Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C 
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu

	E.	1993/4-11
	K.	1993/151
	T.	10.5.1993

*  GÖREVİ KÖTÜYE KULLANMAK
*  KİT PERSONELİNİN MEMUR GİBİ   CEZALANDIRILMASI 
*  BİLİRKİŞİ RAPORUNUN YETERLİLİĞİ 
*  CEZA GENEL KURULUNDA DAVA   ZAMANAŞIMININ İNCELENMESİ 

ÖZET : Kendisini ilga eden Kanun Hükmünde Kararnamenin ceza hükümleri
 yasalaşmadığı için halen yürürlükte olan 2929 sayılı Yasanın 48. maddesi
 hükmü karşısında KİT personeli olan sanıklar ile onların eylemine iştirak
 ettikleri kabul edilen diğer sanıkların memur gibi cezalandırılmaları yasaya
 uygundur.

 Sanıkların oluşturduğu değer takdir komisyonunca bir kredi talebiyle ilgili
 olarak güvence gösterilip, üzerinde ipotek tesis edilecek taşınmazın suç
 tarihinde belirlenen değerinin özellikle pek fahiş olarak gösterildiği,
 bilirkişiler kurulu raporundaki değer tesbiti ile aralarında oluşan önemli
 aykırılığın bu sebeten doğduğu anlaşıldığından, maddi gerçek kesinlikle
 saptandığına göre yeni bilirkişi incelemesine gerek yoktur.

 Yagrıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazı olağanüstü yasa yoludur. Yargıtay
 özel dairelerince verilen onama kararlarına karşı itiraz vukuunda dava
 zamanaşımı süresi gözetilmez. Ceza Genel Kurulu'nda ancak özel daire kararı
 kaldırıldığı ve yerel mahkeme kararı bozulduğu takdirde zamanaşımı süresi
 dolmuşsa zamanaşımı nedeniyle kamu davasının düşürülmesine karar
 verilmelidir.

  (765 s. TCK. m. 240, 102) (2929 s. İDT. K. m. 48) (1412 s. CMUK. m. 76)

 Görevi kötüye kullanmak suçundan sanıklar Bekir, Musa, Mehmet ve Abdullah'ın
 TCY.nın 240. maddesi uyarınca birer yıl hapis, altışarbin lira ağır para
 cezası ve üçer ay memuriyetten yasaklanmalarına ilişkin, (İskenderun İkinci
 Asliye Ceza Mahkemesi)nce 17.12.1991 gün ve 451-653 sayı ile verilen hükmün,
 sanıklar tarafından temyizi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay Dördüncü Ceza
 Dairesi'nce, 8.12.1992 gün ve 7108/7662 sayı ile; usul ve yasaya uygun
 görülen hükmün oyçokluğuyla onanmasına karar verilmiştir.

 Yargıtay C. Başsavcılığı ise, 18.1.1993 gün ve 21656 sayı ile;
(1- Yerel Mahkemece, iddianın doğruluğunun saptanması bakımından taşınmazlar
 üzerinde yapılan keşif sonucunda, bilirkişiler kurulu tarafından düzenlenen
 19.4.1989 günlü raporda, hiçbir açıklama yapılmadan soyut olarak "mevki,
 konum ve büyüklük gibi hususların gözönünde bulundurulduğu" belirtilerek
 yaklaşık ikiyüzmilyon lira değer biçildiği görülmektedir.

 Öncelikle belirlenen değerde kesinlik bulunmamakta, yaklaşık olduğu
 belirtilmiş bulunmaktadır.

 Ayrıca, değer belirlenmesinde gözönüne alınan ölçütler yetersiz olup,
 inşaatın nevi, inşaat tarihi, ne gibi amaçlarla kullanılmaya elverişli
 bulunduğu, getirebileceği muhtemel kira geliri gibi hususlar gözönüne
 alınarak, topluca ve açıklamalı bir değerlendirme yapılması gerekirdi. Bu
 durum karşısında yetersiz bilirkişiler kurulu raporu ile suça konu olan
 6.8.1985 günlü tesbitte belirlenen değer oranında büyük bir fark
 oluştuğundan, çelişkinin yeni bir bilirkişi incelemesiyle giderilmesi
 gerekirken yeterli olmayan raporla yetinilmesi yasaya aykırıdır.

 Kabule göre de; belirtilen değerler arasındaki bu fark karşısında, keşif
 sonucu düzenlenen raporun hükme esas alınması nedenlerinin karar yerinde
 açıklanmaması da yasaya aykırıdır) açıklamasıyla itiraz etmiştir.

 Dosya, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilmekle; Ceza Genel Kurulu'nca
 okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

 İncelenen dosyaya göre:

 Özel Daire ile Yargıtay C. Başsavcılığı arasındaki uyuşmazlık, hükme esas
 alınan bilirkişiler kurulu raporunun yeterli olup olmadığı ve kabule göre bu
 raporun yeterli görülüş nedenlerinin karar yerinde açıklanıp açıklanmadığı
  hususlarındadır.

 1- Dosyanın, 19.4.1993 tarihinde yapılan birinci müzakeresinde; öncelikle KİT
 personeli olan sanıklar Abdullah ve Bekir ile onların eylemine iştirak
 ettikleri kabul edilen diğer sanıkların memur gibi cezalandırılıp
 cezalandırılamayacakları  tartışılmıştır.

