 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:1992/2-121
K:1992/197
T:25.3.1992
ÖZET: Davada taraflar, mahkemelerden verilen nihai kararlara karşı
temyiz yoluna başvurabilirler. Süresi içinde temyiz edilmeyen ya da temyiz
edilmesi mümkün olmayan kararlar kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek
olmadan temyiz incelemesi yapamaz ve hükmü bozamaz. Dava tarafları
aleyhlerine olan hükmün tamamını temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir
kısmını temyiz edip, diğer kısmını temyiz etmeyebilirler. Bu hal kısmi temyiz
olarak tanımlanır. Kısmi temyiz halinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve
bu nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün
temyiz edilmeyen bölümünü bozamaz. Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen bölümünü
bozamıyacağı gibi, mahalli mahkemede (temyiz edilen bölümün bozulması üzerine
yapacağı tahkikat sonunda) hükmün temyiz edilmeyen (ve bu nedenle kesinleşmiş
olan) bölümü hakkında yeni bir karar veremez.
Mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın fer'i sonuçlarına ilişkin kararının
temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnız manevi tazminat açısından bozulmuş, başta
yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler (talep sonuçları) bozmanın
kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise, açılan bu dava önceki
davada kesinleşen yoksulluk nafakasının arttırılmasına ilişkin olup, işin
esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına rağmen
önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış sayılmasına karar
verilmesi doğru değildir.
Taraflar arasındaki "nafakanın arttırılması" davasından dolayı yapılan
yargılama sonunda; (Ankara Onüçüncü Asliye Hukuk Mahkemesi)nce davanın
açılmamış sayılmasına dair verilen 19.11.1990 gün ve 559-655 sayılı kararın
incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay İkinci
Hukuk Dairesi'nin 16.5.1991 gün ve 5056-7968 sayılı ilamiyle; (...Önceki
boşanma hükmünün yoksulluk nafakasına ilişkin bölümü temyiz edilmiş ise de
bu yöne ilişkin temyiz itirazları 18.6.1990 tarihinde reddedilmiş ve
yoksulluk nafakası ile ilgili olarak karar düzeltme yoluna gidilmemek
suretiyle boşanma hükmü ile birlikte aylık 100.000.- lira yoksulluk
nafakasına dair karar 12.9.1990 tarihinde kesinleşmiştir. Öyle ise
28.9.1990 tarihinde açılan yoksulluk nafakasının arttırılmasına ilişkin bu
davanın esasının incelenmesi gerekirken yazılı düşüncelerle davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır..) gerekçesiyle
bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda;
mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Gerekçesi açısından bugün de geçerliliğini koruyan 7.2.1945 gün ve
4/19 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında açıklandığı üzere; dava
dilekçesinin talep sonucu bölümünde davacı, neye karar verilmesini (başka
bir ifade ile davalının neye mahkum edilmesini) istediğini açıkça yazar
(HUMK. 179/3.). Kuşkusuz talebin birden fazla kalemleri kapsaması halinde de
davacının talep sonucu, asıl talep ve yardımcı (fer'i) talepler olmak üzere
iki bölümden oluşur. Davacının birden fazla davasını aynı dava dilekçesi ile
açması halinde, bu durum "objektif dava birleşmesi" olarak tanımlanır ve
davacının her davaya ait talep sonucunu açıkca ve ayrı ayrı göstermesi
gerekir. Davanın esasına ilişkin bu talepleri yanısıra davacı talep sonucu
bölümünde mevcutsa fer'i (yardımcı) nitelikte taleplerde de bulunabilir.
Dava dilekçesinin, talep sonucu açısından özetlenen bu niteliklerine
paralel olarak yapılan yargılama sonucu verilen kararda (hüküm fıkrasında)
da, davacının talepleri asıl talep (esasa ilişkin talep) ve yardımcı (fer'i)
talepler olmak üzere iki bölüm halinde değerlendirilir ve bu taleplerin
tamamı hakkında ayrı ayrı hüküm kurulması gerekir (HUMK. 388/3-4).
