 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu
E. 1993/3
K. 1994/2
T. 24.6.1994
* KAMULAŞTIRMA BEDELİNİN ARTIRILMASI
* HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN BAŞLANGICI
* BİLDİRİM (TEBLİĞ)
* TAPUDA DEVİR (FERAĞ)
ÖZET : Kamulaştırma üzerine ferağı verilmiş taşınmazlarda, Kamulaştırma
Kanununun 14. maddesindeki kamulaştırma bedelinin artırılması davası açılması
için kabul edilen 30 günlük hak düşürücü süre, daha önce kamulaştırma işlemi
ile ilgili olarak yasaya uygun bir bildirim yapılmamış olması halinde, tapuda
bu devir (ferağ) işleminin yapıldığı tarihte başlar.
(2942 s. Kamulaştırma K. m. 13, 14, 25)
Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu'nun 15.4.1993 gün ve 19 sayılı kararı
üzerine toplanan Yargıtay İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 25
Mart 1994 günü yaptığı ilk toplantıda; Kamulaştırma Yasası'nın (KY.) 14.
maddesinde bedel artırım davası için kabul edilen, 30 günlük hak düşürücü
sürenin tapuda devir (ferağ) veya yönetim tarafından sonradan yapılacak
bildirim (tebliğ) gününden mi başlayacağı konusunda Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu ile Beş ve Onsekizinci Hukuk Daireleri kararları arasında inanç
(içtihat) aykırılığın bulunduğu kabul edilmiş ve hukuksal sorunun
tartışılmasına geçilmiştir.
1- İnanç (İçtihat) aykırılığına neden olan olayın gelişimi:
İnanç aykırılığını ortaya çıkaran kararlarda somut olay, yönetim tarafından
yapılan kamulaştırma işleminin tamamlanmasından sonra "KY.'nın 13. maddesinin
buyurucu kuralına uygun bir bildirim yapılmadan taşınmazın maliki tarafından
tapuda yönetime devir edilmesiyle" başlamaktadır.
Yönetim, devir işleminden sonra işin başında yapmadığı yasal bildirimi, yasada
öngörülmemekle birlikte "otuz gün içinde bedel artırımı davası açılabileceği
uyarısıyla" yapmayı uygun görmektedir.
Kamulaştırılan taşınmazın maliki, devirden sonra, kendisine yapılan bu
nitelikteki bildirim gününden itibaren otuz günlük hak düşürücü süre içinde
kamulaştırmanın artırılması davası açmaktadır.
2- Yargıtay denetiminde inanç aykırılığının oluşması:
A- Beş ve Onsekizinci Daire kararları;
Yargıtay Beş ve Onsekizinci Hukuk Daireleri "kamulaştırma bedelinin
artırılması davasının açılması için yasada öngörülen otuz günlük hak düşürücü
sürenin devir gününden başlayacağını kabul etmiş" ve bu yoldaki inançları
kesintisiz sürdürmüşlerdir (Y. 5. HD.'nin 23.10.1990 gün ve 1991/22422-30512
sayılı; 29.4.1991 gün ve 9434/13998 sayılı ve Y. 18. HD.'nin 28.4.1993 gün ve
1993/3065 sayılı kararları).
Daireler, bu yargıya varırken -özetle- davacı malikin (kamulaştırma bedelini
alma karşılığı olarak), taşınmazı yönetime tapuda devir etmesiyle
kamulaştırma işlemini ve bildirimle (tebliğ) güdülen amacı sağlayacak
verileri öğrenmiş olduğu" gerekçesine dayanmışlardır.
B- Hukuk Genel Kurulu Kararları;
Hukuk Genel Kurulu, ilk önce Beşinci Hukuk Dairesi'nin görüşünü benimseyerek
hak düşürücü sürenin devir tarihinden başlayacağını kabul etmiştir (22.4.1992
gün ve 5-91/29 sayılı ve diğerleri). Ne varki; daha sonra bu kararlara karşı
yapılan karar düzeltme istemi üzerine kararından dönerek bu kez "hak düşürücü
sürenin, devir işlemi önceden yapılsa bile, taşınmaz malikine yasaya uygun
olarak yapılacak bildirimle başlayacağı yargısını benimseyerek aykırılık
olgusunu gerçekleştirmiştir (25.11.1992 gün, 5/423-705 sayılı ve diğerleri).
Genel Kurul kararlarında; sağlıklı ve doğru dava açılabilmesi için
"Kamulaştırma Yasası'nın 13. maddesinde kamulaştırma işleminin bildiriminde
hangi bilgi ve belgelerin bulunmasının zorunlu olduğunun belirlendiği" ve
"25. maddede, hakların kullanılması bakımından kamulaştırma işleminin mal
sahibi için 13. madde uyarınca yapılan bildirimle başlayacağı yolunda
buyurucu kuların yorum yoluyla değiştirilemeyeceği" gerekçesine
dayanılmıştır.
3- Hukuk sorununun çözümünde kullanılacak Kamulaştırma Yasası'ndaki
düzenlemeler:
13. madde:
Kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın 7. maddedeki usule göre tesbit
edilen sahibi zilyet ve diğer ilgililerden adresi tesbit olunanlara tebliğ
edilmek üzere; kamulaştırılacak taşınmazın kamulaştırılmasına uygun ölçekli
bir plan veya ölçekli krokisi, kamulaştırma kararı, takdir olunan kıymeti,
kamulaştırma karşılığının veya ilk taksidin milli bankalardan birine hak
sahibi adına yatırıldığına dair belge, kamulaştırmanın hangi idare yararına
yapıldığı, açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği, bedelin bankaya
yatırıldığı tarihten başlayarak otuz gün içinde notere verilir. Noter onbeş
gün içinde belgeleri tebliğe çıkarır.
Doğrudan tebligat ile beraber yukarıda yazılı konular ayrıca ilan olunur.
14. madde:
Kamulaştırılacak taşınmazın sahibi, zilyeti ve diğer ilgililer noter veya köy
ihtiyar kurulu aracılığıyla yapılan tebligat gününden kendilerine tebligat
yapılmayanlara tebligat yerine geçmek üzere gazete ile yapılan ilan
tarihinden veya köy odasına asılmak suretiyle yapılan ilan süresinin
bitiminden itibaren otuz gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari
yargıda ve takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı da adli yargıda dava
açabilirler.
25. madde:
Hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından "kamulaştırma
işlemi mal sahibi için 13. madde uyarınca yapılan tebligatla" idare için
tebligata çıkarmakla başlar. Dava açabilmek için idarenin tebligat yapması
veya tebligat çıkarması şarttır.
4- Sorunun çözümü:
Yargıtay Büyük Genel Kurulu'nda yapılan açıklama ve tartışmalarda hukuksal
sorun şu gerekçeler benimsenerek çözümlenmiştir.
Kamulaştırma Yasası'nın 25. maddesinde getirilen "dava açabilmek için idarenin
tebligat yapması şarttır" kuralı buyurucu niteliktedir. Ancak; taşınmaz
malikinin, kendisine yasada öngörülen şekilde bildirim yapılmamış olmasına
karşın" taşınmazını tapuda yönetime devretmesi, kamulaştırma bedelini alması
"Kamulaştırma Yasası'nın 13. maddesinde bildirimde (tebligat) bulunması
öngörülen kamulaştırma işlemiyle ilgili dava açmaya yarayacak doğru ve
sağlıklı bilgileri öğrendiği elde ettiği" de bir olgu olarak kabul
edilmelidir.
Taşınmazı kamulaştırılan malikin, yasaya uygun bildirimin yapılmasını
beklemesi hukuk düzeninin kendisine tanıdığı bir haktır. Nevarki, hakların da
doğruluk ve güven kurallarına (objektif hüsnüniyet) göre belirlenen kapsam ve
sınırlar içinde kullanılması gerekir (MK. m. 2).
Bir hakkı kullanan kimsenin doğal olarak subjektif bir yararı olduğu kabul
edilir. Ancak hakkın kullanılmasında "subjektif bir yararı" bulunmaması
durumunda Medeni Yasa'nın 2/2. maddesinde açıklanan "hakkın köyüte
kullanılması" gündeme gelebilir. Hakkın kullanılmasında hak sahibinin bir
çıkarının bulunmaması, sonunda ulaşılabilecek sonucun elde edilmiş olmasına
karşın hakkın kullanılmasında direnilmesi tipik bir kötüye kullanımdır (İmre,
Medeni Hukuka Giriş, 1976, sh. 294; Ediş Medeni Hukuka Giriş ve Başlangıç
Hükümleri, sh. 332).
O halde; taşınmaz malikinin, yasanın (m. 13) kendisine tebligat yoluyla
gönderilmesini "zorunlu gördüğü bilgileri" tapuda devir ve kamulaştırma
bedelini alma gibi somut işlemlerle öğrendiği ve sağlıklı dava açabilmesi
için hiç bir engelin kalmadığı kabul edilmelidir. Davacının, kamulaştırmaya
ilişkin bilgileri öğrenmiş olması karşısında, kendisine tebligat yapılmasını
beklemesinde artık yarar ve çıkarı bulunduğunu ileri sürmek hayatın olağan
akışına ters düşer.
O halde taşınmaz malikinin kendisine tebligat yapılmadığını ileri sürmesi
hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirilmeli ve hak düşürücü sürenin
tapuda yapılan devir işlemiyle başlayacağı kabul edilmelidir. Çünkü; Yasanın
öngördüğü amaç yani bilgilendirme gerçekleşmiştir; "tebligatın yapılmasını
direnerek beklenilmesinde" hakkın kötüye kullanılması sözkonusudur.
Bununla birlikte; davacı malikin beklentisini, haklı gösterecek nitelikte
somut olguların gerçekleştiği durumlarda ne yarar yokluğundan ne de hakkın
kötüye kullanılmasından söz edilemeyeceği; malikin, devir işleminin yapılması
sırasında, hiç bir duraksamaya meydan vermeyecek şekilde kendisine yasaya
uygun tebligat yapılmasını istemesi veya yönetimin kendisine devir işleminden
hemen sonra (otuz günlük hak düşürücü süre içinde dava açılması gerektiği
uyarısıyla) yasaya uygun biçimde tebligat yapması onun beklentisini haklı
gösteren olgular olarak kabul edilebileceği; zira yönetimin kendi yanıltıcı
ve çelişik tutumundan, hatalı yönlendirmesinden yararlanmaması ve malikin
tebligatı beklemede yararı olup olmadığının değerlendirilmesi gerektiğinin
gerekçede açıklanması da uygun görülmüştür.
Hukuki sorunun tartışılması sırasında, "malikin somut olaylardaki gibi tapuda
rızasıyla taşınmazı yönetime devretmesinin Kamulaştırma Yasası'nın 8.
maddesinde düzenlenen kamulaştırılan taşınmazın, yönetim tarafından
malikinden anlaşarak satın alınması niteliğinde olduğu, bu nedenle malikin
artık kamulaştırma bedelinin artırılması davası açamayacağı"da öne
sürülmüştür.
Ancak; bu görüş, "Kamulaştırma Yasası'nın 8. maddesinde getirilen kuralın
somut olaylara etkisi açısından bir sorunun çıkmadığı ve dava hakkının
varlığı konusunda görüş aykırılığı bulunmadığı" gerekçesiyle
benimsenmemiştir.
S o n u ç : Kamulaştırma üzerine ferağı verilmiş taşınmazlarda Kamulaştırma
Kanununun 14. maddesindeki kamulaştırma bedelinin artırılması davası açılması
için kabul edilen 30 günlük hak düşürücü süre daha önce kamulaştırma işlemi
ile ilgili olarak yasaya uygun bir bildirim yapılmamış olması halinde, tapuda
bu devir (ferağ) işleminin yapıldığı tarihte başlayacağına, birinci ve ikinci
toplantıda yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 24.6.1994 gününde yapılan
üçüncü görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
* İçtihatların birleştirilmesinin çözümünde tebliğ işlemleri doğrudan
ilgilidir. O nedenle öncelikle tebligatın hukuksal niteliği ve sonuçları
üzerinde durulmalıdır.