 (TCY. uygulamasında kimlerin memur sayılacakları 279. maddede belirtilmiştir.
 Kaynak İtalyan Ceza Yasasının 207. maddesinden alınan TCY.nın 279. maddesi,
 1936 yılında değişikliğe uğrayarak 1930 tarihli İtalyan Ceza Yasasının 357 ve
 358. maddelerinde tanımlanan memur kavramı 279. maddede iki fıkra halinde
 düzenlenerek "kamu görevi" ve "kamu hizmeti" ayırımı getirilmiştir.

 KİT.lerinde çalışan personelin TCY.nın 279. maddesi kapsamında bulunmadığını
 saptayan yasakoyucu, bu kuruluşlarda çalışan bazı görevlilerin, belirli
 koşullarda memur gibi cezalandırılmaları gerektiğini benimseyerek özel
 hükümler getirmek yoluna gitmiştir.

 1983 yılına kadar KİT.lerinden çoğunun kuruluş yasaları bulunmaktaydı. Bu
 kuruluşlarda çalışanların hangi hallerde memur gibi cezalandırılacakları
 kuruluş yasalarındaki, kuruluş yasası bulunmayan KİT.lerin çalışanları ise
 3460 ve 440 sayılı Yasalardaki, hükümlere göre belirleniyordu.

 20 Mayıs 1983 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 60 sayılı
 KHK. ile KİT.leri aynı çatı altında toplanarak, sanıklardan Abdullah ve
 Bekir'in çalışmakta bulundukları .............. Bankası bir KİT. olarak
 belirlenmiş ve 60 sayılı KHK. 22.10.1983 günlü Resmi Gazete'de Yayımlanarak
 yürürlüğe giren 2929 sayılı Yasa ile yasalaşmıştır.

 60 sayılı KHK.nin 45. ve 48. maddesinde yer alan KİT. personelinin hangi
 hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına ilişkin hüküm 2929 sayılı Yasaya
 aynen alınmıştır.

 Açıklanan bu aşamaya kadar KİT çalışanlarının hangi hallerde memur gibi
 cezalandırılacakları hususunda bir sorun bulunmamaktadır. Ancak, 18.6.1984
 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 233 sayılı KHK. ve
 18.1.1988 günlü Resmi Gazete'de yayımlanarak 233 sayılı KHK. değiştiren 308
 sayılı KHK. ile 2929 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmış, Anayasa
 Mahkemesi'nin 25.7.1989 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 5/55 sayılı kararı
 ile 233 ve 308 sayılı KHK.lerin bazı maddeleri iptal edilince, 29.1.1990
 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 399 sayılı KHK. yürürlüğe konulmuştur. Bu
 KHK.nin 11. maddesi ile KİT personelinin hangi hallerde memur gibi
 cezalandırılacağına ilişkin hüküm getirilmiştir.

 Ancak, 399 sayılı KHK.nin 11. maddesi de 13.8.1991 günlü Resmi Gazete'de
 yayımlanan 1990/12 E., 1991/7 K. sayılı Anayasa Mahkemesi Kararı ile iptal
 edilmiştir.

 Bunun üzerine, 11.2.1992 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 3771 sayılı Yasa
 ile KİT. personelinin hangi hallerde memur gibi cezalandırılacakları yeniden
 düzenlenmiş bulunmaktadır.

 KİT. personelinin memur gibi cezalandırılmalarını hükme bağlayan bu
 kronolojik gelişmeyi böylece açıkladıktan sonra, KİT. personelinin bazı
 hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına olanak sağlayan yasal düzenlemenin
 bir ceza hükmü olup olmadığını saptamak gerekir. Nasıl ki TCY.nın 279.
 maddesinde düzenlenen, kimlerin memur sayılacaklarına ilişkin hüküm veya
 TCY.nın genel hükümlerinde düzenlenen suça kalkışma (TCY. 61-62), teselsül
 (TCY. 80), iştirak (TCY 64-65), ceza hükmü taşıyan kurallarsa, KİT
 personelinin hangi hallerde memur gibi cazalandırılacağını düzenleyen hüküm
 de bir ceza hükmüdür.

 9 Kasım 1992 gün ve 17863 mükerer sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak
 yürürlüğe konulan 2709 sayılı TC. Anayasası'nın 38/3. maddesine göre, suç ve
 cezalar ancak yasayla düzenlenebilir. 

 Anayasa'nın 91. maddesi uyarınca TBMM., Bakanlar Kurulu'na kanun hükmünde
 kararname çıkarma yetkisi verebilir. Ancak; olağanüstü haller ve sıkıyönetim
 ayrık kalmak üzere Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde
 yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer
 alan siyasi hak ve ödevler KHK. ile düzenlenemez.

 Suç ve cezaların ancak yasa ile düzenlenebileceğini buyuran Anayasa'nın 38.
 maddesi, ikinci kısmın ikinci bölümünde yer almakta olup, KHK. ile bu hususta
 düzenleme yapılmasına yasal olanak yoktur.

 Esasen yasakoyucu, Anayasa'nın bu buyurucu hükmünü gözönüne alarak, 233
 sayılı KHK.ye dayanak olan 2680 sayılı Yetki Yasasında, Anayasa'nın ikinci
 kısmının, üçüncü bölümünde yer alan sosyal ve ekonomik konularla ilgili
 olarak düzenleme yetkisi vermiş bulunmaktadır.

 O halde, suç ve cezanın ancak yasa ile konulabileceği ve yasa çıkarma
 yetkisinin de Anayasa'nın 6 ve 7. maddesi uyarınca TBMM.ne ait olduğu
 yadsınamaz bir gerçektir. Anayasa'dan kaynaklanmayan bir yetkinin hiçbir
 kimse veya organ tarafından kullanılması kabul edilemez.

 O halde, KİT personelinin bazı hallerde memur gibi cezalandırılacaklarına
 ilişkin özel yasalarda yer alan düzenleme bir ceza hükmüdür. Suç ve ceza
 hükmü içeren kuralların ancak yasayla düzenlenebileceği, yasa çıkarma
 yetkisininde TBMM.'ne ait olduğu gerçeği karşısında, bu hususlarda KHK.
 çıkararak Bakanlar Kurulu'nun düzenleme yapmasına anayasal olanak yoktur.

 Bir suç ve ceza hükmünün düzenlenmesi nasıl yasa ile yapılmak gerekirse,
 yasalarda, yer alan bu tür bir düzenlemenin de ancak yasa ile ilga edilmesi
 ve değiştirilmesi olanaklıdır. Nitekim, 233 sayılı KHK.nin 63. maddesinde;
 "2929 sayılı Yasa ek ve değişiklikleri ile yürürlükten kaldırılmıştır"
 hükmüne yer verildiği halde, aynı KHK.nin 64. ve 308 sayılı KHK.nin 17., 399
 sayılı KHK.nin 60. maddelerinde; "ceza hükümlerinin yasalaştığı tarihte
 yürürlüğe girecekleri" belirtilmiştir. Bu düzenleme karşısında KHK. koyucusu
 KİT personelinin bazı hallerde memur gibi cezalandırılabileceğine ilişkin
 düzenlemenin bir ceza hükmü olması nedeniyle ancak, bu ceza hükmüne ilişkin
 düzenlemelerin KHK.ler yasalaşınca yürürlüğe gireceğini açıkça benimsemekle,
 2929 sayılı Yasanın 48. maddesinde yer alan ceza hükümlerinin KHK.ler
 yasalaşıncaya dek yürürlükte olduğunu kabul etmiştir.

 
Bu itibarla, 2929 sayılı Yasanın 48. maddesinde yer alan KİT. personelinin
 memur gibi cezalandırılacağına ilişkin hükmün; 233, 308 ve 399 sayılı KHK.ler
 ile yürürlükten kaldırıldığı söylenemeyeceğinden, Anayasa Mahkemesi'nin
 13.8.1991 günlü Resmi Gazete'de yayımlanan 4.4.1991 gün ve 12/7 sayılı kararı
 üzerine, KİT. personelinin memur gibi cezalandırılacağına ilişkin bir yasal
 boşluk doğduğu ve boşluğun 13.2.1992 tarihinde yürürlüğe giren 3771 sayılı
 Yasa ile giderildiği ileri sürülemeyeceğinden bu hususa yönelik itiraz
 yerinde değildir.

 2- Hükme dayanak yapılan bilirkişiler kurulu raporunun yeterli olup olmadığı
 hususuna gelince; sanıkların oluşturduğu değer takdir komisyonunca, bir kredi
 talebiyle ilgili olarak, güvence gösterilip, üzerinde ipotek tesis edilecek
 olan taşınmazın suç tarihinde belirlenen değerinin, özellikle pek fahiş
 olarak gösterildiği, bilirkişiler kurulu raporundaki değer tesbiti ile
 aralarında oluşan önemli aykırılığın bu sebepten doğduğu anlaşıldığından yeni
 bir bilirkişi incelemesine gerek bulunmamaktadır. Maddi gerçek kesinlikle
 saptandığına göre, bilirkişiler kurulunun değer tesbitinin hükme dayanak
 yapılmasında herhangi bir usul aykırılığı da söz konusu değildir.

 3- Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında ileri sürülen hususlar birinci
 müzakerede çözümlendikten sonra, itirazda zamanaşımı süresinin işleyip,
 işlemeyeceği, bir başka anlatımla itirazın olağan yasa yolu mu, olağanüstü
 yasa yolu mu olduğu hususu tartışılmıştır. Bu husus birinci müzakerede
 oyçokluğu sağlanamadığından ikinci müzakereye kalmıştır.

 İkinci müzakerede Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının olağanüstü yasa yolu
 olduğu, Yargıtay Özel Dairelerince verilen onama kararlarına karşı itiraz
 vukuunda dava zamanaşımı süresinin gözetilemeyeceği aşağıdaki gerekçe ile ve
 oyçokluğuyla benimsenmiştir.

 Yargılama Yasasında olağan ve olağanüstü olmak üzere iki tür kanun yolu
 düzenlenmiştir. Bunlardan olağan kanun yolları, kuralı; olağanüstü kanun
 yolları ise istisnayı oluşturur. Bir kanun yolunun olağan mı, olağanüstü mü
 olduğunu belirlemek için, verilen kararın kesin olup olmadığına bakmak
 gerekir. Kararın kesin olmaması birbaşka makamca denetlenmesi öngörülüyorsa,
 olağan kanun yolu, kararla işin sonuçlanması, uyuşmazlığın çözümlenmesi
 benimseniyorsa, yani denetim olanağı kapatılıyor, ancak yine de hata
 olasılığına karşı bazı makam veya kişilere kanun yoluna başvurabilmek olanağı
 tanınıyorsa olağanüstü kanun yolu söz konusudur.

 Yargıtay Ceza Dairelerinin temyiz yargılaması sonunda verdikleri kararların
 kesinliği evrensel bir ilkedir.

 Ancak; kanunkoyucu, hukuka aykırı gördüğü özel Daire kararlarına karşı
 Yargıtay C. Başsavcılığı'na itiraz yetkisi tanıyarak, Ceza Genel Kurulu'nun
 hakemliğine başvuru yolunu açmıştır. Sadece Yargıtay C. Başsavcısı için
 açılmış olan ve Yargıtay C. Başsavcısı'nın itirazı denilegelmekte olan bu
 yol, kesin bir karara karşı tanındığından olağanüstü sayılmalıdır.