Hemen söylemek gerekir ki, boşanma hükmü çoğu kez asıl hükmün (boşanma
hükmünün) yanısıra buna bağlı yan hükümcüklerden oluşan adeta bir kombine
hüküm mahiyetini haiz bulunur. Gerçekten hükmün, bozucu inşai nitelikte olan
ve evlilik birliğini sona erdiren ana bölümüne bağlı ve ondan bağımsız
karekteri ve işlevi bulunmayan bu hükümcüklerle, boşanma sonrası bazı
ilişkiler düzenlenir. Bu yan hükümlerden bir kısmı, yine sadece ve doğrudan
doğruya inşaya yönelik olabileceği gibi bir tesbite ve edime de ilişkin
bulunabilir. Örneğin, boşanma nedeniyle velayet hakkının taraflar arasında
taksim ve tevdiine (MK. 148/1) ya da, evlenmenin yapıldığı sıralarda dul
olan kadının tekrar kendi aile ismini taşımasına müsaade edilmesine ilişkin
tali kararlar, yine birer inşai sonuca yönelik olmaları nedeniyle boşanma
hükmü kompleksinde yer alan küçük ve bağımlı inşai hükümler (fer'i inşai
hüküm) olarak değerlendirileceklerdir. (Doç. Dr. Ergun Önen -İnşai Dava-
Ankara 1981- s. 66-67). Diğer taraftan örneğin, daha önceki bir zamanda
verilen ayrılık kararıyla düzenlenen velayet ilişkisinin aynen devam
ettirilmesine dair boşanma hükmü içinde verilecek bir karar tesbit edici;
eşler arasındaki evlilik bağını çözen ve evlilik birliğini sona erdiren
boşanma kararının asıl unsurunun yanı sıra ortaya çıkan ancak hakimin hükmü
ile geçerlik kazanan yan sonuçların bir bölümünü oluşturan parasal
ödemelerden maddi (MK. 143/1) ve manevi (MK. 143/2) tazminat ile yoksulluk
nafakası (MK. 144) konusunda verilecek karar ise edim yükleyici bir görünüm
ortaya koyacaktır. Bunlara davacının, talep sonucunda açıklamasa (istek
olmasa) bile davanın açılmasıyla hükmedilmesi zorunlu eş ve çocuklar için
tedbir (MK. 137) ve boşanma sonucuna bağlı olarak iştirak (MK. 148/2)
nafakalarını da eklemek uygun olacaktır.
İşte olayımızda çözümlenmesi gereken husus, genelde birden fazla talep
sonucunu ihtiva eden hukuk davalarında ve özelde kombine hüküm mahiyetini
taşıyan boşanma davalarında taraflarca uygun görülerek temyiz edilmeyen ya da
temyiz isteği reddedilen (bozmanın kapsamı dışında kalan) hususların
kesinleşmiş olup olmadığıdır. Özellikle olayımızda olduğu gibi diğer temyiz
itirazları reddedilerek yalnızca manevi tazminata karar verilmesi yönünden
bozulan davada manevi tazminat dışında kalan diğer talep kalemlerinin
(örneğin, yoksulluk nafakasına ilişkin hükmün) kesinleşmiş sayılıp
sayılmayacağının belirlenmesidir.
Bilindiği gibi dava tarafları, mahkemelerden verilen nihai kararlara
karşı temyiz yoluna başvurabilme hakkına sahiptirler (HUMK.nun 427/1). Süresi
içinde temyiz edilmeyen ya da esasen temyiz edilmesi mümkün olmayan kararlar
kesin olup, Yargıtay kendiliğinden ve istek olmadan temyiz incelemesi yapamaz
ve bozamaz. Diğer taraftan dava tarafları, aleyhlerine olan hükmün tamamını
temyiz edebilecekleri gibi hükmün yalnız bir kısmını temyiz edip, diğer
kısmını temyiz etmeyebilirler. "Objektif dava birleşmesi" halinde verilen
hüküm taleplerinden yalnızca biri örneğin, manevi tazminatın kabul ya da
reddi temyiz edilip boşanmaya ilişkin hükmün esası ile maddi tazminat
yoksulluk nafakası, velayet, iştirak nafakası ve fer'i (yardımcı) diğer
sonuçlar temyiz edilemeyebilir. Bu hal doktrinde "kısmi temyiz" olarak
tanımlanır ve kısmi temyiz (yani hükmün bir kısmının temyiz edilmemiş olması)
