 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Onuncu Hukuk Dairesi
E. 1993/13378
K. 1994/5740
T. 25.3.1994
* KAÇAK İŞÇİ ÇALIŞTIRILMASI
* TAZMİNATTA TAVAN
* TAZMİNATTA TENKİS
* RÜCU DAVASI
ÖZET : Bildirilmeyen sigortalının, sigortalı olarak çalışmaya başladığının
işverence; süresi içinde, Kurum'a bildirilmediği dönemde, zararlandırıcı
sigorta olayına maruz kalması, kendisine veya hak sahiplerine ödeme yapılması
durumlarında, kusursuz sorumluluğa rağmen, kıyas yoluyla, 506 sayılı Yasanın
26. madesi uygulanmalıdır.
Mahkemece yapılacak iş, sigortalının veya hak sahiplerinin, işverenden
isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını, işverenin kusuru nazara
alınmaksızın, yeniden belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek
üzere, tarafların kusurlu veya kusursuz durumları nazara alınarak, Borçlar
Kanununun 43 ve 44. maddeleri gözönünde tutularak, rücu alacağına
hükmetmekten ibarettir.
(506 s. SSK. m. 10, 26) (818 s. BK. m. 43, 44)
Davacı, işkazasında malul kalan sigortalı işçi için yapılan harcamalar üzerine
uğranılan Kurum zararının rücuan ödetilmesini istemiştir.
Mahkeme, isteği hüküm altına almıştır.
Hükmün, davalı avukatı tarafından temyiz edilmesi üzerine; temyiz isteğinin
süresinde olduğu anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, işin
gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tesbit edildi:
1- Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici
nedenlere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.
2- Dava, zararlandırıcı sigorta olayına maruz kalan sigortalıya veya
haksahiplerine Kurum'ca yapılan sosyal sigorta harcamalarının rücuan
ödettirilmesi istemine ilişkindir. Dava konusu olayda, 9 ve 10. maddelerin
öngördüğü koşulların oluştuğu uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, 10.
maddeye dayanan rücu davalarında 26. maddesinin öngördüğü "tavanın" uygulanıp
uygulanmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 9 ve 10.
maddeleridir. Anılan 10. maddenin üçüncü fıkrasında, "ancak yukarıdaki
fıkralarda belirtilen sigorta olayları için Kurum'ca yapılan ve ileride
yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa
bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye
değerleri tutarı 26. maddede yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene
ayrıca ödettirilir" hükmü yer almıştır. Anılan hükümde yazılı "sorumluluk
halleri" sözcükleri, sorumluluğa neden olan maddi olguları hedeflemekte olup,
sorumluluğun kapsam ve tutarını içermez. Gerçekten, 10. maddenin yollamada
bulunduğu 26. maddenin ilk metninde sorumluluğun kapsamını sınırlayan bir
hüküm yer almadığına göre, 10. maddenin sorumluluk kapsamının sınırlanmasının
da dışlanmış olduğu düşünülemez. Öte yandan, işverenin kusurlu ve suç sayılır
eyleminden dolayı sorumluluğunu düzenliyen 26. maddede 3395 sayılı Yasayla
yapılan değişiklikle, işverenin ödemesi gerektiği rücu tazminatının miktarına
sınır getirilmiştir. Başka bir anlatımla, kusurlu veya suç sayılır eylemi ile
sigortalıya veya haksahiplerine sosyal sigorta harcamalarının yapılmasına
neden olan işverenin ödeyeceği rücu tazminatı miktarı sigortalı veya
haksahiplerinin işverenden isteyebileceği tazminat miktarı ile
sınırlandırılmıştır.
Hal böyle olunca ve özellikle kusursuz sorumluluğu öngören 10. maddeye
dayanılarak açılan rücu davalarında da 26. maddenin öngördüğü tavanın kıyas
yoluyla uygulanmasının hak ve nesafet kurallarına uygun olacağı, esasen
davanın yasal dayanağını oluşturan 10. maddenin uygulamaya cevaz verdiği,
engelleyici hüküm içermediği açıktır.
Mahkemece yapılacak iş, sigortalının veya haksahiplerinin işverenden
isteyebileceği tazminat (tavan) miktarını işverenin kusuru nazara
alınmaksızın yeniden belirlemek ve belirlenen tazminat miktarını geçmemek
üzere tarafların kusurlu veya kusursuz durumları nazara alınarak Borçlar
Kanununun 43, 44. maddeleri gözönünde tutularak rücu alacağına hükmetmekten
ibarettir.
Mahkemece, bu maddi ve hukuki olgular gözönünde tutulmaksızın eksik inceleme
ve araştırma sonucu yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup
bozma nedenidir.
O halde, davalının bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli,
hüküm bozulmalıdır.
S o n u ç : Temyiz edilen hükmün yukarda açıklanan nedenlerle (BOZULMASINA),
temyiz harcının istek halinde ilgiliye iadesine, Başkan Teoman Ozanoğlu'nun
muhalefetine karşı Üye Orhan Yalçınkaya, Yılmaz Darendelioğlu, Erdoğan
Aktekin ve Şemsettin Abik'in oylarıyla ve oyçokluğuyla 25.3.1994 gününde
karar verildi.
KARŞI OY YAZISI
* 506 sayılı Kanun m: 10, işyerinde, sigortalı çalıştırıldığının işveren
tarafından süresinde Kurum'a bildirilmemesi halinin, işverene yönelik
müeyyidesini düzenlemektedir. İşveren çalıştırdığı sigortalıları, örneği
Kurum'ca hazırlanacak bildirgelerle (İşe giriş bildirgesi ile) en geç bir ay
içinde, m: 9 uyarınca, Kurum'a bildirecektir. Şayet bildirmez ise,
sigortalıyı kaçak çalıştırmış olacaktır. İşte kaçak çalıştırılan bu kişiler,
bildirim süresi geçtikten sonra, bir işkazası, meslek hastalığı, hastalık ve
analık risklerinden herhangi birine maruz kalırlarsa, kaçak
çalıştırılmalarına, Kurum'a tescilli olmamalarına rağmen, Kurum, kendilerine
gerekli sigorta yardımlarını yapacaktır. Ancak, m: 10/3 uyarınca "yapılan ve
ileride yapılması gerekli bulunan her türlü masrafların tutarı ile, gelir
bağlanırsa, bu gelirlerin 22. maddede sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek
sermaye değerleri tutarını, 26. maddede yazılı sorumluluk halleri
aranmaksızın, işverene ayrıca ödettirecektir". Oysa; işkazası, meslek
hastalığı halinde, Kurum'un harcamaları m: 26 ve hastalık halinde ise m: 39,
41 uyarınca, işverene ve üçüncü kişilere, rücuan ödettirilebilmektedir. Madde
10/3'de ise, Kurum'un karşıladığı risk, işkazası, meslek hastalığı ve
hastalık riski olmasına karşın, o maddelerden ayrı, halefiyete dayanmayan,
sırf işverene ve onun bildirge vermeme eylemine yönelik, bağımsız bir rücu
davası öngörülmüştür. Halefiyete dayanmamaktadır. Çünkü, işveren sigorta
olayının meydana gelmesinde, kusursuzluğu nedeniyle, sigortalısına karşı
sorumlu olmasa bile, bildirge vermemesi yüzünden, Kurum'a karşı sorumlu
olabilmektedir. İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde, ister kusurlu,
ister kusursuz olsun, bildirge vermemesi nedeniyle, Kurum'a karşı sorumlu
olacaktır. Yani, burada, işverenin bildirge vermeme -kaçak işçi çalıştırma
eylemi, bir çeşit medeni ceza ile, kusursuz rücu tazminatı sorumluluğu ile,
cezalandırılmaktadır. İşverenin bu eylemi, ayrıca 506 sayılı K. m: 140/b
uyarınca, idari para cezası ile dahi müeyyidelendirilmiştir. İşverenin, m:
10/3'e dayanan sorumluluğunun haleflik ilkesi ile ilgisi olmadığı 10. H.
Dairesi'nin 7.2.1984 tarih ve 14444/1527 s.; 8.3.1987 T. ve 921/1096 s.;
14.9.1987 T. ve 4220/4215 s.; 24.3.1992 T. ve 2264/3672 s.; 27.3.1990 T. ve
8961/2902 s.; 30.5.1989 T. ve 2781/4811 s.; 6.3.1989 T. ve 187/2054 sayılı
kararlarında ve öteki birçok kararında vurgulanmıştır.
Gerçekten, burada, işyerinde kaçak çalıştırılan işçiye yardım yapma yükümü,
Kurum'a, özel bir Kanun maddesiyle yükletilmiştir. İşçi, sigortalı olarak
tescilli olmadığı halde, sosyal bir düşünceyle S.S. Kurumu devreye sokulmuş,
belli risklerle karşılaşması halinde, ona, yardım etmekle mükellef
kılınmıştır. İşçi de, icabında işveren ve işyeri de, tescilli olmadığı ve
Kurum'ca bilinmediği ve de işverenden hiç bir prim ve yarar sağlanmadığı
halde, sırf ekonomik açıdan güçsüz olan işçi, ortada kalmasın diye, Kurum,
yükümlülük altına sokulmuştur. İşveren, sigorta olayının meydana gelmesinde
kusursuz da olsa, diğer bir deyimle, m: 26 uyarınca işverene rücu caiz olmasa
bile, m: 10'a göre rücu mümkün olacaktır. Madde 26'ya giren hallerde, işveren
prim ödediği ve işkazası ve meslek hastalığına karşı işçinin resmi
sigortalanması işlemini sağladığı için, kusuru olmayan olaylarda,
sorumluluktan kurtulmakta, m: 10'da ise, kaçak çalıştırma, sigortalattırmama
eylemi nedeniyle sigorta olayının oluşmasında kusuru olmasa da, Kurum'u yasal
yardım yükümlülüğü ile karşı karşıya bıraktığı için, işveren, Kurum'un
giderlerini karşılamakla yükümlü tutulmaktadır. Böyle bir sonuç ve ilişkide,
ne klasik, nede temelinde rücu hakkı bulunan türden, yasal bir halefiyet söz
konusu değildir. Madde 26'da ise, Kanundan doğan ve temelinde rücu hakkını
içeren bir halefiyet ilişkisi vardır ve bu nedenle, oradaki işverenin rücu
sorumluluğuna, önceleri Yargıtay İçtihatlarıyla ve sonra 3395 sayılı Kanunun
bu içtihatları benimsemesi ile, yasal olarak, "sigortalı veya haksahibi
kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olmak üzere"
şeklinde bir tavan sınırı uygulanmıştır. Şu halde, 26. maddede tavan sınırı
uygulanması, haleflik ilkesinin gereği ve sonucudur. Madde 10'a dayanan
davalar ise, haleflik ilkesine dayanmayıp, kaçak işçi çalıştırmanın medeni
cezasını oluşturmakla, böyle bir sınırlamaya tabi tutulmamıştır. O kadarki,
3395 sayılı K. ile 26/1. madde değiştirilerek tavan sınırı konurken, 10/3.
maddeye hiç dokunulmamıştır. Yasa koyucunun bu davranışı tamamen bilinçlidir.
İmdi, m: 10/3'e dayanan tazminat davalarında sorumluluğun sınırı ve kapsamı
nedir? Bunu m: 10/3, "Kurum'ca yapılan ve ilerde yapılması gerekli bulunan
her türlü masrafların tutarı ile, gelir bağlanırsa bu gelirlerin 22. maddede
sözü geçen tarifeye göre hesap edilecek sermaye değerleri tutarı, 26. maddede
yazılı sorumluluk halleri aranmaksızın işverene ayrıca ödettirilir" şeklinde
belirlemektedir. Demekki, her ne masraf yapılmışsa veya gelirlerin peşin
sermaye değeri ne ise, o, işverenden alınacaktır. 26. maddede ise, aynı
şeylerin, yani gider ve gelirlerin peşin değerlerinin, hemen aynı sözcüklerle
işverene ödettirileceği yazılı olmakla beraber, "sigortalı veya haksahibi
kimselerin işverenden isteyebilecekleri miktarla sınırlı olarak" şeklinde bir
tavan sınırı getirilmektedir. Bu sınır, 10/3. maddede yoktur. Daha önce
halefiyetten hareketle, içtihaden kabul edilen bu tavan sınırını, 3395 sayılı
Kanunla 26/1. eklenen yasakoyucu, yukarıda belirtildiği gibi 10/3. maddeye
hiç dokunmayarak 10. madde için böyle bir sınırın söz konusu olamayacağını,
özellikle ifade etmiş olmaktadır. İsteseydi, m: 10'a da, aynı sınırı koyardı.
Bu güne kadarki Yargıtay uygulaması da, istisnasız bu görüşler çevresinde
şekillenmiş iken, bu davada, yasal düzenlemelerin esprisine, hukuki
dayanaklarına ve açık yasa metinlerine aykırı bir tarzda, 10. Hukuk Dairesi
çoğunluğu tarafından, 506 sayılı K. m: 10/3'e dayanan davalarda da m: 26'daki
tavan sınırının kıyas yoluyla uygulanması gerekeceği kararlaştırılmıştır.
Bu görüş, yukarda açıklanan nedenlerle, açıkca Kanuna aykırıdır. Öte yandan,
burada kıyas ta caiz değildir. Çünkü, her iki maddede yer alan Kurumlar,
ilkeler ve çözümler, farklıdır. Madde 10/3'de, kaçak işçi çalıştırmanın etkin
müeyyidesi düzenlenmişken, buna işverenin ve işçinin prim ödeyerek sigorta
ettirdiği risklere ilişkin rücu davasının kural ve sınırlarını, yaptırımın,
güç ve etkinliğini ortadan kaldıracak şekilde, kıyasen uygulamak hukuken
mümkün değildir.
O halde, 506 sayılı K. m: 10/3 uygulamasında, 26. maddeye özgü tavan
sınırlaması, kıyasen uygulanamaz.
Bundan başka, çoğunluk kararı, m: 10/3'deki rücu davalarının kusursuz
sorumluluğu öngördüğünü açıkça kabul etmektedir. Bu doğrudur. Fakat kusursuz
sorumluluğa dayanan bu davalarda, kusurlu sorumluluk esasına dayanan ve kusur
oranı da gözetilerek belirlenen m: 26'daki tavanın, kıyas yoluyla
uygulanmasını önermektedirki bu, açık bir çelişkidir. Tavan, kusur durumu
nazara alınmaksızın belirlenecek ise, o zaman da ortaya çıkacak tavan-hesap,
kıyasen uygulanması kabul edilen 26. maddedeki tavan olmayacaktırki, bu da
ayrı bir çelişkidir. Öte yandan çoğunluğun kararında "kusurlu veya kusursuz
durumları gözönünde tutarak rücu alacağına hükmedilmesi önerilmektedir ki, bu
da ayrı bir çelişkidir. Zira, burada bir çeşit rücu tazminatı hesabında,
kusur durumunun dikkate alınması tavsiye ediliyor. Bu görüş, hem yukardaki
çoğunluk tavsiyeleriyle, hem de maddenin yapısındaki kusursuz sorumluluk
ilkesiyle, çelişmektedir. Diğer bir deyimle, tam bir kavram kargaşası söz
konusudur.
Çoğunluk kararında, "10. maddenin tavan sınırlaması uygulanmasına cevaz
verdiği ve engelleyici bir hüküm içermediğinin" ileri sürülmesi, ayrı bir
yanılgıdır. Bir kusursuz sorumluluk halinin, tavanla sınırlanabilmesi için,
yasal cevaz hükmünün bulunması gerekir. İlke olarak, kabul edilen bir
sorumluluk halinin, sınırlandırılması, açık Kanun hükümleriyle
öngörülmelidir. Böyle bir sınır, diğer bir deyimle, yasal cevaz hükmü
olmadıkça, engel hüküm yok diye, mahiyeti başka bir sorumluluk düzenine özgü
sınırlamalar, kusursuz sorumlulukta, kıyasen uygulanamaz.
Aslında, burada sorun şudur:
Madde 10'a dayanan rücu davalarında, koşullar oluşmakla beraber, sigorta
olayının meydana gelmesinde, işverenin hiç kusuru yoksa veya belli bir oranda
ise, buna karşın sigortalı, üçüncü kişiler kusurlu iseler veya kaçınılmaz
etkenlerin olayda payı varsa, bunlar, tazminatın şumulünün tayininde hiç
etkili olmayacak mıdır? Dairemizin, giderek Yargıtay'ın uygulamasında, bu
haller, genel hüküm niteliğinde olup, bu davalarda da uygulanması gereken,
Borçlar Kanunu m: 43 ve 44 çevresinde, tazminatta bir indirim nedeni olarak
kabul edilmektedir. Bu konuda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.
Ne var ki, ekonomide enflasyonist baskıların etkili olduğu dönemlerde, 10.
madde çevresinde, Kurum'ca karşılaşılan riskler nedeniyle, özellikle
sigortalılara gelir bağlanan hallerde, bu gelirlerde, zaman zaman, Kanun ve
Kararnamelerle ayarlamalar ve artışlar yapılmaktadır. Bu işlemler, büyük
oranda enflasyonun, gelirlerde meydana getirdiği erimeyi gidermek, kısmende
gelir seviyesini iyileştirmek amacıyla yapılmaktadır. İşte, bu gelir
artışları, m: 10/3 çevresinde, işverenden ayrıca istenmektedir. 10. H.
Dairesi, giderek Yargıtay uygulamasında, bu artışların zamanaşımı sınırları
içerisinde istenebileceği kabul edilmektedir. Bu işler, artış gerçekleştikçe
devam ettiğinden, sınır arama eğilimi, bu olgulardan doğmuştur. Gerçekten,
sonradan yapılan artışlar için, zamanaşımı sınırları içerisinde, dava
açılabilir. Fakat, bu davalar, büyük çapta, devletin, ekonomide istikrarı
sağlayamaması ve enflasyonu ortadan kadıramaması, yada hiç değilse, gelir ve
ücretleri eritmeyecek bir orana indirememesi yüzünden açıldığı için, bu
risklerin yükünü tümüyle bildirge vermeyen, kaçak işçi çalıştıran işverene
çektirmek, adalet ve nesafete ters düşmektedir. İşveren, bildirge vermemek,
kaçak işçi çalıştırmakla, işbu medeni cezayı haketmekle beraber, enflasyonun
oluşması ve sürmesinde bir kusuru olmadığından, artışlara ilişkin rücu
davalarında, tazminatın Borçlar Kanunu m: 43, 44 çevresinde, ayrı bir
indirime tabi tutulması gerekir. Nasılki sigorta olayının meydana
gelmesinde,işverenin kusuru olmadığı, buna karşın, sigortalı ve üçüncü
kişinin kusurlu bulunduğu veya olay kaçınılmaz olduğu zaman, Borçlar Kanunu
m: 43 ve 44'e göre, 50'den az olmamak üzere, tazminatta bir hakkaniyet
indirimi yapılıyorsa, işverenin kusuru olmayan, buna karşın devletin
kusurundan oluşan enflasyon olgusu nedeniyle yapılan gelir artışlarının
rücuan tahsiline ilişkin davalarda da, yeniden bir hakkaniyet indiriminin,
aynı maddeler uyarınca, ayrıca uygulanması, adalet ve nesafete uygun olur.
Diyelimki, önceki davada, sigortalının karşılıklı kusuru ve işverenin
kusursuzluğu nedeniyle, işveren, gelirlerin 40'ı oranında rücu tazinatıyla
sorumlu tululsa, artış davasında yukarda açıklanan nedenle, 20 oranında bir
hakkaniyet indirimide gözönünde tutularak gelir artışlarının 80'i
indirilip, 20'si ile sorumlu tutulabilir. Sonradan açılacak davalarda bu
indirim adalet ve nesafetin gerektirdiği bir miktar olarak belirlenebilir ve
icabında tazminattan sarfınazarda edilebilir. Diğer bir deyimle, artışlardaki
enflasyon payının, önceki davada uygulanan hakkaniyet indirimi oranını
artırıcı bir etken olarak kabulü icabeder.
Bu işlem, 506 sayılı K. m: 10/3'deki özel hükme, Borçlar Kanunu m: 43, 44'deki
genel kuralların uygulanması suretiyle gerçekleştirilmiş olur ve tamamen
yasaya uygun bir nitelik taşır.
Bu imkan ve yol ve yasal cevaz varken, nitelikçe, kısayı caiz olmayan, başka
yasal rücu sistemlerine, kurumlarına ait, yöntem ve müesseseleri, tüm
Yargıtay uygulamasına ters düşecek biçimde, m: 10/3'e dayanan artış
davalarında, kıyasen uygulamaya kalkışmak, Kanuna aykırı ve hukuk düzenini
altüst eden, dava ekonomisi ilkesine de uymayan bir davranıştır.
Özetle, m: 10'a dayanan davalarda, haleflik esası, tavan sınırlaması
uygulanmaz, tavan hesabı yaptırılması gerekmez. Özellikle, çoğunluk kararında
öngörülen biçimde bir hesap hiç yapılamaz. Borçlar Kanunu m: 43, 44 uyarınca,
uygun ve gerekli ölçüde hakkaniyet indirimi yoluyla sorun çözülebilir.
Bu nedenlerle sayın çoğunluğun kararına karşıyım.
Teoman OZANOĞLU
Başkan
|