Hukuki.NET


Yargıtay içtihatları bölümü

Yargıtay Kararı

 


T.C
Y A R G I T A Y
Ceza Genel Kurulu

	E.	1992/5-260
	K.	1992/283
	T.	19.10.1992

*  SUÇ VASFININ DEĞİŞMESİ
*  DURMA KARARI
*  MEMURLARIN YARGILANMASI

ÖZET : 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçlar
 nedeniyle C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya iddianameyle açılan
 davalarda yapılan soruşturma sonucunda suç vasfının değişmesi halinde,
 gündeme gelen suç, MMHK (Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakat)
 hükümleri uyarınca kovuşturulması gereken suçlardan ise, mahkemece CMUK.nun
 253/4. maddesi uyarınca durma kararı verilerek, gereği yapılmak üzere dosya
 MMHK. uyarınca görevli idare kuruluna gönderilmelidir.

(1412 s. CMUK. m. 253/4)

Rüşvet almak suçundan sanık Mesut'un eyleminin görevi kötüye kullanmak suçunu
 oluşturduğunu kabul eden (Bursa İkinci Ağır Ceza Mahkemesi)nce 12.9.1991 gün
 ve 133-147 sayı ile;
TCY.nın 240/1. maddesi uyarınca bir yıl hapis ve 60.000 lira ağır para
 cezasıyla cezalandırılmasına, üç ay süre ile memuriyetten yoksun
 bırakılmasına ilişkin hüküm, sanık tarafından temyiz edildiğinden dosyayı
 inceleyen Yargıtay Beşinci Ceza Dairesince 23.1.1992 gün ve 4987/241 sayı
 ile;
(Sanık hakkında 3628 sayılı Yasaya göre rüşvet almak suçundan açılan davada,
 eylem görevi kötüye kullanma olarak kabul edilmiş bulunduğu halde, MMHK.
 hükümlerine göre lüzumu muhakeme kararı alınmadan, iddianame ile açılan
 davaya bakılıp yazılı şekilde hüküm kurulması) isabetsizliğinden bozulmuştur.

Yerel Mahkeme ise, 31.3.1992 gün ve 56-54 sayı ile; CGK.nun 29.1.1986 gün ve
 442-652 sayılı kararında 1609 sayılı Yasa uyarınca kamu davası açıldıktan
 sonra, sanıkların iddianamede belirlenen eylemlerine ilişkin olarak yapılan
 soruşturma sonucunda belirlenen suç niteliğine göre gereken kararın davanın
 açıldığı mahkemece verilmesi gerekeceğini, aksine kabulün idareyi belli yönde
 karar vermeye zorlayacağını, bunun da 1609 sayılı Yasanın amacına uygun
 olmadığını benimsemiştir. 3628 sayılı Yasa ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten
 kaldırılmış ve bu yasanın 17. maddesi ile 1609 sayılı Yasa kapsamında kalan
 suçlar hakkında MMHK. hükümlerinin uygulanamayacağı ilkesi getirilmiştir. Bu
 değişiklik CGK.'nun yukarıda açıklanan içtihadının geçerliliğini koruduğunu
 göstermektedir. Açıklamasıyla önceki hükümde direnmiştir.

Bu hükümde sanık müdafii tarafından süresinde temyiz edildiğinden, dosya
 Yargıtay C. Başsavcılığının "bozma istekli 5.10.1992 gün ve 43815 sayılı
 tebliğnamesiyle, Birinci Başkanlığa gönderilmekle, Ceza Genel Kurulunca
 okundu, gereği konuşulup düşünüldü:

İncelenen dosyaya göre;
Vergi yoklama memuru olan sanığın, şikayetçi Rıfat'ın vergi borcunu silme ve
 indirme vaadiyle rüşvet aldığı, ancak, böyle bir görev ve yetkisinin
 bulunmadığı anlaşılmasına rağmen, eylemine yanlış nitelendirme yapılarak, C.
 Savcılığınca hakkında 3628 sayılı Yasanın 17. maddesi uyarınca doğrudan kamu
 davası açılmıştır.

Yerel Mahkeme yaptığı yargılama sonucunda eylemin rüşvet suçunu oluşturmayıp,
 görevi kötüye kullanmak suçunu oluşturduğu kabulüyle TCY. nın 240. maddesi
 uyarınca mahkumiyet hükmü kurmuştur.

