkemesine dava açılmış, suç sübuta
ermediğinden beraat kararı verilmiştir.
Bu olaydan 1 ay sonra sanıklar ölen Rıfat Altaş'ın evine silahla ateş
etmişlerdir. Tanık olmadığı için Rıfat şikayet etmemiştir.
Zaman zaman ölen tarafın sanıklarca tehdit edildikleri tanık
anlatımları ile kesinlik kazanmıştır. O halde olayı sadece 13 sene önceki bir
olaya bağlamak doğru değildir. Zaman içerisinde biriken olayların sonucu
olarak sanık Murat Kaplan düşünüp, taşındıktan sonra, tabanca elde edip
öldürmeyi tasarlamıştır.
Sanığın, tabanca ile camiye gidip, namaz kılan maktüle yakın mesafeden
ateş etmesi olayın tasarlama sonucu olduğunu gösterir.
1979-1980 doğumlu savunma tanıklarının ifadeleri, kırsal kesimde
koşullanmaları gözönüne alındığında mahkemede olumlu kanaat bırakmamıştır.
Kaldı ki, bu tanıklar ölenin sanığa küfür ettiğini de söylememişlerdir.
Savunma tanığı Aytekin Aktaş'ın beyanı da inandırıcı görülmediğinden,
olayın kışkırtma sonucu işlendiği kabul edilmemiştir.
Kaldı ki, Özel Dairenin kabul ettiği küfür olayı, 1 yıl önce
gerçekleşmiştir. 1 yıl önceki küfür de tahrik değil, tasarlamayı gösterir.)
Açıklamasıyla direnmiştir.
Bu karar da sanık müdafi tarafından süresinde temyiz edildiğinden ve
kendiliğinden de temyize tabi bulunduğundan Yargıtay C.Başsavcılığının
"bozma" istekli 27.10.1994 gün ve 1/74835 sayılı tebliğnamesiyle, dosya
Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca okundu,
gereği konuşulup düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, suçun hukuki
nitelendirilmesi hususundadır.
Ölenin, sanığın annesini 13 yıl önce tabanca ile yaraladığı, bu
sanığın, ailesi ile ölen arasında husumet oluştuğu, olaydan bir süre önce
ölenin sanığa küfür ettiği, olayın bir gün öncesi de ölenin sanığın
arkadaşını dövdüğü, süregelen bu zincirleme olayların akışı içersinde,
sanığın öldürme kararını ne zaman verdiğinin de belirlenemediği, tanıklarca
da doğrulanan savunma ve tüm dosya kapsamından anlaşılmaktadır.
T.C.Y. tasarlamayı tanımlamamış, sadece bazı suçlarda ağırlaştırıcı
sebep sayılmıştır. Kaynak İtalyan Ceza Yasası da tasarlamayı tanımlamamış,
yasa gerekçesinde bu hususta yapılacak bir tanımlamanın hakimi
şaşırtabileceği olasılığı vurgulanarak tehlikeli olacağı açıklanmıştır.
Öğretide hukuki mahiyeti tartışmalı olan bu kavram hakkındaki
görüşlerin her birinin müesseseyi açıklamaya yeterli olmadığı ve hepsinin
aklı olarak eleştirilen yönleri bulunduğu gözlenmektedir.
Yargıtayın duraksamasız uygulamalarına göre; Failin bir kimseye karşı
belli bir suçu işleme niyetinde sebatla ve koşulşuz olarak, bu hususta karar
vermesi, ulaştığı ruhi sükunete rağmen bu kararından vazgeçmeyip, kararını
ısrarla ve bu akış içersinde icraya başlama şartları olaysal olarak
değerlendirilmek suretiyle tasarlamanın varolup olmadığı saptanmaktadır.
