 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu
E. 1992/5-260
K. 1992/283
T. 19.10.1992
* SUÇ VASFININ DEĞİŞMESİ
* DURMA KARARI
* MEMURLARIN YARGILANMASI
ÖZET : 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçlar
nedeniyle C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya iddianameyle açılan
davalarda yapılan soruşturma sonucunda suç vasfının değişmesi halinde,
gündeme gelen suç, MMHK (Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakat)
hükümleri uyarınca kovuşturulması gereken suçlardan ise, mahkemece CMUK.nun
253/4. maddesi uyarınca durma kararı verilerek, gereği yapılmak üzere dosya
MMHK. uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.
(1412 s. CMUK. m. 253/4)
Rüşvet almak suçundan sanık Mesut'un eyleminin görevi kötüye kullanmak suçunu
oluşturduğunu kabul eden (Bursa İkinci Ağır Ceza Mahkemesi)nce 12.9.1991 gün
ve 133-147 sayı ile;
TCY.nın 240/1. maddesi uyarınca bir yıl hapis ve 60.000 lira ağır para
cezasıyla cezalandırılmasına, üç ay süre ile memuriyetten yoksun
bırakılmasına ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edildiğinden dosyayı
inceleyen Yargıtay Beşinci Ceza Dairesince 23.1.1992 gün ve 4987/241 sayı
ile;
(Sanık hakkında 3628 sayılı Yasaya göre rüşvet almak suçundan açılan davada,
eylem görevi kötüye kullanma olarak kabul edilmiş bulunduğu halde, MMHK.
hükümlerine göre lüzumu muhakeme kararı alınmadan, iddianame ile açılan
davaya bakılıp yazılı şekilde hüküm kurulması) isabetsizliğinden bozulmuştur.
Yerel Mahkeme ise, 31.3.1992 gün ve 56-54 sayı ile; CGK.nun 29.1.1986 gün ve
442-652 sayılı kararında 1609 sayılı Yasa uyarınca kamu davası açıldıktan
sonra, sanıkların iddianamede belirlenen eylemlerine ilişkin olarak yapılan
soruşturma sonucunda belirlenen suç niteliğine göre gereken kararın davanın
açıldığı mahkemece verilmesi gerekeceğini, aksine kabulün idareyi belli yönde
karar vermeye zorlayacağını, bunun da 1609 sayılı Yasanın amacına uygun
olmadığını benimsemiştir. 3628 sayılı Yasa ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten
kaldırılmış ve bu yasanın 17. maddesi ile 1609 sayılı Yasa kapsamında kalan
suçlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanamayacağı ilkesi getirilmiştir. Bu
değişiklik CGK.'nun yukarıda açıklanan içtihadının geçerliliğini koruduğunu
göstermektedir. Açıklamasıyla önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükümde sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden, dosya
Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma istekli 5.10.1992 gün ve 43815 sayılı
tebliğnamesiyle, Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca
okundu, gereği konuşulup düşünüldü:
İncelenen dosyaya göre;
Vergi yoklama memuru olan sanığın, şikayetçi Rıfat'ın vergi borcunu silme ve
indirme vaadiyle rüşvet aldığı, ancak, böyle bir görev ve yetkisinin
bulunmadığı anlaşılmasına rağmen, eylemine yanlış nitelendirme yapılarak, C.
Savcılığınca hakkında 3628 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca doğrudan kamu
davası açılmıştır.
Yerel Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda eylemin rüşvet suçunu oluşturmayıp,
görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu kabulüyle TCY. nın 240. maddesi
uyarınca mahkumiyet hükmü kurmuştur.
Hükmün temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece verilen bozma kararı sonucunda,
3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde açıklanan suçlar nedeniyle doğrudan
iddianame ile açılan davalarda suç vasfının değişmesi durumunda MMHK.
hükümleri uyarınca yargılamanın gerekliliği kararı alınmasında zorunluluk
bulunup bulunmadığı hususu uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.
