Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 



      T.C.
 Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu

        S A Y I 

Esas        Karar        Tebliğname  
1994/1-187  1994/210      23459

                        Y A R G I T A Y   İ L A M I 

Bozma kararı veren
Yargıtay Dairesi        : 1.Ceza Dairesi
Mahkemesi               : Alaşehir Ağır Ceza 
Günü                    : 8.2.1994
Sayısı                  : 8-4
Davacı                  : K.H.
Sanık                   : Kemal Koç, Vekili Av. Adnan Özdişçi Vd.
Davaya Katılan          : Hatice- Ali Gülsün

	Kasten adam öldürmek suçundan sanık Kemal Koç'un eyleminin
  dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet vermek suçunu
  oluşturduğu kabulüyle TCY.nın 455/1nci maddesi uyarınca 3 yıl hapis ve
 300.000 lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin Alaşehir Ağır
 Ceza Mahkemesince 18.5.1993 gün ve 1/34 sayı ile verilen kararın, C.Savcısı
 ve Katılan Ali Gülsün tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay
 1nci Ceza Dairesince 30.12.1993 gün ve 2651-2941 sayı ile;
	(İddia, savunma ve tanık beyanları ile dosya kapsamına göre, sanığın
 sevk ve yönetimindeki minibüsle meskun mahal olan caddede seyrederken, aynı
 yöne doğru yaya olarak yolun sol kaldırımından 90 Cm. asfalt içerisinde
 yürümekte olan maktule ses ve ışık cihazı ile herhangi bir uyarıda bulunmadan
 süratle çarparak tanıkların uyarısına rağmen hızla olay yerinden uzaklaştığı
 anlaşılmaktadır. 
	Ölenin annesi ve babası olan katılanlar, oğulları olan ölen ile sanık
 arasında kız meselesi olduğunu, öleninde ilgi duyduğu Aysel isimli kız
 yüzünden sanığın arabayla gizleyerek ölene kasten çarparak, öldürdüğünü iddia
 etmişlerdir. 
	Sanık Kemal Koç, Emniyetteki 12.11.1992 günlü savunmasında "Olaydan
 birkaç saat önce iki bira içtiğini, caddede arkadaşları ile birlikte
 yürümekte olan Ramazan'ı gördüğünde, şaka yapayım diyerek minibüsü ölenin
 üzerine sürdüğünü, ölenin kaçamadığını, bu nedenle çarpması sonucu ölenin
 yere düştüğünü, korktuğu için durmayıp kaçtığını, ölen ile arkadaş
 olduklarını" beyan etmiş daha sonra C.Savcısında, Sulh Ceza Hakimliğinde ve
 duruşmadaki savunmalarında ise, "Yolun sağından bir mobiletin gitmekte
 olduğunu gördüğünü, mobilete çarpmamak için sola kaçtığını korna çaldığını,
 buna rağmen ölene çarpmayı önleyemediğini, ölenin kendisinin ilgi duyduğu
 Aysel isimli kıza takıldığından haberi olmadığını, kız arkadaşı Aysel'in de
 bu hususta kendisine birşey söylemediğini" beyan ederek çelişkili ve tutarsız
 anlatımda bulunmuştur.
	Olayın görgü tanıkları olan Yılmaz Akgün, Erkin Barış ve Mustafa Mutaş
 ile Vedat Karaçil ise tüm aşamalardaki beyanlarında, "Olay günü saat 19.30
 sıralarında alacakaranlık olduğunu, ancak cadde lambalarının yandığını, yolun
 sol tarafındaki kaldırımda tanıklardan Yılmaz ve Erkin'in yürüdükleri ve
 arkadaşları olan tanık Mustafa ile öleninde kaldırıma yakın mesafeden
 asfaltta yürüdükleri esnada, sanığın birden gelip, hızla ölene çarptığını,
 çarpmadan önce korna çalmadığını, yolun sağında mobilet görmediklerini ve
 sanığın durmayarak hızla  uzaklaştığını, henüz olay yerine gelmeden 100 metre
 ileride sanığın minibüsünü bakkalın önünde parketmiş olarak gördüklerini,
 yola devam ettiklerini ve az sonra bu olayın vukubulduğunu bildirmişler,
 ayrıca tanıklardan Yılmaz Akgün C.Savcılığında 4.12.1992 günlü ifadesinde ve
 Erkin Barış da mahkemedeki 2.2.1993 günlü anlatımında, olaydan sonra, ölenin
 sanığın arkadaşı olan Aysel isimli kıza takılması nedeniyle, sanığın ölene
 kasten çarptığını duyduklarını söylemişlerdir.
	Sanığın arkadaşı olan Aysel Altıntaş ise ifadelerinde, öleni
 tanımadığını, ölenin, olaydan evvel kendisine sarkıntılıkta bulunmadığını
 bildirmiştir.
	Olay yeri keşif tutanağı ve Adli Tıp Trafik İh. Dairesinin 30.3.1993
 tarihli raporuna göre, olay yerinde caddenin genişliği 8.90 m. zemini asfalt
 kaplama, ölenin minibüsün seyrine göre yolun solunda kaldırıma 90 Cm.
 mesafede yürüdüğü, caddede aydınlatma mevcut olduğu, yolda görüşü
 engelleyecek herhangi bir engel bulunmadığı maddi bulgularla anlaşılmaktadır.
	Hal böyle olunca, her ne kadar ölenin sanığın kız arkadaşı Aysel ile
 ilişkisi dosyada kesin kanıtlarla kanıtlanamamış ise de, sanığın özellikle
 Polisteki 12.11.1992 günlü savunmasından da anlaşıldığı üzere, arkası dönük
 ve savunmasız olan ölene, yolun solunda aynı istikamette yürürken bilinmeyen
 bir sebeple bilinçli olarak ve kasten çarparak öldürdüğünün, yol genişliği de
 nazara alındığında, sanığın korna dahi çalmadan ve fren yapmadan ve
 çarptıktan sonra durmayıp yoluna devam etmesi gibi fiili ve maddi bulgulara,
 olayın seyri ve gelişme tarzına göre kabulünün gerektiği ayrıca sanığın
 savunmasının samimi olmayıp, tanık beyanları ve olay yeri koşullarına uygun
 düşmediğinden, TCY. 448. Md. gereğince cezalandırılması gerekirken, vasıfta
 hata sonucu yazılı şekilde karar verilmesi) isabetsizliğinden bozulmuştur.
	Yerel Mahkeme ise 8.2.1994 gün ve 8/4 sayı ile; Olay 8.11.1992
 tarihinde gerçekleşmiş, katılan Hatice Gülsün 11.11.1992 tarihli dilekçesi
 ile, tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu ölüme sebebiyet veren sanığın bu
 suçtan cezalandırılmasını istemiştir. 30.11.1992 tarihinde oğlunun ölümü
 üzerine, katılan Ali Gülsün bir kız sorunu nedeniyle sanığın oğlunu kasten
 öldürdüğünü iddia etmiştir. Bu iddia tanık olarak dinlenen Aysel Altıntaş
 tarafından doğrulanmamış, kız sorununun kasten adam öldürmek suçunun sebebi
 olduğu iddiası dayanaksız kalmıştır.
	Sanığın kolluk tarafından alınan ifadesi, müdafi hazır bulunmadan
 sağlanmıştır. Kaldı ki, bu ifadeyi sonradan kabul etmediğini beyan
 etmektedir. Bu itibarla ikrar niteliğinde sayılamaz. Sanığın kusurunun fazla
 olması, kastın varlığını kanıtlamaz. Sanık ile ölen arasında öldürmeyi
 gerektirir bir husumetin varlığı belirlenememiştir. Bu itibarla eylem
 dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölüme sebebiyet suçunu oluşturur.
 Açıklamasıyla önceki kararda direnmiştir.
	Bu kararda C.Savcısı ve katılanlar tarafından süresinde temyiz
 edildiğinden, dosya Yargıtay C.Başsavcılığının "bozma" istekli 31.5.1994 gün
 ve 94023459 sayılı tebliğnamesiyle, Yargıtay Birinci Başkanlığına
 gönderilmekle, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca okundu, gereği konuşulup
 düşünüldü.