Olayda, tanıklar tarafından da doğrulanan savunmaya göre, bundan 13
sene önce, sanığın annesini tabanca ile yaralamasından sonra oluşan husumet
ortamında, ölenin sanığa bir süre önce küfür etmesi ve olaydan bir gün önce
de arkadaşını dövmesi karşısında, sanığın maktülü öldürme niyetinde sebatla
ve koşulsuz olarak ne zaman karar verdiği, ulaştığı ruhi sükunete rağmen
öldürme kararından vazgeçmeyip bu kararını icra ettiği hususunda herhangi bir
kanıt bulunmamaktadır. Bu itibarla eylem adi tahrik altında kasten adam
öldürme suçunu oluşturduğundan direnme kararının bozulmasına karar
verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan kurul üyelerinden 4.Ceza Dairesi Başkanı
Sami SELÇUK: "Yüce kurulun verdiği karar bir çok yönlerden hukuka aykırıdır.
Bunları belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi
üzerinde durmak; ikinci olarak da bunların ışığından yapılan yanılgıları
irdelemek gerekir."
"A)Türk Yargıtayı; Alman, Fransız, İtalyan vb. ülkelerdeki bozma
mahkemelerinin (cours de cassation) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan
öğrenme yargılaması (cognizione), yani duruşma yapmamaktadırlar. Bu
kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise
şunlardır. Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat)
nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği,
doğru söyleyip söylemediği gibi alayların gerçek olup olmadıklarını
saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan
edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur (CYY. md. 254). Yukarıda
belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları
yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve
yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla,
kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek
sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik
ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi
yapabilmek için hukuk öğrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde
görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını
çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle,
isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya
ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden,
istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma
yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk
mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf
mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma (tipik istinaf) yetkisini
kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse (atipik istinaf),
ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal
sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur:
"Yargılandığın oranda hüküm kur (sonuç çıkar): tantum judicatum, quantumm
conclusum". Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi
yapamayacak. "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru söylüyor;
yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak,
duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi,
yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı.
Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama
yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu
zorunludur. Çünkü, ilke şudur: "Yargıtay yargıcı davanın (esasın) değil,
kurulan hükmün/kararın yargıcıdır". O nedenle de, Yargıtayın C.Yargılama
Yasasının 322. md. sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas (ilk) mahkemesinin
yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322. maddenin varlığı
ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır".
"Yargıtay yargıcı, hükmün yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit
kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir.
Birincisi; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani
kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına
uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in procedendo) ise, bu
nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama/duruşma yapması
için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi
hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay
kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek
çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır
(20.12.1989). İşte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin
sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp
alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal
denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine
getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek
kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğimiz Avrupa ve Latin
Amerika ülkelerindeki Yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim yargılamasını
böyle yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir
çakışmaktadır. Bu konuda İtalyan Yargıtayının birkaç kararını sunmakla
yetiniyorum: "Yargıtay, olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin
elinden alamaz" (sez. 1, 7.6.1989; sez. VI, 30.10.1989). "Kanıt kaynağının ve
kanıtın değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay
sorunudur. Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme
yapabilir" (sez. 1, 22.2.1990; sez. IV, 11.12.1990). Burada, önemle
vurgulanması gereken nokta şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir,
ilk mahkemenin yerine geçerek sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu
başkalıklar gözetilmez de ölü tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri
yapılarak olay sorunları esastan çözülürlerse, bir yargılama sendromunun
yaşanması ve onun belirtilerine ve tehlikeli sonuçlarına katlanılması
kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar şunlardır: a)Doğrudanlık, yüzyüzelik,
açıklık ve sözlülük ilkelerine göre yapılan duruşma hiçlenecek,
gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca tutanaklara göre karar verilecek
idiyse niçin duruşma yapılarak karar verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı
yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtaya gönderir, karar verilebilir; böylece
zamandan ve emekten kazanılmış olurdu. b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en
önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ esen olması için yargılama
yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği duruşma sonucu oluşan olaylara
ilişkin vicdanı kanı yargısı; ölü tutanaklara göre oluşturulan vicdanı kanı
yargısına feda edilince, daha iyi araçlara/olanaklara sahip ilk mahkemenin
yargısının yerine, duruşma yapmadığı için daha kötü araçlara/olanaklara sahip
olanın yargısı geçecek, hem eşyanın doğasına ve hem de duruşma ve
"yargılandığın oranda hüküm kur" kurallarına ters düşülecektir. Kuşkusuz,
böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok fazla olacaktır. c) Olaylara
ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği bir ülkede, ilk mahkeme
yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya atacaklarından, Yargıtay,
gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları yetiştirme (pedagojik)
görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir. d) Tutanaklara göre
(duruşmasız) oluşturulan vicdanı kanı yargısı, her zaman kuşkuyla
karşılanacağından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin hüküm
saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve
diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet
almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım
araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda (les voies de recours
en France, AÜSBF. Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184;
Yargıtayın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve
kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 1992, s. 19-449)
ve Yüce Ceza Genel Kurulunun birçok kararlarında (14.4.1986, 521/219,
11.3.1991, 335/75, 4.5.1992, 110/132, --- 23.10.,1992, 252/308, 8.2.1993,
368/31, 14.6.1993, 110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında (14.12.1992, 1/5
R.G. 6.5.1993) ayrıntılarıyla sergilemiştim."