Soruna ışık tutabilmek bakımından 3628 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 4
Mayıs 1990 tarihinden önceki dönemdeki uygulamaya bakmak gerekir. 1609 sayılı
Yasanın yürürlükte bulunduğu bu dönemde, "irtikap, rüşvet, zimmete para
geçirme, gerek doğrudan doğruya, gerekse memuriyet görevini kötüye kullanmak
suretiyle kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırmak ve
Dışişlerine ait gizli bilgi ve belgeleri veya şifreleri açıklamak veya
açıklanmasına sebebiyet vermek ve bu suçlara katılmak"tan sanık olan memurlar
hakkında MMHK. hükümleri uygulanmıyor, ancak, bu suçların memur olan
sanıkları hakkında Vali veya ilgili bakanın izni gerekiyordu. Dava şartı olan
izni alan C. Savcısı yukarda belirtilen suçlarla ilgili olarak iddianameyle
dava açtıktan sonra, yapılan yargılama sırasında görevli mahkeme, suç
vasfının değiştiğini ve eylemin belirtilen suçlar dışında bir suçu
oluşturduğunu kabul ederse, İzin il veya ilçe İdare Kurulu yada Danıştay 2.
Dairesi kararı yerine geçtiğinden MMHK. uyarınca işlem yapılmasına gerek
görülmeden, değişen suç vasfına göre davanın sonuçlandırılması gerektiği
görüşü benimseniyordu.
Ancak, 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesi
ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılarak bu yasada yazılı suçlar ile
bazı suçlardan dolayı soruşturma usulüne ilişkin olarak yeni bir düzenleme
yapılmıştır.
Buna göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde; bu yasada yazılı suçlarla,"
irtikap, rüşvet, ihtilas, zimmete para geçirme, görev sırasında veya
görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alımsatımlara fesat karıştırma,
Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından
veya bu suçlara iştirak etmekten" sanık olanlar hakkında MMHK. hükümlerinin
uygulanamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Yasanın 19. maddesinde ise, "C. Savcısı 17. maddesinde yazılı suçların
işlendiğini öğrendiğinde, sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
soruşturmaya başlamakla beraber, durumu atamaya yetkili amirine veya yasanın
8. maddesinde gösterilen mercilere bildirir" hükmüne yer verilmiştir.
O halde, yukarıda açıklanan hükümler uyarınca, 3628 sayılı Yasanın 17.
maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçların memurlar tarafından işlenmesi
iddia edildiğinde MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı duraksamaya yer
vermeyecek biçimde açıktır. C. Savcısı bu tür bir suçun işlendiğini öğrenir
öğrenmez doğrudan doğruya iddianame ile dava açmak zorundadır.
Ancak, yargılama birliğine aykırılığı bir yana, C. Savcısının dava açmak
tekeline ayrıcalık oluştursa da, 4 Şubat 1329 tarihli MMHK. yürürlüktedir. Bu
yasaya göre, memur olan failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık
dışında görevinden dolayı veya görev sırasında, bir başka anlatımla, görev
suçu işlemesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması
zorunludur.
Bu durumda, 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçlar
nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya iddianameyle açılan
davalarda yapılan soruşturma sonucunda suç vasfının değişmesi halinde,
gündeme gelen suç MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturulması gereken suçlardan
ise, Mahkemece CYUY.nın 253/4. maddesi uyarınca durma kararı verilerek,
gereği yapılmak üzere dosya MMHK. uyarınca görevli idare kuruluna
gönderilmelidir.
