 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
İçtihadı Birleştirme
Büyük Genel Kurulu
E. 1992/2
K. 1994/5
T. 23.12.1994
* KADASTRO KANUNU
* ZİLYETLİKLE KAZANILMIŞ TAŞINMAZLAR
ÖZET: 1617 sayılı Yasanın yürürülüğe girdiği 26.7.1972 tarihinden sonra ve o
tarih itibariyle mer'i bulunan yasalara göre belgesizden zilyetlikle
kazanılmış taşınmazların, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğünden sonra
açılan davalarda, anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen sınırlamalar
bakımından nazara alınması gerekir.
(3402 s. Kadastro K. m. 14,48)
(2613 s. KTTK.)
(743 s. MK. m. 633, 887)
[5602 s. Tapulama K. (1954 Ta.) m. 13]
[509 s. Tapulama K. (1964 Ta.) m. 33]
[766 s. Tapulama K. (1966 Ta.) m. 33]
(1617 s. TTRÖK. m. 1,20)
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 14. maddesinde getirilen kısıtlamaların bu
Kanunun yürürlüğe girmesinden önce belgesiz zilyetlikle kazanılmış olan
taşınmazlar yönünden dikkate alınıp alınmayacağı konusunda, Yüksek Sekizinci
Hukuk Dairesi ile Onaltıncı Hukuk Dairesi'nin kararları arasında içtihat
farklılığı bulunduğu ileri sürülerek, içtihatların birleştirilmesi suretiyle
aykırılığın giderilmesinin istenilmesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlık
Kurulu'nca anılan Dairelerin kararları arasında aykırılık bulunduğu gibi,
aynı konuda Hukuk Genel Kurulu'nca verilmiş 11.5.1994 gün ve 7-147-306 sayılı
kararın bulunması da gözönünde tutularak konunun İçtihadı Birletirme Büyük
Genel Kurulu'nda görüşülmesine 20.10.1994 gün ve 63 sayı ile karar
verilmiştir.
23.12. 1994 gününde toplanan İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunda,
raportör üyenin açıklamaları dinlenip, kararlar arasında aykırılık bulunup
giderilmesi gerektiğine oybirliğiyle karar verildikten sonra işin esasının
incelenmesine geçilmiştir.
Yüksek Sekizinci Hukuk Dairesi'nin, 3402 sayılı Yasanın yürürlüğünden sonra
açılan davalarda, daha önce yürürlükte bulunan yasalara göre belgesizden
zilyetlikle kazanılmış olan taşınmazların, sözkonusu Yasanın 14. maddesinde
öngörülen sınırlamalar bakımından nazara alınmayacağını kabul ederek,
uygulamasını bu yönde kararlılıkla sürdürdüğü; Onaltıncı Hukuk Dairesi ise,
3402 sayılı Kadarstro Kanunu uyarınca yapılacak tesbit ve açılacak davalarda
anılan Yasanın 14. maddesinde getirilen sınırlamanın daha önce belgesiz
zileytlikle kazanılmış olan taşınmazlar yönünden de dikkate alınması
gerektiğini, kararlarında açıkça kabul etmekte olduğu anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın niteliğine göre hukuksal bir sonuca ulaşılabilmesi için özellikle
zilyetlik kavramı üzerinde önemle durulması ve belgesiz zilyetlikle
kazanılacak taşınmazlarla ilgili olarak yasalarla getirilmiş olan
sınırlamaları ayrıntılı şekilde açıklamak gerekmektedir.
Taşınır mallar ile tapuda kayıtlı bulunmayan taşınmaz mallarda hak durumu ve
aleniyet fonksiyonu yönünden zilyetlik önem kazanmakta ve özellikle taşınır
mallarda mülkiyet hakkının başkasına devri sözkonusu olduğunda, zilyetlik
ayrı bir önem taşımaktadır.
Zilyetliğin mahiyeti konusunda, öğreti ile yargı kararları arasında tam bir
birlik olduğu söylenemez, gerek öğretide ve gerekse yerleşmiş Yargıtay
İçtihatlarında, MK.nun 887. maddesi içeriği doğrultusunda, zilyetliğin şey
üzerinde fiili egemenlik (hakimiyet) olduğu kabul edilmekle beraber,
öğretide, zilyetliğin kendisine hukuksal sonuçlar bağlanan fiili bir durum
olduğunun açıklamasına karşın, 9.10.1946 tarih ve 6-12 sayılı Yargıtay
İçtihadı Birleştirme Kararında zilyetliğin "bir ayni hak olduğu" görüşü
benimsenmektedir.
Zilyetliğe varlık veren iki öge vardır. Bunlardan biri, "eylemli kudret";
diğeri ise, "malik olma iradesi"dir. Bu needenle zilyetliğe dayalı bir hak
iddia edebilmek için kişinin şey üzerinde ekonomik yarar sağlamayı ve onu
kullanmayı mümkün kılacak biçimde fiili egemenliğini sürdürmüş olması
gerekmektedir.
Medeni Kanununmuzun "Gayrimenkul mülkiyeti"ni düzenleyen "19. Bap"ının
"Birinci Faslında" yer alan "Fevkalade müruruzaman" başlıklı 639. maddesinde,
tapu sicilinde kayıtlı olmayan bir taşınmazı çekişmesiz ve aralıksız 20 sene
müddetle ve malik sıfatıyla elinde bulunduran kimsenin, kendi mülkü olmak
üzere tescil talebinde bulunabileceği hükme bağlanmış, ancak tescil talebine
konu edilebilecek taşınmaz yüzölçümü yönünden özel yasalarla, örneğin
Tapulama ve Kadastro Kanunları ve bu kanunlarda değişiklik yapan, diğer
kanunlarda bazı sınırlamalar getirilmiştir.
1950 yılında yürürlüğe giren 5602 sayılı Tapulama Kanunu ile bundan sonra
yürürlüğe konulan aynı konudaki diğer yasalarda güdülen ana amaç, tapu
sicilinde yazılı olmayan taşınmazların tapulanmasını sağlamaktadır.
5602 sayılı Tapulama Kanununda, taşınmaz yüzölçümü yönünden herhangi bir
sınırlama getirilmeksizin iktisap için on yıllık zilyetlik süresi yeterli
görülmüş, ancak sınırsız kazanımlar yönünden görülen sakınca üzerine
sözkonusu Yasanın 13. maddesinde 6335 sayılı Kanun ile 1954 yılında
değişiklik yapılarak, zilyetlik süresi ve koşulları yönünden MK.nun 639.
maddesine benzer hükümler getirmekle beraber yirmi dönümden fazla taşınmaz
iktisabında on yıl ve daha önceki tarihli vergi kaydının mevcudiyeti aranmış,
aksi halde taşınmazın tamamının Hazine adına tescil edileceği belirtilmiştir.
5602 sayılı Yasanın uygulanmasında ortaya çıkan aksaklıkların giderilmesi ve
ülke koşullarına uygun bir yasanın varlığına duyulan ihtiyaç nedeniyle 1964
tarihinde 509 sayılı Tapulama Kanunu kabul edilerek, 5602 sayılı Yasa
yürürlükten kaldırılmıştır.
509 sayılı Yasa ise, 33. maddesinde getirdiği sınırlamalar ile 100 dönüme
kadar olan taşınmazların belgesiz zilyetlikle iktisabına imkan tanımış,
fazlası için vergi kaydının mevcudiyetini aramıştır.
509 sayılı Kanunun 1966 yılında biçimsel yönden Anayasa Mahkemesi'nce iptal
edilmesi üzerine de aynı yıl yürürlüğe konulan 766 sayılı Tapulama Kanunu ile
509 sayılı Yasada yer alan hükümler aynen benimsenmiştir.
3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun 48. maddesiyle yürürlükten kaldırıldığı
9.10.1987 tarihine kadar uygulama alanı bulan 766 sayılı Tapulama Kanununun
33. maddesi uyarınca, tapuda kayıtlı bulunmayan ve beher parçasının yüzölçümü
yüz dönümü geçmeyen taşınmazların belgesiz zilyetlikle kazanılması mümkün
iken, 26 Temmuz 1972 tarihinde yürürlüğe giren 1617 sayılı Toprak ve Tarım
Reformu Öntedbirler Kanunu'nun 20. maddesi ile anılan Yasanın 33. maddesinde
değişiklik yapılarak beher taşınmazın 20 dönümlük bölümünün belgesiz
zilyetlikle edinilebileceği kabul edilmiştir. Bu yolla kazanılacak taşınmaz
yüzölçümünün ise bir tapulama bölgesinde, (yani bir ilçe sınırları içinde) 50
dönümü geçemeyeceği hükmüne yer verilmiştir. Bu kısıtlamanın amacının,
yapılacak toprak ve tarım reformunun gerçekleştirilmesini sağlamaya yönelik
olduğu da 1617 sayılı Yasanın 1. maddesinde açıklanmıştır. Ne varki sözkonusu
değişikliğin, yasanın neşir ve ilan edildiği tarihe kadar açılmış bulunan
davalara uygulanmayacağı da ek madde ile hüküm altına alınmıştır.
Görüleceği üzere kazandırıcı zamanaşımı zilyetliğine dayanılarak taşınmaz
edinmede, ilk ciddi ve kapsamlı sınırlama 1617 sayılı Yasa ile getirilmiş
bulunmaktadır.
Yine bilindiği gibi 1987 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro
Kanunu'nun 14. maddesinde, yüzölçümü sulu toprakta kırk, kuru toprakta ise
yüz dönüme kadar olan taşınmazın, belgesiz zilyetlikle iktisabına olanak
tanınmıştır. Sözkonusu maddede, 766 sayılı Tapulama Kanunu'ndan farklı olarak
kuru ve sulu toprak ayrımı yapılmasına ve iktisabı mümkün taşınmaz
yüzölçümleri belli bir miktar arttırılmasına rağmen bir çalışma alanında,
(yani her köy ile belediye sınırları içinde bulunan mahallelerin her birinde)
bu miktarların aşılamayacağı belirtilmek suretiyle 766 sayılı Tapulama
Kanununun 33. maddesinde 1617 sayılı Yasa ile yapılan değişikliğe paralel bir
düzenlemeye gidilmiştir.
Tasfiye yasaları olan Tapulama ve Kadastro Kanunlarında, özellikle taşınmaz
mal iktisabı ile ilgili olarak kısa sayılabilecek sürede bu kadar değişiklik
yapılması, yargı kararları arasında içtihat farklılıklarına da yol açmıştır.
İşte, önümüze gelen meselede Yüksek Sekizinci Hukuk Dairesi, 3402 sayılı
Kadastro Kanununun 14. maddesinde öngörülen koşullarla taşınmaz iktisab
edinilebilmesi için sözkonusu yasanın yürürlüğünden önce herhangi bir belgeye
dayanmaksızın taşınmaz iktisap edilip edilmediğinin araştırılmasına gerek
bulunmadığı içtihadında bulunmuş, Yüksek Onaltıncı Hukuk Dairesi ise, aynı
konuya ilişkin kararlarında, 3402 sayılı Yasanın 14. maddesi hükmü uyarınca
iktisap edilecek taşınmazlar yönünden, 1617 sayılı Kanunun yürürlüğünden
sonra herhangi bir belgeye dayanmaksızın kazanılmış olan taşınmazların da
gözönünde tutulması gereği vurgulanarak, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nda, 766
sayılı Tapulama Kanununun değişik 33. maddesinde öngörülen iktisaba ilişkin
taşınmaz yüzölçümlerinin kişi yararına arttırılması dışında yeni bir durumun
yaratılmasının sözkonusu olmadığı belirtilmiştir.
Diğer yandan, Yüksek Onaltıncı Hukuk Dairesi dışında kadastro mahkemelerinden
verilen kararları incelemekle görevli bulunan Yüksek Yedinci ve Onyedinci
Hukuk Daireleri'nin de, verdikleri muhtelif kararlarında, 3402 sayılı Yasanın
14. maddesine dayalı taşınmaz mal iktisabında Yüksek Onaltıncı Hukuk
Dairesi'nin görüşü doğrultusuda içtihatda bulundukları, bir başka deyişle
3402 sayılı Yasanın yürürlüğünden önceki belgsiz zilyetlikle kazanılmış olan
taşınmazların yeni iktisaplarla ilgili tespit ve davalarda gözönünde
tutulması gerektiği görüşünü kabul ettikleri anlaşılmaktadır.
Gerek Yüksek Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı ve gerekse ilgili Yüksek Özel Daire
Başkanlıkları konuyla ilgili olarak bildirdikleri görüşlerinde de 3402 sayılı
Kadastro Kanununun yürürlüğünden sonra açılmış olan davalarda da, önceki
dönemde edinilen taşınmazlar gözönünde tutulmak suretiyle sonuca ulaşılması
gereğine değinmişler ve içtihat aykırılığının bu görüş doğrultusunda
giderilmesi dileğinde bulundukları gibi müzakere sırasında da aynı görüşü
ayrıntılı şekilde dile getirmişlerdir.
Şu hususa ayrıca değinmekte yarar vardır: 3402 sayılı Kadastro Kanunu,
köylerde mevcut taşınmazların tapulamasına ilişkin 766 sayılı Tapulama Kanunu
ile şehir kadastrosuna dair 2613 sayılı Kanunun içerdiği hükümleri tek metin
haline getirerek köy ve şehir kadastrosu ayrımına son vermiş ve idari evrede
yapılacak çalışmalar yönünden teşkil edilecek kadastro ekipleriyle ilgili
hükümlerde 766 sayılı Tapulama Kanunundakine benzer düzenlemeler getirmiştir.
Ancak, sözkonusu yasada "dolu pafta" sistemi kabul edilmek suretiyle tescile
tabi olsun ya da olmasın, tüm taşınmazların sınırlarının arazi ve harita
üzerinde belirtilerek bunların geometrik ve hukuki durumlarının tesbit
edilmesi öngörülmüştür. Örneğin, orman sınırlandırılması (tahdidi) yapılmamış
yerlerde, orman sayılan yerlere tutanaklarının da kadastro ekiplerince
düzenlenerek bu nitelikteki taşınmazların Hazine adına tesciline imkan
sağlanmıştır.
Bu ve buna benzer bazı değişiklikler dışında daha önce yürürlükte bulunan 766
sayılı Tapulama Kanunu ile aynı amacı güden 3402 sayılı Yasanın, kendine özgü
bir düzeleme olduğu gerçeği karşısında artık zilyetliğe dayalı taşınmaz mal
iktisabı ile ilgili araştırma ve uygulamanın, yasanın yürürlüğünden önceki
edinimleri kapsamaması gerektiği yolundaki görüşe katılmak mümkün değildir.
Diğer yandan, Ülkemizde tarıma elverişli olan toprakların hızla artan nüfusa
cevap veremez hale geldiği ve şehirlere olan göç dolayısıyla yeni sosyal ve
ekonomik problemlerle karşı karşıya kalındığı günümüzde, değişen her yasa ile
yeni haklar kazanılmasına imkan tanınmış olduğu yolundaki görüşün, Ülke
koşulları açısından da kabulüne olanak bulunmamaktadır.
Kaldı ki, belgesizden zilyetlikle taşınmaz edinmede 3402 sayılı Yasanın 14.
maddesi ile getirilen sınırlama, ilk kez olmayıp, bu konuda zaten mevcut
bulunan ve süregelmekte olan sınırlamanın devamından ibarettir.
Bu durumda, Yüksek Onaltıncı ve Sekizinci Hukuk Daireleri'nin kararları
arasında varlığı belirlenen içtihat aykırılığı, Onaltıncı Hukuk Dairesi
kararları doğrultusunda birleştirilerek giderilmelidir.
S o n u ç : 1617 sayılı Yasanın yürürlüğe girdiği 26.7.1972 tarihinden sonra
ve o tarih itibariyle mer'i bulunan yasalara göre belgesizden zilyetlikle
kazanılmış taşınmazların, 3402 sayılı Kadastro Kanunu'nun yürürlüğünden sonra
açılan davalarda, anılan Yasanın 14. maddesinde öngörülen sınırlamalar
bakımından nazara alınması gerektiğine, 23.12.1994 gününde yapılan ilk
toplantıda üçte ikiyi geçen çoğunlukla karar verildi.
|