 O halde, temyiz yargılaması sonucunda Özel Dairelerin "ONAMA" kararları
 üzerine, karar kesinleştiğine göre, bu karara Yargıtay C. Başsavcılığı'nca
 itiraz halinde, öncelikle işin esasına girilmeli, hukuka aykırılık
 bulunmadığı, bir başka anlatımla Özel Daire kararı yerinde görüldüğü
 takdirde, Ceza Genel Kurulu'nda yapılan inceleme sırasında dava zamanaşımı
 süresi dolmuş bulunsa bile, bu husus gözönüne alınmamalıdır. Ancak, Özel
 Daire onama kararı hukuka aykırı görülerek kaldırıldığı ve Yerel Mahkeme
 hükmü bozulduğu takdirde, Ceza Genel Kurulu'nda inceleme yapılırken dava
 zamanaşımı süresi dolmuş bulunursa, CYUY.nın 322. maddesinin verdiği yetkiye
 dayanılarak esastan veya usulden karar bozulursa dava zamanaşımı nedeniyle,
 kamu davasının düşürülmesine karar verilmelidir.

 İnceleme konusu davada; Ceza Genel Kurulu'nda yapılan inceleme sırasında dava
 zamanaşımı süresi dolmuşsa da, Özel Daire onama kararı ile hüküm kesinleşmiş
 ve Özel Daire onama kararı Ceza Genel Kurulu'nca yerinde görüldüğünden,
 Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmiştir. Bu itibarla,
 Ceza Genel Kurulu'nda inceleme yapılırken oluşan dava zamanaşımı gözönüne
 alınamaz. Zira, Özel Daire onama kararı ile hüküm kesinleşmiş bulunmaktadır.

 Bu itibarla, Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.

 * Çoğunluk görüşüne katılmayan Kurul Üyelerinden Dördüncü Ceza Dairesi
 Başkanı Sami SELÇUK: "Yüce Ceza Genel Kurulu'nun 19.4.1993 tarihli ve 16/100
 sayılı kararındaki karşı oy yazımda yansıtılan gerekçelerle TC. Yasası
 karşısında sanıkların memur olmadığı ve bu nedenle de suçun önkoşulunun
 oluşmadığı görüşündeyim" açıklaması ile (1) numaralı sebebe, karşı oy
 kullanırken;
* Üyelerden Şener GÜNGÖR: (CMUK.nun 322. maddesinde düzenlenen itiraz
 müessesesi Türk hukukunda yer alan bir kurumdur. Bu nedenle Yabancı
 Ülkelerdeki uygulamalardan doktrinde yararlanma olanağı bulunmamaktadır. Türk
 doktrininin bu konudaki iki görüşüde benimseyip savunduğu görülmektedir.

 Kamu davası açma tekelinin C. Savcısına ait olduğunda kuşku yoktur. Kamu
 davasını açan kuruma davanın seyrini denetleme hakkı da verilmiştir.
 Yargılamaya fiilen katılan esas hakkında görüş bildiren C. Savcısı'nın
 düşüncesi doğrultusunda olsun olmasın Mahkeme kararını temyiz etmeye (Asliye
 Ceza, Ağır Ceza, Devlet Güvenlik Mahkemesi) 7 gün içinde hakkı bulunduğu
 gibi, kamu davasının sürdüğü sırada yargılamaya katılmadığı halde, (Sulh Ceza
 Mahkemesi) kararlarını da 30 günlük süre içerisinde temyiz etmeye de hakkı ve
 yetkisi bulunmaktadır.

 İster C. Savcıları, isterse taraflarca temyiz edilen dosyaların Yargıtay'ca
 incelenmesi Yargıtay aşamasında Yargıtay C. Başsavcılığının süzgecine tabi
 tutulmuştur. Yargıtay C. Başsavcısı adına Yargıtay C. Savcıları dosyayı
 inceleyerek, tebliğname düzenleyerek görüş bildirmek suretiyle (Onama, Bozma,
 Düzelterek Onama, Düşme, Ortadan kaldırma... gibi) ilgili ceza dairesine
 gönderir.

 Daire kararı da dosyası ile birlikte Yargıtay C. Başsavcılığına iade edilir.
 İşte Bu aşamada Daire kararına karşı denetim henüz bitmemiştir. CMUK.nun 322.
 maddesiyle sınırlı olmak üzere dairelerin kararını denetleyen üst kurul olan,
 kararları mahkemeleride bağlayan Ceza Genel Kurulu'na itiraz hakkı
 tanınmaktadır.

 İtiraz müessesesinin karar düzeltme kurumundan ayrı olarak süre ile
 sınırlandırılmak suretiyle Yargıtay C. Başsavcılığı'na tanınmış olmasının iki
 önemli sonucu çıkmaktadır:

 1- Daireler arasında usul hukuku ve maddi hukuk açısından oluşan içtihat
 aykırılıklarının üst kuruma getirilerek düzeltilmesini ve uygulama birliğini
 sağlamak,
2- Dairelerin Yargıtay C. Başsavcılığı'nın görüşüne aykırı biçimde veya uygun
 olsa bile oyçokluğuyla verilen bazı kararlarda işin önemi, tarafların,
 mahkemenin ve kamuoyunun tatmini için üst kurul süzgecinden geçirmek,
Yargıtay Ceza Genel Kurulu, itiraz üzerine önüne gelen dosyayı süreklilik
 gösteren kararlarına nazaran itiraz sebepleri ile bağlı kalmaksızın
 inceleyerek birinci turda 2/3, ikinci turda salt çoğunlukla hüküm
 kurmaktadır.

