 |
Yargıtay içtihatları bölümü
Yargıtay Kararı
T.C.
YARGITAY
HUKUK GENEL KURULU
E:1992/13-213
K:1992/315
T:6/5/1992
ÖZET : Davacıya satılan tüpün patlaması sonucu uğranılan maddi ve
manevi zararın giderilmesi istenmiştir. Yanlar arasında satım ilişkisi
bulunduğu için B.K.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık zamanaşımının
uygulanması gerekir.
Taraflar arasındaki "maddi ve manevi tazminat" davasından dolayı
yapılan yargılama sonunda; (Zonguldak İkinci Asliye Hukuk Mahkemesi)'nce ilk
davanın kabulüne ve ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine dair verilen
19/7/1990 gün ve 36-405 sayılı kararın incelenmesi ek dava yönünden davacı
vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay Onüçüncü Hukuk Dairesinin
28/2/1991 gün ve 7974-2203 sayılı ilamiyle; (...Taraflar arasındaki tüp alım
satımı konusunda bir hukuki ilişkinin bulunduğu uyuşmazlık konusu değildir.
Tüp bayii olan davalı tarafından davacıya satılan tüpün patlaması sonucu
uğranılan maddi ve manevi zararın giderilmesi istenmiştir. Yanlar arasında
satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10 yıllık
zamanaşımının uygulanması gerekir. Davanın açıldığı tarihe göre bu süre
geçmemiştir. Olayda haksız fiil zamanaşımı hükümleri uygulanamaz. Bu nedenle
mahkemenin ek davayı zamanaşımı yönünden reddetmesi usul ve yasaya
aykırıdır...) gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden
yapılan yargılama sonunda; mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
Temyiz Eden: Davacı vekili
Hukuk Genel Kurulu'nca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz
edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği
görüşüldü:
Dava konusu olayda, ........... tüpü satıcısı olan davalının, sattığı
tüpün arızalı olması ve gaz kaçırması nedeniyle patlaması sonucu yaralanan
davacının açtığı ek maddi ve manevi tazminat davasının, olayın meydana
geldiği 16/4/1981 tarihinden itibaren 5 yıllık ceza zamanışımı süresi
geçtikten sonra 1/12/1987 tarihinde açıldığından dolayı zamanaşımı nedeniyle
reddine karar verilmiş, davacının temyizi üzerine Özel Dairece; taraflar
arasında satım ilişkisi bulunduğu için BK.nun 125. maddesi gereğince 10
yıllık zamanaşımının uygulanması gerektiğinden dolayı mahkemenin kararı
bozulmuş; mahkemece, taraflar arasında hiç bir akdi ilişki bulunmadığından
bahisle önceki kararda direnilmiştir.
Yerel mahkeme ile ilgili Yargıtay Dairesi arasındaki uyuşmazlık, maddi
olayın hukuki nitelindirmesinden kaynaklanmaktadır. Gerçekten de yerel
mahkeme taraflar arasındaki ilişkinin haksız fiil mahiyetinde olduğunu
belirttikten sonra olayda haksız fiile ilişkin zamanaşımı süresinin
uygulanması gerektiğine karar vermiştir. Kararına gerekçe olarak da, davanın
tarafları arasında herhangi bir akdi ilişkinin (satım akdinin) mevcut
olmadığını göstermiştir. İlgili Yargıtay Yüksek Dairesi ise, bir gerekçe
göstermemekle beraber, taraflar arasında satım akdi olduğunu ifade ederek
davada, akde ilişkin on yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerektiğini
belirtmiştir.
Burada, öncelikle şu hususun belirtilmesi gerekir. Uyuşmalıkta davacı
durumunda olan kişi asıl hukuki ilişkide (tüpgaz alımına ilişkin satım
akdinde) alıcı sıfatını taşımamakta ve somut olaydaki hukuki nitelendirme
bakımından üçüncü kişi konumunda bulunmaktadır. O halde burada şu sorunun
cevaplandırılması gerekir: Bir hukuki ilişkide üçüncü kişi konumunda bulunan
kimseler üzerinde borç ilişkisi ne şekilde etkili olabilir? Başka bir
ifadeyle, borçlunun edim borcuna ya da koruma yükümlülüğüne aykırı davranması
sonucunda zarar gören üçüncü kişiler, "haksız fiil" hükümlerine göre değil
de, doğrudan doğruya "akde aykırılık" hükümlerine dayanarak tazminat talep
edebilirler mi?
Bilindiği gibi, akit ilişkisinden doğan yükümler, sadece asli ve yan
edim yükümleriyle asli edime yardımcı olan ve asli edimin tam ve doğru bir
şekilde yerine getirilmesine hizmet eden yan yükümlerden ibaret değildir.
Modern hukuk literatürü, söz konusu yükümler dışında ifa menfaatiyle ilişkisi
olmayan ve fakat en az ifade menfaati kadar önemli ve onun yanında ikinci bir
menfaati koruma ve tesbit gereğini duymuştur. İfa menfaati yanında yer alan
bu diğer menfaat "koruma menfaati'dir (Eren, F., Borçlar Hukuku Genel
Kükümler, C:l, Ankara-1991, s.46; Akünal, T., Sorumluluk Hukukunda
sözleşmenin Nisbiliği Prensibinin aşılması, YD., C:14, Sayı :3, Temmuz-1988,
s. 225). Korunma menfaati, alacaklının mal ve şahıs varlığı değerlerinden
oluşan menfaatlerin bütününü ifade eder. Bu itibarla koruma yükümleri, borç
ilişkisinden doğan edim yükümleri ve bağımlı yan yükümlerin yanında yer alan
ve fakat onlardan bağımsız bir kavramdır. Koruma yükümleri akid kurulmadan
önce ve akdin müzakereleri safhasında mevcut olduğu gibi, edimin ifası
sırasında da mevcuttur. Dolayısıyla ve yükümlerin hukuki dayanağı taraf
iradeleri değil, kanundur (Canaris, Ansprüche wegen "positiver
Vertragverletzung" und "Schutz Wirkung für Dritte " bei nichtingen
Vertraegen, Juristenzeitung 1965, s.476). İşte özelliklerinin bir kısmı
burada kısaca belirtilen yükümleri, borçlu için alacaklıya olduğu kadar, ona
yakından bağlı olan ya da edime yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında
bulunan kişilere karşı da aynen geçerlidir. İşte koruma yükümleri sayesinde,
borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile bir takım üçüncü
kişiler arasında da hiç bir edim yükümü ihtiva etmeyen sadece koruma
yükümlerinden oluşan bir borç ilişkisi oluşur. Bir başka ifadeyle, söz konusu
borç ilişkisi üçüncü sahışlar üzerinde tesir icra eden, üçüncü sahsı koruyucu
etki doğuran bir borç ilişkisidir ve bu borç ilişkisinin kaynağı M.K.nun
2.maddesidir.
Burada cevaplandırılması gereken diğer bir husus da, yukarıda hukuki
niteliğini açıkladığımız borç ilişkisinin kapsamına hangi üçüncü kişilerin
dahil olacağı sorunudur. Yerli ve yabancı literatürde bu alanda çeşitli
görüşler ileri sürülmekle beraber (bu görüşler hakkında ayrıntılı bilgi için,
bakınız: Tandoğan, H., Üçüncü Şahsın Zararının Tazmini, Ankara- 1963; Akyol,
S., Tüm Üçüncü Şahıs Yararına Sözleşme, İstanbul- 1976, s.51 Vd.;
Kocayusufpaşaoğlu, N., Borçlar Hukuku Dersleri, 1. Fasikül, 2. Bası,
İstanbul- 1985, s. 32 vd.), öncelikle somut olay bakımından davacının durumun
tesbit etmek gerekir. Olayda davacı, satım akdindeki alıcının yardım talebi
üzerine onun evine yardıma gelmiş ve hemen gerekli önlemleri almak isterken
gaz kaçağı sonucu tüp patlamış ve davacı yaralanmıştır. Burada borç
ilişkisinin bünyesi gereği, edime bağlı olan bir takım tehlikelerin, en az
tüpü satın alan kadar üçüncü kişi konumunda olan davacıyı da tehdit etmesi
durumu söz konusudur (Gernhuber, J., Drittwirkungen im Schuldverhaeltnis
kraft leistunsnaehe, Festchrift für Arthur Nitisch, s.270). Zira,
Gernhuber'in de belirttiği gibi (s.270 vd.; ayrıca bkz. Tandoğan, s.314 vd.),
edime yakınlıkları nedeniyle zararlarının sözleşmeye aykırılık hükümleri
gereğince tazminine müsaade edilecek üçüncü şahısların sınırını
belirleyebilmek için, bu üçüncü kişiler ile ifa sahasında olan borç ilişkisi
arasındaki irtibata bakmak gerekir. Borç ilişkisinin bünyesi icabı, edime
bağlı olan tehlikeler üçüncü kişiyi de en az alacaklı kadar tehdit ediyorsa,
üçüncü kişiye, doğrudan doğruya borçluya karşı ileri sürülmesi mümkün olan
akde aykırılık hükümlerine dayanan bir bir tazminat talebi tanınmalıdır
(Ayrıca bkz.Canaris, s.478). Zira davacı olayda alıcıya yardıma gelmekle
alıcıya satıcı arasında mevcut olan borç ilişkisinin güven ortamına dahil
olmuştur (bu güven ortamı konusunda bkz. Canaris, s.478; ayrıca bkz. Akünal,
s. 234). Bu itibarla dava konusu uyuşmazlıkta, satıcı (tüp bayii)nin satım
akdinde üçüncü kişi konumunda bulunan davacıya karşı akitten doğan hiç bir
asli edim borcu mevcut olmamakla beraber, burada, borçlunun bizzat alacaklıya
karşı göstermek zorunda olduğu koruma yükümünün, alacaklıya yakından bağlı
olan ya da edime olan yakınlığı nedeniyle koruma alanı altında bulunan
kişilere de teşmil edilmesi gerekir. Bir başka ifadeyle burada, Kanun
(MK.m.2) gereğince borçlu ile alacaklı arasında olduğu kadar, borçlu ile
üçüncü kişi durumunda olan davacı arasında da, hiç bir edim yükümlülüğü
ihtiva etmeyen ve fakat koruma yükümlülüğüne dayanan üçüncü şahsı koruyucu
etkili bir borç ilişkisi olmuştur. Dolayısıyla da davacının akde aykırılık
hükümlerine göre tazminat talebinde bulunması yerindedir ve uyuşmazlığa on
yıllık zamanaşımı süresinin uygulanması gerekir.
Olayın meydana glediği 16.4.1981 tarihi ile ek tazminat davasının
açıldığı, 1.12.1987 tarihi arasında on yıllık zamanaşımı süresi
geçmediğinden, davanın esasının incelenerek sonucuna uygun bir karar
verilmesi gerekirken, ek davanın zamanaşımı nedeniyle reddine karar verilmesi
usul ve Yasaya aykırı olduğundan direnme kararının bozulması gerekmiştir.
S o n u ç : Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme
kararının Özel Daire bozma kararında gösterilen ve yukarıda açıklanan
nedenlerle H.U.M.K.nun 429. maddesi gereğince (BOZULMASINA), istek halinde
temyiz peşin harcının geri verilmesine, 6.5.1992 gününde oyçokluğu ile karar
verildi.
Birinci Başkanvekili 8.H.D.Bşk. 9.H.D.Bşk. 3.H.D.Bşk.
İ.Teoman PAMİR Ş.Özdemir E.Çubukçu E.Doğrusöz
7.H.D.Bşk. 20.H.D.Bşk. 4.H.D.Bşk.V. 6.H.D.Bşk.V.
H.Örmeci F.Atbaşoğlu M.C.Keskin S.Tamur
M.S.Aykonu 2.H.D.Bşk.V. 5.H.D.Bşk.V. M.Erman
M.K.Yalçınkaya Y.S.Kitiş
I.Ulaş A.Özaslan 10.H.D.Bşk.V. S.Tükenmez
E.Aktekin
N.Durak 1.H.D.Bşk.V. O.Arslan K.Öge
C.Çetiner
Y.Koru M.Oskay H.Dinç S.Sapanoğlu
Ş.E.Serim Ş.Yüksel O.Uzgören N.Akman
M.H.Surlu Ş.Erçoklu S.Sezen U.Araslı
C.Özaydın C.Dikmen K.Acar A.Ertürk
Onama
N.Ertuğrul Ü.Aydın O.G.Çankaya H.A.Bengü
E.Ertekin T.Demirtaş
|