	 	CEZA GENEL KURULU KARARI

	İncelenen dosyaya göre;
	Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasındaki uyuşmazlık, sanığın sübuta
 eren eyleminin oluşturduğu suçun niteliğine ilişkindir. 
	Sanık Kemal Koç 12.11.1992 tarihinde kollukta verdiği ifadesinde;
 "Olaydan önce iki şişe bira içtiğini, saat 20.00 sıralarında Fırat
 caddesinden aşağıya doğru inerken, aynı yönde giden arkadaş grubu
 içerisinden, daha önce tanıdığı ölen Ramazan Gülsün'e şaka yapmak için sevk
 ve yönetimindeki minibüsü üzerine sürdüğünü, ölenin kaçmadığını, fren
 yapamadığı için Ramazan'a çarptığını, yere düşünce, korkarak kaçtığını.."
 beyan etmiştir. 
	Sonraki aşamalarda ise, "Yönetimindeki araç ile Fırat caddesinden
 aşağıya doğru inerken, sağ tarafında bir mobilet belirdiğini, çarpmamak için
 yolun soluna kaçtığını, burada asvalt kaplama üzerinde yürüyen ölene
 çarptığını ve korkarak kaçtığını, kasten çarpmadığını" savunmuştur.
	Olaydan sonra kaldırıldığı hastanede ölen Ramazan Gülsün'ün ifadesi
 alınamamıştır. Olay tanıkları Yılmaz Akgül, Mustafa Ulutaş ve Erkin Barış,
 "Olay günü akşam saat 19.30 sıralarında Fırat caddesinden aşağıya doğru
 yürüyerek indikleri sırada, sanığın sevk ve yönetimindeki araç ile ses ve
 ışık uyarısı yapmaksızın ve herhangi bir neden bulunmadan şeridini
 değiştirerek, Kaplamanın 90 Cm. içerisinde yürümekte olan Ramazan Gülsün'e
 hızla çarpıp, kaçarak öldürdüğünü" beyan etmişlerdir.
	Katılanlar Ali ve Hatice Gülsün, "bir kız sorunu nedeniyle sanığın,
 Ramazan Gülsün'e çarpıp onu öldürdüğünü" iddia etmişlerdir.
	Herne kadar tanık Aysel Altıntaş ölenle  ilgisi olmadığını söylemiş
 ise de, olay yerinde caddenin genişliğinin 8.90 metre, zeminin asfalt kaplama
 olduğu, ölenin minibüsün seyir istikametine göre yolun solunda, kaldırıma 90
 Cm. mesafede yürüdüğü, görüşe engel herhangi bir halin olmadığı, cadde
 aydınlatmasının bulunduğu, olay yeri keşif tutanağı ve 30.3.1993 tarihli Adli
 Tıp Trafik ihtisas Dairesinin raporundan anlaşılmaktadır.
	Bu durumda, ölenin, sanığın kız arkadaşı olan Aysel Altıntaş ile
 ilişkisi belirlenememiş ise de, sanığın kendi yönünde arkası dönük olarak
 gitmekte bulunan ölene, şerit değiştirerek saptanamayan bir sebeple kasten
 çarparak öldürdüğü, sanığın kolluktaki 12.11.1992 günlü ifadesi ve aşamalarda
 tutarlı ve samimi görülen tanık anlatımları, olay yeri keşif tutanagı ve Adli
 Tıp Trafik İhtisas Dairesinin raporundan anlaşıldığından eylemi kasten adam
 öldürmek suçunu oluşturur. Bu itibarla direnme kararının bozulmasına karar
 verilmelidir.
	Kurul Başkanı M.Uygun ve karşı oy kullanan kurul üyeleri; Sanığın sevk
 ve yönetimindeki araçla, dikkatsizlik ve tedbirsizlik sonucu ölene çarparak
 onun ölümüne sebebiyet verdiği, oluşa göre  tam kusurlu bulunmasının kasten
 adam öldürmek suçunun kanıtı olamayacağı ve eyleminin dikkatsizlik ve
 tedbirsizlikle ölüme sebebiyet vermek suçunu oluşturduğu görüşünü ileri
 sürerlerken Kurul üyelerinden 4. Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk : "Yüce
 Kurulun verdiği karar birçok yönlerden hukuka aykırıdır. Bunları
 belirleyebilmek için, ilkin Yargıtay, temyiz yolu ve denetimi üzerinde
 durmak; ikinci olarak da bunların ışığında yapılan yanılgıları irdelemek
 gerekir."
	"A) Türk Yargıtayı; Alman, Fransız, İtalyan v.b. ülkelerdeki bozma
 mahkemelerinin (cours de cassation) aynısıdır. Bozma mahkemeleri doğrudan
 öğrenme yargılaması (cognizione), yani duruşma yapmamaktadırlar. Bu
 kurumlaşmanın doğasından kaynaklanan belirleyici, zorlayıcı sonuçlar ise
 şunlardır: Duruşma, yargılamanın en önemli aşamasıdır ve var olma (icat)
 nedeni de, hırsızlık, yaralama, şiddetli geçimsizlik, bir tanığın içtenliği,
 doğru söyleyip söylemediği gibi olayların gerçek olup olmadıklarını
 saptamaktır. Bu saptama işinin ise, tutanaklara göre değil; duruşmadan
 edinilen izlenimlere göre yapılması zorunludur (CYY. md. 254). Yukarıda
 belirttiğim gibi duruşmanın varlık nedeni budur. O yüzden, kanıtları
 yeterli/yetersiz, yanlı/yansız v.b. gibi değerlendirme yetkisi, yalnız ve
 yalnız duruşma yapan, duruşmaya katılan, bu nedenle de, taraflarla,
 kanıtlarla doğrudan ve yüz yüze ilişki kuran, onlar üzerinde yapılan yüksek
 sesli tartışmaları dinleyen, bir sözcükle kanıtlarla doğrudan diyalektik
 ilişkide bulunan duruşma yargıçlarına aittir. Böyle bir değerlendirmeyi
 yapabilmek için hukuk ögrenimi görmeye gerek olmadığından, jürilerde
 görüldüğü üzere, çeşitli mesleklerden gelen kişiler de olay sorunlarını
 çözebilmektedirler. Yeter ki, duruşmada hazır bulunsunlar. Bu nedenle,
 isterse deneyimli hukukçu olsun, duruşmaya katılmamış bir yargıcın, olaya
 ilişkin sorunları çözmesi, eşyanın doğası gereği olanaksızdır. O yüzden,
 istinaf ve dolayısıyla duruşma yapma yetkisini haiz olmayan ve duruşma
 yapmayan Yargıtay yargıçları, dünyanın hiç bir ülkesinde, duruşma yapan ilk
 mahkemenin yerine geçerek, olay sorunlarını çözememektedirler. Dahası istinaf
 mahkemeleri de, yeni baştan duruşma yapma (tipik istinaf) yetkisini
 kullanmamış, yalnızca taraflar dinlenmekle yetinmişlerse (atipik istinaf),
 ilk mahkemelerce sabit kabul edilen olaylara ilişmemekte, öbür hukuksal
 sorunları ele almaktadırlar. Çünkü, yargılamanın temel ilkesi şudur:
 "Yargılandığın oranda hüküm kur, (sonuç çıkar): tantum judicatum, quantum
 conclusum". Bu yüzden duruşma yapmayan Yargıtay, olay değerlendirmesi
 yapamayacak. "olay sabittir/değildir", "tanık yansızdır, doğru söylüyor;
 yanlıdır, yalan söylüyor" gibi salt olgulara ilişkin hükümler kurarak,
 duruşma yapan ilk mahkemenin yerine geçemeyecektir. Eğer kurabilseydi,
 yargılama Yargıtayda biter, yollama yargılamasına gerek duyulmazdı.
 Yargıtayımız, benzerleri gibi, bozma kararından sonra dava dosyasını, yollama
 yargılaması/duruşması yapılması için esas mahkemesine göndermektedir. Bu
 zorunludur. Çünkü, ilke şudur: "Yargıtay yargıcı, davanın (esasın) değil,
 kurulan hükmün/kararın yargıcıdır". O nedenle de, Yargıtayın C. Yargılama
 Yasasının 322. maddesinde sayılı ve sınırlı durumlar dışında esas (ilk)
 mahkemesinin yerine geçerek karar vermesi, kesinkes olanaksızdır ve 322.
 maddenin varlığı ve gerekçesi de bunu kanıtlamaktadır".
	"Yargıtay yargıcı, hükmün Yargıcı olarak, esas mahkemesinin sabit
 kabul ettiği olayları, eylemleri ve olguları, iki yolla denetleyecektir.
 Birincisi; olayları/eylemleri olguları sabittir/değildir biçiminde vicdani
 kanı yargısını oluşturmak için yapılan duruşmanın yargılama yasalarına
 uygunluğunu ele alacaktır. Yargılama kusurlu (vitium in procedendo) ise, bu
 nedenle karar bozulup esas mahkemesine, yeniden yargılama/duruşma yapması
 için gönderilecektir. Yargılama kusursuz ise, Yargıtay, esas mahkemesi
 hükmünün yalnızca gerekçesini inceleyecektir. Zira, bir İtalyan Yargıtay
 kararında belirtildiği gibi, gerekçe, her olay ve hukuk sorununu tek tek
 çözmesi gereken, mantıki ve hukuki bütünlük sergileyen bir yapıttır
 (20.12.1989). işte Yargıtay, olaylara, kanıt değerlendirmelerine ilişkin
 sorunların, doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uygun ele alınıp
 alınmadıklarını, salt gerekçe denetimini yaparak irdeleyecek, hukuksal
 denetim ve gerekçelerde disiplin sağlama görevini bu yolla yerine
 getirecektir. Ancak, Yargıtay, bu konularda, ilk mahkemenin yerine geçerek
 kesin çözümler getiremez, getirmemelidir. İncelediğim Avrupa ve Latin Amerika
 ülkelerindeki Yargıtaylar (bozma mahkemeleri), denetim yargılamasını böyle
 yapmaktadırlar ve bu hususta öğreti ile uygulama bire bir çakışmaktadır. Bu
 konuda İtalyan Yargıtayının birkaç  kararını sunmakla yetiniyorum: "Yargıtay,
 olayla ilgili değerlendirmeleri esas mahkemesinin elinden alamaz" (sez. 1,
 7.6.1989; sez. V1, 30.10.1989). "Kanıt kaynağının ve kanıtın
 değerlendirilmesi, duruşma yapan ilk mahkemeye ait bir olay sorunudur.
 Yargıtay bu konuda yalnızca gerekçeyi inceleyerek denetleme yapabilir" (sez.
 1. 22.2.1990; sez. 1V. 11.12.1990). Burada, önemle vurgulanması gereken nokta
 şudur: Gerekçe yoluyla denetlemek başka şeydir, ilk mahkemenin yerine geçerek
 sorunu esastan çözmek büsbütün başka şeydir. Bu başkalıklar gözetilmez de ölü
 tutanaklara göre kanıt değerlendirmeleri yapılarak olay sorunları esastan
 çözülürlerse, bir yargılama sendromunun yaşanması ve onun belirtilerine ve
 tehlikeli sonuçlarına katlanılması kaçınılmaz olacaktır. Bu sonuçlar
 şunlardır: a) Doğrudanlık, yüzyüzelik, açıklık ve sözlülük ilkelerine göre
 yapılan duruşma hiçlenecek, gereksizleşecektir. Gerçekten, yalnızca
 tutanaklara göre karar verilecek idiyse niçin duruşma yapılarak karar
 verilmiştir? Bir yargıç soruşturmayı yapar, tuttuğu tutanakları Yargıtaya
 gönderir, karar verilebilir; böylece zamandan ve emekten kazanılmış olurdu.
 b) Yargılamanın olmazsa olmaz ve en önemli aşaması bulunan, bu yüzden de sağ
 esen olması için yargılama yasalarının tüm maddelerinin seferber edildiği
 duruşma sonucu oluşan olaylara ilişkin vicdani kanı yargısı; ölü tutanaklara
 göre oluşturulan vicdani kanı yargısına feda edilince, daha iyi
 araçlara/olanaklara sahip ilk mahkemenin yargısının yerine, duruşma yapmadığı
 için daha kötü araçlara/olanaklara sahip olanın yargısı geçecek, hem eşyanın
 doğasına ve hem de duruşma ve "yargılandığın oranda hüküm kur" kurallarına
 ters düşülecektir. Kuşkusuz, böyle bir yargılamada, adli yanılgı oranı da çok
 fazla olacaktır. c)Olaylara ilişkin gerekçenin dışlandığı ve gereksizleştiği
 bir ülkede, ilk mahkeme yargıçları, yükü ve sorumluluğu Yargıtaya
 atacaklarından, Yargıtay, gerekçelerde disiplin sağlama ve ilk yargıçları
 yetiştirme (pedagojik) görevlerini hiç bir zaman yerine getiremeyecektir.
 d)Tutanaklara göre (duruşmasız) oluşturulan vicdani kanı yargısı, her zaman
 kuşkuyla karşılanacığından ve tarafların katkısı sıfırlaşacağından, kesin
 hüküm saygınlığı örselenecektir. Zira böyle bir yargılamada, saydamlığa ve
 diyalektiğe dayanan adaletin yerini, artık gizli ve görünüşte adalet
 almıştır. Bu konuda ortaya çıkan tehlike ve sonuçları, yaptığım
 araştırmaların bir bölümü olarak yayımladığım yazılarda (les voies de recours
 en France, AÜSBF. Dergisi, c.XLV, sayı:1-4, Ocak 1990, sayfa: 119-184;
 Yargıtayın (bozma mahkemesinin) ve temyiz yolunun iyi algılanması ve
 kurumsallaştırılması sorunları, Yargıtay Dergisi, Ocak-Nisan 1992, s.19-449)
 ve Yüce C.Genel Kurulunun birçok kararlarında (14.4.1986, 521/219, 11.3.1991,
 335/75, 4.5.1992, 110/132, 23.10.1992, 252/308 8.2.1993, 368/31, 14.6.1993,
 110/168 ve bir İç. Birleştirme kararında (14.12.1992, 1/5 R.G., 6.5.1993)
 ayrıntılarıyla sergilemiştim.
	B) Üzülerek belirteyim ki, bugün ülkemiz, bu yargılama anlayışının
 açmazlarını yaşamaktadır ve inceleme konusu karar da bunun çarpıcı bir
 örneğidir. Gerçekten yerel mahkeme, aşamalardaki savunmalar dahil, tüm leh ve
 aleyhteki kanıtları tartışmış ve fiili bir sorun olan kastın varlığı
 olgusunun bulunmadığı, eylemin bilinçli taksirle işlendiği sonucuna
 varmıştır. Sergilediği gerekçede bir tutarsızlık bulunmamaktadır. O yüzden
 gerek Özel Yüksek Dairenin ve gerekse Yüce Ceza Genel Kurulunun aynı
 kanıtları ters yönden değerlendirerek, suç kastının varlığı sonucuna
 ulaşması, yukarıda sunduğum gerekçelerle yasalara aykırıdır ve karar yetki
 aşımı ile sakatlanmıştır." görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
	SONUÇ   : Açıklanan nedenlerle C.Savcısı ve katılanların temyiz
 itirazları yerinde görüldüğünden direnme kararının BOZULMASINA,  3.10.1994
 günü 2/3ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.

Birinci Başkanvekili   1.C.D.Bşk.    10.C.D.Bşk.   4.C.D.Bşk.
Mehmet Uygun           T.Güven       H.Doğan       S.Selçuk

2.C.D.Bşk.             3.C.D.Bşk.    9.C.D.Bşk.    M.N.Ünver
M.Onan                 S.N.Deda      D.Tavil       Onama

M.Kaban                T.Üneri       H.Öğütçü      T.Meteoğlu
Onama

O.Şirin                S.Ö.Çetinkol  T.Demirtaş    İ.Yücel

M.F.İnan               Ö.Göğüş       İ.Kürümoğlu   N.Baran
                                     Onama
    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • Türk Telekom Borç 
  • 13.06.2025 08:58
  • [Mal Paylaşımı davaları] Mal Paylaşımı dava sonucu alacak Nafakadan düşülebilir mi 
  • 12.06.2025 08:44
  • SGK sözleşmeli özel hastane Savcılığa şikayet edilebilir mi ? 
  • 11.06.2025 20:01
  • Fuzuli İşgalci Evin Demirbaşlarını Söküp Götürebilir Mi 
  • 11.06.2025 18:54
  • Solidworks Lisanssiz kullanımi yanlış adreste arama 
  • 10.06.2025 01:05


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini