 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E. 1993/10-420
K. 1993/707
T. 10.11.1993
* 506 SAYILI SOSYAL SİGORTALAR KANUNU
* YURT İÇİ VE YURT DIŞI TEDAVİ GİDERLERİNİN İSTENMESİ
* HAK VE NESAFET KURALLARI
ÖZET : 506 sayılı SSK.nun 32/E maddesi uyarınca yurt dışı tedavi giderlerinin
istenebilmesi, şu koşulların gerçekleşmesine bağlıdır:
1- Hastalığın anlaşıldığı tarihten itibaren 120 gün hastalık sigortası primi
ödemiş olması,
2- Hastalığın yurt içinde tedavisinin mümkün görülmemesi,
3- Tedavisinin yurt dışında tamamen veya kısmen; malullük hali sözkonusu ise,
malullük halinin tamamen veya kısmen önlenebilmesinin imkan dahilinde
bulunması,
4- Kurum sağlık tesislerinin yurt içinde tedavisinin yapılamıyacağı, yabancı
bir ülkede yapılabileceği yolunda rapor vermesi, rapora itiraz edildiği
takdirde itirazın Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu'nca karara bağlanması
gerekir.
Davada, bu koşullar oluşmadığından davacının; yurt dışı tedavi giderlerini
isteyemiyeceği, ancak; yurt içinde tedavi görseydi tedavisi neye mal olacaksa
o kadarının Kurum'dan isteyebilmesine imkan tanımak hak ve nesafet
kurallarına uygun düşer. Bu yön gözetilmeksizin masrafların tamamına
hükmedilmesi doğru değildir.
(2709 s. Anayasa m. 65) (506 s. SSK. m. 32/E)
Taraflar arasındaki "alacak" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda;
(Ankara Dördüncü İş Mahkemesi)nce davanın kabulüne dair verilen 30.1.1992 gün
ve 1656-37 sayılı kararın incelenmesi davalı vekili tarafından istenilmesi
üzerine, Yargıtay Onuncu Hukuk Dairesi'nin 5.11.1992 gün ve 2670-10126 sayılı
ilamı ile; (...Davacı, yurt dışında yapmış olduğu tedavi giderlerinin davalı
Kurum'dan tahsiline karar verilmesini istemektedir.
Davanın yasal dayanağı 506 sayılı Yasanın 32/E maddesi olup, anılan maddeye
göre yurt dışı tedavi giderlerinin sigortalıya ödenebilmesi için yurt içinde
tedavinin mümkün olmayıp, ancak yabancı bir ülkede kısmen veya tamamen mümkün
görülen ve malullük halinin önlenebileceği veya önemli oranda
azaltılabileceği hususunun Kurum sağlık tesisleri sağlık kurulu raporuyla
tesbit edilmesi gerekir. Sağlık kurulu raporuna ilgililerce itiraz halinde
Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu'nun meseleyi kesin olarak
kararlaştıracağı aynı maddenin hükümlerindendir. Davada, açıklanan bu
prosedüre uyulmadan yurt dışına gidildiği gözönünde tutulmaksızın davanın
reddi, yerine kabul yolunda hüküm kurulması usul ve yasaya aykırıdır...)
gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan
yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davalı vekili.
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği
anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Hastalanan davacı, 18.10.1990 gününde tedavi olmak amacıyla Sosyal Sigortalar
Kurumu Ankara Hastanesi'ne başvurmuş ve bu Hastane'nin kendisini sevk ettiği
Ankara Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi'nde 22.10.1990-9.11.1990 tarihleri
arasında yattıktan sonra "Takayaşu Hastalığı" teşhisiyle taburcu edilerek bir
hafta istirahat raporu verilmiştir. Sosyal Sigortalar Kurumu'nca da bu rapor
onaylanmıştır. Ancak, raporda yeniden muayene kaydının bulunmamasına rağmen,
davacı istirahatının bitiminden sonra Sosyal Sigortalar Kurumu Hastanesi'ni
aracı kılmadan, kendiliğinden, tekrar muayene amacıyla Ankara Tıp Fakültesi
İbni Sina Hastanesi'ne başvurması üzerine, hastanenin kardiyoloji anabilim
dalı öğretim üyelerinin ittifakla verdikleri 28.11.1990 tarihli raporda;
"...artenitiz nedeni ile yapılacak olan cerrahi müdahaleler için yurt dışında
bir merkeze sevki uygundur..." şeklinde görüş bildirilmiştir. Rapor üzerine
davacının, 1.12.1990 tarihinde ABD.'ye gittiği, 3.12.1990 günü "Teksas Kalp
Enstitüsü Hastanesi'ne" yatırılarak kendisine "koroner damar By-past ve
karatis" ameliyatı yapıldığı ve sağlığına kavuşarak 28.12.1990 tarihinde
yurda döndüğü tartışmasızdır. Davacı açtığı bu dava ile de yurtdışında
yaptığı tedavi masraflarının davalı Kurum'dan alınmasını istemektedir.
Uyuşmazlık, davacının yurt dışı tedavi masraflarını davalı Kurum'dan istemeye
hak kazanıp kazanamadığı noktasında toplanmaktadır.
Davanın yasal dayanağını oluşturan 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 32/E
maddesi uyarınca, yurt dışı tedavi giderlerinin istenebilmesi, şu koşulların
birlikte gerçekleşmesine bağlıdır:
1- Hastalığın anlaşıldığı tarihten itibaren 120 gün hastalık sigortası primi
ödemiş olması,
2- Hastalığın yurt içinde tedavisinin mümkün görülmemesi,
3- Tedavisinin yurt dışında tamamen veya kısmen; malullük hali söz konusu ise,
malullük halinin tamamen veya kısmen önlenebilmesinin imkan dahilinde
bulunması,
4- Kurum sağlık tesislerinin yurt içinde tedavisinin yapılamıyacağı, yabancı
bir ülkede yapılabileceği yolunda rapor vermesi, rapora itiraz edildiği
takdirde itirazın Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu'nca kesin olarak karara
bağlanması.
Olayda, 120 günlük prim ödeme koşulunun oluştuğu tartışmasız ise de, diğer
koşulların gerçekleşmediği görülmektedir. Zira davacı, Sosyal Sigortalar
Kurumu sağlık tesislerinden rapor almaksızın yurt dışına gidip tedavi
görmüştür. Kurum sağlık tesislerinden rapor alma olgusu yurt dışı tedavi
giderlerini istemenin şekil şartıdır. 32/E maddesinin getiriliş amacı, yurt
içinde tedavisi mümkün görülen hastalığa yakalanan sigortalıların çok pahalı
olduğu bilinen yurt dışı tedavi masraflarını ödemekten Kurum'u kurtarmaktır.
Esasen Kurum, sigortalıların tedavisi amacıyla çok büyük harcamalar yaparak
sağlık tesisleri kurmaktadır. Açtığı bu tesislerde tedavi ettireceği
sigortalıların yurt dışı tedaviye gidip oralarda tedavi görerek, tedavi
giderlerini Kurum'dan istemeleri, Kurum'u gereksiz yere mali açıdan sıkıntıya
düşürür. Hele halkımızın tedavilerin yurt dışında daha iyi yapıldığı
yolundaki bilinen inancı dikkate alındığında böyle bir sınırlandıma
getirilmediği takdirde tedavi amacıyla yurt dışına gitmek isteyenlerin
sayısının artacağı ve Kurum'un sağlık sigortası giderlerini ödemekte güçlük
çekeceği kuşkusuzdur. Böyle bir sıkıntının cezasını da diğer prim ödeyen
sigortalıların çekeceği söz götürmez. İşte bu durumu gözönünde tutan yasa
koyucu, tedavi için yurt dışına gidiş gelişleri disiplin altına almak için
sözü edilen Yasanın 32/c maddesini getirme gereğini duymuştur. Esasen bu
madde 3395 sayılı Yasanın 3. maddesiyle 20.6.1987 tarihinde, 506 sayılı
Yasanın kapsamına alınmıştır. O tarihten önce yasada yurt dışı tedavileriyle
ilgili herhangi bir hüküm yoktur. Bu belirsizlik uygulamada bazı kargaşaya ve
yanlış anlamalara sebebiyet verdiği için madde bilinçli olarak vaz
edilmiştir. Gerçekten gerek hükme dayanak kılınan bilirkişi raporunda,
gerekse karar gerekçesinde Devletin sigortalıların tedavilerini en iyi
şekilde yaptırması gereğinin Sosyal Güvenlik Hukukunun temel ilkelerinden
olduğu öne sürülmüş ise de, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 65. maddesi
hükümlerine göre Devlet sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen
görevlerini, ekonomik istikrarın korunmasını gözeterek, mali kaynaklarının
yeterliliği ölçüsünde yerine getirir. Olayda, zaten Devlet hastalanan
sigortalıyı tedavisiz bırakmamaktadır. Tersine, yurt içinde tedavisi mümkün
olanları yurt içinde, olmayanları yurt dışında tedavi olabilmelerine olanak
sağlamaktadır. Davada, davacı sigortalının, Sosyal Sigortalar Kurumu sağlık
tesislerinden rapor alma konusunda iyiniyetli olduğu söylenemez. Zira, Sosyal
Sigortalar Hastanesi'ne başvurma imkanı mevcut iken, başvurmadan gitmiştir.
Meselenin Hukuk Genel Kurulu'nda görüşülmesi sırasında bazı sayın üyeler,
tedavinin yurt içinde yapılmasının mümkün olup olmadığı konusunda mahkemece
Sosyal Sigorta Yüksek Sağlık Kurulu'ndan görüş alınmak suretiyle araştırılıp
incelenmesi gerektiğini ileri sürmüşlerse de çoğunluk tarafından bu görüş
yukarıda da açıklandığı gibi davanın yasal dayanağı teşkil eden 32. maddede
öngörülen rapor alma zorunluğu yurt dışı tedavi giderlerini istemenin şekil
şartıdır. Yine yasa koyucu, tedavi için yurt dışına gidip gelmeleri kontrol
altında tutmak gayesiyle anılan hükmü getirmiştir. Öte yandan, böyle bir
görüşün kabulü halinde maddi açıdan imkanı olanlar gidebilecek diğerleri
gidemiyecektir. Esasen aynı maddeye koşut Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı
Kanunu'nda da hükükmler mevcuttur.
Tüm bu değinilen konulardan başka Ankara Tıp Fakültesi İbni Sina Hastanesi
Kardiyoloji Bölümü Anabilim Dalı tarafından verilen 28.1.1990 tarihli raporda
tedavinin yurt içinde yapılmasının mümkün olmadığına dair herhangi bir söz
bulunmamakta, sadece "...yapılacak olan cerrahi müdahaleler için yurt dışında
bir merkeze sevki uygundur..." şeklinde görüş bildirilmektedir. Ülkemizde her
türlü açık kalp ameliyatlarının yapıldığı bilinen gerçeklerden olduğuna göre,
rapordaki belirsizlik daha iyi anlaşılmaktadır gerekçesiyle
paylaşılamamıştır. Ne varki davacının talep etmiş olduğu yurt dışı tedavi
giderlerini isteyemiyeceği açıklığa kavuşmuş ise de, kendisinin yurt dışında
ameliyat edilerek tedavi gördüğü de açık bir olgudur. Bu kişi, yurt dışına
gitmeseydi yurt içinde Sosyal Sigortalar Kurumu Sağlık Tesislerinde veya
orada değilse bile bir başka hastanede tedavi göreceği kuşkusuzdur. Bu
durumda davacı yurt içinde ameliyat olsaydı bu ne kadar masrafı gerektirecek
idiyse o kadar miktarı Kurum'dan isteyebilmesine imkan tanımak hak ve nesafet
kurallarına uygun düşeceği açıktır. Zira, anılan hastanelerde ameliyat
edilseydi ameliyat ve tedavi masraflarını Kurum ödemek zorunda kalacaktı. Bu
itibarla, mahkemece davacının Kurum hastanesinde veya orada olmadığı takdirde
lüzum göreceği diğer hastanelerde tedavisi için tedavi tarihindeki rayiç ve
tarifelere göre ne miktar masraf yapılacağı hesabettirilmeli ve ortaya
çıkacak miktara hükmedilmelidir.
Baştan beri açıklanan nedenlerle davacının, yurt dışı tedavi ücretlerini
isteyemiyeceği, ancak yurt içinde tedavi görseydi tedavisi neye malolacaksa o
kadarını isteyebileceği gözönünde tutulmaksızın, masrafların tamamına
hükmedilmiş olması doğru değildir. Bu yön gözetilmeksizin önceki kararda
direnilmesi doğru değildir. O halde, usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme
kararı bozulmalıdır.
S o n u ç : Davalı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi
gereğince (BOZULMASINA), ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığı için 10.11.1993
günü yapılan ikinci görüşmede oyçokluğuyla karar verildi.
|