Tebligat, hukuksal bir işlemin, ilgili kimsenin bilgisine sunulması için
yetkili makamın yasa ve yöntemine uygun biçimde yazı ile veya ilan yoluyla
yaptığı belgeleme işlemidir (Hukuk Sözlüğü, Ejder Yılmaz, 2. Bası, Ankara
1982, Sh. 402).
Kural olarak tebliğ ile ilgili kanun ve tüzük hükümleri tamamen şekli olup
ancak yasalarda ve tüzüklerde emredilen şekli koşulların eksiksiz yerine
getirilmesi ile hukuki sonuçlar doğurur ve kanıtlanabilir.
Tebliğin zorunlu olması nedeniyle eğer o işlem hiç tebliğ edilmezse veya
usulsüz tebliğ edilirse yapılan işlem veya alınan karar bir hüküm ifade
etmeyecektir. Tebliğin çok önemli fonksiyonunu gözardı etmeyen yasakoyucu bu
konuda çeşitli yasa hükümleri getirmiştir. Bunlardan biri de Kamulaştırma
Yasasında düzenlenmiştir. Kamulaştırma Yasasındaki idari tebligat (Tebliğ
Kanunu md. 45) hükümleri özel hükümlerdir. 7201 sayılı Genel Tebligat Yasası
yanında bazı özellikleri taşıdığı için öncelikle uygulanır.
Kamulaştırma; kamu yararı düşüncesiyle devlet veya bir kamu tüzel kişisinin
tek taraflı bir idari karara dayanarak ferdi mülkiyete son vermesi; taşınmaz
mülkiyetini kazanmasıdır. Kamulaştırma sonucunda ferdin taşınmaz mal
üzerindeki mülkiyet hakkı hukuken kalktığı için mülkiyetin mutlak kaybı
sözkonusudur. Hukukumuzda mülkiyet hakkı temel Anayasal haklar arasında
yeralmıştır (Anayasa md. 35). Aslında kamulaştırma ile Anayasal bir hakka son
verme durumunda yasakoyucunun tebliğe ilişkin özel hükümler getirerek
gösterdiği hassasiyetten daha normal bir yöntem düşünülemez. Gerçekte de,
yasakoyucunun kamulaştırma konusunda tebliğe ilişkin özel hükümler koymakta
güttüğü amacın temelinde mülkiyet hakkına verdiği değer yeralmaktadır. O
nedenle yasakoyucu kamulaştırma yasasına özel hükümler koyarak, (K.K. md. 13;
14 ve 25) malikin kamulaştırmaya ilişkin tüm işlemleri ayrıntılarıyla çok
açık ve kesin biçimde özel hükümdeki koşullara ve usule uygun yapılacak bir
tebliğ sonucu öğrenmesini istemiştir.
Şimdi, hukuki sorunun çözümüne doğrudan etkili yasa hükümlerinin açıklanmasına
sıra gelmiştir. Kamulaştırma Yasasının 13 ve 25. maddelerinde şu ana ilkeler
benimsenmiştir. Kamulaştırma işlemleri ancak 13. madde uyarınca yapılan
tebligatla başlar. 13. maddenin önerdiği şekilde ve idare tarafından
tebligatın çıkarılması şart ve zorunludur.
Aksi takdirde, hakların kullanılması ve borçların yerine getirilmesi açısından
kamulaştırma işlemleri mal sahibi için başlamaz ve hüküm ifade etmez.
Tebligat bedel artırım davasının dava koşuludur. Tebligatın 13. maddede
sayılan belgeleri içermesi gerekir. Bunlardan bir tanesinin eksik beyan
edilmesi dahi tebligatı geçersiz kılar. Bunun zorunlu bir sonucu olarak
tapuda ferağ işlemi verilmiş olsa bile dava açmak için gerekli hak düşürücü
süre işlemez. Diğer bir anlatımla; bu süre ancak 13. md. gereğince
çıkarılacak tebligat ile başlayacaktır. Maddede yazılı "Şarttır" sözcüğü bu
sonucu emretmektedir (Bkz., K.K. md. 13; 25).
Kamulaştırmada; tebligatın usulüne uygun yapıldığının belgelendirilmesinde de
yasakoyucu; diğer yasalara karşın daha fazla titizlik göstererek, tebligatta
noterleri görevli kılmıştır. Noterler; işlemlerin Tebligat Kanunu
çerçevesinde yapıldığını tebliğ mazbatası ile belgelendirmekle yükümlüdürler.
Tebligat açısından tebliğin usulüne uygun olarak yapılmadığı veya tebliğ
tarihi gibi konularda kuşkular ortaya çıktığında bu durum sırf noterin
belgelendirme işlemine bakılarak çözümlenir (Bkz. K.K. md. 14). Yorum yoluna
dahi başvurulması gerekmeyen sade bir vatandaşın bile kolaylıkla
anlayabileceği bu yasa hükümlerinde görüldüğü gibi bedel artırma davası için
öngörülen 30 günlük hak düşürücü sürenin ancak yasanın istediği bilgi ve
belgeleri taşıyan ve noterce yapılacak usule uygun tebligatla
başlayabileceğine ilişkin yasal gerçek yadsınamaz. Henüz çoğunluğun dayandığı
gerkçeleri yansıtacak Tevhidi İçtihat Kararı yazılmadan ayrık görüşümü yazma
durumunda kaldığım için müzakereler sırasında ortaya konan egemen düşünceleri
cevaplandırmakla yetinmek zorunda kaldığımı belirtmek isterim.
Görüşmelerde iki ana düşünce egemen olmuştur:
1- "Mal sahibi taşınmazını serbest iradesi ile bedelini alma karşılığı olarak
idareye tapuda devretmiş ve bu suretle kamulaştırma işlemini ve tebliğ ile
güdülen amacı sağlayacak 13. maddesi ile bildirilmesi zorunlu unsurları
öğrenmiştir. O nedenle kendisine tebligat yapılmasını beklemesi kural olarak
tutarlı bir davranış olarak nitelendirilemez. Bu durumda mal sahibinin yasaya
uygun bildirim yapılmadığını ileri sürmesi çelişkili davranıştır. MK. md.
2'ye aykırıdır. Çelişkili davranış içinde bulunan kimse korunamaz".
Bu şekilde MK. md. 2 ile olaya yaklaşılması ve çözüm aranması tamamen yanlış
olmuştur.
Önemle belirtelim ki; hakkın kötüye kullanılmasından söz edebilmek için, mal
sahibinin yasal bildirimi beklemede bir yararı olmaması ve tutarlı bir
davranış içinde bulunmaması gerekir. Oysa, az yukarıda açıklandığı üzere;
K.K. 13; 14 ve 25. maddelerindeki buyurucu hükümlerin özü ve sözü,
kamulaştırma işlem ve bilgilerinin tam sağlıklı ve duraksamaya yer
verilmeyecek şekilde noter aracılığı ile yapılacak tebligat ile mal sahibinin
öğrenimine sunulmasını Amirdir. Başka bir alternatifin sezinlenmesine dahi
olanak tanınmamıştır. Dahası, yasal bildirim yapılmadan açılan kamulaştırma
bedelinin artırılması davalarında 25. maddenin gereksiz dava açılmasını
önlemeyi ve disiplin altına almayı amaçlayan kuralının uzun yıllar, sapma
göstermeden ilgili Yargıtay 5. Hukuk Dairesi'nin (.... Dava açabilmek için
idarenin tebligat yapması veya tebligat çıkarması şarttır) kuralından
hareketle, dava koşulu gerçekleşmediğinden açılan davaların red edilmesi
gerekir yolunda oturmuş İçtihatlarıda (Bkz., Bunlardan biri; 23.12.1987 gün
ve 1987/5-798 E., 1987/1090 K.) şekline uygun tebligat yapılmadan dava
açılamayacağı ve açılırsa bu davanın reddedileceği inancını kamu vicdanında
haklı olarak yerleştirmiştir. Yasalara ve yargı inançlarına güven duyma
ilkesi kamu düzeni ile doğrudan ilgilidir. Bu güvenin zedelenmesine yol açan
yorumlar; toplum düzeni bakımından çok tehlikelidir.
Hal böyle olunca, yasalara ve yargı inançlarına güvenen taşınmazları
kamulaştırılan vatandaşların dava için tebligat yapılmasını beklemesinden
daha tutarlı; hukuka uygun bir davranışı ne olabilir. O nedenle; mal
sahibinin yasaya güverenek tebligat yapılmasını beklemesinde "tutarlı ve
hukuka uygun bir davranış" içinde bulunduğunun kabulü zorunludur. Öyleyse,
hakkın kötüye kullanılmasından MK. md. 2'nin olaya uygulanmasından
sözedilemez. Esasen objektif iyiniyet kurallarının uygulanmasında kesin
sınırlar konulamaz. Katı kurallara bağlı olmaksızın her somut olayda kendine
özgü tüm durumları özgür ve takdir edilip değerlendirmek, incelemek gerekir
(31.1.1980 günlü ve 3/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Burada
idarenin tebligat yükümüne rağmen iyiniyetle onun işini kolaylaştırıp
çabuklaştıran mal sahibinin bu davranışından idarenin yararlanması objektif
iyiniyet kuralları ile bağdaşmayacağı düşünülebilir. Gerçekte de, hukuk
devletinde, hukuka uymak ve uygulamakta Devlet bizatihi özen göstermelidir.
Olayımızda olduğu gibi, yasaca kendine yüklenen tebligat yüküm ve zorunluğunu
yerine getirmeden diğer bir anlatımla kendi eksik davranışına dayanarak
bundan yarar çıkarması kabul edilemez. Böyle bir savunmayı ileri süren
kimsenin bizzat kendisinin Medeni Yasanın 2. maddesine aykırı davranmamış
olması gerekir (Bkz., Prof. Mrz, Prof. Dr. İsmet Sungurbey, Miras Bırakanın
Danışıklı İşlemleri, Dürüstlük Kurallarının Uygulama Alanı, Çifte Satış
Sözleşmeleri, İstanbul 1992, Sh. 24). MK. md. 2'deki kural her şeyden önce
hakkını kullanan veya borcunu ifa eden kişinin karşısında bulunan kişilerin,
hukuka olan güvenliliklerinin korunmaları ilkesine üstün bir yer vermektedir.
Yasalara güvenip hakkı olan parasını bankadan almak ve tapuda ferağ vermekten
ibaret hukuka uygun davranışından dolayı esas korunması gereken kişi mal
sahibidir. Yine dürüstlük kuralının ana fonksiyonu hukuk kurallarının
özellikle kanunların yorumlanmalarında ve eksikliklerin tamamlanmasına büyük
ölçüde hizmet etmektedir. Halbuki K.K.nun 13, 14, 25. maddelerinde yoruma
elverişli, tereddütü gerektiren ve eksik bırakılmış hiç bir yön
bulunmamaktadır.
Gene uygulamada çoğu kez gözlemlenen; mal sahibinin kamulaştırma bedelini
bankadan alabilmesi için idarece tapuda ferağ işleminin yapılmasına
zorlandığı; böylece vatandaşın serbest irade altında ferağda bulunmadığı
gerçeği değerlendirilmemiş, gözden kaçırılmıştır. Yine, tapuda devir
işleminin gerçekleşmesi sırasında malikin bedel artırımı davası açabilmesi
için gerekli olan bilgileri elde ettiği olgusu tamamen bir varsayıma
dayanmaktadır. Uygulamada bu bilgilerin tapu memurunca mal sahibine
verildiğine ilişkin bir tesbit ve belgelendirme gerçekleşmemiştir. Hatta
çoğunluk böyle bir belgenin varlığının mahkemelerce aranmasına da ihtiyaç
duymamıştır. Tapu memuruna yasalarca böyle bir görevde verilmemiştir.
2- Çoğunluk düşüncesine etkili olan diğer bir görüşte; "Tebligat yapılmadan
ferağın verilmesi halinde; örneğin ondört sene gibi çok uzun süre bekledikten
sonra; dava açması durumunda; 15. maddedeki kamulaştırma bedelinin dava
tarihine göre belirleneceği hükmü nedeni ile mal sahibinin haksız şekilde
yararlanmış olacağı; bunun adalete uygun düşmeyeceği" şeklindedir. Bunu
cevaplandırmak için kısaca bedel artırımı davasının hukuki tanımı üzerinde
durmak gerekir. Bedel artırımı davası; teoride ve öğretide bir tazminat
niteliğinde olduğu kabul edilmektedir. O nedenle, bu görüş ancak tazminat
miktarının (kamulaştırma bedelinin) saptanması sırasında tartışılıp ele
alınması gerekir. Bu yüzden dava açma hakkını ortadan kaldıran 30 günlük
sükutu hak süresinin başlangıcını tayinde etki ve rolü olacağı hiçbir suretle
kabul edilemez. Kaldı ki K.K.nun 15. maddesi böyle bir yorumun yapılmasına
elverişli değildir. Bir an için bu görüşteki endişelere değer verilmesi
durumunda; bunun BK.nun 43, 44. maddeleri uygulanmak suretiyle giderilmesi de
mümkündür. Şu durum karşısında; ondört yıl gibi çok uzun bir süre beklenerek
dava açılmasına ilişkin çok nadir bir örnek gösterilmek suretiyle sonuca
kavuşmanın tutarsızlığı çok açıktır. Kamulaştırma bedelinin artırılmasına
ilişkin dava hakkını uzatmak suretiyle bundan yarar sağlamak düşüncesi, ender
davranışlardan olup mantık kurallarıyla da pek bağdaşır yanı da
bulunmamaktadır. Zira mal sahibinin, davasını açarak bir an evvel artırım
beledini alıp; onu ekonomik alanlarda değerlendirme olanağı vardır. Görülüyor
ki Yargıtay Yüksek 5 ve 18. Hukuk Daireleri; yasanın açık buyurucu
hükümlerine karşın; özellikle dava dosyalarında sav ve savunma olmadığı
halde, içtihatların birleştirilmesine konu kararları vererek kendiliğinden
yapay bir ihtilafın ortaya çıkmasına neden olmuştur. Nitekim; idare
kamulaştırma yasasının kendisine yüklediği tebligat görevini ifa etse veya
ifaya zorlansa hiçbir sorun ortaya çıkmayacaktır. Bütün sorun idarenin bu
görevini yerine getirmesine kayıtsız kalınmasından kaynaklanmaktadır.
Gerçekte çoğunluk, bedel artırma davası için öngörülen 30 günlük hak düşürücü
sürenin, 2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 13. maddesi gereğince yapılacak
tebligatla başlayacağını kabul etmekle beraber, her nasılsa henüz tebligat
yapılmada tapuda mal sahibinin ferağ vermesi olgusunu, 13, 14 ve 25.
maddelerdeki açık hükümleri bir yana iterek anlaşılması ve izahı güç
düşüncelerle; tebliğ işlemi yerine ikame etmiş bulunmaktadır. Halbuki; yasada
açık hem de tüm ayrıntıları sergilenerek düzenlenmiş hükümler bulunan
hallerde yorum yoluna gidilemez. Tersinin kabulü, yasa maddelerine yeni bir
hüküm ilave veya ihdas anlamına gelir ve kuvvetler ayrımı ilkesince yargı
erki ile yasa erki arasındaki yetki sınırları aşılmış olur. Ayrıca bu Tevhidi
İçtihatla; ferağın tebliğ işlemi yerine geçtiği ve ferağ ile tebliğ de
bildirilmesi gerekli hususların öğrenilmiş olduğu dolaylı da olsa
belirlendiğine göre bundan böyle idarenin tebligatla ilgili külfetli yolu
seçmesini beklemek iyimserlik olur. Tebligat yapmaması halinde de idareyi bir
müeyyideye bağlayarak kınamak düşünülemez. Bu bağlamda da; yanlış ve usulsüz
açılan kamulaştırma davalarının ve ihtilafların tekrar artması gündeme
gelecektir. Yine bu içtihatla 13, 14 ve 25. madde hükümleriyle getirilen ve
mal sahibini korumayı amaçlayan hükümlerin işlerliği ortadan kaldırılmış bir
anlamda anılan yasa maddeleri batıl ve ölü hale dönüştürülmüştür. İleride bu
haksızlıklardan kaynaklanacak yakınmalar karşısında yargı organlarının ve
hukukun rahatsız olacağını, toplumun huzurunun bozulacağını şimdiden
rahatlıkla söyleyebiliriz.
SONUÇ : Taşınmazı kamulaştırılan kişinin tebliğ tarihinden itibaren 30 gün
içinde dava açma hakkının doğması yasaya ve idareye karşı duyulması gereken
güvenin sonucudur.
Mal sahibinin ferağ tarihinden itibaren dava açmasını istemek kamulaştırma
yasasının yukarıda açıklanan özel tebligat hükümlerine tamamen aykırıdır. O
nedenle tapuda ferağ verilmiş olması idareyi 13. madde gereğince tebligat
yükümlülüğünden kurtarmaz ve idare lehine hukuki sonuç doğurmaz.
Dava açma hakkının kötüye kullanıldığından söz etmeye olanak yoktur ve MK. md.
2'nin olayda uygulanması mümkün değildir. Farklı bir anlatımla yasaca
tebligat çıkarma yüküm ve görevi altında tutulan idarenin davacının
kötüniyetli dava açtığını ileri süremez. Böyle bir sav, kendisi yönünden MK.
md. 2'ye aykırılığı oluşturur.
Kısa tutulan hak düşürücü süresinin hangi andan işlemeğe başlayacağı yoruma
yer bırakmayacak şekilde kamulaştırma yasasında gösterildiği halde bunun
yorum yoluyla genişletilip, değiştirilmesi ve böylece hakların kullanılması
konusunda kararsızlık ve kuşkular yaratılması üstün görülemez. Bir tarafın
müracaat yollarından birisini kapamaya neden olacak yorumlardan daima
kaçınılmalıdır (Bkz., 13.11.1940 T., 48 E., 88 K. sayılı Yargıtay Tevhidi
İçtihadı). Yargı organlarının hukuk kurallarını yorumlarken anayasayı
gözönünde tutup anayasa ile çelişecek sonuçlar doğurabilecek biçimde
yorumlardan kaçınmaları ve anayasaya uygun bir yoruma ulaşmak için çaba
göstermeleri gerekir.
Yine; hak düşürücü sürenin ancak 13. madde uyarınca yapılacak tebligatla
işlemeye başlayacağı yasada açıkca belirgin olduğu halde bu hüküm bir kenara
itilerek tebliğ dışında başka yollarla K.K. md. 13'deki bilgi ve belgelerin
öğrenildiğini kabul etmek yasanın açık hükmüne ve yasa koyucunun amacına
aykırıdır. Bu hareket yasa koyucunun yerine geçme anlamına gelir, kabul
edilemez. Bu içtihatla vatandaşın yasalara devlete olan güveni zedelenmiş
yasa egemenliği kuralı ihlal edilmiştir.
Tüm açıklanan nedenler altında Sayın Çoğunluğun görüşüne katılamıyorum.
A. İsmet ARSLAN
13. Hukuk Dairesi Başkanı
MUHALEFET ŞERHİ
* Herkes haklarını kullanırken ve borçlarını eda ederken iyiniyet kurallarına
göre hareket etmek zorundadır.
Özellikle kamulaştırma ile mülkiyeti idareye geçebilecek olan bir taşınmaz
malın, mal sahibi tarafından kendisine tebligat yapılmadan tapu sicil memuru
önünde ferağı halinde, mal sahininin kamulaştırma parasına yönelik bir dava
hakkı bulunup bulunmadığını ortaya koymadan, mal sahibinin açtığı davada
davanın hak düşürücü sürede açılıp açılmadığını, Medeni Kanunun 2. maddesinin
uygulama alanı bulunup bulumayacağını açıklamak mümkün olmaz.
2942 sayılı Kanun iki çeşit kamulaştırma öngörmüştür:
Bunlardan yaygın olanı, Anayasanın 46. maddesinde mülkiyetin takyitlerinden
olarak öngörülen "Kamu yararının gerektirdiği hallerde" kullanılan zorla
mülkiyetin alınması, bedelinin ödenmesi usulüdür.
Bunun için kanunda öngörülen istisnalar dışında önce bir kamu yararı kararı
alınır ve yetkili mercice onanır (2942 sayılı Kanun md. 5, 6). İdare
kamulaştırılacak malların sınırını, yüzölçümünü, cinsini gösterir ölçekli
planını yaptırır, malın sahiplerini, zilyetlerini, bunların adreslerini
tesbit ettirir (2942 sayılı Kanun md. 7). Kamulaştırmayı yapan idarenin
daveti üzerine eksiksiz toplanan kıymet taktir komisyonu aynı kanunun 11 ve
12. maddesindeki esaslar dairesinde kıymet taktiri yapar (2942 sayılı Kanun
md. 10, 11, 12). Kamulaştırılması kararlaştırılan taşınmaz malın 7. maddedeki
usule göre tesbit edilen sahibi, zilyet ve diğer ilgililerden adresi tesbit
olunanlara tebliğ edilmek üzere kamulaştırılacak taşınmaz malın
kamulaştırılmasına uygun ölçekli bir planı, kamulaştırma kararı, taktir
olunan kıymeti kamulaştırma karşılığının milli bankalardan birine hak sahibi
adına yatırıldığına dair belge, kamulaştırmanın hangi idare yararına
yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği, bedelin bankaya
yatırıldığı tarihten başlayarak otuz gün içinde Noter'e verilir. Noter, 15
gün içinde belgeleri tebliğe çıkarır (2942 sayılı Kanun md. 13). Hakların
kullanılması ve borçların yerine getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi,
mal sahibi için 13. maddeye göre yapılan işte bu tebligatla ... başlar (2942
sayılı Kanun md. 25). Kamulaştırılacak taşınmaz malın sahibi, zilyeti ve
diğer ilgililer ... tebligat gününden itibaren 30 gün içinde ... bedel ile
maddi hatalara karşı adli yargıda dava açabilirler (2942 sayılı Kanun md.
14). ... davaların sonucu beklenmeksizin kamulaştırılması yapılan taşınmaz
mala hemen el konulmasına idarece zorunluluk görüldüğü hallerde ... ilgili
belge örnekleri ile mahkemeye başvurulup tesbit ve taşınmazın idare adına
tescili istenebilir (2942 sayılı Kanun md. 16). Kamulaştırma ve bedel
kesinleştiği hallerde, taşınmaz malın idare adına tesciline karar verilir
(2942 sayılı Kanun md. 17). Ancak kanunun 16, 17 ve 19. maddeleri uyarınca
idare adına tescil edilen taşınmaz malın boşaltılması icra memurundan
istenebilir (2942 sayılı Kanun md. 20).
Şimdi konumuzla ilintili olduğu kanısında bulunduğum ve kanunun 8. maddesinde
düzenlenen satın alma usulü ile kamulaştırmadan söz etmek istiyorum.
Hüküm şöyle:
"Kamulaştırmayı yapacak idare kamulaştırma kararının alınmasından sonra
kamulaştırma işleminin her safhasında (lütfen dikkat buyurunuz her safhada)
tesbit ettireceği bedel üzerinden mal sahibi ile anlaşarak taşınmaz malı ...
satın alabilir.
Bu suretle satın alınan taşınmaz mal ... sahibinden kamulaştırma yolu ile
alınmış sayılır. Ancak kamulaştırmaya ve bedele itiraz davaları açılamaz."
Şimdi arzımın biraz başına doğru dönelim. 2942 sayılı Kanunun 20. maddesi, 16,
17 ve 19. madde uyarınca tescil kararı alınmadan taşınmaz maldan mal sahibini
kimse çıkaramaz diyor. 16 ve 17. maddelerde usulüne uygun kamulaştırma işlemi
tamamlanmadan tescil kararı verilemez hükmü yer almaktadır. Şimdi kanunlara
uygun hiç bir zorlayıcı sebep olmadan idarenin teklifi veya malikin kendi
müracaatı üzerine tapuya gidilmiş, kararlaştırılan kamulaştırma bedeli
üzerinden taşınmaz mal idareye satılmış ise ve hele hele mal sahibi resmi
memur önünde "sattım" diye beyanda bulunmuş ise, bu işlemi kanunun 8.
maddesine uygun satın alma usulü ile kamulaştırma olarak tavsif etmek
gerekir.
İşte bu gibi hallerde mal sahibinin aynı maddenin son cümlesi uyarınca dava
açma hakkı yoktur.