Hükmün temyiz edilmesi üzerine Özel Dairece verilen bozma kararı sonucunda,
 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde açıklanan suçlar nedeniyle doğrudan
 iddianame ile açılan davalarda suç vasfının değişmesi durumunda MMHK.
 hükümleri uyarınca yargılamanın gerekliliği kararı alınmasında zorunluluk
 bulunup bulunmadığı hususu uyuşmazlık konusunu oluşturmaktadır.

Soruna ışık tutabilmek bakımından 3628 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 4
 Mayıs 1990 tarihinden önceki dönemdeki uygulamaya bakmak gerekir. 1609 sayılı
 Yasanın yürürlükte bulunduğu bu dönemde, "irtikap, rüşvet, zimmete para
 geçirme, gerek doğrudan doğruya, gerekse memuriyet görevini kötüye kullanmak
 suretiyle kaçakçılık, resmi ihale ve alım satımlara fesat karıştırmak ve
 Dışişlerine ait gizli bilgi ve belgeleri veya şifreleri açıklamak veya
 açıklanmasına sebebiyet vermek ve bu suçlara katılmak"tan sanık olan memurlar
 hakkında MMHK. hükümleri uygulanmıyor, ancak, bu suçların memur olan
 sanıkları hakkında Vali veya ilgili bakanın izni gerekiyordu. Dava şartı olan
 izni alan C. Savcısı yukarda belirtilen suçlarla ilgili olarak iddianameyle
 dava açtıktan sonra, yapılan yargılama sırasında görevli mahkeme, suç
 vasfının değiştiğini ve eylemin belirtilen suçlar dışında bir suçu
 oluşturduğunu kabul ederse, İzin il veya ilçe İdare Kurulu yada Danıştay 2.
 Dairesi kararı yerine geçtiğinden MMHK. uyarınca işlem yapılmasına gerek
 görülmeden, değişen suç vasfına göre davanın sonuçlandırılması gerektiği
 görüşü benimseniyordu.

Ancak, 4 Mayıs 1990 tarihinde yürürlüğe giren 3628 sayılı Yasanın 23. maddesi
 ile 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılarak bu yasada yazılı suçlar ile
 bazı suçlardan dolayı soruşturma usulüne ilişkin olarak yeni bir düzenleme
 yapılmıştır.

Buna göre; 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde; bu yasada yazılı suçlarla,"
 irtikap, rüşvet, ihtilas, zimmete para geçirme, görev sırasında veya
 görevinden dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alımsatımlara fesat karıştırma,
 Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından
 veya bu suçlara iştirak etmekten" sanık olanlar hakkında MMHK. hükümlerinin
 uygulanamayacağı hüküm altına alınmıştır.

Yasanın 19. maddesinde ise, "C. Savcısı 17. maddesinde yazılı suçların
 işlendiğini öğrendiğinde, sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
 soruşturmaya başlamakla beraber, durumu atamaya yetkili amirine veya yasanın
 8. maddesinde gösterilen mercilere bildirir" hükmüne yer verilmiştir.

O halde, yukarıda açıklanan hükümler uyarınca, 3628 sayılı Yasanın 17.
 maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçların memurlar tarafından işlenmesi
 iddia edildiğinde MMHK. hükümlerinin uygulanmayacağı duraksamaya yer
 vermeyecek biçimde açıktır. C. Savcısı bu tür bir suçun işlendiğini öğrenir
 öğrenmez doğrudan doğruya iddianame ile dava açmak zorundadır.

Ancak, yargılama birliğine aykırılığı bir yana, C. Savcısının dava açmak
 tekeline ayrıcalık oluştursa da, 4 Şubat 1329 tarihli MMHK. yürürlüktedir. Bu
 yasaya göre, memur olan failin 3628 sayılı Yasa ile getirilen ayrıcalık
 dışında görevinden dolayı veya görev sırasında, bir başka anlatımla, görev
 suçu işlemesi halinde MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturma yapılması
 zorunludur.

Bu durumda, 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde sınırlı biçimde sayılan suçlar
 nedeniyle, C. Savcısı tarafından doğrudan doğruya iddianameyle açılan
 davalarda yapılan soruşturma sonucunda suç vasfının değişmesi halinde,
 gündeme gelen suç MMHK. hükümleri uyarınca kovuşturulması gereken suçlardan
 ise, Mahkemece CYUY.nın 253/4. maddesi uyarınca durma kararı verilerek,
 gereği yapılmak üzere dosya MMHK. uyarınca görevli idare kuruluna
 gönderilmelidir.

Bu tür uygulama, memurların yargılama usulünü düzenleyen ve halen yürürlükte
 bulunan MMHK. hükümlerinin doğal sonucudur. Zira MMHK. memurun görevi
 bakımından güvence oluşturmaktadır. Böylece kamu görevinin daha iyi ve
 verimli işleyeceği düşünülmektedir. Çünkü, memurlar görevleri sırasında sık
 sık isnat ve iftiralara uğrayabilirler. Göreviyle ilgili olarak üzerine suç
 isnat edilen memurun hemen adliyeye gönderilmesi, hem memurları tedirgin
 eder, hem de kamu görevinin aksamasına neden olur.Bu nedenle memurlar
 hakkındaki iddiaların, öncelikle kamu görevinin gereklerini ve memurluk
 psikolojisini bilen bir kurulun süzgecinden geçirilmesi kamu görevinin
 yararınadır. Nitekim TBMM. Üyeleri, Cumhurbaşkanı, Bakanlar Kurulu Üyeleri,
 Yüksek Mahkemeler Başkanı ve Üyeleri İlh... haklarında da paralel
 düzenlemeler ilgili yasalarında yer almaktadır.

Kaldı ki, 3628 sayılı Yasanın 19. maddesi; MMHK. hükümleri uyarınca
 kovuşturulmayacakları, 17. maddede belirtilen suçlar bakımından durumun,
 memuru atamaya yetkili amirine veya 8. maddede sayılan mercilere
 bildirileceğini öngörmekle, idareyle memur arasındaki bağlantının korunması
 gerektiğini benimsemiştir.

Bu görüşün aksini kabul etmek, MMHK.nın uygulama alanını tamamen daraltabilir.
 Şöyleki, memuru tedirgin etmek amacıyla haklarında 3628 sayılı Yasanın 17.
 maddesinde sayılan suçların oluşabileceği tarzında şikayetlerde bulunularak
 veya C. Savcıları MMHK.na tabi suçların 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde
 öngörülen suç biçiminde değerlendirerek, MMHK.nu uygulama dışı bırakabilirler
 ki, bu durum mevcut hukuk düzenine aykırı sonuçlar doğurur. Esasen MMHK.nın
 13. maddesinde; "Birinci madde mucibince hadis olacak cürümlerinden dolayı
 lüzumu muhakemelerine karar verilip mahkemeye sevkedimek üzere evrakı ve
 lüzumu muhakeme mazbatası müddeiumumilere tevdi edilmedikçe bunlar tarafından
 memurin hakkında doğrudan doğruya takibat icrası memnudur" hükmü yeraldığına
 göre, yürürlükteki bu kuralın uygulama dışı bırakılması yargılama yasasına
 kesin aykırıdır.

Bu itibarla, direnme kararının bozulmasına karar verilmelidir.

Kurul Üyelerinden Dördüncü Ceza Dairesi Başkanı Sami Selçuk; Duruşma açılarak
 hüküm kurulmuş ise; dava "Görevlilerin Yargılanması Yasasının (Memurin
 Muhakematı Hakkında Kanun) kapsamına girdiği ya da girmediği için yetkili
 kişi ya da kurulca açılmalıdır" gerekçesiyle bozulamaz. Böylebir bozma
 görevlilerin yargılanması ve Ceza Yargılama Yasalarına aykırıdır.

"A) Görevlilerin Yargılanması Yasasına (MMHK.) aykırıdır".

"1- Gerçekten bu yasa bir yarılama yasasıdır. Hukuka bağlı bir devlette, yasa
 koyucu, Anayasalarda öngörülen eşitlik ilkesini çiğneyerek ve kimi sanıkları
 kayırarak, koruyarak ayrıcalıklı bir sınıf yaratamayacağına göre (Anayasa
 Mahkemesinin 14.11.1967 tarih ve 14/36 sayılı kararı), söz konusu Yasanın
 temel amacını (ratio legis) algılayabilmek için, varlık nedenini (ratio
 essendi) saptamak gerekir. Bu yasa devlet yönetimine karşı görevlilerin
 görevleri sırasında ya da görevlerinden dolayı işledikleri suçlarda
 uygulanacaktır. bu suçlarda ise, devlet yönetimin dürüst, yansız,
 eşit,kişisel çıkar ve keyfilikten arınmış, kesintisiz yürütüldüğüne ilişkin
 güven, özetle devletin saygınlığı korunmaktadır. Devlet yönetimine karşı
 görevli tarafından işlenen bir suç nedeniyle herkese açık bir duruşmanın
 devlet yönetiminin saygınlığını gölgeleyeceği bellidir. O yüzden devlet, bu
 saygınlığı korumak için, son soruşturmaya gerek olup olmadığını özel bir
 yargılama yasasına göre saptamayı uygun bulmuştur. Yasanın temel amacı (ratio
 legis) budur ve bu amaç son soruşturmadan önceki önsoruşturma evresiyle
 sınırlıdır. Eğer son soruşturma açılmış ise, herkese açık duruşma başlamışsa,
 artık bu amacın sürdüğünden söz edilemez".

"Bu durumda, eğer bu araç Yasa, amacı ortadan kalkmasına karşın, işletilirse
 şu noktalara katlanmak gerekecektir".

"a) İlkin mantığa ters düşülecektir. Çünkü, mantık kuralına göre; amaç ortadan
 kalkınca bu amaca hizmet eden araç gereksizleşir".

"b) Yargılama hukukunun yorumuna ve özüne ters düşülecektir. Ceza
 Yargılamasında, ceza hukukunun tersine, örnekseme dahil, geniş bir yorum
 olanağı vardır ve söz anlamı (amaç) değil, anlam sözü; uygulama kuralları
 değil, kurallar uygulamayı yönlendirir. Ceza yargılamasında, amacı aşan
 aracın kullanılamayacağını öngören oranlılık ilkesine göre, bir ceza
 yargılaması işleminin yapılmasıyla sağlanacak yarar ile verilecek zarar; yani
 amaç ile kullanılacak araç arasında akla uygun bir oran olmalıdır. Bu oran
 bulunmuyorsa ve araç amacı aşıyorsa, o işlem yapılamaz. Burada da durum
 aynıdır. Bozma üzerine yeni baştan dava açılması ve duruşma yapılmasıyla
 umulan hiçbir yarar yoktur. Çünkü işlemler esasen yapılıp bitmiştir. Oysa
 bozma ile hüküm ortadan kalkacak, yapılan işlemler yinelenmek gerekecektir.
 Doğan bu zararın; var olup olmadığı kuşkulu olan yararı açtığı açıktır. Bu
 yarar-zarar dengesi ve hatta çatışması gözetilmeli ve karar bozulmamalıdır.

"c) Böyle bir bozmanın yaratabileceği olası tehlike, bu zararı daha da
 ağırlaştırmaktadır. Gerçekten bozma üzerine önsoruşturmaya geri dönen
 yargılama, C. savcısının kovuşturmasızlık ya da yönetim kurulunun son
 soruşturma açılmaması kararıyla sonuçlanırsa; daha önce sonsoruşturma
 açılmasını gerektirecek oranda eylemi sabit ve ağır görülmüş ve kimileyin
 herkese açık duruşma sonunda hüküm giymiş bir görevlinin kayırıldığı inancı
 kamuoyuna yayılacaktır. Böyle bir durumun; devletin saygınlığını korumak
 amacıyla çıkarılan bir yasayı, bunu sağlamak şöyle dursun, tehlikeli bir
 araca dönüştüreceği, devletin saygınlığını ve yaşamı boyunca sürgit suçlu
 kuşkusuyla damgalayarak görevliyi yıpratacağı kuşkusuzdur".

"B) Ceza Yargılama Yasasına da şu nedenlerle aykırıdır".

"1- Bir hükmün bozulabilmesi için iki koşul birlikte bulunmak gerekir. Hukuka
 aykırılık ve bu aykırılıkla kurulan hüküm arasında nedensellik bağının
 varlığı. Eğer hukuka aykırılık kurulan hükmün alınyazısını etkilemede
 belirleyici bir öğe değilse ve aykırılığın nedensel değeri yoksa, bozma
 yapılması kendiliğinden gereksizleşir (20.5.1957 tarihli İçtihatları
 Birleştirme Kararı). Nitekim C. Yargılama Yasasının 320. maddesinde, yargı
 çarkının boşa dönmemesi için, yalnızca "hükmü etkileyecek oranda yasaya
 (hukuka) aykırılıklara" dayanılarak bozma yapılabileceği vurgulanmıştır.
 Olayımızda, yerel mahkeme açılan dava üzerine başladığı duruşmayı
 bitirmiştir. Yeniden dava açılması gerekçesiyle yapılacak bir bozma üzerine,
 aynı işlemler yinelenmiş olacaktır. Bu ise hem nedensel değerden yoksun ve
 hem de gereksizdir".

"2- Ceza Yargılamasının bir özelliği de kesintisizliktir. Buna göre,
 uyuşmazlık, bir başka deyişle esas sorun, doğrudan doğruya ve kesintisiz
 yapılan yargılama etkinliğiyle çözülecektir. Kesintisizlik özelliği nedeniyle
 her yargılama makamı, önüne gelen her işte, adalet çarkının boşa dönmemesi
 için, esasa geçmeden önce, ilkin işlemin kabule değer olup olmadığını
 incelemek zorundadır. Eğer dava açan işlemde (iddianame, son soruşturmanın
 açılması, muhakemenin lüzumu kararı) bir sakatlık varsa, mahkeme duruşma
 hazırlığı aşamasında bunu kabul edilmezlik yaptırımıyla karşılamak
 zorundadır. Bu yaptırım uygulanmamış ve işlem kabul edilmişse aykırılık
 giderilmiş, sakatlık örtülmüş sayılacak; yargılama kaldığı yerden
 sürdürülecektir".

"3- Yargılamanın bir başka özelliği de, sinematik yapıda ve yönde
 gelişmesidir. Gerçekten yargılama morfolojisinin doğal akışı içinde
 önsoruşturmadan (hazırlık soruşturması ve 1985'ten önce ilk soruşturma) son
 soruşturmaya doğru ilerlenir. Yargılamanın yürüyüş yönü bu doğrultudadır. Ön
 soruşturmanın amacı, son soruşturmanın gerekli olup olmadığını ortaya
 çıkarmak ve kısa sürede bitirilmesi için gerekli her tür kanıt ve bulguları
 saptayıp hazırlamaktır. Bu görevler, son soruşturmanın açılmasıyla bitmiş
 demektir. Önsoruşturma eksik bile olsa, son soruşturmada bu eksiklikler
 giderilebileceğinden artık önsoruşturma evresinde geri dönülemez. Tersi
 anlayış ırmağı tersine akıtmaya çabalamak demektir. Yargılama hukukunda buna
 "evrelerden geri dönülmez ilkesi" denilmiştir. Duruşma evresinden geri
 dönülmeyi gerektirecek bir bozma, hem bu hemde yargılamada tutumluluk
 (ekonomi) ilkesine aykırı olacak, boş yere zaman yitirilecektir.

Belirttiğim nedenlerle direnme yerindedir. İncelenmek üzere dava Yüksek
 Daireye gönderilmelidir. Görüşünü ileri sürerek,
Üyelerden Vural SAVAŞ ise: (Memurlar, görevlerinden doğan ve görevlerinin
 yerine getirilmesi sırasında suç işlemeleri halinde kural olarak, Osmanlı
 İmparatorluğu zamanında çıkarılmış ve hala yürürlükte bulunan 4 Şubat 1329
 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanuna göre muhakeme edilirler.

Özellikle devlet idaresi aleyhindeki suçlarla mücadelede MMHK.nun zaman zaman
 olumsuz sonuçlara neden olduğunun görülmesi üzerine, söz konusu Kanunun
 uygulama alanının daraltılmasına çalışılmış, bu amaçla 1609 sayılı Kanun
 çıkarılmıştır. Bahri Öztürk, Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştiren 206 sayılı
 Kanunun Memurların Muhakemesine Etkileri- Gerçekten anılan Kanunun 1.
 maddesinde "irtikaptan, rüşvet alıp vermekten, ihtilas ve zimmete para
 geçirmekten, gerek doğrudan doğruya ve gerek memuriyet görevini kötüye
 kullanmak suretiyle kaçakçılıktan ve resmi açık eksiltme ve artırmalara ve
 alım satıma fesat karıştırmaktan ve devletin dış politikasına ait gizli
 evrakı veya şifreleri açıklamak veya açıklanmasına neden olmaktan ve bu
 suçlara katılmaktan sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Kanunu
 uygulanmaz" denilmek suretiyle, önemli bazı suçlar hakkında idarenin muhakeme
 yapması kabul edilmemiştir. Bu Kanuna göre, Bakan veya Vali ceza davasının
 açılması için izin verirse, savcı ceza davası açabilecektir.

1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmadan önce, olayımızda olduğu gibi, 1609
 sayılı Yasanın kapsamında olduğu düşünülerek Vali veya ilgili Bakandan izin
 alınarak, irtikap, rüşvet alıp vermek veya zimmete para geçirmek gibi
 suçlardan iddianame düzenlenerek kamu davası açıldıktan sonra, eylemin görevi
 kötüye kullanmak niteliğinde olduğu anlaşılırsa, Yerel Mahkemenin yapcağı
 işlem ne idi? Ceza Genel Kurulu'nun uyum gösteren ve oybirliği ile verdiği
 bazı kararlar konuya ışık tutacak niteliktedir. Mesela, 30.3.1987 gün ve
 577/166 sayılı kararda "irtikap suçundan hakkında kamu davası açılan sanık
 hakkında, son soruşturma aşamasında davaya bakan mahkemece, İl İdare Kurulunu
 suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik kararı verilmesi, 1609
 sayılı Yasanın amacına aykırı düşer. Belirlenecek suç niteliğine göre gereken
 kararın, kamu davasının açıldığı mahkemece verilmesi gerekir" denilmektedir.
 Ceza Genel Kurulu'nun 29.12.1986 gün, 442/652 sayılı kararı ve sonraki birçok
 kararı aynı mahiyettedir.

Gerçi; 3628 sayılı Yasa ile, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırılmışsa da;
 3628 sayılı Yasa, Ceza Genel Kurulu'nun yukarıda açıklanan ve yasaya uygun
 olan içtihatlarından ayrılmasını gerektirecek yeni bir unsur getirmemiştir.
 Şöyle ki:

a- 3628 sayılı Yasanın 17. maddesinde, "Bu Kanunda yazılı suçlarla, irtikap,
 rüşvet, ihtilas ve zimmete para geçirme, görev sırasında veya görevinden
 dolayı kaçakçılık, resmi ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet
 sırlarının açkılanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu
 suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında Memurin Muhakematı Hakkında
 Kanunu Muvakkat hükümleri uygulanmaz" hükmüne yer verilmek suretiyle yasa
 koyucu, tıpkı 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, 17. maddede yazılı suçların
 sanıklarını MMHK.na tabi tutmak istemediğini açıkça belirtmiştir.

b- "İl İdare Kurulu'nun suç niteliğini kabule zorlar biçimde görevsizlik
 kararı verilmesinin yasanın amacına ters düşeceği" yolundaki önceki Ceza
 Genel Kurulu Kararlarındaki gerekçe, 3628 sayılı Yasa'nın yürürlüğe
 girmesinden sonra da geçerliliğini korumaktadır.

c- 3628 sayılı Yasa'nın 19. maddesinde "C. Savcısı 17. maddede yazılı suçların
 işlendiğini öğrendiğinde sanıklar hakkında doğrudan doğruya ve bizzat
 soruşturmaya başlamakla beraber durumu atamaya yetkili amirine veya 8.
 maddede sayılan mercilere bildirir" hükmüne yer verilmek suretiyle, söz
 konusu suçları işleyenler hakkında C. Savcısının soruşturma yapma yetkisi
 genişletilmiş, 1609 sayılı Yasada olduğu gibi, Vali veya Bakandan izin
 alınmadan kamu davası açılabilme imkanı sağlanmıştır.

Genel Kuruldaki müzakereler sırasında üyelerden bazılarının belirttiği gibi
 "C. Savcısınca soruşturmaya başlandığının memurun amirine veya 8. maddede
 sayılan mercilere bildirilmesine ilişkin hüküm, soruşturmada memurlara
 teminat sağlanması için değil, aksine sözkonusu suçları işleyen sanıklar
 hakkında disiplin soruşturması yapılması ve gerekiyorsa işten el
 çektirilmesini sağlamak için yasaya konulmuştur.

Ceza Genel Kurulu bu kararıyla, 1609 sayılı Yasanın bile memura tanımadığı bir
 teminatı, 1609 sayılı Yasa yürürlükten kaldırmakla birlikte, bu kanunda
 yazılı suçları işleyen sanıklara daha kolay ve teminatsız bir soruşturma
 usulüne tabi tutan 3628 sayılı Yasayı esas alarak memura tanımış olmaktadır
 ki, bizce bunun mantıki bir açıklamasını yapmak imkansızdır.

d- Anayasa Mahkemesi'nin 14.11.1967 gün ve 14/36 sayılı Kararında belirtildiği
 gibi "Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanun, memurlara bir zümre veya sınıf
 olarak imtiyaz tanımakta değildir. Kanunun sağladığı, bir çeşit teminattır.
 Bu da kamu hizmetinin iyi işlemesi için düşünülmüş, düzenlenmiştir. Memur
 gördüğü hizmet yüzünden sık sık isnat ve iftiraya uğrayabilir. Kendisine
 memuriyetiyle ilgili suç isnat edilen her memurun, hemen adliyeye
 sevkedilmesi, hem memurları tedirgin ederek hizmeti aksatır, hem de hizmetin
 yürütülüşü üzerinde birtakım haksız şüphelere yol açabilir. Bu çeşit
 iddiaların önce kamu hizmetinin gereklerini ve memurluk psikolojisini iyi
 bilen kimselerin süzgecinden geçirilmesi ve ortada kovuşturmaya değer bir
 eylem kalırsa, o zaman için mahkemenin eline bırakılması, kamu hizmetinin
 yararına bir tedbirdir ve Kanunun sağladığı da budur" denilmektedir.

Olayımızda ise, sanık hakkında "rüşvet" gibi yüzkızartıcı ve görevi kötüye
 kullanmak suçuna göre çok daha ağır cezai sonuçları olan bir suçtan kamu
 davası açılmış, sanığın devlet hizmetini yürütüşü üzerinde haklı şüpheler
 esasen doğmuştur. Bu şüphenin yenilmesi ve kamu davasının bir mahkeme
 kararıyla sonuca bağlanmasında kamu yararı bulunmaktadır.

Ceza Genel Kurulu'nun Memurin Muhakematı Hakkındaki Kanunun çıkarılış amacına
 ve Anayasa Mahkemesinin anılan Kararında açıklanan ilkelere ters düşecek
 sonuçlar doğuracak şekilde yorum yapması isabetli olmamıştır.

e- Ceza davasının konusu, fertlerin hayatlarından alınan belli bir kesitin
 ceza hukuku ve ceza yargılaması hukuku bakımından değerlendirilmesidir. Ancak
 bu değerlendirme yapılırken, buna bir sınır çizilmesi de zorunludur. Bu
 bakımdan ceza davasının konusu, iddianamede belirtilen maddi vakalar karışımı
 ile sınırlandırılan insan davranışlarıdır. Bu sınırlar içinde hakim,
 araştırma ve tavsif etme yetkisine sahiptir -Erdener Yurtcan, Ceza
 Yargılaması Hukuku, 2. Bası, 1986, S. 177- İddianamede yazılı olan hukuki
 tavsiften mahkeme her zaman ayrılabilir. -Faruk Erem, Ceza Yargılaması
 Hukuku, 6. Bası, 1986, S. 223, 265- Hukuki tavsifin değişmesi, bazen olayın
 sınırında ufak tefek değişiklik yapılmasını gerektirebilir. Bazı hallerde,
 dava açılırken belirtilmiş olan sınırın açılmasında zaruret vardır. Hakim bu
 sınırı ne kadar aşabilecektir. Hukuki tavsif ile hakimi bağlamak doğru
 olmayacağına göre, hukuki tavsifin değişmesinin gerektirdiği nisbette sınır
 değişikliği kabul edilmelidir., elverir ki yepyeni bir olay durumu hasıl
 olmasın ve değişiklik dolayısıyla sanık müdafaasını yapabilecek hale
 getirilsin -N. Kunter, Ceza Mahkemesi Hukuku, 8. Bası, S. 259, 260-.

Gerek "Rüşvet" ve gerekse "Görevi kötüye kullanmak", Türk Ceza Kanununun
 "Devlet İdaresi Aleyhine İşlenen Cürümler" başlıklı, Üçüncü Babında yer
 almıştır ve "Rüşvet" suçunu bir memurun "Memuriyet sıfatını veya memuriyetine
 ait görevi kötüye kullanmadan" işlemesi mümkün değildir. Başka bir deyişle
 "rüşvet suçu", "Görevi kötüye kullanmak" suçunun TCK.nın 211 ve sonraki
 maddelerinde açıklandığı şekilde işlenmesiyle oluşur.

Tüm bu hususları gözönünde tutarak ve usulüne uygun şekilde açılan bir kamu
 davasında, sanığın iddianamede yazılı TEK olan eylemine ilişkin olarak,
 eylemi görevi kötüye kullanmak şeklinde nitelendirerek ek savunmasını da
 aldıktan sonra, yazılı şekilde mahkumiyetine karar veren Yerel Mahkemenin
 uygulamasında yasaya aykırı bir yön bulunmamaktadır) demek suretiyle; bazı
 üyelerde Yerel Mahkeme direnme kararının haklı nedenlere dayandığını
 belirterek karşı oy kullanmışlardır.

S o n u ç : Çoğunluk görüşünde açıklanan nedenlerle, sanık müdafiinin temyiz
 itirazları öncelikle bu itibarla yerinde görüldüğünden sair yönlerin
 incelenmeyen hükmün isteme aykırı olarak (BOZULMASINA), 19.10.1992 gününde
 birinci müzakerede 2/3'ü aşan oyçokluğuyla karar verildi.


    
İçtihat:
Hukuk Forumlarından Seçmeler
  • [Sorumluluk hukuku] Dijital Sağlık ve Yasal Düzenlemeler: Bitkisel Ürünlerin Online Satışı 
  • 01.05.2025 13:12
  • 2. küçük dairemde kira artış anlaşmazlığı 
  • 29.04.2025 15:42
  • Sözleşmede anarak whatsapp yazışmalarının yasal bildirim kanalı ilan edilmesi. 
  • 29.04.2025 00:17
  • Sözleşmedeki "görüş alınarak" ifadesi, görüşü alınan tarafa eylemi engelleme hakkı verir mi? 
  • 29.04.2025 00:03
  • [Babalık davaları] Evlat edinilen çocukların eski baba adı değişimi hk. 
  • 27.04.2025 11:06


    Yeni Mevzuat

  • KDV Filo Kiralama Şirketleri (Fleetcorp) Borçlarını Devir ALan Varlık Yönetim Şirketleri 

  • Filo Kiralama Şirketlerinin Borçlarının Varlık Yönetim Şirketlerine Devri Halinde KDV 

  • Trafik kazasında kusuru olmayan alkollü sürücüye kasko hasarı ödenir 

  • Keşide tarihinin tahrif edildiği ve ibraz sürelerinin geçtiği çekler Borçlu olunmadığının Tespiti 

  • İkinci Nesil İnternet Sitelerinin Hukuki Statüsü 




  • YARGITAY KARARLARI :
    İçtihat Arama motoru anasayfa   2007   2006   2005   2004   2003    2002    2001    2000   1999    1998    1997    1996   1995   1994   1993    1992    1991    1990    1989    1988    1987    1986    1985    1984    1983    1982    1981    1980    1979    1978    1977    1976    1975    1974    1973    1927-1972

    Diğer Bölümlerimiz +
    Tüm Hukuki NET forumları + Hukuki Portal + Hukuk Haberleri + Sözleşme ve dilekçe örnekleri + Mevzuat ve bilimsel incelemeler + Hukukçu Blogları + Avukat ilanları + Videolar + Linkler + Ansiklopedi ve Sözlük +

    İçtihat Arşivi  Eski içtihat dizini