halinde, hükmün temyiz edilmeyen kısmı temyiz süresinin geçmesi ile
kesinleşir. Başka bir ifade ile kesin hüküm oluşur. Hükmün süresinde temyiz
edilmeyerek kesinleşen kısmı yalnız başına icra edilebilir ve icraya
konabilir. (Prof. Dr. Saim Üstündağ- Medeni Yargılama Hukuku- Cilt 2,
İstanbul 1977, Üçüncü Bası, S. 87). Yargıtay, tarafların bildirdiği temyiz
sebepleri ile bağlı değilse de (HUMK.nun 439/11) tarafların temyizi ile
bağlıdır. Yani kısmi temyiz halinde Yargıtay hükmün temyiz edilmeyen ve bu
nedenle kesinleşen bölümü hakkında temyiz incelemesi yapamaz ve hükmün temyiz
edilmeyen bölümünü bozamaz. Kısmi temyiz halinde HUMK.nun 439/II. maddesi
hükmü, yalnız temyiz edilen bölüm hakkında uygulanır. Yargıtay hükmün temyiz
edilmiyen bölümünü bozamıyacağı gibi mahalli mahkemede (temyiz edilen
bölümün bozulması üzerine yapacağı tahkikat sonunda) hükmün temyiz edilmeyen
(ve bu nedenle kesinleşmiş olan) bölümü hakkında yeni bir karar veremez
(Prof. Dr. Baki Kuru- Hukuk Muhakemeleri Usulü- Cilt 4- Dördüncü Baskı, 1984-
S. 3354-3355).
Diğer taraftan kısmi temyiz sebebiyle hükmün bir bölümünün (talep
sonuçlarından bazılarının) temyiz edilmemek suretiyle kesinleşmesi ile,
temyiz edilip onanmak suretiyle kesinleşmesi (bozmanın kapsamı dışında
kalması) arasında kesin hükmün bağlayıcılığı, müstakilen infaz kabiliyeti
bulunması, mevcut uyuşmazlığı yeniden ele alınması mümkün olmayacak biçimde
çözümlenmesi yönlerinden herhangi bir fark mevcut değildir. Nİtekim, 9.5.1960
tarihli ve 21/9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da, doktrinde bu şekilde
yorumlanarak, mevcut uygulamanın Yargıtay'ın bozma dışında kalan kısımları da
hukuksal denetime tabi tutarak bu kısımlara artık yeniden geri dönülmesini
engellemek istediği ve bunu da bozmanın kapsamı dışında kalan yönlerin (talep
sonuçlarının) kesinleştiğini kabul etmek suretiyle sağladığı biçimde
değerlendirilmiştir (Prof.Dr. Saim Üstündağ, Medeni Yargılama Usulü -Cilt 2-
İstanbul 1977 -3.Baskı- S.90).
Bütün bu genel açıklamalardan sonra olayımıza gelecek olursak,
mahkemenin boşanmaya ve boşanmanın fer'i sonuçlarına ilişkin kararının
temyizi üzerine Yargıtay'ca yalnızca manevi tazminat açısından bozulmuş,
başta yoksulluk nafakası olmak üzere diğer yönler (talep sonuçları) bozmanın
kapsamı dışında kalarak kesinleşmiştir. Öyle ise açılan bu dava, önceki
davada kesinleşen yoksulluk nafakasının artırılmasına (MK. 145/son) ilişkin
olup, işin esasının incelenmesi gerekirken bozmanın kapsamı dışında kalmasına
rağmen önceki davanın derdest olduğundan bahisle davanın açılmamış
sayılmasına karar verilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
İşte bütün bu nedenlerle mevcut uygulama ile yasanın özüne ve sözüne
uygun Özel Daire bozma kararına uyulması gerekirken yasa hükümlerinin
yorumunda yanılgıya düşülerek istemin reddi yönüne gidilmesi doğru değildir.
O halde usul ve kanuna uygun bulunmayan direnme kararı bozulmalıdır.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme
kararının yukarıda açıklanan Özel Daire bozma ilamındaki nedenlerden dolayı
HUMK.nun 429. maddesi uyarınca (BOZULMASINA), istek halinde temyiz peşin
harcının geri verilmesine, 25.3.1992 gününde oyçokluğu ile karar verildi.
Bİrinci Başkanvek. 2.Hukuk D.Bşk. 4.Hukuk D.Bşk. 8.Hukuk D.Bşk.
İ.Teoman Pamir İ.Yanıkömeroğlu T.Uygur Ş.Özdemir
5.Hukuk D.Bşk. 6.Hukuk D.Bşk. 1.H.D.Bşk. 18.H.D.Bşk.
A.H.Karahacıoğlu Ö.N.Doğan Y.İ.Dimici S.Rezaki
Onama Onama
20.H.D.Bşk. Ö.Göknar M.S.Aykonu M.N.Aryol
F.Atbaşoğlu
Onama
S.Çetinelli T.Y.Darendelioğlu T.Alp 19.H.D.Bşk.V.