2942 sayılı Kanun 15/13. maddesinde yer alan, Tebligat yapılmadan dava
açılması halinde değer takdirine ilişkin hüküm, 25. madde uyarınca tebligata
çıkarmakla dava hakkı doğan idarenin tebligat yapılmadan açtığı davalarla
ilgilidir. Bunu, tebligat yapılmadan mal sahibinin dava açmasına cevaz veren
bir hüküm olarak değerlendirmek, kanunun genel sistematiği ve amacı ile
bağdaşmaz.
Tartışmalar sırasında mal sahibinin kıymet takdir komisyonunca taktir edilen
bedeli alabilmek için idarenin zorlaması sonunda ferağ verdiği ileri
sürülmüştür. Bu hal devletin fonksiyonu ile bağdaşmaz. Kamu idareleri
kendilerine kanunla tanınan yetkileri kullanabilirler. Kamu idarelerinin
ihtilafsız kamulaştırma parası üzerine herhangi bir kayıtlama koyma yetkisi
yoktur (Anayasa 46; 2942 s. Kanun 3). Eğer böyle bir kayıtlama kanuna rağmen
konulmuşsa, kanuna aykırı bu fiili ika eden idare ajanları hukuken sorumlu
olur. Hatta bu fiil giderek suç teşkil eder. O halde mal sahibinin ferağa
zorlanması sözkonusu olamaz. Borçlar Kanununun 21, 23, 28, 29, 30.
maddesindeki iradeyi ifsat eden sebeplerin oluşması halinde tabii ferağ
işleminin iptal ettirilebileceği, bu nevi ayrık hallerin değişik içtihatların
oluşmasına konu olmadığı açıktır.
Tartışmalar sırasında ferağa rağmen idarenin tebligat yaptığı ve böylece dava
açılmasına sebep olunduğu ileri sürülmüştür. Bu hal dahi Kanunun 8. maddesi
uyarınca bulunmayan bir hakkı doğurmaz. Ancak böyle bir yanıltma sonucu dava
açılması halinde Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 417. maddesinin birinci
fıkrası uyarınca dava masraflarının istisnaen idareye yüklenmesine mümkün
olabilir. Bu yanıltma dahi mal sahibine bedel artırma davası açma hakkı
vermez. Dava hakkı bahşetmeyen bir işlemden sonra açılan davanın hak düşürücü
sürede açılıp açılmadığını tartışmak mümkün değildir.
Bu sebeple, "Kamulaştırma Kanununun 14. maddesinde yer alan hak düşürücü süre,
kanunda yer alan unsurları taşıyan ve usulüne uygun yapılan tebligatla
işlemeye başlar. Kamulaştırma işlemiyle ilgili olarak yasaya uygun bir
bildirim olmadan tapuda devir işleminin yapıldığı hallerde, sonradan her ne
şekilde olursa olsun, kamulaştırılan malın sahibi, zilyeti veya ilgililerine
tebligat yapılması, onlara Kamulaştırma Kanununun 14. maddesi uyarınca adli
yargıda bedel artırma davası açma hakkı vermez "biçiminde içtihatların
birleştirilmesi gerektiği kanaatındayız.
Tahir ALP
2. Hukuk Dairesi Başkanı
KARŞI OY
* Kamulaştırma karşılığının artırılması davası için Yasayla öngörülen hak
düşürücü sürenin yönetimin mal sahibine yapacağı bildirimle başlayacağı
Yasanın buyurucu kuralıdır. Bu konuda görüş ayrılığı da bulunmamaktadır.
Sayın çoğunluk, mal sahibi davacının tapuda gerçekleştirdiği devir işlemiyle
Yasanın bildirimde bulunmasını öngördüğü bilgileri öğrenmiş olduğu
varsayımından yola çıkarak; davacının, davadan önce kendisine bildirim
yapılmamış olduğunu ileri sürmesini hakkın kötüye kullanılması olarak
nitelendirmiştir.
Kararın gerekçesinde de açıklandığı gibi, bir yasa kuralına dayanmanın hakkın
kötüye kullanılması kabul edilebilmesi için bunda yarar ve çıkarın
bulunmadığının tartışılmayacak biçimde ortaya çıkması gerekir.
Taşınmaz malikine yapılacak bildirimde nelerin öngörüleceği tek tek
sayılmıştır: Taşınmazın kamulaştırılmasına uygun ölçekli plan ve krokisi,
kamulaştırma kararı, takdir olunan kıymeti, kamulaştırma karşılığının ulusal
bankalardan birine hak sahibi adına yatırıldığına dair belge kamulaştırmanın
hangi İdare yararına yapıldığı, açılacak davalarda husumetin kime
yöneltileceği.
Böylesine kapsamlı bir bildirimin öngörülmesinde amaç, hak düşürücü süreye
bağlanan dava açma hakkının güvence altına alınmasıdır. Bu bilgiler alınmadan
açılacak bir davada yanlışlıkların yapılması olasılığı vardır. Yasanın çok
açık olan amacı, bir olasılığa dayansa da yanılma durumu karşısında,
davacının, yönetimce yapılacak bildirimi beklemesinde çıkar ve yarar
olmadığını söylemek gerçeklerle bağdaşmaz. Yarar ve çıkarın bulunmadığından
söz edebilmek için; hiç bir kuşkuya meydan vermeyecek biçimde somut olayda
ortaya çıkmış olmalıdır. Davacının, Yasanın öngördüğü durumları, bildirim
yapılmadan, tapuda devir işlemiyle öğrendiğini kesin olarak söylemek olanağı
yoktur.
İnanç (içtihat-görüş) aykırılığına neden olan kararlara konu olan olaylarda;
yönetimin, devir işleminden bir süre sonra Yasaya uygun bir bildirim yaptığı
tartışmasız bir olgudur; hatta bildirimde Yasada bulunmamasına rağmen otuz
gün içinde dava açılması uyarısı da yapılmaktadır.
Yönetimin mal sahibinin dava açması için yeterli bilgi sahibi olmadığını ve
henüz dava hakkı doğmadığını kabul ederek tebligat çıkarması daha sonra da
devir işleminden hareketle hak düşürücü süreyi ileri sürmesi çelişkili
davranış olup doğruluk ve güven kuralına aykırıdır. Davalı olan yönetimin bu
davranışı, mal sahibi davacıdan önce değerlendirilmeliydi. Yargının, davanın
tarafı olan kişinin tutum ve davranışını dahi aşarak, ona rağmen hak düşürücü
süreyi devir işlemiyle başlatması davacı mal sahibinin "doğru ve güvenli
(adil) yargılama hakkının çiğnenmesi olgusunu da ortaya çıkarır. Çünkü, bir
yargılamada mutlak eşit durumda olan yanların arasına yargı böyle bir
yorumuyla girerse eşitlik bozulur; yansızlık sorunu da gündeme gelebilir.
Sayın çoğunluk, hak düşürücü sürenin devir işlemiyle başlayacağını kabul
ederken bunun sonucu olarak ortaya çıkacak sorunlara, kararın gerekçesinde
bir yumuşatma getirerek ve yönetimin sonradan bildirim yapılmasındaki
çelişkili davranışını ele alarak MK.nun 2. maddesini bu kerre yönetime karşı
yorumlaması hem çelişki ve hemde azınlıkta kalan üyeleri önerdiği duruma
dolaylı yoldan ulaşmadır.
Bu nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmıyorum; inanç aykırılığının "hak
düşürücü sürenin yönetimin yapacağı bildirimle başlar" biçiminde Yasanın
buyurucu kuralına uygun olarak giderilmeliydi.
Çetin AŞÇIOĞLU
4. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY YAZISI
* Kamulaştırma; Anayasa tarafından kabul edilen hukuka uygun bir müessese
olup, "DEVLET VE KAMU TÜZEL KİŞİLİKLERİ TARAFINDAN KAMU YARARI İÇİN GEREKLİ
ÖZEL KİŞİLERE AİT TAŞINMAZ MALLARIN KANUNLA GÖSTERİLEN ESAS VE USULLERE GÖRE
YETKİLİ ORGANLARCA VERİLEN KARAR UYARINCA KARŞILIKLARI PEŞİN ÖDENEREK ZORLA
MÜLKİYETİNİN ALINMASI VEYA İRTİFAK KURULMASIDIR".
Tariften açıklıkla anlaşılacağı gibi, kamulaştırma RIZAİ SATIŞ değildir.
Kamulaştırmada İdare ile mal sahibi arasında AKDİ BİR İLİŞKİ yoktur. Mal
sahibinin SERBEST İRADESİ'nden söz edilemez. Burada galip unsur "Z O R" dur.
Bu nedenle Anayasa ve Özel Yasalar mülkiyet hakkının idareler tarafından
-olur olmaz- nedenlerle alınmasını önlemek amacı ile ÇOK SIKI ŞEKİL KURALLARI
öngörmek gereğini duymuştur (Anayasa md. 35-46; 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununun özel hükümleri).
İçtihatları Birleştirme Büyük Genel Kurulu toplantılarında; 5. ve 18. H.
Dairelerinin görüşleri doğrultusunda İçtihadın birleştirilmesini savunan
değerli konuşmacılar özetle:
1) 2942 sayılı K.K.nun 14. maddesine göre, bedel artırma ve maddi hatalara
karşı "ADLİ YARGIDA" açılacak davaların OTUZ GÜNLÜK HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE
içerisinde açılması gerektiğini, kamulaştırılan taşınmazların mal sahipleri
tarafından FERAĞLARININ TAPU DAİRESİNDE kamulaştırmayı yapan idareye
verilmesi halinde, bu ferağın TEBLİĞ İŞLEMİ Yerine geçeceğini, ferağ günü ile
davanın açıldığı gün arasında OTUZ GÜNLÜK süre geçtiği takdirde mülkiyet
FERAĞ ile birlikte davalı idareye geçtiğinden TEBLİGAT ile güdülen amaç
gerçekleşir, mal sahibi tebligatla öğreneceği hususları FERAĞ sırasında
öğrenir, ferağdan sonra gerçekleşen tebliğ tarihinin HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE İÇİN
BAŞLANGIÇ ALINMASI mümkün değildir.
2) 2942 sayılı K.K.nun 15/13. maddesinde "... Tebligat yapılmadan dava açılmış
ise..." ibaresi - Tebligat yapılmadan da dava açılabileceğini gösterir. Bu
nedenle FERAĞ İLE HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE başlar.
3) Ferağ tarihi esas alınarak BİRÇOK DAVA açılmıştır. İçtihatların
Birleştirilmesine ilişkin karar H. Gnl. Krl. Kararı doğrultusunda çıkarsa
davalar reddedilmek durumuna düşecektir. Bu da büyük mağduriyetlere neden
olacaktır. Görüşlerini savunmuşlardır.
Hukuk Genel Kurulunun "İçtihatların Birleştirilmesine konu olan: 25-II-1992
gün, 1992/5-423-705-701 sayılı kararları" doğrultusunda, yukarıda ileri
sürülen değerli Daireler görüşünü savunan Başkan ve üyelerin görüşlerine
katılma olanağının bulunmadığını düşünüyorum. Şöyleki:
1) 2942 sayılı K.K.nun AÇIK hükümleri karşısında YORUM YAPMA olanağı yoktur.
Kanunlarda AÇIK HÜKÜM bulunan hallerde YORUM YOLUNA BAŞVURULAMAZ. K.K.nun
13-14 ve 25. maddeleri incelendiğinde, kanunda bu konuda hiçbir BOŞLUK
YOKTUR. Yasakoyucunun TEBLİGATA verdiği ÖNEM tartışılamayacak kadar
ortadadır. K.nun 13. maddesinde sayılan BİLGİ VE BELGELERİN: a) ...ölçekli
plan veya kroki, b) Kamulaştırma kararı, c) Takdir olunan kıymet, ç)
....bedelin yatırıldığı Milli Banka, d) Kamulaştırmayı yapan idare, husumetin
kime yöneltileceği, ...taşınmazı kamulaştırılan mal sahiplerine NOTER
ARACILIĞI ile TEBLİĞ edilmesi ZORUNLU VE GEREKLİDİR.
Bu bilgi ve belgelerin mal sahibi tarafından tapuda ferağ verilmesi sırasında
öğrenileceğinin ileri sürülmesi sadece bir varsayımdır. Çünkü, Tapu Kanunu,
Tapu Sicil Nizamnamesi, Yönetmelikler veya Tapu Kadastro Genel Müdürlüğü
tarafından gönderilmiş yazılı bir emirle, Tapu Sicil Müdürlerine böyle bir
bilgilendirme ve bildirim görevi verilmiş değildir (Yargıtay HGK.nun
5-12-1962 gün, 5/91-1962/29 sayılı kararı). Bu kararda HGK.; Taşınmazları
Kamu idareleri tarafından kamulaştırılan özel kişilerin kamulaştırmanın bütün
unsurlarının mal sahipleri tarafından ancak, Yasanın 13. maddesinde yöntemi
belirlenen TEBLİGATLA mümkün olacağını, bunun dışında BAŞKACA BİR TEBLİĞ
YOLUNUN ihdas edilemeyeceğini açıkça vurgulamıştır. Bu kural yıllardanberi
Yüksek 5. Hukuk Dairesi tarafından da uygulanmıştır. Son zamanda
kamulaştırmaya ilişkin davalara bakan Yüksek 5 ve 18. Hukuk Dairelerinin
hangi yasal nedenlerle bu görüşten ayrıldıklarının gerekçesini, kararlarında
bulamadığımızı belirtmek istiyorum.
2) 2942 sayılı K.K.nun 15/13. maddesi "Bilirkişilerin bedel takdiri" ile
ilgilidir. Tapuda ferağ verilmekle, hak düşürücü sürenin başlayacağına
ilişkin Yüksek 5. Hukuk Dairesinin uygulamasının 1971 yılından beri sürdüğü
ifade edilmektedir (Bk: Ali Arcak, Kamulaştırma-Devletleştirme Kanunları adlı
eser. Sahife: 840). Bilindiği gibi 2942 sayılı Kanun 1983 yılında yürürlüğe
girmiştir. K.K.nun 15/13. maddesindeki "...Tebligat yapılmadan dava açılmış
ise..." ibaresi bu kanunla maddeye girmiştir. Bu ibare daha önce yürürlükte
olan 6830 sayılı Kanunda mevcut değildi. Bu nedenle 1971 yılından beri
uygulandığı ileri sürülen bu kuralın gerekçesi, 1983 yılında kanuna giren bu
ibare OLAMAZ.
3) Ferağ tarihi esas alınarak açılan birçok davanın, İçtihatların
Birleştirilmesine ilişkin kararın Yüksek Hukuk Genel Kurulu Kararı
doğrultusunda çıkması halinde, RED tehlikesi ile karşı karşıya kalacağı
yolundaki görüşe de katılmak olanaksızdır. Herşeyden önce İçtihatların
Birleştirilmesinin konusu K.K.nun 25. maddesi değildir. Tebligattan önce
açılacak davaların bugüne kadar reddedildiği de görülmüş değildir. Tartışılan
konu, HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRENİN TEBLİGATLA -veya- FERAĞ İLE başlaması ile
ilgilidir. Bu nedenle tartışma konusunun dışında bulunan bir konuyu gerekçe
olarak kabul etmek olanaksızdır.
Yüksek 5 ve 18. Hukuk Daireleri'nin görüşlerini savunan değerli Başkan ve
üyeler, yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız gibi HİÇBİR YASAL GEREKÇE
ileri sürmemişlerdir. Çünkü bu görüşün Yasal Gerekçesi yoktur. Bu görüş
açıklıkla söylenmemekle birlikte MK.numuzun 2. maddesi ile ilgilidir. Bu ilgi
görüşme ve kararlarda açıklıkla vurgulanmamıştır. Anayasa ve özel kanunda
bulunmayan bir unsur, bu kararla (sayın çoğunluk görüşü ile 2942 sayılı
Kamulaştırma Kanununa İLAVE EDİLMİŞTİR. Kanımızca böyle bir ilavenin
İçtihatların Birleştirilmesi yolu ile yapılması YASAL VE HUKUKİ DEĞİLDİR.
Hukuki sorunlar KESİN VE AÇIK kurallarla çözümlenmelidir. Bu yüzden kanunlarda
AÇIK hüküm bulunan konularda, YORUM YOLU ile ilaveler yapmaya kalkmak, kanun
koyucunun yetki alanına girmek olur. Bu da sonuçta HUKUKİ DENGESİZLİK ve
KEYFİLİKLERE neden olabilir. HUKUKİ GÜVENİ ORTADAN KALDIRIR. Kanunlara güven
duygusunun sarsılması toplumda KARGAŞA VE BELİRSİZLİKLER yaratır.
SONUÇ OLARAK;
1) Hak düşürücü süre, 2942 sayılı Kanunun öngördüğü biçimde, yöntemine uygun
(md. 13) ve (md. 14) TEBLİGATLA başlar.
2) Yasalarda açık hüküm bulunan konularda YORUM YOLUNA GİDİLEMEZ.
3) 2942 sayılı Yasada, malsahibi tarafından "Tapuda Ferağ" verilmesi halinde
Kanunun 14. maddesinde belirtilen HAK DÜŞÜRÜCÜ SÜRE'nin başlayacağına ilişkin
hiçbir hüküm yoktur. Kanunda bulunmayan bir unsurun, içtihat yolu ile kabul
edilmesi, kanuna ilave yapmak anlamını taşır.
4) K.K.nun 15/13. maddesi değer takdiri ile ilgilidir.
5) Yasakoyucu K.K.nun 13-14. maddelerinden ayrı olarak 25. madde ile ayrıca
hiçbir yanlış anlamaya meydan vermeyecek biçimde -Hakların Kullanılmasını,
TEBLİGAT- veya TEBLİGATA çıkarmaya bağlamıştır.
Açıklamaya çalıştığım bu nedenlerle, mevcut kararlar arasında aykırılığın
Yüksek Hukuk Genel Kurulu'nun 25.II.1992 günlü kararında, belirlenen yasal ve
doyurucu gerekçeler doğrultusunda,
Kamulaştırma Kanunundan doğan, Adli Yargıdaki "Bedel Artırma ve Maddi
hatalara" karşı mal sahipleri tarafından, kamulaştırmayı yapan idareler
aleyhine açılacak davalarda; "HAK DÜŞÜRÜCÜ OTUZ GÜNLÜK SÜRE"nin, 2942 sayılı
Kanunun 13, 14 ve 25. maddelerinde öngörülen YÖNTEMİNE UYGUN TEBLİGATLA
BAŞLACAĞINI, düşünüyorum ve bu düşüncelerle Yüksek Çoğunluğun görüşüne
katılamıyorum.
Tahsin TÜRKÇAPAR
1. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY
* A- KONUNUN KAPSAMI VE DAYANAKLARI
1- KONU
Kamulaştırma Yasasının 14. maddesinde yer alan; kamulaştırma bedelinin
artırılmasına ilişkin 30 günlük hak düşürücü sürenin, kamulaştırmaya ilişkin
belgeler tebliğ edilmeden, tapuda devir (ferağ) işleminin yapıldığı tarihten
mi, yoksa ferağdan sonra yapılacak tebliğ tarihinden mi başlayacağı
noktasında, Yargıtay'ın iki özel dairesi ile Hukuk Genel Kurulu arasında
görüş ayrılığı doğmuştur.
2- KAMULAŞTIRMANIN NİTELİĞİ
2942 sayılı Kamulaştırma Yasasının 1. maddesinde yasanın amacı; "...kamu
yararının gerektirdiği hallerde gerçek ve özel hukuk tüzel kişilerinin
mülkiyetinde bulunan taşınmaz malların ... kamulaştırılmasını ... ve
kullanılmayan taşınmaz malın geri alınmasını ... düzenler" biçiminde
gösterilmiştir.
Yasa maddesinin yukarıya aktarılan metninden ve kamulaştırmanında yapısından
varılan sonuca göre kamulaştırma; kamu yararını gerçekleştirme amacına
yönelik olarak yapılır. Bu niteliği itibariyle de, kamu hukukunun idare
hukuku içinde yer alan bir işlemdir. Ancak mülkiyetle ilgili ve özel mülkiyet
üzerindeki hakkın ortadan kaldırılmasına neden olması açısından Medeni
Hukukun, Eşya Hukuku bölümünde yakından ilgilendirmektedir.
Kamulaştırma ile ilgili yazılı hukuk kuralları (Anayasa ve Yasalar) itibariyle
kamulaştırma işleminde iradesine üstünlük tanınan idaredir. İdarenin
kamulaştırma istemini, malik zorla kabul etmektedir. Hatta malike yerinin
kamulaştırılacağı konusunda önceden bilgi dahi verilmemektedir. Bunun içindir
ki kamulaştırma, mülkiyet hakkının ağır bir ihlalidir. Bu "ağır ihlal" ancak
"kamu yararı"nın varlığı gözetilerek haklı ve makul karşılanmaktadır. Ayrıca
kamulaştırma işlemi, mülkiyet hakkının genellik ve eşitlik ilkesine uygun
olmaksızın getirilen bir sınırlamadır ve işlemle mülkiyet hakkının özüne
dokunulmaktadır. Halbuki Anayasanın 35. maddesinde, herkesin mülkiyet hakkına
sahip olduğu, ancak kamu yararı amacı uyarınca ve yasa ile sınırlanabileceği
ifade edilmiştir.
İşte bunun içindir ki, ancak zorunlu ve son derece sınırlı hallerde
kamulaştırma yoluna gidilmelidir. Çünkü her ne kadar kamulaştırmanın
karşılığı olarak malikine bir bedel ödenmekte ise de, bu bedel satım
sözleşmesinde olduğu gibi, tarafların özgür iradesi ile belirlenmemektedir.
Bundan dolayıda ödenen paranın satım bedelinden öte bir tazminat olduğunun
kabulü daha uygun olur.
İşte kamulaştırmanın bu özelliğinin sonucu olarak, özel olarak çıkarılan
kamulaştırma yasaları ile, tüm işlemler açık ve objektif birtakım kurallara
tabi tutulmuştur.
3- YASAL DÜZENLEME
Anayasanın 46. maddesinde; "Devlet ve kamu tüzel kişileri ... kamu yararının
gerektirdiği hallerde... kanunla gösterilen esas ve usullere göre,
kamulaştırmaya... yetkilidir" ilkesi yer almıştır.
Anayasanın yukarıya kısaca alınan maddesi ve bu maddenin devamı da nazara
alınmak ve ayrıca kamulaştırmanın önemide gözetilerek tüm yönlerini içeren
2942 sayılı kamulaştırma yasası yürürlüğe konmuştur.
Konumuz açısından önem taşıyan yasanın özellikle, 8, 13, 14, 15 ve 25.
maddeleri üzerinde durulmak gerekiyor. Sorunun çözümü bakımından yasanın özü
ile birlikte ilgili maddelerin birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yasanın 8. maddesi, "Satın alma usulü" başlığını taşımakta olup, yapılan işlem
yine bir kamulaştırmadır. Yoksa, kamulaştıracak idare ile, malik arasında bir
satımdan söz etmek mümkün değildir. Genel kamulaştırmadan tek farkı, bu
işleme karşı dava (bedel veya iptal) açılamamasıdır.
Yasanın 13. maddesi; "Tebliğ işlemleri, Dava Hakkı ve Bilirkişiler " başlığını
taşımakta olup, kamulaştırma belgelerinin tebliği, tebliği şekli ve
sonuçlarını son derece detaylı biçimde düzenlemektedir. Bu detayın nedenini,
malı kamulaştırmakla zarar görenin daha fazla mağdur olmaması için tüm
haklarını kullanmasına olanak sağlamak ve kısıtlamaları kaldırmaya yönelik
olarak kabul etmekteyiz.
Yasanın 14. maddesi ise, hakların ne zaman ve nasıl kullanılacağına ilişkin
dava hakkını düzenlemektedir.
Sözü edilen yasanın 25. maddesi ise, dava ve diğer hakların kullanılması ve
sınırlandırılması ile ilgili olup, bazı duraksamaları ortadan kaldırmak için
6830 sayılı Yasadan daha farklı ve açık biçimde kaleme alınmıştır.
B- KARŞI OY İLE İLGİLİ DÜŞÜNCEMİZİN DAYANAKLARI
1- GENEL OLARAK
Yargıtay'ın ilk derece mahkemelerine ait kararları temyizen ve karar düzeltme
yolu ile incelemenin yanında, diğer önemli bir işleride, bütün yurtta hukuk
kurallarının aynı şekilde uygulanmasını sağlamaktır. Diğer bir anlatımla adli
yargı alanında içtihat birliğini gerçekleştirmektir. Hangi nedenlerle
İçtihadı Birleştirme yoluna gidileceği Yargıtay Kanununun 15/2 ve 16/5.
maddelerinde düzenlenmiştir. Bu nedenleri tek tek açıklamayı zorunlu
görmüyorum. Ancak İBK.nın niteliği üzerinde durmak istiyorum.
Anayasa Mahkemesinin 12.6.1969 gün ve 38/34 sayılı kararında, (Resmi Gazete
29.1.1970, sayı 13412, sayfa 11-13) İBK.larının "... o zamana değin hukuk
alanında hukuk kuralı olarak bulunmayan yeni bir kural koymayı amaç edinmiş
olan bir hukuk işlemi değildir. İBK. belli bir olay için yeni bir hukuk
kuralı koymak amacı ile değil, ancak ve ancak belli bir olaya uygulanacak
yasanın veya objektif nitelikte olan tüzük ve yönetmelik kuralları gibi, öbür
hukuk kurallarından hangisinin hangi anlamda uygulanacağını saptamak için
verilir" sonucuna varırken Yargıtay ise; (HGK. 20.2.1963, 4/71-21, AD. 963/5,
S. 776-777) "bir konunun İçtihadı Birleştirme kararı ile aydınlanması
eylemsel sonuç bakımından o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına
gelmektedir" saptamasını yapmıştır.
Açıklanan bu tesbitlerden de anlaşılacağı üzere, İBK. bir yasa ve yasanın
maddesi gibi yeni bir düzenlemeyi getirmez. Başka bir anlatımla, yeni bir
hukuk kuralı koymaz. Mevcut hukuk kurallarının eylemsel olarak nasıl
uygulanması gerektiği hususunu düzenler. Bundan dolayıdır ki, İBK. ile
yasanın mevcut maddesi değiştirilemez veya maddenin başka anlama gelecek bir
sonuç doğurması yönünde bir yorum getirilemez. Ne var ki biraz aşağıda
açıklanacağı üzere, eldeki İBK. ile yasanın maddeleri değiştirilmiş ve
yasakoyucunun hiç öngörmediği bir sonuca varılmıştır.
2- NİÇİN TEBLİĞ
Gerek 6830 sayılı eski Kamulaştırma Yasası ve gerekse ondan sonra yürürlüğe
giren yeni 2942 sayılı Yasanın 13. maddesinde yeri kamulaştırılan kişiye
yapılacak tebligat son derece ayrıntılı biçimde kaleme alınmıştır. Hatta
önceki yasada olmayan daha farklı ayrıntılarda getirilmiştir. Hukukumuzda ve
başka özel yasalarda, tebliğ edilecek belgelerin niteliği sayısı ve
tebligatın nasıl bir yöntem izlenerek yapılacağı konusunda bu kapsamda
başkaca bir hüküm mevcut değildir. Sözü edilen madde de, tebliğ edilecek
belgelerin kamulaştırma bedelinin bankaya yatırılmasından itibaren 30 gün
içinde notere verileceği, noterinde bunları 15 gün içinde tebliğe çıkaracağı
öngörülmüştür. Yine aynı madde de, tebliğ edilecek belgelerde tek tek
sayılmıştır.
Maddede böyle bir düzenlemenin yer almasının nedeni; yeri kamulaştırılan
kimsenin en az da olsa bir zarara uğramasını önlemek içindir. Yeri
kamulaştırılmakla zaten zarar gören kimsenin birde belgelerin yanlış
düzenlenmesi ve tebliğindeki eksiklik nedeniyle ikinci bir zararla
karşılaşmasını önlemek içindir. Belirtilen düzenleme ile kişinin haklarını
tam olarak kullanmasını sağlamak amacı güdülmüştür. Bu nedenle en önemsiz bir
aksaklıkta varılacak sonuç, malik yararına yorumlanmalıdır.
3- DAVA HAKKININ DOĞMASI
2942 sayılı Yasanın 14. maddesinde, yeri kamulaştırılanın dava hakkı bulunduğu
ifade edilmiştir. Genel olarak bu hak; idari yargı yerinde açılacak
kamulaştırmanın iptali davası ile, adli yargı yerinde açılacak kamulaştırma
bedelinin arttırılmasına ilişkin davalardır.
Az yukarıda da açıklandığı üzere kamulaştırma, bir idari işlemdir ve
kamulaştırma ancak ve ancak kamu yararı bulunduğu hallerde yapılır. Kamu
yararı kararı, kamulaştırma işlemini başlatan bir karardır. Bu karar soyut
niteliğe sahiptir. Ancak bu karar yetkili makamlarca onaylandıktan sonra
tamamlanmış ve somut olarak kamulaştırma kararı ortaya çıkmış olur.
Kamulaştırmaya konu olan yerde bu son kararla belirlenmiş ve somut bir hale
gelmiş olur. Bu da gösteriyor ki, kamu yararı kararı ile, kamulaştırma kararı
birbirinden farklıdır. Kamu yararı kararı olmadan, kamulaştırma kararı
alınamaz. Alınmışsa, temelden sakat bir işlem niteliğini kazanır. Aslında
kamulaştırma kararı, kamu yararı kararından sonra verilmektedir. İdari yargı
yerinde denetime tabi tutulanda, kamulaştırma kararının alt yapısını yani
onun hukuki nedenini oluşturan kamu yararı kararıdır. Tabiiki, kamu yararı
kararı daha genel nitelikte olduğundan onu somutlaştıran ve ona özel bir
nitelik kazandıran kamulaştırma kararı da idari yargının denetimine tabi
bulunmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki, gerek kamu yararı kararı ve gerekse
kamulaştırma kararının idari yargının denetimine tabi olduğu Yasanın 14.
maddesinde ifade edilmiştir. Aynı madde de, adli yargı yerinde, bedele karşı
açılacak kamulaştırma bedelinin arttırımına ilişkin davanın koşulları ve
süreside belirlenmiştir.
a) Bedel Arttırma Davası
Kamu yararı kararı, kamulaştırma kararının alınıp takdiri kıymet komisyonunun
saptadığı değerin bankaya yatırılması, diğer belgelerinde düzenlenmesinden
sonra malike tebligat yapılır. Bu tebligattan itibaren adli yargı yerinde
bedel arttırma davasının 30 günlük süre içinde açılabileceği öngörülmüştür.
Bu husus yasanın 14. maddesinin 1. fıkrasında "... yapılan tebligat gününden
.... itibaren otuz gün içinde... takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı
adli yargıda dava açabilirler" biçiminde ifade edilmiştir. Maddede, dava
süresinin tebligattan itibaren başlayacağı, tebligatın ise nasıl ve
kapsamının neleri kapsaması gerektiği hususunda aynı Yasanın 13. maddesinde
belirtilmiştir. Yine aynı Yasanın 25. maddesinde de, "Hakların
kullanılması... bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi için 13. madde
uyarınca yapılan tebligatla... başlar... Dava açabilmek için idarenin
tebligat yapması veya tebligata çıkarması şarttır" ilkesi yer almıştır. Sözü
edilen maddenin son cümlesi önceki yasa da olmayıp, son değişiklikle hükme
konmuştur. Bu da yasa koyucunun, dava açma bakımından tebligatı esas
aldığının bir sonucudur. Hal böyle iken onun yerine ferağ işlemini esas almak
mevcut düzenlemeye aykırı düşmektedir.
b) Kamulaştırmanın İptali Davası
Aynı Yasanın 14. maddesinde; "... yapılan tebligat gününden... itibaren otuz
gün içinde kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda... dava açabilirler"
dendikten sonra aynı maddenin 3. fıkrasında; "idari yargıya başvurulduğu
takdirde adli yargıya başvuru süresi idari yargı kararının kesinleştiği
tarihten... itibaren işlemeye başlar" kuralı da getirilmiştir. Demek oluyor
ki, yasakoyucu idari eylem ve işlemlere karşı 2577 sayılı İdari Yargılama
Usulü Kanununun 7. maddesinde öngörülen altmış günlük genel süreden
ayrılarak, süreyi otuz gün olarak belirlemiştir. Bu sürenin de tebligatla
başlayacağı 14 ve 25. maddelerde açıkca ifade edilmiştir.
Ayrıca, 14/3. maddede, adli yargı yerinde açılacak bedel davası için, sürenin
işlemesinde esas alınan tebligattan ayrılarak, idari yargı kararının
kesinleşmesinden itibaren sürenin başlayacağı hükme bağlanmıştır. Bunun
anlamı ve sonucu şudur. Yasa koyucu dava için tebligatı esas almıştır. Bundan
ayrılmanın tek istisnasının da dava açılması halinde idari yargı kararının
kesinleşme tarihine kadar bu sürenin uzatılmış olmasıdır. Yasanın bu maddesi
hukuka ve kamulaştırmanın mahiyetinede uygundur. Çünkü, kamulaştırma işlemi
kesinleşmeden, bedel arttırma davasının (tebligatta yapılmış olsa bile)
açılma olanağı yoktur. Aksi halde, idari bir nitelik taşıyan kamulaştırma
kesinleşmeden bedel davasına bakılmış olacak ki, hukuken bu mümkün değildir.
Bundan dolayıdır ki, malike tebligat yapılmadan, malikin kendiliğinden tapuda
devir yoluna gitmesi üzerine dahi bedel arttırma davasının açılma süresi
başlamayacaktır. Çünkü ortada henüz kesinleşmiş bir kamulaştırma mevcut
değildir. Kamulaştırmanın kesinleşebilmesi içinde, mutlaka tebligatın
yapılması ve bu tebligattan itibaren otuz günlük sürenin geçmesi veya idari
yargı yerindeki istemin reddine ilişkin kararın kesinleşmesi gerekmektedir.
Aksi halde ferağla bedel arttırma davasındaki sürenin başlayacağı hususunun
kabulü halinde malik bir taraftan adli yargı yerinde bedel arttırma davası
açmak zorunda bırakılırken, diğer yönde idare yargı yerinde henüz dava açma
süresi başlamamış olacaktır. Diyelimki malik ferağdan itibaren 30 gün içinde,
adli yargı yerinde bedel davasını açtı. Bilahare yapılan tebligat üzerine de
süresi içinde idari yargı yerinde iptal davasını açmış olupda, sonuçta iptal
istemi kabul edilirse bedel davasıda bu durum üzerine reddedileceğinden
külfeti kime yüklenecektir? Yasa koyucu her iki talep ve dava hakkı için bir
paralellik düşündüğünden dava haklarının doğumu için tebligatı koşul olarak
esas almıştır.
c) Ferağın Hukuki Niteliği
Genel anlamda ve Eşya Hukuku açısından ferağ, bir harcama işlemi olup, bir
hakkın ortadan kaldırılması ve değiştirilmesi niteliğindedir. Diğer bir
anlatımla, taşınmaz malın mülkiyetinin başka birine tapuda devrinin yapılması
ile, önceki malikin tüm hakları sona erer, yeni malike geçer. Bundan sonra
eski malikin ayrıca başka talep haklarına dayanması, somut olayda olduğu
gibi, dava açma olanağı kalmaz.
Ne var ki, konumuz bakımından ferağ, Eşya Hukuk ve mülkiyetin geçişi
itibariyle ayrı ve farklı bir nitelik taşımaktadır. Şöyle ki; ferağa rağmen
malik bedel arttırma davası açabildiği gibi, ferağın hukuki sebebi
kamulaştırma olduğu için, koşulların gerçekleşmesi halinde Kamulaştırma
Yasasının 23. maddesi uyarınca geri alma davasıda açabilmektedir. Aslında
somut olayda tartışma konusu yapılan ferağ, nitelik bakımından yine
Kamulaştırma Yasasının 8. maddesi uyarınca da yapılan bir ferağ değildir.
Sözü edilen maddedeki koşullar varsa, zaten tarafların dava açma haklarıda
bulunmamaktadır. Ancak yine 23. madde uygulanabilmektedir. Yasanın 8. maddesi
ile düzenlenen "satın alma usulü" ile kamulaştırmada, madde başlığına karşın
bir satın alma değildir. Tarafların serbest iradesi ile saptanan bir bedel
olmadığı gibi, malik dilediğinde devirden kaçınamaz. Zaten sözü edilen madde
uyarınca önce bir kamulaştırma kararı alınacak, kurulacak komisyonca bedel
saptanacak ve ondan sonra anlaşmaya gidilecektir. Malik anlaşmaya yanaşmadığı
takdirde idare kamulaştırmada yöntemi işletecektir. Bu bakımdan 8. maddenin
olayımızın çözümünde yeri bulunmamaktadır.
Genel kuruldaki tartışma sırasında, karşı düşüncede olanlar tarafından Yasanın
15/13. maddeside ileri sürülmüştür. Sözü edilen maddenin ilgili fıkrasında
öngörülen husus şudur; kamulaştırma ve kıymet takdirinin yapılmasından
itibaren bir yıl geçtikten sonra tebligat yapılırsa, taşınmazın gerçek
değerinin tesbiti bakımından; kıymet takdiri tarihindeki değer esas
alınmayacak, kamulaştırmadan itibaren bir yıldan fazla süre geçtiği için,
tebliğ tarihindeki değer esas alınacaktır.
Uygulamada şöyle bir sorun ortaya çıkabilir. Kamulaştırmadan sonra makil,
ferağı vermiş ve henüz tebligat yapılmamış olmasına karşın bedel davasını
açmışsa, tebligatın yapılmasından bir yıl ve daha fazla süre de geçmiş olsa,
artık bedelin tesbiti, ferağ tarihi esas alınarak belirlenecektir. Çünkü
burada malik, tercihini yapmış ve dava hakkını kullanmıştır. Bir hak bir defa
kullanılır. Birden fazla kullanılamaz. Ancak, ferağdan sonra dava açmamışsa,
tebliğ tarihinden itibaren dava hakkı doğacağından, buhakkını tebliğden
itibaren otuz gün içinde kullanabilir. Bu açıklamalardan da anlaşılacağı
üzere, sözü edilen fıkra, tebligatın yapılmasına engel bir anlam
taşımamaktadır.
Konunun görüşülmesi sırasında, karara karşı oy yazacağını da düşündüğüm, bir
dairenin sayın başkanı, ferağ vermekle artık tüm haklarını devrettiğini,
ondan sonra bedel davası açamayacağını ifade etmiştir. Aslında bu düşünce
biçimi; ferağla tebligata aynı sonucu bağlayanların düşüncesinden daha
isabetli ve hukuk mantığı ve ferağın hukuki yapısına da uygun düşmektedir. Ne
var ki biz yasanın tebligatı şart koşması nedeniyle bu düşünceyede
katılamadık. O kadar ki, yasaya göre tebligat mutlaka yapılmalıdır. Bundan
dolayıda Tebligat Yasasının 32. maddesi uyarınca, usulsüz tebligatın
öğrenilmesindeki geçerlilik, kamulaştırma işlemlerine karşı hakların
kullanılmasında bir hukuki işlem olarak kabul edilmemektedir.
4- OBJEKTİF İYİNİYET KURALI
Bilindiği üzere, MK.nun 2. maddesinde, herkesin haklarını kullanırken ve
borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uygun hareket etmesi
gerektiği belirtilmiştir. Hukukun temel ilkesi olan bu kural, yasalarda yer
almamış olsa daha uyulması gereken bir ilkedir ve her olayda olması gerekir
veya varolduğu kabul edilir. Ne var ki bu ilkenin olur-olmaz yerde
kullanılması her zaman hakkın gerçekleşmesini sağlamayabilir. Çünkü, MK.nun
2. maddesindeki dürüstlük kuralı ancak yasalarda, ya da ilmi ve yargısal
kararlarda özel bir kural bulunmadığı takdirde uygulanabilir. Bu sonuç,
dürüstlük kuralının ikinciliği (taliliği) ilkesinden doğmaktadır. Ayrıca, bu
tür nitelik taşıyan genel ilkeleri sık sık uygulamak tehlikeli sonuçlarda
doğurabilir. Çünkü, dürüstlük ve hakkaniyet; yere, zamana ve kişiye göre azda
olsa değişiklik gösterebilir. O zamanda objektiflikten uzaklaşılmış olur.
Ayrıca, sorunun çözümü için, konulmuş kuralları bırakıp, 2. maddeye dayanmak,
konuyu basite indirgemek, tam olarak çerçevesi çizilmemiş kurallara çözüme
göre gitmek olur ki, işin içine duyguda karışmış olur. Halbuki hukuki
meseleler açık olmayan hakkaniyet hisleri ile değil, kesin ve açık ilkelerle
çözümlenmelidir.
Belirtilen bu temel düşünceye, yasanın getirdiği düzenlemeye karşın somut
olayda olduğu üzere, malikin ferağı verdikten sonra dava açmayıp, tebligatı
beklemesi ve tebligattan sonra dava açmasının çelişkili bir davranış olduğu,
objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmadığını söylemekde olası değildir.
Veyahutta somut olaya özgü olarak, ferağla tebligat arasında geçen süreye
göre, malikin dava açmada iyi niyetli mi, kötü niyetli mi olduğu biçiminde
bir ayrım yapıp, buna göre sorunun çözümüne gitmek, hukukçuyu subjektif
sonuçlara götürür. Böylece hakkın kapsamıda değişmiş olur. Halbuki hukukun ve
hukukçunun işlevi birliği ve objektifliği soğlamaktır. Ortada mevcut yasal
düzenlemeler var iken, sorunun MK. 2. madde ile çözümü olası değildir ve
tehlikelidir.
SONUÇ : Yukarıdan beri açıkladığım düşünceleri özetlersek; mevcut bir yasal
düzenleme vardır. Bu yasal düzenlemede yasakoyucu tebligatı dava hakkının
doğumu bakımından bir koşul olarak belirtmiştir. Doğrusuda budur. Buna
uyulmalıdır. Bu düşüncemiz kamulaştırmanın mahiyetinede uygundur. Mevcut
İçtihadı Birleştirme Kararı ile, yasanın ilgili maddeleri değiştirilmiştir
veya yeni kurallar getirilmiştir. Bu da yargının yetkisini aşması sonucunu
doğurmuştur. İBK.ları ile yeni bir kural değil, ancak ve ancak belli bir
olaya uygulanacak yasanın hangi anlamda uygulanacağını saptamak içindir.
Açıkladığımız gerekçelerle çoğunluğun vardığı sonuca katılamamaktayım. İBK.nın
Hukuk Genel Kurulu kararı doğrultusunda ve dava hakkının ferağla başlayacağı
düşüncesindeyim.
Bilal KARTAL
4. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY YAZISI
* Anayasamızın 35. maddesi; "Herkes mülkiyet ve miras hakkına sahiptir. Bu
haklar, ancak kamu yararı amacıyla, kanunla sınırlanabilir" hükmünü amirdir.
Anayasamızın mülkiyet hakkına müdahale ile ilgili sadece iki müessese
düzenlenmiştir. Bunlardan biri "Kamulaştırma" diğeri de "Devletleştirme"dir.
Anayasanın mülkiyet hakkına gösterdiği özen ve saygı aynen "Kamulaştırma
Kanunu"na da yansımış, bu sebepledir ki kamulaştırma kuralları son derece
detaylı bir biçimde düzenlenmiştir. Özellikle mal sahibine yapılacak tebligat
ile ilgili olarak, anılan Kanunun 13. maddesi, mülk sahibinin her şeyden
haberdar olmasını sağlayacak biçimde kaleme alınmıştır. Yani taşınmazı
elinden alınan kişi, kendisine yapılacak tebligat ile; taşınmazının tamamının
mı veya bir kısmının mı kamulaştırıldığını öğrenebileceği ölçekli bir plan
veya krokiyi alacak, kamulaştırmanın hangi nedenle yapıldığını, takdir olunan
bedelin ne olduğunu, paranın hangi bankaya yatırıldığını, açılacak davalarda
husumetin kime yöneltileceğini öğrenmiş olacaktır.
Mal sahibinin tapuda idare leyhine vereceği ferağda amaç, kendisinin bir an
önce kamulaştırma bedelini alması, idarenin de tapuyu alarak taşınmazı
dilediği gibi kullanmasıdır. Bu ferağ işlemi sırasında ilgili yukarıda tadat
olunan tebliğ belgelerinin detayından mahrum olarak tapuda imzayı atıp daha
sonrada topluca bir kamulaştırma bedelini almaktadır. Yani tapu sicil
muhafızlığında takdiri kıymet komisyonu raporu olmadığı için ne taşınmazının
metrekaresinin kaç liradan kamulaştırıldığını bilmekle, nede (varsa)
üzerindeki eve, ağaçlara, kuyuya vs.ye yani muhdesata ne değer biçildiğini
bilmektedir. Bu nedenlerle mülkiyet hakkına müdahale edildiğini öğrenmekte,
Anayasanın amir hükmü gereğince parasını peşin almakta, ancak bunun yasal
koşullara uygun olup olmadığını mukayese imkanından mahrum kalmaktadır.
Ferağdan ayrı, tebligat zorunluluğu olduğu takdirde, yukarıda açıkladığımız
tüm koşullardan haberdar olacak, belki kamulaştırma işlemi amacına ve şehir
imar planına vs.ye aykırıdır diye idari yargıya başvuracak, belkide adli
yargıda metrekareye, binaya biçilen değeri az bularak, taşınmaz üzerindeki
ağaçların eksik sayıldığını bazı muhdesatın unutulduğunu ileri sürerek bedel
ve maddi hata davası açacaktır. Sadece tapuda ferağ ile yetinilmesi halinde
mal sahibi tüm bu imkanlardan mahrum kalacaktır.
Kamulaştırma Kanunu bu sebepledir ki; tebligat konusu üzerinde hassasiyetle
durmuş, bunu düzenleyen 13. maddesinin 3. fıkrasında "Doğrudan tebligat ile
beraber yukarıda yazılı kararlar ayrıca ilan olunur" hükmünü getirerek mülk
sahibini, elinden alınan malı için yapılan işlemin yasaya ve Anayasaya
uygunluğunu denetim imkanı sağlamıştır.
Yukarıda açıklamaya çalıştığımız nedenlerle; kamulaştırmalarda mal sahibinin
tapuda ferağ vermesi durumunda da kendisine ayrıca 2942 sayılı Kamulaştırma
Kanununun 13. maddesi gereğince tebligat yapılmalı ve aynı kanunun 14.
maddesindeki 30 günlük dava açma süresi bu tebliğ tarihinden başlamalıdır.
Bu sebeplerle çoğunluk kararına katılamıyorum.
Müfit YÜKSEL
13. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY YAZISI
* Kamulaştırma sonucu, adliye mahkemesinde açılacak bedel artırım
davalarında, dava açılmasına ilişkin 30 günlük hak düşürücü süre
kamulaştırmayla ilgili işlem ve bilgilerin tebliğinden itibaren başlar. Bu
kural; anayasal ve buna bağlı oluşan yasal sistemin zorunlu ve açık
sonucudur. Bu konuda, hiçbir istisna söz konusu değildir. Taşınmazı
kamulaştırılan kişinin, kendi rızası ile kamulaştırmayı gerçekleştiren tüzel
kişisi yararına tapuda "ferağ" vermesi, belirtilen kuralın uygulanmasını
bertaraf edemez. Bu görüşün aksi sonuca ulaşan sayın çoğunluk kararı aşağıda
açıklayacağım üzere bu alanda oluşmuş bulunan hukuksal sistemimize ters
düşmüştür.
1- Tebliğ zorunluluğunun bertaraf edilmesi, ANAYASANIN 125/3. MADDESİNDE YER
ALAN VE "İDARİ İŞLEMLERE KARŞI AÇILACAK DAVALARDA, SÜRENİN, YAZILI BİLDİRİM
TARİHİNDEN BAŞLAYACAĞINA" İLİŞKİN KURALI İLE KAMULAŞTIRMA KURUMUNUN ÖZÜNE VE
KK.nun 13, 14 ve 25. MADDELERİNE AYKIRIDIR.
Anayasamızın 46. maddesinde düzenlenen kamulaştırma kurumu; özel mülkiyete,
malikin rızası olmaksızın son veren istisnai ve hukuki bir yol olarak kabul
edilmiştir. Kısaca, Kamulaştırma, özel mülkiyete Devletin bir müdahalesidir.
Özel mülkiyette bulunan taşınmaz mallar zorla sahiplerinin elinden
alınmaktadır. Bu yöntemin hukuka ve Anayasaya uygunluğu ise, Anayasamızın
gösterdiği diğer koşullar ile birlikte, kamulaştırılan malın karşılığının
hakkaniyete uygun ve adil bir bedel olarak ödenmesini zorunlu kılar. İşte,
bedel artırım davası, anayasal zorunluluğun sonucu olarak ortaya çıkar ve
kişiye anayasal güvence sağlar. Bu davaların açılmasında öngörülen 30 günlük
hak düşürücü süre, kişi yönünden çok önem taşır ve kimi durumlarda kişiyi
anayasal haktan yoksun kılabilir. Bunu önlemek için, Anayasa, kesin ve açık
kurallarını da birlikte göstermiş ve sistemi Anayasaya uygun şekilde
oluşturmuştur. Bu alanda temel kural, Anayasanın yukarıda sözü edilen 125/3.
maddesinde kabul edilmiş ve Kamu tüzel kişilerince oluşturulacak idari
işlemlere karşı açılacak davalarda, sürenin yazılı bildirim tarihinden
başlayacağını, ayrıntısız kabul etmiştir. Öte yandan, kamulaştırma ile ilgili
Anayasanın 46. maddesi de, kamulaştırma ile ilgili esas ve yöntemlerin yasada
belirleneceğini hükme bağlamıştır. Anayasal sisteme uygun olarak kabul edilen
Kamulaştırma Kanununda, kişi hakkının özüne ilişkin olması nedeniyle, bedel
artırım davalarında öngörülen 30 günlük hak düşürücü sürenin başlangıcını
yazılı bildirim olarak, 13., 14. ve 25. maddesinde kabul etmiştir. Anayasal
ve yasal sistemin bu şekilde, ayrıntısız biçimde ortaya çıkmasından sonra,
çoğunluk kararı ile bu sisteme açıkca ters düşecek bir uygulamaya yer
verilmiş yazılı bildirim kavramı ile uzaktan yakından ilgili olmayan "ferağ"
işlemi, yazılı bildirim yerine ikame edilmiştir.
2- ÇOĞUNLUK KARARI İLE YASA KOYUCU GİBİ DAVRANILMIŞ YENİ BİR YASA KURALI
OLUŞTURULMUŞTUR.
Anayasal sistemimizde, yargı organı; bir yasa kuralının, özellikle, dava açma
ön koşuluna ilişkin ve doğrudan Kamu düzeni ile ilgili bir konuda, bu kuralın
yorumunu yaparken ve bu kuralın kapsam, amaç ve uygulama koşullarını
belirlerken, yasanın açıkca ve kesinlikle belirlediği ve yasakladığı
durumlara müdahale edemez ve mevcut sistemin benimsediği kuralları bertaraf
edecek veya bunların yerine geçecek yeni kurallar koyamaz.
Anayasal güçler ayrılığı ilkesinin doğal sonucu olan bu esas uyuşmazlık konusu
olan olayda bertaraf edilmiş ve sistemde yer almayan yeni bir süre başlangıcı
öngörülmüştür. Böylece, kamulaştırma ile ilgili kişiye sağlanan hakkın
kaybolması gibi bir sonuç ortaya çıkmıştır. Oysa, tebligat zorunluluğu, bir
anayasal zorunluluk olarak ve kişi haklarının güvencesi olarak kabul
edilmiştir.
3- ÇOĞUNLUK KARARI, İDAREYE GÜÇLÜK ÇIKARMAYAN VE YASANIN TEBLİĞ GEREĞİNİ
BEKLEYEN İYİ NİYETLİ KİŞİLER ALEYHİNE, DAVA AÇMA HAKLARINI ORTADAN KALDIRICI
NİTELİKTE HAKSIZ VE EŞİTLİĞE AYKIRI UYGULAMA ORTAYA ÇIKARMIŞTIR.
Gerçekten, çoğunluk kararı ile idare yararına ferağ vermeyen kişi yönünden,
kamulaştırma bedel arttırım davası açılabilmesi için yasa gereği tebliğ
zorunluluğu muhafaza edilmektedir. Oysa, iyiniyetle ve idareye karşı güçlük
çıkarmadan "ferağ" veren yönünden, bu yasal zorunluluk ortadan kaldırılmakta
ve bu kişiler aleyhine, 30 günlük hak düşürücü süre, tebliğ yerine, ferağ
tarihinden başlatılmaktadır. Böylece, iyiniyetle ferağ veren kişi ile aksine
davranan ve ferağ vermeyen kişinin aynı günde davalarını açmaları halinde;
ferağ verenin tebellüğ tarihine göre 30 günlük süreyi geçirmemesine rağmen
ferağ tarihinden 30 günlük süre başlatılması ve bu sürenin de dolması
halinde, dava hakkı bulunmayacak ve davası bu nedenle reddolunacak, diğer
kişinin ise davasına devam edilecektir. Hiçbir hukuk sistemi, bu derece,
iyiniyetli kişi aleyhine ters ve haksız sonuç çıkaracak yargısal sonucu kabul
edemez.
Açıkladığım nedenlerle sayın çoğunluk kararına katılamıyorum.
Utkan ARASLI
10. Hukuk Dairesi Üyesi
KARŞI OY
* İçtihadı birleştirmenin konusu, 2942 sayılı Kamulaştırma Kanununun 14.
maddesinde, kamulaştırma bedelinin artırılması için kabul edilen 30 günlük
hak düşürücü sürenin, "Kamulaştırma işlemi ile ilgili olarak yasaya uygun bir
bildirim olmadan tapuda devir (ferağ) işleminin yapıldığı tarihten mi yoksa
daha sonra idare tarafından noter kanalı ile yapılacak tebligat tarihinden mi
başlayacağı" hakkındadır.
Kamulaştırma Yasasının 14. maddesinde aynen: (Kamulaştırılacak taşınmaz malın
sahibi; zilyedi ve diğer ilgililer noter aracılığı ile yapılan tebligat
gününden itibaren 30 gün içinde, kamulaştırma işlemine karşı idari yargıda ve
takdir olunan bedel ile maddi hatalara karşı da adli yargıda dava
açabilirler) denilmiştir.
Aynı Yasanın 25. maddesinde aynen "hakların kullanılması ve borçların yerine
getirilmesi bakımından kamulaştırma işlemi mal sahibi için 13. madde uyarınca
yapılan tebligatla başlar" denilmiş ve devamla da "Dava açabilmek için
idarenin tebligat yapması veya tebligata çıkarması şarttır" diye amir hüküm
getirilmiştir. Sözü edilen Yasanın 13. maddesinde ise aynen: "Kamulaştırılan
taşınmaz malın sahibi, zilyed ve diğer ilgililere tebliğ edilmek üzere;
kamulaştırılacak taşınmaz malın kamulaştırılmasına uygun ölçekli bir plan
veya ölçekli krokisi, kamulaştırma kararı, takdir olunan kıymeti;
kamulaştırma karşılığının veya ilk taksidini milli bankalardan birine hak
sahibi adına yatırıldığına dair belge, kamulaştırmanın hangi idare yararına
yapıldığı ve açılacak davalarda husumetin kime yöneltileceği bedelin bankaya
yatırıldığı tarihten başlayarak 30 gün içinde idare tarafından notere
verilir, noter 15 gün içinde belgeleri tebliğe çıkarır" denilmiştir.
Yasanın belirtilen bu açık ve seçik hükümlerinden 30 gümlük hak düşürücü dava
süresinin duraksamaya meydan vermeyecek şekilde tebligat gününden başlayacağı
anlaşılmaktadır. Esasen 13. maddede tebligatın noter aracılığı ile yapılması
öngörülmüştür. Uygulamada da noter dışında yapılan tebligatlar geçerli kabul
edilmemektedir.
Karşı görüş sahipleri ferağın tebliğ mahiyetinde olduğunu, ferağla taşınmaz
sahibinin herşeyi öğrendiğini ileri sürmektedirler. Oysa, ferağ başka
tebligat başka bir olaydır. Aynı kabul edilemez. Nitekim bazı karşı görüşü
ileri sürenlerde ferağ ile tebligatın aynı olmadığını kabul etmişlerdir.
Ferağla taşınmazı kamulaştırılan mal sahibi her şeyi öğrenmişmidir. Bu mümkün
değildir. Sadece bir varsayımdır. Şöyleki; Kamulaştırma Yasasının 13.
maddesinde belirtilen altı adet kamulaştırma belgesinin noter aracılığı ile
mal sahibine tebliğ edilmesi şarttır. Mal sahibi bu belgelerden edindiği
bilgilere göre durum değerlendirmesi yapıp gerekiyorsa davasını açacaktır. Bu
belgeler kamulaştırmayı yapan idare de bulunmaktadır. Tapu idaresinde bu
belgeler bulunmadığından mal sahibi belgeleri ve içeriğini öğrenemeyecektir.
Bu belgeleri öğrenememesi mal sahibi aleyhine sonuçlar doğurabilecektir.
Örneğin, Kamulaştırma Yasasının 10. maddesine göre tanzim edilen takdir
komisyonu raporunda mal sahibinin kamulaştırılan arsa, bina, ağaç gibi
unsurların bu raporda yer alması gerekir. Bunlardan biri veya birkaçı rapor
da yoksa davacının 30 günlük süre içerisinde maddi hata davası açması
gerekir. Ferağ halinde davacı bu rapor ve mahiyetinden haberdar olmadığı için
böyle bir yanlışlık halinde süreyi geçirdiği anda dava hakkını kaybedecektir.
Diğer taraftan davacıya tebliğ edilecek belgelerden biri de, idarenin
davacının kime karşı dava açacağını bildiren belgedir. Şayet davacı idarenin
bildirdiği bu davalıya karşı davayı açarsa ilerde gerçek hasım değişse dahi;
davacının bir kaybı olmayacak dava gerçek hasma yöneltilerek devam
olunacaktır. Eğer davacımıza, davayı kime karşı açacağına dair bir belge
tebliğ edilmemiş ve davacı da yanlış hasma karşı dava açmışsa bu arada 30
günlük süre de geçmiş olacağından, davacı bütün haklarını kaybetmiş
olacaktır. Yasa, davacı aleyhine sonuç doğuracak bütün bu hususları dikkate
alarak taşınmazı kamulaştırılan mal sahibinin herhangi bir mağduriyetine
maruz kalmaması için, kamulaştırma belgelerinin tümünün mal sahibine noter
aracılığı ile tebliğ edilmesini; 30 günlük hak düşürücü süreninde bu tebliğ
gününden başlayacağını şart kılmıştır.
Taşınmazı kamulaştırılan kişi, Kamulaştırma Yasasını incelediğinde bütün
maddelerde 30 günlük hak düşürücü sürenin tebliğ gününden başladığını görüp
ona göre hareket edecektir. Kamulaştırma Yasasının hiç bir yerinde ferağ
halinde 30 günlük sürenin ferağdan başlayacağına dair bir hüküm
bulunmadığından, süreyi ferağdan başlatmak taşınmaz mal sahibine karşı açıkça
haksızlık olacaktır.
Yasanın yorumu gerektirmeyecek açık hükümlerine göre, 30 günlük hak düşürücü
sürenin noter aracılığı ile yapılacak tebliğ gününden başlayacağı yolundadır.
Sürenin ferağdan başlayacağı şeklinde karşı görüşün kabulü yasaya kanun
koyucu gibi hüküm ilave etmek olacaktır.
Bütün bu anlatımlara göre, Hukuk Genel Kurulu ile 5 ve 18. Hukuk Daireleri
arasında hak düşürücü sürenin başlamasına ilişkin içtihat aykırılığının,
Hukuk Genel Kurulu'nun görüşü gibi, 30 günlük hak düşürücü sürenin tebligat
gününden başlayacağı şeklinde birleştirilmesi görüşündeyim. Sayın çoğunluğun
aksine görüşüne katılmıyorum.
Cemil DİKMEN
5. Hukuk Dairesi Üyesi
|