 İşte hukukumuza ve uygulamaya bu doğrultuda giren kurumun bu açılardan
 değerlendirilmesi ve uygulanış biçimi ve sonuçları itibariyle olağan kanun
 yolu olarak kabulünün daha doğru olacağı, genel kurulun vereceği kararın
 türüne göre farklı sonuçlara götürmesi açısından da gerekli görülmektedir.
 Aksine olağan üstü kanun yolu kabulü halinde yukarıda sözü edilen amaca
 ulaşmanın zorluğu ortadadır.

 Yargıtay İçtihadı Birleştirme Ceza Bölümü Genel Kurulu'nun 11.4.1983 gün ve
 2/2 sayılı kararının gerekçesinde de açıklandığı üzere "... düşme
 sebeplerinin bir özelliği de, bunların hakim tarafından diğer sebeplerden
 önce nazara alınması olduğudur. Bir düşme sebebi bulundukça hakim başka
 hiçbir hususu araştırmaksızın olaydaki sanıklara bu düşme sebebinin
 uygulanmasına imkan olup olmadığını araştırır ve uygulanabileceğine kanaat
 getirdiği takdirde düşme sebebini uygulayarak davanın ortadan kaldırılmasına
 karar verir..." denilmektedir.

 Olayımıza gelince, mahkemece verilen mahkumiyet kararı özel dairesince oy
 çokluğuyla onanmıştır. Bu karara karşı yasada öngörülen süre içerisinde
 esastan (maddi hukukun, sübutun kabulü ve yasaların uygulanış biçimi
 açısından) usul ve kanuna uygun görülmeyerek Yargıtay C. Başsavcılığınca yüce
 Genel Kurul'un önüne getirilmiştir.

 Genel Kurul'un yukarıda içtihadı birleştirme ceza bölümü Genel Kurul
 kararında açıklandığı üzere öncelikle, düşme ve ortadan kaldırma sebepleri
 var mıdır yok mudur ona bakması gerekir. Varsa artık başka yönden incelenme
 olanağı kalmamaktadır. Genel kurulun incelemesi anında TCK.nun 102/4 ve 104/2
 maddelerinde öngörülen toplam 7 yıl 6 aylık DAVA ZAMANAŞIMI süresinin dolduğu
 görülmüştür. Zamanaşımının varlığının tesbitinin sanık lehine olduğunda da
 kuşku yoktur. Yüce kurulca kamu davasının ortadan kaldırılması gerekir. Bu
 konu gözardı edilerek itirazın esası incelenip tartışıldıktan sonra verilen
 karar esas yönünden itiraz benimsenmemiştir. Ancak, özel dairenin cezanın
 onanması anında hüküm kesinleştiğinin başka bir anlatımla, Ceza Genel
 Kurulu'nun denetim görevi yaptığı sırada verdiği kararın tarihinden geriye
 dönülerek Daire karar tarihinde dava zamanaşımının kesildiği ve itirazın
 üzerine işlemeyeceğinin kabul edilmesinin Ceza Genel Kurul kararlarının
 niteliğine göre, dava zamanaşımı ile ceza zamanaşımlarının farklı tarihlerde
 başlayacağının kabulü anlamına geldiği gibi, dosyayı bütünü ile inceleyip
 kanıtları, sübutun gerçekleşip gerçekleşmediğini, uygulamanın doğru olup
 olmadığını incelediği dosyada mahkumiyet kararının özel daire onama kararı
 ile kesinleştiği sonucuna vararak daire kararının denetleme görevi yapan yüce
 Ceza Genel Kurulu kararının önüne geçip öncelik ve geçerlilik kazandığı
 sonucuna varmak, muhakemenin devam etmesini ve mahkumiyetle sonuçlanmasını
 önleyen sorumsuzluk sebeplerinin (sanığın ölmesi, genel af, dava zamanaşımı,
 ön ödeme) inceleme merciince nazara alınmayacağı gibi bir anlam çıkar ki,
 kanunlarımızda sanık aleyhine böyle bir yargıya varmanın kesin ve katı
 sınırlama getirmediğinin aleyhe yorumdan öteye dayandığınıda bulmanın olanağı
 yoktur.

 Açıklamaya çalıştığım nedenlerle sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımı
 nedeniyle ortadan kaldırılması düşüncesiyle sayın çoğunluğun görüşüne
 katılmıyorum);
* Çoğunluk görüşüne katılmayan Üyelerden Vural SAVAŞ: (Özel Daire onama
 kararından sonra, C. Başsavcılığı itirazının Genel Kurulumuzdaki inceleme
 sırasında "zamanaşımı" gerçekleşmiştir. Çoğunluk; C. Başsavcılığı itirazının
 "olağanüstü bir kanun yolu" olduğunu, Özel Daire onama kararıyla "hükmün
 kesinleştiğini" bu sebepten itirazın esas yönünden haklılığının kabul
 edilmesi ve sanığın cezalandırılmasının sözkonusu olması durumunda
 zamanaşımının gözönünde tutulabileceği görüşündedir. Bu görüşe katılmak
 mümkün değildir. Şöyle ki:

 1- C. Başsavcılığı itirazının "olağanüstü bir kanun yolu" olduğu doktrinde
 tartışmalı bir konu olduğu gibi; "hükmün kesinleşmesini engellediği" yolunda,
 üzerinde durulması gereken ve içtenlikle benimsediğimiz görüşler ileri
 sürülmüştür. Bu görüşlerden bazılarına aşağıda değinilmiştir:

 A- CMUK.nun 322. maddesinde hükme bağlanmış bulunan itiraz ve karar tashihi
 müesseseleri yalnız bizde mevcuttur ve daha ziyade istinaf derecesinin
 yokluğunun husule getirebileceği sonuçları hafifletmek amacına hizmet
 ederler. Müesseselerin memleketimize has oluşu yüzünden, yabancı doktrin,
 mevzuat ve içtihatlarda işe yarayabilecek izah tarzlarına ve çözüm yollarına
 rastlamak mümkün değildir.

 Bununla beraber, müesseselerin genel karakterine bakarak sonuca varmanın
 mümkün olduğunu sanıyorum.

 Başsavcıya tanınmış olan itiraz yolu, itiraz ve temyiz gibi olağan kanun
 yollarının temel niteliğine uygun bir hüviyet taşımaktadır. Gerçekten, nasıl
 itiraz ve temyiz yollarında, bir mahkeme tarafından verilmiş olan karar, onun
 dışında bir merciin tetkikine sonuluyorsa, 322. maddedeki itiraz yoluna
 başvurulduğu takdirde, tashihi karar yolunun aksine, kanaatbahş görülmeyen
 Daire kararı başka bir mercide, yani Ceza Genel Kurulu'nda incelenmektedir.
 Olağan kanun yollarına, henüz kesinleşmemiş olan kararlara karşı
 başvurulduğuna göre, kanun yolu niteliği arzeden Başsavcının itirazının da
 hükmün kesinleşmesini önlediği neticesine varılmalıdır. Karar aleyhine
 Başsavcılık tarafından itiraz edilmesinin kesinleşme neticesinin doğmasına
 mani olması gerektiği görüşünü teyit eden başka gerekçeler de vardır.

 Bir kere, kanun, 322. maddenin son fıkrasında, karar tashihi yoluna
 başvurulması halinde, Savcılıkça infazın tehiri kararlaştırılmadıkça, hükmün
 infaz olunacağı kaydedildiği ve böylece karar tashihi yolunun kesinleşmeğe
 mani olamayacağı belirtildiği halde, itiraz müessesesini hükme bağlayan 5.
 fıkrasında böyle bir kaydı ileri sürmek lüzumunu hissetmemiştir. Bundan
 çıkarılacak netice sadece şu olabilir: İTİRAZ YOLUNA GİDİLMESİ HALİNDE HÜKÜM
 İNFAZ EDİLEMEZ. Kesinleşen hükümlerin infazı kaidedir. Bu kaideden, ancak,
 sarih istisnaların kanunen konulması halinde inhiraf etmek mümkündür. Mesela,
 tashihi karar yolunda, kanun koyucu bu şekilde hareket etmiştir. İtiraz
 sözkonusu olduğunda, herhangi bir sarih hükmün yokluğu, hüküm kesinleşmemiş
 olacağı cihetle, kanun koyucunun bu anlamda bir lüzum görmediği şeklinde
 yorumlanabilir.

 Kesinleşmemiş mahkeme kararlarına karşı açık olan kanun yolları, yani olağan
 kanun yolları, kanunun tayin ettiği süreler veya belli bir soruşturma safhası
 zarfında kullanılmalıdırlar. Acele itiraz ve temyiz yollarında süre kanun
 tarafından kesinlikle tesbit edilmiş, adi itirazda, itirazın aynı soruşturma
 safhası içinde yapılması öngörülmüştür. Buna mukabil, kesinleşmiş mahkeme ve
 hakim kararları için açık bulunan muhakemenin iadesi, Yazılı Emirle Bozma,
 Tahsisi Karar gibi yollara, herhangi bir süreyle bağlı kalınmaksızın
 başvurulabilir. Bu nitelik hepsinde ortaktır. Kanun koyucu, Başsavcılığa
 tanımış olduğu itiraz hakkının, Daire kararından itibaren, 30 gün içinde
 kullanılmasını şart koşmakla, bu müesseseyi olağan kanun yolları içinde
 mütalaa ettiğini göstermiştir.

 Öte yandan, izahına çalıştığımız görüşün aksine, Başsavcılığın, Daire
 kararını CGK. nezdinde itiraz etmesine rağmen hükmün kesinleşmiş olduğu kabul
 edilecek olursa, TCK.nun zamanaşımı hakkındaki hükümleri gereğince, ceza
 zamanaşımının da işlemeğe başladığını kabul etmek lazımdır. Oysa, 322. madde
 hükmü gereğince, itiraz yoluna başvurulursa, ceza infaz edilemez. Başka bir
 deyişle, infazla görevli makamlar, mahkum edilen kimseyi infaz için
 tutamazlar. Mahkumun, infaz makamları tarafından infaz için tutuklanmamasına
 rağmen, ceza zamanaşımının işleyeceğini, böylelikle, hükmün CGK.ca onanıp
 itirazın reddedilmesi tarihine kadar, hükümlünün, hakkı olmayan bir lutfa
 mazhar olabileceğini kabule müncer olan bu görüşün makul sayılamayacağı
 ortadadır. İtiraz edilmesi halinde, ceza zamanaşımının, itiraz hakkında bir
 karar verilinceye kadar duracağı da söylenemez. Zira, zamanaşımını durduran
 ve kesen sebepler kanunda gösterilir. Oysa kanunda böyle bir durma sebebi
 yoktur. Esasen, mevzuatımız, yasama organı üyeliği hariç, ceza zamanaşımını
 durduran bir sebep kabul etmemiştir.