Onama Onama Y.M.Günel
Onama
3.H.D.Bşk.V. A.C.Göğüş N.Yavuz H.Deniz
Y.Yılbaş
K.Öztekin H.Seyrek C.Sanin Ş.D.Kabukçuoğlu
Onama
A.T.Seçkin Ş.K.Erol B.Kartal H.Dinç
Onama
S.Sapanoğlu 7.H.D.Bşk.V. H.Demirhan M.H.Surlu
M.Yıldız Onama
Onama
A.M.Çİftçi O.İzgiey M.Kaşıkçı V.Canbilen
Onama Onama
K.Acar F.Kıbrıscıklı Ü.Aydın A.E.Baçcıoğlu
Onama
E.Doğu A.İ.Özuğur A.Güneren
Onama
- KARŞI OY YAZISI -
Karar iki tarafın iddia ve savunmalarının özeti, anlaştıkları ve
anlaşmadıkları hususlar, ihtilaflı konular hakkında toplanan deliller,
delillerin tartışılması, red ve üstün tutma sebepleri, sabit görülen
vakalarla bunlardan çıkarılan sonuç ve hukuki sebep ile hüküm sonucunu ve
kanun yollarını açıklar (HUMK. 388/3-4). Hükmün sonuç kısmında gerekçeye ait
herhangi bir söz tekrar edilmeksizin, istek sonuçlarından her biri hakkında
verilen hükümle taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların mümkünse sıra
numarası altında birer birer, açık, şüphe ve tereddüt uyandırılmayacak
şekilde gösterilmesi gerekir (HUMK. 388/son). Mahkeme talep olmasa bile
yargılama masraflarına ve bu meyanda vekalet ücretine resen hükmetmekle
mükelleftir (HUMK.nun 426 ve Yargıtay'ın 29.5.1957 gün ve 4; 16 sayılı
İçtihadı Birleştirme kararı). Hüküm davayı esasından halleder. Taraflar
arasındaki uyuşmazlığı sona erdiren, yazılıp hakim ve tutanak takibi
tarafından imzalanan kararlardır (HUMK. 389-390). Daha değişik bir anlatımla
hüküm, delillerin tahlili ile dava ve savunmaya hakim tarafından verilen
cevaplarla taraflara yüklenen borç ve tanınan haklarla dava masrafı ve
vekalet ücretini gösteren yazılı ve imzalı bir bütünü ifade etmektedir.
Nihai kararlara (hükümlere) karşı temyiz yoluna gitme imkanının
bulunması halinde temyiz incelemesinin ne surette yapılacağı HUMK.nun 427, ve
müteakip maddeleri ile 2797 sayılı Yargıtay Kanununda gösterilmiştir.
Yargıtay Kanununun uygulanmasında yanlışlık bulunması halinde HÜKMÜ BOZAR
(HUMK. 428). Bozmayı gerektiren yanılgı yeniden yargılama yapılmasını
gerektirmeyecek nitelikte ise Yargıtay hükmü değiştirerek ve düzelterek
onaylayabilir (HUMK. 438/7). Kanuna aykırılık yoksa hüküm onanır (HUMK.
442/A). Kuşkusuz Yargıtay kararlarında HUMK. 38. ve takip eden maddelerinde
açıklandığı biçimde hiçbir tereddüt yaratmayacak nitelikte olmalıdır. Şu
halde bir hükmün tamamının veya bir kısmının zımmen onandığı veya zımnen
kesinleştiği yönünde bir kabul açıklık ve netlik prensibi ile bağdaşmaz.
Nitekim HUMK.nun 388 ve müteakip maddelerine benzer hükümleri muhtevi
olan CMUK. 268/4 maddesini uygulayan Yargıtay Ceza Genel Kurulu 2.2.1976 gün
ve 22-25 sayılı kararında "bozulan karar geçerliliğini ve yerine getirilme
yeteneğini yitirmiştir. Hükmün bütün unsurları ile yeniden kurulması
gerekir". 24.1.1983 günlü ve 486-6 sayılı kararında "verilen hükmün
kesinleşmesi için özel dairece sarahata onama tabirinin kullanılması yasa
gereğidir". Yargıtay 5. Ceza Dairesi'nce "bozma, önceki hükmü ortadan
kaldırmış bulunmasına göre (...) gerekçe gösterilmek suretiyle yeniden hüküm
kurulmalı" denmek suretiyle hükmün bir bütün olup, bozma ile tümden ortadan
kalktığı açık bir şekilde kabul edilmiştir. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nda
19.6.1991 tarihli ve 1991/2-323- 391 sayılı kararında aynı görüşü
açıklamıştır.
Yüksek Yargıtay 4.2.1959 günlü ve 13/5 sayılı İçtihadı Birleştirme
Kararında: "Bir kararın bozulması ve mahkemenin bozma kararına uyması halinde
bozulan kararın bozma sebeplerinin şümulu dışında kalmış cihetlerinin
kesinleşmiş sayılması, davaların uzamasını önlemek maksadıyla kabul edilmiş
çok önemli bir usul hükmüdür. O konunun bozma sebebi sayılmamış ve başka
sebeplere dayanan bozma kararına mahkemenin uymuş olması, tarafların birinin
yararına usuli müktesep hak meydana getirir". 9.5.1960 tarihli ve 21/9 sayılı
İçtihadı Bİrleştirme kararında da: usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli
de bazı konuların Yargıtay dairesinin bozma kararının şumulü dışında kalarak
kesinleşmesi ile meydana gelir" denmek suretiyle açık bir şekilde hükmün bir
bütün olduğuna, Yargıtay kararının dışında kalan bölümlerin kesin hüküm
değildir usuli kazanılmış hak olacağına işaret edilmiştir. Bu görüş Yüksek
Yargıtay 11. Hukuk (Ticaret) Dairesinin 28.2.1958 günlü ve 542-558 sayılı
kararında da benimsenmiştir. Anılan daire "... sair temyiz itirazlarının
reddine karar verilmiştir. Her ne kadar sair temyiz itirazlarının
reddedilmiş olmasıyla tahsiline karar verilen (...) alacak idddiası
kesinleşmiş ise de bozma ilamı ile tahsile ait hüküm tasdik edilmiş
olmadığından ilamın infazına imkan yoktur. Binaenaleyh kesinleşen iddianın
taalluk ettiği (...) liranın davalıdan tahsiline karar verilmesi gerekirken
bu hususun ilamda meskut bırakılmış olması yolsuz" olup bozma sebebidir
demektedir. Kararda temyiz edilmeyen veya Yargıtay bozması kapsamında olmayan
bölümlerin kesin hüküm olamayacağı bilimsel görüşlere de yer verilmiştir
(Prof. Dr. Baki Kuru, Hukuk Muhakemeleri Usul 1984, cilt sh. 3423-3431 ve
devamı; Prof. Dr. İlhan Postacıoğlu, Medeni Usul Hukuku Dersleri 1975 sh. 763
ve devamı; Prof. Dr. Saim Üstündağ Medeni Yargılama Hukuku 1977 sh. 87 ve
devamı).
Temyiz veya bozma kapsamı dışında kalan ilamın bölümlerinin kesin
hüküm oluşturduğunun kabulü uygulamaya bazı zorluklarda getirecektir. Temyiz
dilekçeleri çok defa karmaşıktır. Hangi hususların temyiz davasına konu
olduğu, hangilerinin temyiz dışında tutulduğu anlaşılamamaktadır. İlama kısmi
kesinleşme şerhi yazmak zorunda bırakılacak yerel mahkeme ile Yargıtay'ın
yorumunun farklı olduğu haller ortaya çıkacak yerel mahkemenin, kesinleştiği
yargısı ile şerh verdiği ilam kısımları infaz edilecek ve muhtemelen
Yargıtay'ın farklı yorumu sonucu o konuda bozma yapılacaktır. İşte bu hal
birçok karmaşık hukuki sonuçların doğmasına yol açacaktır. Örneğin; temyiz
isteğini tazminatla sınırlı kabul eden mahkeme boşanmaya yönelik ilam
bölümüne kesinleşme şerhi verdiğinde bu ilam infazı kabil hale gelecektir
(HUMK. 443). Kararın boşanma bölümüne ilişkin temyiz isteğini var kabul eden
Yargıtay'ın o bölümü de bozduğunda evlenmenin feshi, nesep ve mirasla ilgili
problemleri doğabilecektir.
4.2.1959 günlü ve 13-5 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı kaide olarak
usulü müktesep hak hükmünün vazife konusunda tatbik yeri olmayacağı hükmünü
getirmiş, 9.5.1960 günlü ve 21-9 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı da
sonradan çıkan İçtihadı Birleştirme kararının temyiz mahkemesinin bozma
kararına uyulmakla meydana gelen usule ait müktesep hak esasının istisnai
olarak henüz mahkemede veya temyiz mahkemesinde bulunan bütün işlere
tatbikinin gerekli olduğunu öngörmüştür. Her iki tevhidi içtihat kararı
gerekçesinde usuli kazanılmış hakkın tarifi yapılmıştır. Açık ve seçik bir
biçimde davayı sonuçlandıran mahkemenin nihai kararının temyiz edilmeyen
bölümünün veya temyiz edilen cihetleri hakkındaki temyiz itirazlarının
dairece red edilmiş olması yada temyiz dairesinin bozma kararının şümulu
dışında kalarak kesinleşen kısımlarının usulü müktesep hak oluşturduğunu
vurgulamıştır. Her iki içtihadı birleştirme kararında birleşen gerekçe,
mahkeme kararının temyiz edilmeyen yönündedir. Aynen bozmaya uymak suretiyle
oluşan usuli kazanılmış hak gibi, temyiz dairesinin bozma kararı kapsamı
dışında kalmak suretiyle oluşan usulü kazanılmış hakka aykırı olan bir
içtihadı birleştirme kararı çıkınca temyiz daireleri içtihadı birleştirmeye
aykırı olan usulü müktesep hakkı doğacaktır.
Yüksek Yargıtay Büyük Genel Kurulu 9.5.1960 tarihli ve 21/9 sayılı
İçtihadı Bİrleştirme kararında "usule ait müktesep hakkın diğer bir şekli de
bazı konuların temyiz dairesinin bozma kararının şumulü dışında kalarak
kesinleşmesi ile meydana gelen şeklidir (...), bu içtihadı birleştirme ile
kabul edilen hukuki esasın bu şekil müktesep hakların varlığı halinde de
tatbiki ileri sürülebilecektir, biçimindeki tesbitinden sonra; "sonradan
çıkan içtihadı birleştirme kararının (...henüz mahkemede veya temyiz
mahkemesinde bulunan) bütün işlere tatbikinin gerekli olduğunu" açıklamıştır.
Bu karar bütün mahkemeleri bu meyanda Yargıtay'ı da bağlar. Yeni içtihadı
birleştirme kararının uygulanması (tesir husule getirmesi) bakımından bozma
kapsamı dışında kalan hüküm bölümlerine ilişkin işi derdest iş kabul etmek,
diğer yandan da bu bölüme kesin hüküm demek elbette mümkün değildir.
Konular objektif olarak birleştirilerek dava açıldığı hallerde her
isteğin bağımsız dava niteliğinde olduğu bunların aynı davalarmış gibi kabulü
mümkün değildir. Zira buna Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunumuzun sistemi
engeldir. Söz konusu kanunun 3/1. maddesinde müddeabihlerin toplamının
dikkate alınması gerektiği hükme bağlandığı gibi, gerek vekalet ücretinin
takdir ve hesabında, gerekse harcın tayininde hüküm altına alınanın tamamını
dikkate alma zorunluluğu bulunduğu gözetilirse ilamı bölmenin mümkün olmadığı
açıkca ortaya çıkacaktır.
Bütün bu açıklamalar da gösteriyor ki; hüküm bir bütündür. Hükme
bağlanan ve taraflara yüklenen borçlar ile tanınan hakların bir bölümünün
temyiz edilmemesi veya temyiz edilip de ancak bir bölümünün bozma sebebi
yapılması halinde temyiz edilmeyen veya bozma kapsamı dışında kalan kısımlar
(konular) lehine olan taraf için ancak usuli bir kazanılmış hak oluşturur.
Dava tümü ile derdesttir. Temyiz konusu olmayan veya bozma kapsamı dışında
kalan kısımlar (konular) hakkındaki bölümünün kesin hüküm teşkil ettiği
yönündeki çoğunluk görüşüne katılmıyoruz. Medeni Kanunun 144. maddesine
dayanan yoksulluk nafakası ancak boşanmanın kesinleşmesi ile hüküm ifade
eder ve diğer şartları varsa (M.K. 145/4) boşanma hükmünün kesin hüküm halini
almasından sonra artırılabilir. Davanın reddi bu itibarla doğrudur.
Tahir Alp Şevki Duran Kabukçuoğlu Mehmet Handan Surlu
|