 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
S A Y I
Esas Karar Tebliğname
1994/1-187 1994/210 23459
Y A R G I T A Y İ L A M I
Bozma kararı veren
Yargıtay Dairesi : 1.Ceza Dairesi
Mahkemesi : Alaşehir Ağır Ceza
Günü : 8.2.1994
Sayısı : 8-4
Davacı : K.H.
Sanık : Kemal Koç, Vekili Av. Adnan Özdişçi Vd.
Davaya Katılan : Hatice- Ali Gülsün
Kasten adam öldürmek suçundan sanık Kemal Koç'un eyleminin
dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçunu
oluşturduğu kabulüyle TCY.nın 455/1nci maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve
300.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Alaşehir Ağır
Ceza Mahkemesince 18.5.1993 gün ve 1/34 sayı ile verilen kararın, C.Savcısı
ve Katılan Ali Gülsün tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay
1nci Ceza Dairesince 30.12.1993 gün ve 2651-2941 sayı ile;
(İddia, savunma ve tanık beyanları ile dosya kapsamına göre, sanığın
sevk ve yönetimindeki minibüsle meskun mahal olan caddede seyrederken, aynı
yöne doğru yaya olarak yolun sol kaldırımından 90 Cm. asfalt içerisinde
yürümekte olan maktule ses ve ışık cihazı ile herhangi bir uyarıda bulunmadan
süratle çarparak tanıkların uyarısına rağmen hızla olay yerinden uzaklaştığı
anlaşılmaktadır.
Ölenin annesi ve babası olan katılanlar, oğulları olan ölen ile sanık
arasında kız meselesi olduğunu, öleninde ilgi duyduğu Aysel isimli kız
yüzünden sanığın arabayla gizleyerek ölene kasten çarparak, öldürdüğünü iddia
etmişlerdir.
Sanık Kemal Koç, Emniyetteki 12.11.1992 günlü savunmasında "Olaydan
birkaç saat önce iki bira içtiğini, caddede arkadaşları ile birlikte
yürümekte olan Ramazan'ı gördüğünde, şaka yapayım diyerek minibüsü ölenin
üzerine sürdüğünü, ölenin kaçamadığını, bu nedenle çarpması sonucu ölenin
yere düştüğünü, korktuğu için durmayıp kaçtığını, ölen ile arkadaş
olduklarını" beyan etmiş daha sonra C.Savcısında, Sulh Ceza Hakimliğinde ve
duruşmadaki savunmalarında ise, "Yolun sağından bir mobiletin gitmekte
olduğunu gördüğünü, mobilete çarpmamak için sola kaçtığını korna çaldığını,
buna rağmen ölene çarpmayı önleyemediğini, ölenin kendisinin ilgi duyduğu
Aysel isimli kıza takıldığından haberi olmadığını, kız arkadaşı Aysel'in de
bu hususta kendisine birşey söylemediğini" beyan ederek çelişkili ve tutarsız
anlatımda bulunmuştur.
Olayın görgü tanıkları olan Yılmaz Akgün, Erkin Barış ve Mustafa Mutaş
ile Vedat Karaçil ise tüm aşamalardaki beyanlarında, "Olay günü saat 19.30
sıralarında alacakaranlık olduğunu, ancak cadde lambalarının yandığını, yolun
sol tarafındaki kaldırımda tanıklardan Yılmaz ve Erkin'in yürüdükleri ve
arkadaşları olan tanık Mustafa ile öleninde kaldırıma yakın mesafeden
asfaltta yürüdükleri esnada, sanığın birden gelip, hızla ölene çarptığını,
çarpmadan önce korna çalmadığını, yolun sağında mobilet görmediklerini ve
sanığın durmayarak hızla uzaklaştığını, henüz olay yerine gelmeden 100 metre
ileride sanığın minibüsünü bakkalın önünde parketmiş olarak gördüklerini,
yola devam ettiklerini ve az sonra bu olayın vukubulduğunu bildirmişler,
ayrıca tanıklardan Yılmaz Akgün C.Savcılığında 4.12.1992 günlü ifadesinde ve
Erkin Barış da mahkemedeki 2.2.1993 günlü anlatımında, olaydan sonra, ölenin
sanığın arkadaşı olan Aysel isimli kıza takılması nedeniyle, sanığın ölene
kasten çarptığını duyduklarını söylemişlerdir.
Sanığın arkadaşı olan Aysel Altıntaş ise ifadelerinde, öleni
tanımadığını, ölenin, olaydan evvel kendisine sarkıntılıkta bulunmadığını
bildirmiştir.
Olay yeri keşif tutanağı ve Adli Tıp Trafik İh. Dairesinin 30.3.1993
tarihli raporuna göre, olay yerinde caddenin genişliği 8.90 m. zemini asfalt
kaplama, ölenin minibüsün seyrine göre yolun solunda kaldırıma 90 Cm.
mesafede yürüdüğü, caddede aydınlatma mevcut olduğu, yolda görüşü
engelleyecek herhangi bir engel bulunmadığı maddi bulgularla anlaşılmaktadır.
Hal böyle olunca, her ne kadar ölenin sanığın kız arkadaşı Aysel ile
ilişkisi dosyada kesin kanıtlarla kanıtlanamamış ise de, sanığın özellikle
Polisteki 12.11.1992 günlü savunmasından da anlaşıldığı üzere, arkası dönük
ve savunmasız olan ölene, yolun solunda aynı istikamette yürürken bilinmeyen
bir sebeple bilinçli olarak ve kasten çarparak öldürdüğünün, yol genişliği de
nazara alındığında, sanığın korna dahi çalmadan ve fren yapmadan ve
çarptıktan sonra durmayıp yoluna devam etmesi gibi fiili ve maddi bulgulara,
olayın seyri ve gelişme tarzına göre kabulünün gerektiği ayrıca sanığın
savunmasının samimi olmayıp, tanık beyanları ve olay yeri koşullarına uygun
düşmediğinden, TCY. 448. Md. gereğince cezalandırılması gerekirken, vasıfta
hata sonucu yazılı şekilde karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise 8.2.1994 gün ve 8/4 sayı ile; Olay 8.11.1992
tarihinde gerçekleşmiş, katılan Hatice Gülsün 11.11.1992 tarihli dilekçesi
ile, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet veren sanığın bu
suçtan cezalandırılmasını istemiştir. 30.11.1992 tarihinde oğlunun ölümü
üzerine, katılan Ali Gülsün bir kız sorunu nedeniyle sanığın oğlunu kasten
öldürdüğünü iddia etmiştir. Bu iddia tanık olarak dinlenen Aysel Altıntaş
tarafından doğrulanmamış, kız sorununun kasten adam öldürmek suçunun sebebi
olduğu iddiası dayanaksız kalmıştır.
Sanığın kolluk tarafından alınan ifadesi, müdafi hazır bulunmadan
sağlanmıştır. Kaldı ki, bu ifadeyi sonradan kabul etmediğini beyan
etmektedir. Bu itibarla ikrar niteliğinde sayılamaz. Sanığın kusurunun fazla
olması, kastın varlığını kanıtlamaz. Sanık ile ölen arasında öldürmeyi
gerektirir bir husumetin varlığı belirlenememiştir. Bu itibarla eylem
dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet suçunu oluşturur.
Açıklamasıyla önceki kararda direnmiştir.
Bu kararda C.Savcısı ve katılanlar tarafından süresinde temyiz
edildiğinden, dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 31.5.1994 gün
ve 94023459 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığına
gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup
düşünüldü.
CEZA GENEL KURULU KARARI
İncelenen dosyaya göre;
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın sübuta
eren eyleminin oluşturduğu suçun niteliğine ilişkindir.
Sanık Kemal Koç 12.11.1992 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde;
"Olaydan önce iki şişe bira içtiğini, saat 20.00 sıralarında Fırat
caddesinden aşağıya doğru inerken, aynı yönde giden arkadaş grubu
içerisinden, daha önce tanıdığı ölen Ramazan Gülsün'e şaka yapmak için sevk
ve yönetimindeki minibüsü üzerine sürdüğünü, ölenin kaçmadığını, fren
yapamadığı için Ramazan'a çarptığını, yere düşünce, korkarak kaçtığını.."
beyan etmiştir.
Sonraki aşamalarda ise, "Yönetimindeki araç ile Fırat caddesinden
aşağıya doğru inerken, sağ tarafında bir mobilet belirdiğini, çarpmamak için
yolun soluna kaçtığını, burada asvalt kaplama üzerinde yürüyen ölene
çarptığını ve korkarak kaçtığını, kasten çarpmadığını" savunmuştur.
Olaydan sonra kaldırıldığı hastanede ölen Ramazan Gülsün'ün ifadesi
alınamamıştır. Olay tanıkları Yılmaz Akgül, Mustafa Ulutaş ve Erkin Barış,
"Olay günü akşam saat 19.30 sıralarında Fırat caddesinden aşağıya doğru
yürüyerek indikleri sırada, sanığın sevk ve yönetimindeki araç ile ses ve
ışık uyarısı yapmaksızın ve herhangi bir neden bulunmadan şeridini
değiştirerek, Kaplamanın 90 Cm. içerisinde yürümekte olan Ramazan Gülsün'e
hızla çarpıp, kaçarak öldürdüğünü" beyan etmişlerdir.
Katılanlar Ali ve Hatice Gülsün, "bir kız sorunu nedeniyle sanığın,
Ramazan Gülsün'e çarpıp onu öldürdüğünü" iddia etmişlerdir.
Herne kadar tanık Aysel Altıntaş ölenle ilgisi olmadığını söylemiş
ise de, olay yerinde caddenin genişliğinin 8.90 metre, zeminin asfalt kaplama
olduğu, ölenin minibüsün seyir istikametine göre yolun solunda, kaldırıma 90
Cm. mesafede yürüdüğü, görüşe engel herhangi bir halin olmadığı, cadde
aydınlatmasının bulunduğu, olay yeri keşif tutanağı ve 30.3.1993 tarihli Adli
Tıp Trafik ihtisas Dairesinin raporundan anlaşılmaktadır.
Bu durumda, ölenin, sanığın kız arkadaşı olan Aysel Altıntaş ile
ilişkisi belirlenememiş ise de, sanığın kendi yönünde arkası dönük olarak
gitmekte bulunan ölene, şerit değiştirerek saptanamayan bir sebeple kasten
çarparak öldürdüğü, sanığın kolluktaki 12.11.1992 günlü ifadesi ve aşamalarda
tutarlı ve samimi görülen tanık anlatımları, olay yeri keşif tutanagı ve Adli
Tıp Trafik İhtisas Dairesinin raporundan anlaşıldığından eylemi kasten adam
öldürmek suçunu oluşturur. Bu itibarla direnme kararının bozulmasına karar
verilmelidir.
Kurul Başkanı M.Uygun ve karşı oy kullanan kurul üyeleri; Sanığın sevk
ve yönetimindeki araçla, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölene çarparak
onun ölümüne sebebiyet verdiği, oluşa göre tam kusurlu bulunmasının kasten
adam öldürmek suçunun kanıtı olamayacağı ve eyleminin dikkatsizlik ve
tedbirsizlikle ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu görüşünü ileri
sürerlerken Kurul üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk : "Yüce
Kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları
belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde
durmak; ikinci olarak da bunların ışığında yapılan yanılgıları irdelemek
gerekir."
"A) Türk Yargıtayı; Alman, Fransız, İtalyan v.b. ülkelerdeki bozma
mahkemelerinin (cours de cassation) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan
öğrenme yargılaması (cognizione), yani duruşma yapmamaktadırlar. Bu
kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise
şunlardır: Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat)
nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği,
doğru söyleyip söylemediği gibi olayların gerçek olup olmadıklarını
saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan
edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur (CYY. md. 254). Yukarıda
belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları
yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve
yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla,
kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek
sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik
ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi
yapabilmek için hukuk ögrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde
görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını
çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle,
isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya
ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden,
istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma
yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk
mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf
mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma (tipik istinaf) yetkisini
kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse (atipik istinaf),
ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal
sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur:
"Yargılandığın oranda hüküm kur, (sonuç çıkar): tantum judicatum, quantum
conclusum". Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi
yapamayacak. "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru söylüyor;
yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak,
duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi,
yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı.
Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama
yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu
zorunludur. Çünkü, ilke şudur: "Yargıtay yargıcı, davanın (esasın) değil,
kurulan hükmün/kararın yargıcıdır". O nedenle de, Yargıtayın C. Yargılama
Yasasının 322. maddesinde sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas (ilk)
mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322.
maddenin varlığı ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır".
"Yargıtay yargıcı, hükmün Yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit
kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir.
Birincisi; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani
kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına
uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in procedendo) ise, bu
nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama/duruşma yapması
için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi
hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay
kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek
çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır
(20.12.1989). işte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin
sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp
alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal
denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine
getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek
kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğim Avrupa ve Latin Amerika
ülkelerindeki Yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim yargılamasını böyle
yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çakışmaktadır. Bu
konuda İtalyan Yargıtayının birkaç kararını sunmakla yetiniyorum: "Yargıtay,
olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz" (sez. 1,
7.6.1989; sez. V1, 30.10.1989). "Kanıt kaynağının ve kanıtın
değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur.
Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir" (sez.
1. 22.2.1990; sez. 1V. 11.12.1990). Burada, önemle vurgulanması gereken nokta
şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, ilk mahkemenin yerine geçerek
sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü
tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan
çözülürlerse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtilerine ve
tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar
şunlardır: a) Doğrudanlık, yüzyüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre
yapılan duruşma hiçlenecek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca
tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılarak karar
verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtaya
gönderir, karar verilebilir; böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu.
b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ
esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği
duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdani kanı yargısı; ölü tutanaklara
göre oluşturulan vicdani kanı yargısına feda edilince, daha iyi
araçlara/olanaklara sahip ilk mahkemenin yargısının yerine, duruşma yapmadığı
için daha kötü araçlara/olanaklara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın
doğasına ve hem de duruşma ve "yargılandığın oranda hüküm kur" kurallarına
ters düşülecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok
fazla olacaktır. c)Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği
bir ülkede, ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya
atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları
yetiştirme (pedagojik) görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir.
d)Tutanaklara göre (duruşmasız) oluşturulan vicdani kanı yargısı, her zaman
kuşkuyla karşılanacığından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin
hüküm saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve
diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet
almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım
araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda (les voies de recours
en France, AÜSBF. Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184;
Yargıtayın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve
kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 1992, s.19-449)
ve Yüce C.Genel Kurulunun birçok kararlarında (14.4.1986, 521/219, 11.3.1991,
335/75, 4.5.1992, 110/132, 23.10.1992, 252/308 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993,
110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında (14.12.1992, 1/5 R.G., 6.5.1993)
ayrıntılarıyla sergilemiştim.
B) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz, bu yargılama anlayışının
açmazlarını yaşamaktadır ve inceleme konusu karar da bunun çarpıcı bir
örneğidir. Gerçekten yerel mahkeme, aşamalardaki savunmalar dahil, tüm leh ve
aleyhteki kanıtları tartışmış ve fiili bir sorun olan kastın varlığı
olgusunun bulunmadığı, eylemin bilinçli taksirle işlendiği sonucuna
varmıştır. Sergilediği gerekçede bir tutarsızlık bulunmamaktadır. O yüzden
gerek Özel Yüksek Dairenin ve gerekse Yüce Ceza Genel Kurulunun aynı
kanıtları ters yönden değerlendirerek, suç kastının varlığı sonucuna
ulaşması, yukarıda sunduğum gerekçelerle yasalara aykırıdır ve karar yetki
aşımı ile sakatlanmıştır." görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ : Açıklanan nedenlerle C.Savcısı ve katılanların temyiz
itirazları yerinde görüldüğünden direnme kararının BOZULMASINA, 3.10.1994
günü 2/3ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.
Birinci Başkanvekili 1.C.D.Bşk. 10.C.D.Bşk. 4.C.D.Bşk.
Mehmet Uygun T.Güven H.Doğan S.Selçuk
2.C.D.Bşk. 3.C.D.Bşk. 9.C.D.Bşk. M.N.Ünver
M.Onan S.N.Deda D.Tavil Onama
M.Kaban T.Üneri H.Öğütçü T.Meteoğlu
Onama
O.Şirin S.Ö.Çetinkol T.Demirtaş İ.Yücel
M.F.İnan Ö.Göğüş İ.Kürümoğlu N.Baran
Onama
|