 Bu sebeplerle, bir Daire kararına karşı, Başsavcılık makamı tarafından CGK.
 nezdinde itirazda bulunulduğu takdirde hükmün kesinleşmeyeceğini,
 dolayısıyla, CGK. mesele hakkında onama kararı verinceye kadar dava
 zamanaşımının devam edeceğini kabul etmek gerekecektir.

 Bunun mantıki sonucu ise, mesele, CGK.da incelenmekteyken zamanaşımı süresi
 dolduğu takdirde, merciin düşme kararı vermesidir.

 Eğer, itirazın, hükmün kesinleşmesine mani olmadığı kabul edilecek olursa,
 itirazın Genel Kurulca yerinde görülüp Daire kararının bozulması ve mahalli
 mahkemeye gönderilmesinden sonra, mahkemenin, zamanaşımı sebebiyle düşme
 kararı vermemesi gibi hukuken terviç edilemeyecek bir sonuca varılacaktır.

 Öte yandan, Tevhidi İçtihat Genel Kurulu'nun 9.5.1956 tarih ve 6/4 sayılı
 içtihadında; "Bir hükmün Temyiz Mahkemesi'nce tasdiki ile kaziyei muhakemenin
 teşekkül edeceği ve temyiz kararları aleyhine itiraz olunamayacağı mehaz
 kanununda kabul ettiği esaslar cümlesinden bulunduğu halde bazı zaruretler
 mülahaza olunarak kanunumuz bu prensipten ayrılmıştır" denilmektedir. Demek
 ki, Temyiz Mahkememizin de, Daire kararının verilmesiyle hükmün, kesin hüküm
 kudretini kazanmayacağı, itiraz yolunun kesinleşmeye mani olacağı görüşüne
 iltihak ettiğini söylemek mümkündür -Prof. Dr. UĞUR ALACAKAPTAN, Temyiz
 Mahkemesi Başsavcılığı'nın Yaptığı İtiraz Hükmün Kesinleşmesine Mani Olur mu?
 A.Ü. Hukuk Fakültesi Dergisi, 1967, S. 287-.

 B- Prof. Dr. UĞUR ALACAKAPTAN'ın yukarıda "A" bölümünde yazılı görüşleri bir
 yazarımızca şöyle değerlendirilmiştir: Yargıtay Dairelerinin kararları
 aleyhine Başsavcılıkça da olsa, 30 gün içinde CGK.na itirazda
 bulunulabilmesinin bu kararların kesinleşmesine engel olup olmadığı üzerinde
 durulmuştur. Bu yola bir süre içinde başvurma olanağı bulunduğuna göre,
 kararın bu süre geçtikten sonra kesinleştiğinin kabul edilmesi fikri yerinde
 olmak gerekir -Prof. Dr. ÖZTEKİN TOSUN, Türk Suç Muhakemesi Hukuku Dersleri,
 Cilt. 2, S. 254-.

 C- Başsavcının itirazı, yasa yolları içinde bir olağan sayılmalıdır. Çünkü bu
 yola başvurmak için, Başsavcıya ilamın kendisine verildiği tarihten
 başlayarak belirli bir süre -30 gün- tanınmıştır. Bu sürenin geçmesi ile
 ancak Yargıtay'ın kararı yerine getirebilecek ve bu karar kesin hüküm
 kuvvetine sahip olabilecektir. Bu yola yalnız Başsavcının başvurabilmesinin
 kabul edilmesi, bu yolu olağanüstü bir yasa yolu durumuna getirmemelidir.
 YASAYOLLARI GENEL TEORİSİ İÇİNDE OLAĞAN OLUŞ YA DA OLMAYIŞ BAKIMINDAN ÖNEMLİ
 OLAN AYIRAÇ, BİR YOLA BAŞVURMANIN SÜRE İLE SINIRLI OLUP OLMAMASIDIR. SÜREYE
 BAĞLI DURUMLARDA DA, BELİRLİ SÜRENİN GEÇMESİ İLE ANCAK KARAR KESİNLEŞİR ve
 kesin hüküm kuvveti kazanabilir. Bu bakımdan bir Yargıtay Kararına ilişkin
 ilam Başsavcıya verildikten başlayarak 30 gün geçmeden, bu kararın yerine
 getirilmesi mümkün değildir -Prof. Dr. ERDENER YURTCAN, Ceza Yargılaması
 Hukuku, 2. Bası, S. 394-.

 2- Benimsediğimiz bilimsel görüşler bu şekilde özetlendikten sonra, kendi
 görüşlerimi de açıklamakta yarar görüyorum:

 A- Bu kararla, süreye bağlı bir yasayolunun olağanüstü bir yasayolu sayılıp
 sayılmayacağı ve kesinleşmeyi önleyip önlemeyeceği konusunda, Hukuk ve Ceza
 Genel Kurulu Kararları arasında ancak İçtihadı Birleştirme Genel Kurulu'nun
 halledebileceği görüş ayrılığı doğmuştur. 

 HUMK.nun 440. maddesi uyarınca, CMUK.nun aksine, "karar düzeltme" C.
 Başsavcılığı itirazı gibi süreye bağlı bir yasayoludur.

 Bir yazarımız bu yasayolunu şöyle tanımlıyor:

 KARAR DÜZELTME, Yargıtay'ın temyiz incelemesi sonucunda vermiş olduğu bazı
 kararlara karşı tanınmış olan, kendine özgü, BİR NORMAL KANUN YOLUDUR. Yani,
 bir hüküm hakkında Yargıtay'ın temyiz incemelesi sonucunda vermiş olduğu
 karara karşı karar düzeltme yolu açık ise, O HÜKÜM, ANCAK KARAR DÜZELTME
 YOLUNUN TÜKENMESİ İLE ŞEKLİ ANLAMDA KESİNLEŞEBİLİR. Karar düzeltme, temyiz
 yolunun devamı, tamamlayıcısı niteliğinde bir kanun yoludur -Prof. Dr. BAKİ
 KURU, Hukuk Muhakemeleri Usulü, Cilt 4, 4. Bası, S. 3497 ve devamı-.

 Bu konuda Yargıtay Hukuk Daireleri ve Hukuk Genel Kurulu kararları uyum
 içindedir. Mesela, 2. Hukuk Dairesi'nin 1.7.1971 gün ve 3267/4250 sayılı
 kararında "Yargıtay'ın onama kararına karşı başvurulan karar düzeltme
 talebinin reddedildiği tarihte, onanan mahalli mahkeme hükmü kesinleşir"
 denilmek suretiyle bu husus vurgulanmıştır.

 Bu ilkeler, C. Başsavcılığı itirazında öncelikle kabul edilmelidir. Zira,
 konu "hürriyetin kısıtlanmasıyla" yakından ilgilidir.

 Mesela, bir sanığın altı ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin hüküm
 Özel Dairece onansın, Başsavcılık, sanığın beraatine karar verilmesi
 gerektiği görüşüyle itirazda bulunsun ve Ceza Genel Kurulunda itirazın
 incelenmesine sekiz ay sonra sıra gelsin. Çoğunluk, böyle bir durumda, "önce
 İNFAZ, sonra ISLAH yapabiliriz" diyor. "ISLAH" niçin yapılacak, sanığa 466
 sayılı Yasa uyarınca tazminat ödenmesini sağlamak için mi?
Özgürlük penceresini olabildiğince açık tutmaya çalşıan yorumlar "ÇAĞDAŞ" ve
 "HAKLI" sayılabilir. Aslında yorumlarımızın "ISLAH"a hitiyacı var. Özgürlük
 bayrağını Genel Kurulumuzda hiç bu kadar boynu bükük görmedim ve kendisini
 dalgalandırmaya çalışan kollar azınlıkta kaldı.

 B- Ayrıntıları Ceza Genel Kurulu'nun 22.2.1988 gün ve 18 sayılı ilke
 kararında, 18.2.1980 gün ve 352/63 sayılı, 26.5.1986  gün ve 6/296 sayılı
 kararlarında açıklandığı gibi; Ceza Genel Kurulu, Cumhuriyet Başsavcılığı
 itirazında gösterilen sebeplerle bağlı olmaksızın dosyayı her yönüyle
 inceler, bütün yasaya aykırılıkları re'sen ortaya çıkarır ve bozma nedeni
 yapabilir.

 Çoğunluk, bir yandan yukarıda yazılı ilkelerden dönülmediğini söylüyor, diğer
 yandan "zamanaşımı" yönünden inceleme kısıtlaması getiriyor.

 "Zamanaşımı"na ilişkin hükümler aslında Ceza Kanunumuzun "Genel Hükümler"
 kısmında yer almıştır ve esas yönünden yapılan bir incelemede öncelikle
 gözönünde tutulur.

 11.4.1983 gün ve 2/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere;
 düşme sebepleri birden fazla oldukta, ceza ilişkisini ortadan kaldıranlar,
 sadece infaz ilişkisini düşürenlerden önce uygulanmak gerekir. DÜŞME
 SEBEPLERİNİN BİR ÖZELLİĞİ DE, BUNLARIN HAKİM TARAFINDAN DİĞER SEBEPLERDEN
 ÖNCE NAZARA ALINMASI OLDUĞUDUR. Bir düşme sebebi bulundukta, hakim başka
 hiçbir hususu araştırmaksızın olaydaki sanıklara bu düşme sebebinin
 uygulanmasına imkan olup olmadığını araştırır ve uygulanabileceğine kanaat
 getirdiği takdirde derhal düşme sebebini uygulayarak davanın ortadan
 kaldırılmasına karar verir -Bakınız, CGK.nun 16.3.1987 gün ve 9-525/123
 sayılı kararı-.

 C- Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının olağanüstü bir kanun yolu olduğunu ve
 onanmakla hükmün kesinleştiğini kabul eden bir yazarımız dahi şöyle diyor:

 OLAĞANÜSTÜ İTİRAZ YARGILAMASI SIRASINDA, MESELA ZAMANAŞIMI GİBİ BİR DÜŞME
 SEBEBİ BULUNDUĞU GÖRÜLÜRSE, BU SEBEPLE KANUN YOLU MUHAKEMESİ DE
 ÖNLENECEĞİNDEN, DÜŞME KARARI VERİLİR -Prof. Dr. NURULLAH KUNTER, Ceza
 Muhakemesi Hukuku, N. 569-.

 Tüm bu hususlar gözönünde tutulduğunda, sanık hakkında açılan kamu davasının
 zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılması görüşünde olduğumdan çoğunluk
 görüşüne katılmıyorum) diyerek CGK.da gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle
 davanın ortadan kaldırılması gerektiğini ileri sürmüşlerdir. 

 S o n u ç : Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında ileri sürülen soruşturmanın
 genişletilmesine yönelik sebep yönünden itirazın 19.4.1993 tarihinde yapılan
 birinci müzakeresinde oybirliğiyle, 
2- Sanıkların memur gibi cezalandırılabileceklerine 19.4.1993 tarihinde
 yapılan birinci müzakerede 2/3'ü aşan oyçokluğuyla,
3- İtirazda zamanaşımının gözetilmeyeceğine ve itirazın (REDDİNE), 10.5.1993
 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.


    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini

    Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini