 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C
Y A R G I T A Y
Birinci Hukuk Dairesi
E. 1992/14453
K. 1992/14980
T. 4.12.1992
* TAPU İPTALİ VE TESCİL
* MİRAS ŞİRKETİ
ÖZET : İştirakçilerin kendi adlarına ve kendi iştirak paylarından sözederek
değişik tarihlerde ayrı ayrı davalar açtıkları, anılan davalara
birleştirilerek bakıldığı, davalardan birinde hak düşürücü sürelerin
geçirildiği, bu durum karşısında açılan tapu iptal ve tesçil davaları
bakımından terekenin tümü namına hak talep edildiği ve bir kısım
iştirakçilerin süresinde açtıkları dava ile de tereke adına hakka karşı
durup, süreyi kestikleri kabul edilmelidir.
(743 s. MK. m. 581, 630)
Taraflar arasındaki davadan dolayı, (Aksaray Asliye Hukuk Hakimliği)nden
verilen 19.3.1991 gün ve 918/172 sayılı hükmün bozulmasına ilişkin olan
26.5.1992 gün ve 6547-7141 sayılı kararın düzeltilmesi süresinde davalı
vekili tarafından istenilmiş olmakla; dosya incelendi, gereği görüşülüp
düşünüldü:
Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 11.10.1982 tarih, 3/2
sayılı kararında belirtildiği üzere, Medeni Kanunumuzda yer alan (iştirak
halinde mülkiyet) bir sistemdir. Kuşkusuz, yasa koyucu tarafından bu sistem
kaldırılmadığı sürece buna uyulması zorunludur.
Gerçekten; iştirak halinde mülkiyet, aralarında ortaklık bağı bulunan
kişilerin, bu ortaklık nedeniyle bir eşyaya birlikte malik olma durumudur. Bu
tür mülkiyette (ortaklıkta) ortakların eşya üzerinde doğrudan doğruya hakları
yoktur. Mülkiyet ortakların bütününe (tümüne) aittir. Birliği meydana getiren
kişilerin hepsi bir arada hak sahibi durumundadırlar. Malikler, paydaş değil
ortakdır; çünkü, belli mülkiyet payları ayrılmış değildir. MK.nun 629.
maddesinde deyimini bulan ve (... ortaklardan herbirinin haklarının o eşyanın
bütününe yaygın olacağına...) ilişkin kural, değinilen görüşün dayanağını
teşkil eder. Açıklanan özelliklerin doğal sonucu ise şudur. İştirak halindeki
mülkiyete konu olan hak ve malları kullanmak, bunlardan yararlanmak,
yönetmek, hak ve malları başkasına devretmek, bunlar üzerinde hak kurmak,
bunlar bakımından dava açmak gibi hukuki tasarruflarda bulunmak yetkisini ya
yasa yada ortaklar arasındaki anlaşma belirler. Şayet yasada veya anlaşmada
ortaklık adına hareket etme yetkisinin kime ait olacağı tesbit edilmemiş ise,
yukarıda sözü edilen tasarruflar yönünden ortakların oybirliği ile karar
almaları, birlikte hareket etmeleri gerekir. Nitekim, MK.nun 581. maddesinde
(birlikte hareket etme zorunluğu) açıkça vurgulanmış ve ortaklardan birinin
yalnız başına tasarrufi işlemde bulunması önlenmiştir. Ancak, yargısal
uygulama ile iştirakin zorunlu kıldığı birlikte hareket etme görüşü kısmen
yumuşatılmış, terekenin tümü adına bir iştirakçi (ortak) tarafından dava
açılabileceği; ancak böyle bir davanın yürütülebilmesinin, diğer
iştirakçilerin muvafakatlarının alınmasına yada terekeye bir mümessil tayin
ettirilerek davaya onun huzurunda bakılmasına bağlı bulunduğu belirtilmiştir.
Esasen, 3/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararıda, iştirakin zorunlu kıldığı
birlikte dava açmanın yumuşatılmış bir ilkesini vurgulamaktadır.
Ayrıca özel yasalarda getirilen düzenlemelerde de "bir mirasçının diğerlerinin
muvafakatını almadan dava açabileceğine ve yalnız başına davaya devam
edebileceğine" değinilmiştir (Bkz. 3402 sayılı Kadastro Kanunu md. 29/2).
Hemen belirtmek gerekirki, Kadastro Yasası ile getirilen ve aynı Yasanın 30.
maddesindeki düzenlemeden ötürü iştirak halinde mülkiyet rejiminin istisnası
sayılabilecek hükmün, genel mahkemelerde açılacak ve görülecek davalarda
gözetilmesi mümkün değildir. Bunun yanısıra, Yargıtay İnançları Birleştirme
Kararlarıda, konuları ve sonuç bölümleri itibariyle bağlayıcıdırlar. O
nedenle, 11.10.1982 tarih, 3/2 sayılı kararın, işbu dava için doğrudan
bağlayıcı olma niteliğinden sözedilemez. Ne varki, özelliği bulunan işlerde,
davaların açılış biçimene bakılarak işin esasının incelenmesine ve gerçek
hakkın ortaya çıkarılmasına yönelik bir uygulama ve yoruma girilmesinde de
yarar vardır. Somut olayda, iştirak halinde mülkiyete konu taşınmaz hakkında,
iştirakçilerin kendi adlarına ve kendi iştirak paylarından sözederek değişik
tarihlerde ayrı ayrı davalar açtıkları, anılan davalara birleştirilerek
bakıldığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, bazı iştirakçiler tarafından açılan
davalardan birinde de hak düşürücü sürelerin geçirildiği saptanmıştır. Ancak,
birleştirilen davalardan ötürü tüm iştirakçilerin davacı sıfatını aldıklarıda
ortadadır. Bu durum karşısında, üçüncü kişi aleyhine açılan tapu iptal ve
tesçil davaları bakımından terekenin tümü namına hak talep edildiği ve bir
kısım iştirakçilerin süresinde açtıkları dava ile de tereke adına hakka karşı
durup, süreyi kestikleri kabul edilmelidir. Esasen, dava dilekçelerinin sonuç
bölümlerinde mefruz (farz olunan) paylara değinilmiş isede; dilekçelerin
içeriğinden tereke namına hareket edildiği ve terekeye (miras bırakana)
aidiyeti ileri sürülen taşınmaz için hak isteğinde bulunulduğu sonucuna da
varılmaktadır.
O halde, Dairenin işin esasının incelenmesi gerektiğine ilişkin bozma kararı,
yukarıda değinilen açıklamalar itibariyle doğrudur. Bu nedenle, davalı
vekilinin karar düzeltme isteğinin (REDDİNE) ve davalıdan Usulün 442. ve 5435
sayılı Kanunun 2. maddeleri gereğince takdiren 50.000 lira para cezası ile
23.800 lira red harcının alınarak Hazineye gelir kaydına, 4.12.1992 tarihinde
oybirliğiyle karar verildi.
|