Bu tür uygulama, memurların yargılama usulünü düzenleyen ve halen yürürlükte
bulunan MMHK. hükümlerinin doğal sonucudur. Zira MMHK. memurun görevi
bakımından güvence oluşturmaktadır. Böylece kamu görevinin daha iyi ve
verimli işleyeceği düşünülmektedir. Çünkü, memurlar görevleri sırasında sık
sık isnat ve iftiralara uğrayabilirler. Göreviyle ilgili olarak üzerine suç
isnat edilen memurun hemen adliyeye gönderilmesi, hem memurları tedirgin
eder, hem de kamu görevinin aksamasına neden olur.Bu nedenle memurlar
hakkındaki iddiaların, öncelikle kamu görevinin gereklerini ve memurluk
psikolojisini bilen bir kurulun süzgecinden geçirilmesi kamu görevinin
yararınadır. Nitekim TBMM. Üyeleri, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri,
Yüksek Mahkemeler Başkanı ve Üyeleri İlh... haklarında da paralel
düzenlemeler ilgili yasalarında yer almaktadır.
Kaldı ki, 3628 sayılı Yasanın 19. maddesi; MMHK. hükümleri uyarınca
kovuşturulmayacakları, 17. maddede belirtilen suçlar bakımından durumun,
memuru atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere
bildirileceğini öngörmekle, idareyle memur arasındaki bağlantının korunması
gerektiğini benimsemiştir.
Bu görüşün aksini kabul etmek, MMHK.nın uygulama alanını tamamen daraltabilir.
Şöyleki, memuru tedirgin etmek amacıyla haklarında 3628 sayılı Yasanın 17.
maddesinde sayılan suçların oluşabileceği tarzında şikayetlerde bulunularak
veya C. Savcıları MMHK.na tabi suçların 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
öngörülen suç biçiminde değerlendirerek, MMHK.nu uygulama dışı bırakabilirler
ki, bu durum mevcut hukuk düzenine aykırı sonuçlar doğurur. Esasen MMHK.nın
13. maddesinde; "Birinci madde mucibince hadis olacak cürümlerinden dolayı
lüzumu muhakemelerine karar verilip mahkemeye sevkedimek üzere evrakı ve
lüzumu muhakeme mazbatası müddeiumumilere tevdi edilmedikçe bunlar tarafından
memurin hakkında doğrudan doğruya takibat icrası memnudur" hükmü yeraldığına
göre, yürürlükteki bu kuralın uygulama dışı bırakılması yargılama yasasına
kesin aykırıdır.
Bu itibarla, direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.
Kurul Üyelerinden Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk; Duruşma açılarak
hüküm kurulmuş ise; dava "Görevlilerin Yargılanması Yasasının (Memurin
Muhakematı Hakkında Kanun) kapsamına girdiği ya da girmediği için yetkili
kişi ya da kurulca açılmalıdır" gerekçesiyle bozulamaz. Böylebir bozma
görevlilerin yargılanması ve Ceza Yargılama Yasalarına aykırıdır.
"A) Görevlilerin Yargılanması Yasasına (MMHK.) aykırıdır".
"1- Gerçekten bu yasa bir yarılama yasasıdır. Hukuka bağlı bir devlette, yasa
koyucu, Anayasalarda öngörülen eşitlik ilkesini çiğneyerek ve kimi sanıkları
kayırarak, koruyarak ayrıcalıklı bir sınıf yaratamayacağına göre (Anayasa
Mahkemesinin 14.11.1967 tarih ve 14/36 sayılı kararı), söz konusu Yasanın
temel amacını (ratio legis) algılayabilmek için, varlık nedenini (ratio
essendi) saptamak gerekir. Bu yasa devlet yönetimine karşı görevlilerin
görevleri sırasında ya da görevlerinden dolayı işledikleri suçlarda
uygulanacaktır. bu suçlarda ise, devlet yönetimin dürüst, yansız,
eşit,kişisel çıkar ve keyfilikten arınmış, kesintisiz yürütüldüğüne ilişkin
güven, özetle devletin saygınlığı korunmaktadır. Devlet yönetimine karşı
görevli tarafından işlenen bir suç nedeniyle herkese açık bir duruşmanın
devlet yönetiminin saygınlığını gölgeleyeceği bellidir. O yüzden devlet, bu
saygınlığı korumak için, son soruşturmaya gerek olup olmadığını özel bir
yargılama yasasına göre saptamayı uygun bulmuştur. Yasanın temel amacı (ratio
legis) budur ve bu amaç son soruşturmadan önceki önsoruşturma evresiyle
sınırlıdır. Eğer son soruşturma açılmış ise, herkese açık duruşma başlamışsa,
artık bu amacın sürdüğünden söz edilemez".
"Bu durumda, eğer bu araç Yasa, amacı ortadan kalkmasına karşın, işletilirse
şu noktalara katlanmak gerekecektir".
"a) İlkin mantığa ters düşülecektir. Çünkü, mantık kuralına göre; amaç ortadan
kalkınca bu amaca hizmet eden araç gereksizleşir".
"b) Yargılama hukukunun yorumuna ve özüne ters düşülecektir. Ceza
Yargılamasında, ceza hukukunun tersine, örnekseme dahil, geniş bir yorum
olanağı vardır ve söz anlamı (amaç) değil, anlam sözü; uygulama kuralları
değil, kurallar uygulamayı yönlendirir. Ceza yargılamasında, amacı aşan
aracın kullanılamayacağını öngören oranlılık ilkesine göre, bir ceza
yargılaması işleminin yapılmasıyla sağlanacak yarar ile verilecek zarar; yani
amaç ile kullanılacak araç arasında akla uygun bir oran olmalıdır. Bu oran
bulunmuyorsa ve araç amacı aşıyorsa, o işlem yapılamaz. Burada da durum
aynıdır. Bozma üzerine yeni baştan dava açılması ve duruşma yapılmasıyla
umulan hiçbir yarar yoktur. Çünkü işlemler esasen yapılıp bitmiştir. Oysa
bozma ile hüküm ortadan kalkacak, yapılan işlemler yinelenmek gerekecektir.
Doğan bu zararın; var olup olmadığı kuşkulu olan yararı açtığı açıktır. Bu
yarar-zarar dengesi ve hatta çatışması gözetilmeli ve karar bozulmamalıdır.
"c) Böyle bir bozmanın yaratabileceği olası tehlike, bu zararı daha da
ağırlaştırmaktadır. Gerçekten bozma üzerine önsoruşturmaya geri dönen
yargılama, C. savcısının kovuşturmasızlık ya da yönetim kurulunun son
soruşturma açılmaması kararıyla sonuçlanırsa; daha önce sonsoruşturma
açılmasını gerektirecek oranda eylemi sabit ve ağır görülmüş ve kimileyin
herkese açık duruşma sonunda hüküm giymiş bir görevlinin kayırıldığı inancı
kamuoyuna yayılacaktır. Böyle bir durumun; devletin saygınlığını korumak
amacıyla çıkarılan bir yasayı, bunu sağlamak şöyle dursun, tehlikeli bir
araca dönüştüreceği, devletin saygınlığını ve yaşamı boyunca sürgit suçlu
kuşkusuyla damgalayarak görevliyi yıpratacağı kuşkusuzdur".
"B) Ceza Yargılama Yasasına da şu nedenlerle aykırıdır".
"1- Bir hükmün bozulabilmesi için iki koşul birlikte bulunmak gerekir. Hukuka
aykırılık ve bu aykırılıkla kurulan hüküm arasında nedensellik bağının
varlığı. Eğer hukuka aykırılık kurulan hükmün alınyazısını etkilemede
belirleyici bir öğe değilse ve aykırılığın nedensel değeri yoksa, bozma
yapılması kendiliğinden gereksizleşir (20.5.1957 tarihli İçtihatları
Birleştirme Kararı). Nitekim C. Yargılama Yasasının 320. maddesinde, yargı
çarkının boşa dönmemesi için, yalnızca "hükmü etkileyecek oranda yasaya
(hukuka) aykırılıklara" dayanılarak bozma yapılabileceği vurgulanmıştır.
Olayımızda, yerel mahkeme açılan dava üzerine başladığı duruşmayı
bitirmiştir. Yeniden dava açılması gerekçesiyle yapılacak bir bozma üzerine,
aynı işlemler yinelenmiş olacaktır. Bu ise hem nedensel değerden yoksun ve
hem de gereksizdir".
"2- Ceza Yargılamasının bir özelliği de kesintisizliktir. Buna göre,
uyuşmazlık, bir başka deyişle esas sorun, doğrudan doğruya ve kesintisiz
yapılan yargılama etkinliğiyle çözülecektir. Kesintisizlik özelliği nedeniyle
her yargılama makamı, önüne gelen her işte, adalet çarkının boşa dönmemesi
için, esasa geçmeden önce, ilkin işlemin kabule değer olup olmadığını
incelemek zorundadır. Eğer dava açan işlemde (iddianame, son soruşturmanın
açılması, muhakemenin lüzumu kararı) bir sakatlık varsa, mahkeme duruşma
hazırlığı aşamasında bunu kabul edilmezlik yaptırımıyla karşılamak
zorundadır. Bu yaptırım uygulanmamış ve işlem kabul edilmişse aykırılık
giderilmiş, sakatlık örtülmüş sayılacak; yargılama kaldığı yerden
sürdürülecektir".
"3- Yargılamanın bir başka özelliği de, sinematik yapıda ve yönde
gelişmesidir. Gerçekten yargılama morfolojisinin doğal akışı içinde
önsoruşturmadan (hazırlık soruşturması ve 1985'ten önce ilk soruşturma) son
soruşturmaya doğru ilerlenir. Yargılamanın yürüyüş yönü bu doğrultudadır. Ön
soruşturmanın amacı, son soruşturmanın gerekli olup olmadığını ortaya
çıkarmak ve kısa sürede bitirilmesi için gerekli her tür kanıt ve bulguları
saptayıp hazırlamaktır. Bu görevler, son soruşturmanın açılmasıyla bitmiş
demektir. Önsoruşturma eksik bile olsa, son soruşturmada bu eksiklikler
giderilebileceğinden artık önsoruşturma evresinde geri dönülemez. Tersi
anlayış ırmağı tersine akıtmaya çabalamak demektir. Yargılama hukukunda buna
"evrelerden geri dönülmez ilkesi" denilmiştir. Duruşma evresinden geri
dönülmeyi gerektirecek bir bozma, hem bu hemde yargılamada tutumluluk
(ekonomi) ilkesine aykırı olacak, boş yere zaman yitirilecektir.
Belirttiğim nedenlerle direnme yerindedir. İncelenmek üzere dava Yüksek
Daireye gönderilmelidir. Görüşünü ileri sürerek,
Üyelerden Vural SAVAŞ ise: (Memurlar, görevlerinden doğan ve görevlerinin
yerine getirilmesi sırasında suç işlemeleri halinde kural olarak, Osmanlı
İmparatorluğu zamanında çıkarılmış ve hala yürürlükte bulunan 4 Şubat 1329
tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre muhakeme edilirler.
Özellikle devlet idaresi aleyhindeki suçlarla mücadelede MMHK.nun zaman zaman
olumsuz sonuçlara neden olduğunun görülmesi üzerine, söz konusu Kanunun
uygulama alanının daraltılmasına çalışılmış, bu amaçla 1609 sayılı Kanun
çıkarılmıştır. Bahri Öztürk, Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştiren 206 sayılı
Kanunun Memurların Muhakemesine Etkileri- Gerçekten anılan Kanunun 1.
maddesinde "irtikaptan, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para
geçirmekten, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye
kullanmak suretiyle kaçakçılıktan ve resmi açık eksiltme ve artırmalara ve
alım satıma fesat karıştırmaktan ve devletin dış politikasına ait gizli
evrakı veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmaktan ve bu
suçlara katılmaktan sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu
uygulanmaz" denilmek suretiyle, önemli bazı suçlar hakkında idarenin muhakeme
yapması kabul edilmemiştir. Bu Kanuna göre, Bakan veya Vali ceza davasının
açılması için izin verirse, savcı ceza davası açabilecektir.
1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmadan önce, olayımızda olduğu gibi, 1609
sayılı Yasanın kapsamında olduğu düşünülerek Vali veya ilgili Bakandan izin
alınarak, irtikap, rüşvet alıp vermek veya zimmete para geçirmek gibi
suçlardan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldıktan sonra, eylemin görevi
kötüye kullanmak niteliğinde olduğu anlaşılırsa, Yerel Mahkemenin yapcağı
işlem ne idi? Ceza Genel Kurulu'nun uyum gösteren ve oybirliği ile verdiği
bazı kararlar konuya ışık tutacak niteliktedir. Mesela, 30.3.1987 gün ve
577/166 sayılı kararda "irtikap suçundan hakkında kamu davası açılan sanık
hakkında, son soruşturma aşamasında davaya bakan mahkemece, İl İdare Kurulunu
suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik kararı verilmesi, 1609
sayılı Yasanın amacına aykırı düşer. Belirlenecek suç niteliğine göre gereken
kararın, kamu davasının açıldığı mahkemece verilmesi gerekir" denilmektedir.
Ceza Genel Kurulu'nun 29.12.1986 gün, 442/652 sayılı kararı ve sonraki birçok
kararı aynı mahiyettedir.
Gerçi; 3628 sayılı Yasa ile, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmışsa da;
3628 sayılı Yasa, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan ve yasaya uygun
olan içtihatlarından ayrılmasını gerektirecek yeni bir unsur getirmemiştir.
Şöyle ki:
a- 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı suçlarla, irtikap,
rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden
dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet
sırlarının açkılanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu
suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Hakkında
Kanunu Muvakkat hükümleri uygulanmaz" hükmüne yer verilmek suretiyle yasa
koyucu, tıpkı 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, 17. maddede yazılı suçların
sanıklarını MMHK.na tabi tutmak istemediğini açıkça belirtmiştir.
b- "İl İdare Kurulu'nun suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik
kararı verilmesinin yasanın amacına ters düşeceği" yolundaki önceki Ceza
Genel Kurulu Kararlarındaki gerekçe, 3628 sayılı Yasa'nın yürürlüğe
girmesinden sonra da geçerliliğini korumaktadır.
c- 3628 sayılı Yasa'nın 19. maddesinde "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8.
maddede sayılan mercilere bildirir" hükmüne yer verilmek suretiyle, söz
konusu suçları işleyenler hakkında C. Savcısının soruşturma yapma yetkisi
genişletilmiş, 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, Vali veya Bakandan izin
alınmadan kamu davası açılabilme imkanı sağlanmıştır.
Genel Kuruldaki müzakereler sırasında üyelerden bazılarının belirttiği gibi
"C. Savcısınca soruşturmaya başlandığının memurun amirine veya 8. maddede
sayılan mercilere bildirilmesine ilişkin hüküm, soruşturmada memurlara
teminat sağlanması için değil, aksine sözkonusu suçları işleyen sanıklar
hakkında disiplin soruşturması yapılması ve gerekiyorsa işten el
çektirilmesini sağlamak için yasaya konulmuştur.
Ceza Genel Kurulu bu kararıyla, 1609 sayılı Yasanın bile memura tanımadığı bir
teminatı, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırmakla birlikte, bu kanunda
yazılı suçları işleyen sanıklara daha kolay ve teminatsız bir soruşturma
usulüne tabi tutan 3628 sayılı Yasayı esas alarak memura tanımış olmaktadır
ki, bizce bunun mantıki bir açıklamasını yapmak imkansızdır.
d- Anayasa Mahkemesi'nin 14.11.1967 gün ve 14/36 sayılı Kararında belirtildiği
gibi "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, memurlara bir zümre veya sınıf
olarak imtiyaz tanımakta değildir. Kanunun sağladığı, bir çeşit teminattır.
Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur
gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve iftiraya uğrayabilir. Kendisine
memuriyetiyle ilgili suç isnat edilen her memurun, hemen adliyeye
sevkedilmesi, hem memurları tedirgin ederek hizmeti aksatır, hem de hizmetin
yürütülüşü üzerinde birtakım haksız şüphelere yol açabilir. Bu çeşit
iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini iyi
bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir
eylem kalırsa, o zaman için mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin
yararına bir tedbirdir ve Kanunun sağladığı da budur" denilmektedir.
Olayımızda ise, sanık hakkında "rüşvet" gibi yüzkızartıcı ve görevi kötüye
kullanmak suçuna göre çok daha ağır cezai sonuçları olan bir suçtan kamu
davası açılmış, sanığın devlet hizmetini yürütüşü üzerinde haklı şüpheler
esasen doğmuştur. Bu şüphenin yenilmesi ve kamu davasının bir mahkeme
kararıyla sonuca bağlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.
Ceza Genel Kurulu'nun Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun çıkarılış amacına
ve Anayasa Mahkemesinin anılan Kararında açıklanan ilkelere ters düşecek
sonuçlar doğuracak şekilde yorum yapması isabetli olmamıştır.
e- Ceza davasının konusu, fertlerin hayatlarından alınan belli bir kesitin
ceza hukuku ve ceza yargılaması hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak
bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur. Bu
bakımdan ceza davasının konusu, iddianamede belirtilen maddi vakalar karışımı
ile sınırlandırılan insan davranışlarıdır. Bu sınırlar içinde hakim,
araştırma ve tavsif etme yetkisine sahiptir -Erdener Yurtcan, Ceza
Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 1986, S. 177- İddianamede yazılı olan hukuki
tavsiften mahkeme her zaman ayrılabilir. -Faruk Erem, Ceza Yargılaması
Hukuku, 6. Bası, 1986, S. 223, 265- Hukuki tavsifin değişmesi, bazen olayın
sınırında ufak tefek değişiklik yapılmasını gerektirebilir. Bazı hallerde,
dava açılırken belirtilmiş olan sınırın açılmasında zaruret vardır. Hakim bu
sınırı ne kadar aşabilecektir. Hukuki tavsif ile hakimi bağlamak doğru
olmayacağına göre, hukuki tavsifin değişmesinin gerektirdiği nisbette sınır
değişikliği kabul edilmelidir., elverir ki yepyeni bir olay durumu hasıl
olmasın ve değişiklik dolayısıyla sanık müdafaasını yapabilecek hale
getirilsin -N. Kunter, Ceza Mahkemesi Hukuku, 8. Bası, S. 259, 260-.
Gerek "Rüşvet" ve gerekse "Görevi kötüye kullanmak", Türk Ceza Kanununun
"Devlet İdaresi Aleyhine İşlenen Cürümler" başlıklı, Üçüncü Babında yer
almıştır ve "Rüşvet" suçunu bir memurun "Memuriyet sıfatını veya memuriyetine
ait görevi kötüye kullanmadan" işlemesi mümkün değildir. Başka bir deyişle
"rüşvet suçu", "Görevi kötüye kullanmak" suçunun TCK.nın 211 ve sonraki
maddelerinde açıklandığı şekilde işlenmesiyle oluşur.
Tüm bu hususları gözönünde tutarak ve usulüne uygun şekilde açılan bir kamu
davasında, sanığın iddianamede yazılı TEK olan eylemine ilişkin olarak,
eylemi görevi kötüye kullanmak şeklinde nitelendirerek ek savunmasını da
aldıktan sonra, yazılı şekilde mahkumiyetine karar veren Yerel Mahkemenin
uygulamasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır) demek suretiyle; bazı
üyelerde Yerel Mahkeme direnme kararının haklı nedenlere dayandığını
belirterek karşı oy kullanmışlardır.
S o n u ç : Çoğunluk görüşünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz
itirazları öncelikle bu itibarla yerinde görüldüğünden sair yönlerin
incelenmeyen hükmün isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 19.10.1992 gününde
birinci müzakerede 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.
|