"B) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz bu yargılama anlayışının
açmazlarını yaşamaktadır. İnceleme konusu tasarlama kavramıyla ilgili karar
da bunun çarpıcı bir örneğidir. Gerçekten, Yüce Yargıtayımızın tasarlama
konusundaki kararları incelendiğinde, şu noktalar gözlenmektedir: Yüksek 1.
Ceza Dairesinin ve Ceza Genel Kurulunun kararlarında kullanılan ölçütler,
değişiktir. Soğukkanlılık ölçütüne ağırlık veren kararlar yanında, bu
ölçütten hiç söz etmeyen, "kararda sebata" ya da "kararla suç işleme anı
arasındaki süreye", kimi zaman da "tertibe, planlamaya" dayanan kararları
bulunmaktadır. Kimileyin de, karma bir ölçüte başvurulduğu; soğukkanlılık
ölçütüne başvurulmasına karşın, tahrik hükümlerinin uygulanmasına izin
verildiği görülmektedir. Ayrıca, pusu kurma, Yüksek 2. Ceza Dairesinin çoğu
kararlarında "tasarlamanın" şaşmaz kanıtı olarak benimsenmiş; gerek Yüksek 2.
ve gerekse Yüksek 4. Ceza Dairesinin eski kararlarında, tehdit cürmünde
"tasarlama" öğesi aranmıştır. Buna karşılık Yüksek 1. Ceza Dairesi, pusu
kurma eylemini tasarlamanın her zaman şaşmaz kanıtı olarak
değerlendirmemiştir".
"Bütün bunlar gösteriyor ki; Yüksek Mahkememizin kararları, tasarlama
kavramının kesin boyutlarını belirlemekten uzaktır. Bu tutum, esasen belirsiz
olan kavramı, daha da belirsiz kılmış, duraksamalar çoğalmıştır. Nitekim,
görüşmeler sırasında da bu durum ortaya çıkmıştır. O nedenle Yerel Mahkeme
kararlarının, sıklıkla görüldüğü üzere, Ceza Genel Kurulunun, kesin çizgileri
belli olmayan kararlarına gönderme yapılarak bozulması da yerinde değildir."
"İlkin, Türk hukukuna "amd" kökünden türetilerek giren "taammüd"
sözcüğü, Yasamızda yalnızca kan suçlarında ağırlaştırıcı bir neden olarak yer
almıştır (T.C. Yasası madde 450/4, 457). Başka suçlarda öngörülmemiştir.
"Tasarlama" olarak Türkçeleştirilen sözcüğün anlamı, "bilerek, isteyerektir."
Bu ise kasıt kavramında esasen var olan bir öğedir. Sözcüğün, Fransızca
(premeditation), İtalyanca (premeditazione) ve İspanyolca (premeditacion)
karşılıkları ise, "önceden düşünme" anlamına gelmektedir. Görüldüğü üzere,
gerek Türkçedeki ve gerekse belirtilen dillerdeki sözcükler kavramın
boyutlarını açıklamaktan uzaktırlar. Çünkü, her kati suç, esasen "bilerek,
istenilerek" ve "önceden düşünülerek" işlenir. Öyleyse, kavramın tanımını
yapmak ve öğelerini saptamak zorunludur ve bu ise zaten Yargıtayın temel
görevidir. Yasa koyucu, yasayı değiştirmenin güçlüğünü gözeterek, kimi
kavramların tanımlarını, hukuk biliminin gelişmesi doğrultusunda yeni
tanımlar üretilmesini sağlamak amacıyla, yargısal görüşlere bırakmıştır.
Çünkü yargısal görüşlerin değişmeleri daha kolaydır. Ancak, kavramı dondurmak
kaygısında aşırılığa kaçılmasının belirsizlik ve keyfilik yaratacağı da
unutulmamalıdır. Nitekim, kaynak Yasanın gerekçesinde buna değinilmiş;
yasalarından yararlandığımız bütün ülke Yargıtayları, kavramın öğelerini
belirlemişlerdir."
"Bu konuda birkaç örnek vermek isterim: Dizgesinde "pusu kurmaya" ayrı
yer verdiğinden, ister istemez psikolojik ağırlıklı bir tanıma kayan
Fransa'da Yargıtay, "sürekli, kararlı, soğukkanlı bir irade" (Garraud,
Traite, n. 1891; Jeandidier, n. 329; Vitu, n. 1721); Fransız ve Belçika
hukukundan esinlenen Zaire Yüksek Mahkemesi "soğukkanlı ve az çok geçen bir
süre içinde düşünülerek olgunlaştırılmış bir irade" (10.6.1972; Kinhasa Üst
Mahkemesi, 1.2.1969, 4.2.1974, Kisangani Üst Mahkemesi, 19.2.1970 tarihli
kararlar, ileten: L.Bolongo, s.62-64); İtalya ve İspanya ise, aşağıda
tanımını yapmaya çalışacağım öğelere ağırlık vermişlerdir (İtalyada Manzini,
Nuvolone, Angioni, Contieri, Tassi ve birçok yazar; İspanya'da Devesa ve
Gomez). İtalyan Yargıtayının 9.3.1982, 24.3.1986, 6.4.1987, 27.4.1987
(İtelen: Tassi, ll Dolo, 1992, s.98-103) ve İspanyol Yargıtayının 21.12.1972,
24.1.1975, 21.12.1981, 12.3.1983, 27.9.1983, 30.4.1986, 25.5.1986, 1.2.1989
(İletenler: Devesa-Gomez, Derecho penal espanol, p.general, Madrid, 1993,
s.436; p.especial, Madrid, 1993, s.740) tarihli kararlarında ise
zamandizinsel ve düşünsel öğelere ağırlık verilmiştir."
"Tasarlamanın, kastın suç yörüngesi üzerinde oluşurken, kasıt
türlerinden başlangıç kastına (dolo iniziale) yaklaştığı; yoğunluk açısından
ise, ani (öfke) kastının (dolo d'impeto) dışında kaldığı, düşünce kastına
(dolo di proposito) girdiği ve bu kastın en yoğun, rafine biçimi olduğu
kuşkusuzdur. Suçun, düşünsel (ideaziona) aşamasının en zengin şemada suç
düşüncesi, suç kararı ve suç tasarısı (planı) aşamalarından geçtiği ve çağdaş
tasarlama anlayışı gözetildiğinde, kapsayıcı ve kavrayıcı bir tasarlama
tanımı, Yasamızın dizgesi de gözetilerek şöyle yapılmak gerekir: "Önceden
düşünülerek alınan, ortaya çıkan dış bulgulara göre karışıklığa (iltibasa)
yol açmayacak biçimde belli bir cürmü işlemeye yöneldiği anlaşılan, failin
tehlikeliğini ve kastın yoğunluğunu vurgulayan, mutlaka kınanabilir bir
güdüye dayanmayan, planlı olarak hazırlanan ve bu nedenle de mağdurun
savunmasını zorlaştıran bir cürüm kararıyla; bu kararı yerine getirme
arasında algılanabilecek ve hukuken değerlendirilebilecek biçimde ez çok bir
zaman dilimi ve bu yüzden de ruhsal, zamandizinsel ve düşünsel bir yapısı
bulunan, son çözümlemede, kesintiye uğramamış, inatçı, dönülmez ve değişmez
nitelikteki iradi sürece tasarlama adı verilir".
"Bu tanımda, görüldüğü üzere, nitelikleriyle birlikte dört öğe ortaya
çıkmaktadır: 1. Düşünsel (fikri, ideolojik) öğe: Az çok belli bir süreyi alan
zaman içinde hesaplı bir suç işleme kararı. 2. Ruhsal (psikolojik) öğe: Suçu
işleyip işlememe konusunda faildeki iç ben (ego) çatışmalarının ve
dalgalanmalarının son durakta ve konumlamada, daima, suçu işlemeden yana
olması ve bundan dönülmemesi. Fail, suçu işlemekten vazgeçmiş ve fakat önüne
çıkan bir fırsat ve vesile nedeniyle ve ani bir kararla eyleme geçmişse,
tasarlamadan söz etmek olanaksızdır. 3. Zamandizinsel (kronolojik) öğe: Somut
kanıtlara göre, suç kararıyla eylem arasında hukuken değerlendirilebilir ve
algılanabilir bir zaman aralığı bulunmalıdır. 4. Yöntemsel (usuli) öğe:
Yukardaki olgular, somut bir biçimde ortaya çıkmalıdır. Belirtilere
(karinelere) ve varsayımlara dayanılmamalıdır".
"İtalyan ve özellikle İspanyol Yargıtaylarının kararlarından
esinlenilerek ve öbür ülkelerin (Fransa, Belçika, İsviçre, Almanya, Brezilya,
İngiltere) anlayışlarından yararlanılarak yapılan bu ya da geliştirilecek bir
başka tanıma göre, Yargıtayımızca herşeyden önce tasarlamanın içeriği ve
boyutları öğeleriyle birlikte saptanmalıdır. İlk Mahkemeler de, her olayda bu
tanımdaki öğelerin gerçekleşip gerçekleşmediğini saptayıp tartışmalıdırlar.
Tasarlama failin iç dünyasına ilişkin bir fiili durumdur ve onu saptama
yetkisi duruşma yapan mahkemenindir. Yargıtayın denetleme görevi ise, tanım
doğrultusunda saptama ve saptamada gösterilen ya da oylanan sorunlarla
yansıtılan gerekçeyi incelemekle sınırlıdır. Bu konuda ilk mahkemenin yerine
geçerek, "tasarlama var/yok" diyemez. Olayımızda Yerel Mahkeme düşünsel ve
zamandizinsel boyutlara ağırlık vererek ve yeterli gerekçe göstererek
tasarlamanın varlığını benimsemiştir. O nedenle karar onanmalıdır" diyerek
karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle, sanık müdafinin temyiz itirazları
yerinde görüldüğünden, kendiliğinden de incelemeye tabi kararın istem gibi
BOZULMASINA 5.12.1994 tarihinde oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 8.C.D.Bşk. 1.C.D.Bşk. 10.C.D.Bşk.
Mehmet UYGUN M.AKSOY T.GÜVEN H.DOĞAN
4.C.D.Bşk. 5.C.D.Bşk. 6.C.D.Bşk. M.M.DİNÇ
S.SELÇUK H.KOÇULU N.MUTİŞ
Onama
M.Z.TURAN S.KANADOĞLU C.ÖZDİKİŞ E.ÖCAL
E.GÜYER İ.KILINÇ G.KINIK A.İ.HEKİMOĞLU
S.Ö.ÇETİNKOL M.MIHÇAK Ş.EROL T.DEMİRTAŞ
Ö.GÖĞÜŞ 7.C.D.Ü.Y.
N.BARAN
|