 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
Y A R G I T A Y
Hukuk Genel Kurulu
E. 1993/1-742
K. 1993/875
T. 29.12.1993
ÖZET: Müşterek mülkiyette; taşınmaza inşa edilen bina arzın mütemmim
cüz'ü olur. Kural olarak bina, üzerinde bulunduğu anagayrimenkule tabidir.
Eğer tüm paydaşlar arasında, payları karşılığı intifalarına bıkakılan
kesimleri belirleyen kullanmaya ilişkin bağlayıcı bir anlaşma yoksa, bu yerde
inşaa edilen binada paydaşların, taşınmazdaki payları oranında mülkiyet
hakları doğar.
Oysa, temyize konu davada, dava dışı başka paydaşlar vardır. Davacı
paydaşın diğer paydaşların tamamını yasal temsil hakkı bulunmadığından dava
dışı kişiler lehine hüküm kurulamaz.
Hal böyle olunca, davacının payı üzerinden davalının taşınmaza
elatmasının önlenmesine ve yıkım isteğinin reddedilmesi gerekir.
Taraflar arasındaki "elatmanın önlenmesi ve yıkım" davasından dolayı
yapılan yargılama sonunda; (Samsun Birinci Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın
kısmen reddine dair verilen 1.4.1992 gün ve 58-139 sayılı kararın incelenmesi
davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Hukuk
Dairesi'nin 15.12.1992 gün ve 8277-15602 sayılı ilamı ile; (...Dosya
içeriğine ve toplanan kanıtlara göre, davalı vekilinin temyiz itirazları
yerinde değildir, reddine.
Davacı temyizine gelince;
Dava, paylı mülkiyet üzere olan 212 parsel sayılı taşınmaz kayden
üçüncü kişi konumunda olan davalının elatmasının yıkım suretiyle önlenmesi
isteğine ilişkindir. Emsal davalar sebebiyle dairemizce çekişmeli parselinde
dahil bulunduğu 497 adet kadastro parsele üzerinde yargısal uygulama da
benimsenen anlamda tüm paydaşların oluruna dayalı eylemli kullanma biçiminin
gerçekleşmediği kabul edilmiştir. Davalının tapuya yansımış bir paydaşlığı
sözkonusu değildir. Dosya içeriği karşısında davalının dava konusu parsele
iyiniyetli yapılandığından da sözedilemez.
Hal böyle olunca, davanın kabul edilmesi gerekirken, yazılı biçimde
red hükmü kurulması doğru değildir...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine
geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda; mahkemece, önceki
kararda direnilmiştir.
Temyiz eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve direnme kararının verildiği tarih itibariyle
HUMK.nun 2494 sayılı Yasa ile değişik 438/II. fıkrası hükmü gereğince duruşma
isteğinin reddine karar verilip dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra, gereği
düşünüldü:
Davacı; paydaşı bulunduğu dava konusu 212 parsel sayılı taşınmaza,
davalının haksız yere elattığını ileri sürerek, bunun önlenmesini ve inşaa
ettiği binanın yıkılmasını istemiştir.
Davalı; bir kısım paydaştan satış vaadi suretiyle satın aldığı paylara
isabet eden kesimde, tasarrufta bulunduğunu, mevcut binasını iyiniyetle inşaa
ettiğini beyanla davanın reddini savunmuştur.
Gerçekten çekişmeli 212 parsel sayılı taşınmaz, müşterek mülkiyet
üzeredir. Davacı paydaşın haricinde dava dışı başka paydaşlar da mevcuttur.
Bu husus getirtilen parsel kaydından açıklıkla anlaşılmaktadır.
Yine davalının, bir kısım paydaştan paylarını satış vaadi suretiyle
satın aldığı taşınmazda, temelli ve yıkımının aşırı zarar doğuracak nitelikte
bina inşaa ettiği de tartışmasızdır.
Bilindiği üzere, müşterek mülkiyet hükümlerine tabi bulunan taşınmaz
mala, paydaş dışında üçüncü bir şahsın elatması halinde paydaşlardan herbiri,
taşınmazın tamamı hakkında ücüncü şahsın eltmasının önlenmesini isteyebilir.
Zira, her paydaşın müşterek çıkarların haklı saydığı ölçüde diğer paydaşı
yasal temsil hakkı mecuttur (MK. 625). Somut olayda ise davalı, bir kısım
paydaştan satış vaadi ile pay satın almıştır. Satış vaadi sözleşmesi; vaad
alacaklısına, beyiine karşı ileri sürebileceği bir kişisel hak sağlar. Bu
hakkın, ayni hakla karşılaşması durumunda ayni hakka üstünlük tanınarak
çözüme ulaşılacağı da kuşkusuzdur. Ne varki davacı paydaşın, payını satış
vaadi suretiyle de olsa başkasına satan paydaşı yasal temsil hakkının
varlığından sözedilemez. Bu durumda, uyuşmazlığın davacının payı üzerinden
sonuçlandırılması icabedeceği aşikardır.
Yine belirtmek gerekir ki, müşterek mülkiyet rejimine tabi taşınmazda
inşaa edilen bina, arzın mütemmim cüz'ü (MK. 619). Kural olarak bina,
üzerinde bulunduğu anagayrimenkule tabidir. Eğer tüm paydaşlar arasında,
payları karşılığı intifalarına bırakılan kesimleri belirleyen kullanmaya
ilişkin geçerli sayılabilecek bağlayıcı bir anlaşma yoksa, bu yerde inşaa
edilen binada paydaşların, taşınmazdaki payları oranında mülkiyet hakları
doğar.
Nitekim Hukuk Genel Kurulu'nun 8.6.1993 gün, 2017/621 sayılı kararın
da da aynı görüş benimsenmitir.
Ancak, dava konusu taşınmaz ve çevresinde yapılaşma olgusunun gözardı
edilemiyecek ölçüde gerçekleştiği, bu itibarla da davalının inşaa ettiği
temelli nitelikteki binada, davacı için subjektif yararlanma olanağının
bulunduğu açıklıkla anlaşılmaktadır.
MK.nun 648. maddesinde, başkasının arsası üzerine kendi levazımı ile
ve arsa sahibinin rızası olmaksızın yapılan temelli nitelikteki binanın yıkım
aşarı zarar doğuruyorsa, kural olarak arsa sahibinin binanın yıkılmasını
istemeyeceği hükme bağlanmıştır. Bu maddenin davamı olan MK. 649. maddede
ise, yıkılamıyacak olan binanın, yapı sahibinin inşaatını yaptığında iyi yada
kötü niyetli olması durumuna göre, arsa sahibince yapı sahibine binanın
temellükü için ödenmesi gereken tazminatın neden ibaret olacağı
belirtilmiştir. Görüleceği üzere, binayı temellük edebilecek olanlar binanın
üzerinde bulunduğu arsa sahipleridir. Keza, subjektif yararlanma olanağının
bulunmadığı ve temellük etmek istemedikleri savı ile niteliği belirtilen
binanın yıkımını da yine arsa sahipleri birlikte isteyebileceklerdir (HGK.nun
13.6.1984 gün, 358-710 sayılı kararı). Oysa, temyize konu davada dava dışı
başka paydaşlar vardır. Bu konuda tüm paydaşlarca açılmış bir dava da mevcut
değildir. Olayda davacı paydaşın, diğer paydaşların tamamını yasal temsil
hakkı bulunmadığından dava dışı kişiler lehine de bir hüküm kurulamıyacağı
açıktır.
Hal böyle olunca, mahkemece, davacının payı üzerinden davalının
çekişmeli taşınmaza elatmanın önlenmesine karar verilmesi ile yetinilmesi,
binaya ilişkin muhtesattan doğan talep hakkı saklı kalmak üzere yıkım
isteğinin reddedilmesi gerekir.
Bu husus gözetilmeksizin önceki kararda direnilmesi doğru değildir. O
halde usul ve yasaya uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile, direnme
kararının yukarıda gösterilen nedenlerden dolayı HUMK.nun 429. maddesi
gereğince (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin harcının geri
verilmesine, ilk görüşmede çoğunluk sağlanamadığı için, 29.12.1993 gününde
yapılan ikinci görüşmede bozmada oybirliği, sebebinde oyçokluğu ile karar
verildi.
Birinci Başkanvekili 11.H.D.Bşk. 10.H.D.Bşk. 6.H.D.Bşk.
İ.Teoman Pamir N.Özkan İ.T.Ozanoğlu Ö.N.Doğan
Daire Bozması Daire Bozması
12.H.D.Bşk. 15.H.D.Bşk. 9.H.D.Bşk. 18.H.D.Bşk.
C.Kadılar M.S.Aykonu S.Çetinelli S.Rezaki
Daire Bozması
14.H.D.Bşk. 5.H.D.Bşk.V. 7.H.D.Bşk.V. E.A.Özkul
E.Özdenerol Y.S.Kitiş İ.Haznedaroğlu
D.Topçuoğlu S.Tükenmez E.Özkaya H.Deniz
Daire Bozması Daire Bozması
Ö.Bilen Ş.D.Kabukçuoğlu A.T.Seçkin B.Kartal
Gerekçeye muhalif
M.A.Selçuk M.Oskay 8.H.D.Bşk.V. Ş.E.Serim
S.Sapanoğlu Daire Bozması
Ş.Yüksel M.Demirhan A.M.Çiftçi S.Erçoklu
Daire Bozması
M.Sucu U.Araslı G.Nazlıoğlu M.Kaşıkçı
Daire Bozması Daire Bozması
V.Canbilen O.C.Yüksel C.Aydın O.C.Çankaya
Daire Bozması Dairesi Bozması Daire Bozması Daire Bozması
H.A.Bengü A.Özçelik Z.Sağdur E.Doğu
Daire Bozması Dairesi Bozması Dairesi Bozması Daire Bozması
S.Özyörük E.K.Kurşun K.O.Şengün A.Alyaz
Daire Bozması Daire Bozması Daire Bozması
B.Özkaya A.Nazlıoğlu
GEREKÇEYE KARŞI OY
Davacı, müştereken maliki olduğu taşınmazın belli bir kısmının davalı
tarafından işgal edilip ev yapıldığını belirterek, haksız elatmanın
önlenmesini ve yapılan binanın yıktırılmasına karar verilmesini istemiştir.
Mahkemece, yıkımın aşırı zarar doğuracağından bahisle istemin reddi
biçiminde hüküm kurulmuş, özel dairenin davanın talep gibi kabul edilmesi
gerektiği biçimindeki bozmasına karşı yerel mahkeme direnmiştir.
Dava konusu yerin, dava dışı başka parsellerle birlikte paylı
mülkiyete konu olan yerlerden olduğu, yer üzerinde 400den fazla bina
yapıldığı, taşınmazın 70-80'inin bina ile kaplı olduğu tartışmasızdır. Yine
yerde 1937'lerden bu yana gerek tapu maliklerince, gerekse tapu maliklerinden
tapu dışı (satış vaadi veya harici senetle) yollarla satın almalar nedeniyle
arzın belli kesimlerinin yine belli kemseler tarafından ev yapılarak
kullanılageldiği, hatta davacı tarafından da tapu dışı kimselere satış
yapıldığı, davalının da birden fazla tapu malikinin payını satış vaadi
sözleşmesi ile satın ve devir almak suretiyle yer üzerine dört katlı bir bina
yıptığı, kullandığı kesimin daha fazla olduğu binanın kapsadığı alanın ise
275 m2.'den ibaret bulunduğu anlaşılmıştır.
Somut olay itibariyle;
- Yer paylı mülkiyete tabi bir arsadır.
-Davalı, diğer paydaşlardan satın aldığı pay üzerine inşaat yapmış ve
bir kısmını da bahçe olarak kullanmaktadır.
- Yapılan binanın yıkımının aşırı bir zarar doğuracağı belirlenmiştir.
- Davacı tarafından kararın temyizine ilişkin olarak verilen 30.4.1992
günlü dilekçenin 7. maddesinde binanın oturduğu 275 m2.lik yerin bedelini ve
bunun dışındaki yere elatmanın önlenmesini istemiştir. Böylece binanın
yıkımından arsa bedeli ödenmek koşulu ile vazgeçmiştir. Bu duruma göre,
uyuşmazlığın çözümü ve bozma kararı şu gerekçelere dayanmalı idi:
1- Binanın oturduğu alan ile zorunlu olarak kullanılması gereken kısım
dışında kalan bölüm için paya elatmanın önlenmesine karar verilmeliydi.
2- Yer paylı mülkiyet konusu olmasına karşın, fiilen bir paylaşım
varmış gibi o yerde binaların yıllardan bu yana yapıldığı ve yapılageldiği
davalının da başka paydaşlardan payını satış vaadi ile satın almak suretiyle
yer üzerine iyiniyetle bina yaptığı, yapılan binanın ve zorunlu kullanma
alanındaki arsa bedelinin binadan daha az olduğu, böylece MK.nun 650.
maddesindeki koşulun gerçekleşmiş bulunduğu gözönünde tutularak bu kısma
tekabül eden arsa payının, davacı payından düşülerek bedeli karşılığında
davalı adına tescil edilmesi gerekmiştir.
Burada, yerin paylı mülkiyete konu olduğu gözönünde tutularak, MK.nun
619. maddesi uyarınca, arzın bir tamamlayıcı parçası olacağı, dolayısıyla
davacının tek başına bunu kabul etmesinin sonuca etkili olamayacağı
düşünülebilir. Ne varki, somut olay itibariyle, davacının yerdeki payı
itibariyle, davalıya binanın kapsadığı alana isabet edecek kadar bir payı
davalıya satış yoluyla devretme olanağı vardır. O halde, davacının bu
rızasını önceden değilde davalının binayı yaptıktan sonra ortaya koymasından
paylı mülkiyet yönünden bir engel görülememektedir. Tapuda paydaş olan bir
kimsenin yere bina yapmasındaki hukuki sonuç ne ise, buna da davacının temyiz
dilekçesindeki beyanı itibariyle aynı sonucun bağlanması gerekmektedir. Bir
paydaşın arsa üzerine ve o taşınmazın kullanılış amacına uygun olarak yaptığı
bina ile somut olaydaki davalının da konumu aynıdır. Bu bakımdan MK.nun 650.
maddesi gereğince bir inceleme yapılmak suretiyle hüküm kurulmak üzere,
kararın bu nedenle bozulması gerektiği kanısındayım.
3- Eğer iki nolu bentteki bozma nedeni kabul edilmezse, bu defa
sorunun MK.nun 648 ve 649. maddeleri uyarınca çözümlenmesi gerekirdi. Bunun
için de, davalı kötüniyetli kabul edildiği takdirde malzeme bedeli,
iyiniyetli kabul edilirse binanın gerçek değeri davalıya ödenmek suretiyle
elatmasının önlenmesi yoluna gidilmelidir. Denebilir ki, bina arza tabidir.
Diğer paydaşlarca bedeli ödenmeden onlar hak sahibi olup, zenginleşmişlerdir.
Bunun karşılığı da davacı tarafından karşılanmıştır. Bu düşünce ve endişeye
katılamıyorum. Şöyleki; binanın, arzın tamamlayıcı parçası olduğu doğrudur.
Ancak diğer bir doğru olan hususta binanın bedelinin davacı tarafından
ödendiğidir. Bu bina yapılmakla arzın değerinde artış olmuştur. Bu artış
paydaşların mülkiyetinde bir iyileştirme meydana getirmiştir. Nedensiz olarak
zenginleşmişlerdir. Eğer diğer paydaşlar bu mevcut bina üzerinde kullanma
hakları olduğunu kendilerine ait bulunduğunu iddia ederlerse (ki edebilirler)
o zaman arzda meydana getirdiği artış kadar payları oranandı davacıya ödemede
bulunmaları, aksi halde yerde paylı mülkiyetin çözümü halinde bina bedelinin
davacıya ait olacak biçimde bir satışa gidileceği kabul edilmelidir.
Davacının buradaki hakkı davalının haklarının halefi olmasıdır. Davalı da şu
veya bu nedenle hukuki yararının gerçekleşmesi halinde binanın kendisi
tarafından yapıldığının tesbitini isteyebilir. Bu bir tesbit davasıdır ve
davalı ile bina arasındaki hukuki ilişkinin tesbitine ilişkin bir husustur.
Verilecek kararda bu ilişkinin tesbitine ilişkin olacak, yoksa bina
mülkiyetinin davalıya ait olduğu anlamını taşımayacaktır. İşte davacının
hakkı da bu kapsam ve nitelikte olacak, yoksa diğer paydaşların haklırını
sınırlar ve MK.nun 619 ile Tatbikat Kanununun 39 ve 40. maddelerine aykırı
biçimde, bina üzerinde ayrı bir mülkiyet hakkının varlığı biçiminde
olmayacaktır.
Genel Kurul, tüm bu hususları nazara almadan, davalı tarafından
yapılan binanın yıkım kararı verilebilmesi için, tüm paydaşların dava açması
gerektiğini, o halde yıkım kararı verilemiyeceğini, ancak bina bedeli
alınarak binanın tüm paydaşlara ait olacağını öngören bir karara varmıştır.
Bu karara katılamıyorum. Şöyleki;
a) Kararla uyuşmazlık çözümlenmemiştir. Ortaya uyuşmazlık çıktığı
içindir ki eldeki davanın açılması gerekmiştir. Dava ile bu uyuşmazlığın
giderilmesi istenmiştir. Dava bir başkası tarafından hakkı ihlal edilen veya
tehlikeye sokulan veya kendisinden haksız bir talepte bulunan kimsenin
mahkemeden hukuki koruma istemesidir. Bu koruma ve sonuç yargılama sonunda
verilecek hükümle belirlenir. Hükümle taraflara yüklenen yükümlülükler ve
uyuşmazlığın ne ekilde çözümlendiğinin karar yerinde belirtilmesi gerektiği
HUMK.nun 389. maddesinde ifade edilmiştir. Kısaca uyuşmazlık hükümle sonuca
bağlanmaktadır. Bunun içindir ki hüküm fıkrasının, uyaşmazlığı çözer ve
askıya almamış nitelikle olması gerekir.
Ne varki kararla uyuşmazlık askıya alınmıştır. Davalının yerde,
davacıya nazaran korunmaya değer bir hakkı bulunmadığına göre, haksız
elatmasının önlenmesi ve binanın yıkılmasına biçimindeki özel daire kararı
değiştirilmiş, elatmanın önlenmesine ancak yıkımın aşırı zarar doğurması
nedeniyle, tüm paydaşların birlikte dava açmamaları nedeniyle reddine karar
verilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Kararla davalı tarafından yapılan
ev boşaltılacak, davalı bu yeri kullanamıyacak davacının kullanma olanağı
bulunabilecektir. Yıktırılma isteminin reddinin davalıya olan yararının
belirtilen sonuçla anlaşılması mümkün görülmemektedir.
b) Karar, Medeni Kanunun müşterek mülkiyet hükümleri ile
bağdaşmamaktadır.
Somut olayda davalı, payı azda olsa diğer bazı paydaşların payını
satış vaadi sözleşmesi ile satın almıştır. Buna dayanarak yerde yıkımı
istenen dört katlı binayı yapmıştır. Bu durumda davacının MK.nun 625. maddesi
gereğince davalıya pay satan daydaşları da temsil edip onların yararını
koruduğu kabul edilemez. Bundan dolayı da, ancak paya haksız elatmanın
önlenmesine, binanın yıkımı da aşırı zarar doğurduğu gözönünde tutularak, MK.
nun 649. maddesi gereğince bedeli ödenerek yıkım talebi bu amaçla
reddedilmeliydi.
Sonuç olarak; kararın, davalının MK.nun 650. maddesindeki karşı
savunması davacı tarafından uygun görülüp kabul edildiğine göre, bu
doğrultuda hüküm kurulmasının uygun olacağı, bu kabul edilmezse bina
bedelinin saptanarak davalıya ödenmek koşulu ile elatmasının önlenmesine
karar verilmeliydi. Bedeli ödenmeden men kararı verilmesine ilişkin
çoğunluğun gerekçesine katılamamaktayım.
Bilal KARTAL
|